• Sonuç bulunamadı

İBADETTE TEVHİD VE ŞİRK

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İBADETTE TEVHİD VE ŞİRK"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

40

Güncel

İBADETTE

TEVHİD VE ŞİRK

EH-FED Genel Başkanı h.kanaatli@hotmail.com

HASAN KANAATLI

İbadet ve tapma, kulluk duygusundan kaynaklanmaktadır. Kulluğun haki- kati ise; insanın kendini memluk, kendinden yüce varlığı da varlığının, hayat ve ölümünün, rızık ve maişetinin veya en azından mağfiret, şefaat ve kanun koymanın maliki bilmektir. Böyle bir durumda onu Rab edinmiş olur.

Tevhid, tüm zamanlarda, bütün peygamberlerin ilahi davetlerinin temelini oluşturur. Yani tüm insanlar tek ilaha ibadet etmeli ve diğer varlıklara ibadet ve kulluk- tan kaçınmalıdır. Kur’an’ı Kerim bu gerçeği net bir dille şöyle açıklamaktadır:

“Biz her topluma (ümmete) elçi gönderdik; Allah’a kul olsunlar ve azgınlardan uzak dursunlar diye.

Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimse- ler de oldu, sapıklığı hak etmiş olanlar da. Yeryüzü- nü dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Nahl 16/36)

“Senden önce gönderdiğimiz her elçiye mutlaka şunu bildirmişizdir: ‘Benden başka ilah yoktur, kul- luğu bana yapın.’” (Enbiyâ 21/25)

Yine Kur’an’ı Kerim tevhidi, tüm semavi dinlerin ortak esası olarak tanıtarak şöyle buyurmuştur:

“De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan şu söze gelin: Allah’tan başkasına kul olmaya- lım. O’na hiçbir şeyi ortak saymayalım. Birimiz, biri- lerini Allah ile araya koyarak rabler edinmesin.’ Yüz çevirirlerse deyin ki: ‘Şahit olun, biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.’” (Âl-i İmrân 3/64)

İbadette tevhid, Müslümanların hiçbirinin muhalefet etmediği sağlam esaslardan biridir. Bütün mezhepler bu konuda müttefiktir! Şayet bu konuda herhangi bir ihtilaf varsa “misdaklarla” ilgilidir. Yani Müslüman-

lardan bir bölümü bazı fiilleri ibadet sayıyor, diğer bir bölümü ise aynı fiilleri tazim/yüceltme olarak değer- lendiriyor.

Başka bir deyişle tüm ihtilaflar, “bu fiil ibadet midir değil midir?” konusu üzerindedir. “Allah’tan başkası- na ibadetin şirk ve haram olduğunda” ise hiçbir ihtilaf yoktur!

İşte bu yüzden her şeyden önce ibadet kelimesinin lügat ve Kur’an’daki anlamını netleştirmeliyiz. Bunu yapabilirsek, misdak meselesi (yani neyin ibadet olup neyin ibadet olmadığı) kendiliğinden aydınlanmış ola- caktır.

İbadet Kavramının Genel ve Kâmil Tanımı

Arap lügatinde “ibadet” Türkçedeki “tapma” kelimesi- nin karşılığıdır.

Lügat kitaplarında “ibadet”, “huzu ve tezellül” olarak geçer. Fakat lügatçilerin bu açıklaması, ibadet lafzı- nın, sahih ve kâmil manasını beyan edemez! Zira:

1. Şayet ibadet huzu ve tezellül ile aynı anlamda olsa, dünyada hiç kimseye tevhid kimliği veremeyiz ve hiç kimseye muvahhid diyemeyiz. Çünkü beşer, yaratılışı icabı üstün ve seçkin insanların maddi ve manevi kemalleri karşısında huzu ve huşu göster- mektedir. Öğrencinin öğretmeni, evladın baba ve annesi, aşıkın maşuku karşısındaki durumu gibi.

(2)

41

2. Kur’an’ı Kerim evlatlara, baba ve annenin karşısın- da alçak gönüllülük kanatlarını açmalarını emre- diyor:

“Onları merhamet kanatlarının altına al. De ki:

‘Rabbim! Küçükken onlar beni nasıl büyütüp yetiş- tirdilerse Sen de onlara o şekilde iyilik ve ikramda bulun.’” (İsrâ 17/24)

Şayet huzu ve alçak gönüllü olarak davranmak ibadet belirtisi olsaydı, itaatkâr evlatlar müşrik, isyankâr ev- latlar ise muvahhid olarak kabul edilmeliydi.

Kimi müfessirler lügatçilerin açıklamalarının eksik olduğunu görünce, bu eksikliği gidermek için ibade- ti başka bir şekilde tefsir etmeye başladılar ve şöyle dediler:

“İbadet, hissedilen kemal ve asaletin karşısındaki son- suz huzurdur.”

Kimi âlimlere göre müfessirlerin bu açıklamaları da lü- gatçilerin açıklamaları gibi eksik bir açıklamadır. Zira Yüce Allah meleklere Âdem’in karşısında secde etme- lerini emrediyor ve şöyle buyuruyor:

“Meleklere ‘Âdem’e secde edin!’ dediğimizde he- men secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

Bir varlığın karşısında secde etmek, sonsuz huzu ve

alçak gönüllülük belirtilerindendir. Fakat böyle bir iş ibadet belirtisi sayılsaydı, itaatkâr meleklere müşrik, isyankâr Şeytan’a da muvahhid demek lazımdı.

Hz. Yakup’un evlatları, hatta Yakup’un kendisi dahi karısıyla birlikte Yusuf’un azameti karşısında secde ettiler. Nitekim Kur’an şöyle buyuruyor:

“Yusuf, anasını babasını tahtının üstünde, kendi yanına oturttu. İkisi de kardeşleriyle birlikte Yu- suf’un karşısında eğildiler. Dedi ki: ‘Babacığım!

İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyamın gereğidir. Rab- bim onu gerçeğe çevirdi. Hapisten çıkardığı zaman da bana iyilikte bulunmuştu. Şeytan kardeşlerimle aramı iyice bozduktan sonra Rabbim sizi çölden bu- raya getirdi. Benim Rabbim, gerekli gördüğü şeyi en ince ayrıntısına kadar yapar. Çünkü her şeyi bilen ve kararları doğru olan O’dur.’” (Yûsuf 12/100)

Kur’an, Yusuf’un çocukluğunda gördüğü rüyayı şu ayetle naklediyor:

“Bir gün Yusuf babasına şöyle demişti: ‘Babacığım rüyamda on bir kevkebi/gezegeni, güneşi ve ayı gördüm; baktım ki hepsi bana secde ediyor.’” (Yûsuf 12/4)

Bütün Müslümanlar Resulullah’a uyarak Hacerû’l Es- ved’i öpüyorlar ve ona el sürüyorlar. Putperestlerin kendi putlarına yaptığı muamelenin bir benzerini ya- pıyorlar. Buna rağmen bizim yaptığımız tevhidin ken- disidir, onlarınkiyse şirkin kendisidir(!)

(3)

42

Güncel

HASAN KANAATLI

Bu esastan yola çıkarak ibadetin hakikatini sırf amelin şeklinde ve mutlak tezellül ve huzu da aramamalıyız.

Her ne kadar huzu ve tezellül ibadetin gerçek rükün ve esaslarından ise de buna münhasır değildir. Huzu ve tezellülün özel bir inanç ile yapılması gerekir. Şayet huzu, ister sonsuz bir şekilde olsun ister ondan biraz daha az renkli olsun, özel bir akideden kaynaklanırsa ibadet sayılır!

“Aslında amele ibadet rengi veren, akidedir.” Amel aki- desiz olursa ibadet sayılmaz.

Önceden de söylediğimiz gibi lügatçilerin ve de kimi tefsircilerin naklettiğimiz bu ibadet tanımları eksiktir ve tatmin edici değildir.

Peki, ibadetin gerçek tanımı nedir?

İbadetin Birinci Tanımı

İbadetin gerçek tanımını üç şekilde yapabiliriz. Birincisi; İbadet, insa- nın ulûhiyete olan inancından kay- naklanan amelî ve lafzî huzudur.

İşte konunun en hassas noktası ulûhiyetin manasının dakik bir şe- kilde anlaşılmasıdır.

Ulûhiyet; Tanrılık veya Tanrı anlamın- da Allah’tır. Şayet bazen ilah lafzı mabut anlamında tefsir ediliyorsa, bu onun gerçek

manası olduğundan değil bilakis gerekliliğindendir.

Dünya insanları gerçek ilah veya hayali ilahları mabut edindikleri için ilah lafzının mabut anlamına geldiği zannedilmiştir. Yoksa mabutluk, ilah lafzının gerekle- rindendir, onun ilk manası değildir.

İlah lafzının mabut değil, Tanrı anlamında olduğunun en açık delili İhlas kelimesi yani La İlahe İllallah ke- limesidir. Şayet bu cümlede ilah kelimesi mabut an- lamında olsaydı yalan olurdu. Çünkü Allah’tan başka binlerce mabutun olduğu açıktır.

Bu tarifin en açık şahidi, bu konuda mevcut olan ayet- lerdir. Bu ayetleri incelediğimiz zaman ibadetin, bir şeyin ulûhiyetine olan inançtan kaynaklanan söz ve davranışlardan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.

Herhangi bir varlık hakkında böyle bir inanç olmazsa, ona karşı yapılan huzu, tezellül, tazim ve ikram, kesin- likle tapmak ve ibadet olmaz.

Bu nedenle Kur’an, “Allah’a ibadet edin” diye buyur- duğu her ayetinde hemen ardından “O’ndan başka ilah olmadığını” vurgulamaktadır. Örneğin şöyle buyurur:

“Nuh’u halkına elçi göndermiştik. Onlara şöyle de- mişti: ‘Ey halkım! Allah’a kul olun; sizin başka ilahı- nız yoktur. Ben başınıza zor bir günün azabının gel- mesinden korkuyorum.’” (A’râf 7/59)1

Bu tabirler bize ibadetin ulûhiyet inancından kaynak- lanan huzu ve huşu olduğunu, böyle bir inanç olmadığı takdirde, onun ibadet olmadığını açıklamaktadır.

Söylediğimiz bu ayetler dışında, bu gerçeğe farklı açılardan işaret eden başka ayetlerde var-

dır. Örnek açısından birkaç tanesine işaret edeceğiz:

“Onlara: ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ denilince büyüklenirler-

di...” (Sâffât 37/35)

Yani onlar, diğer varlıkların ulûhi- yetine inandıkları için bu söze itina etmezlerdi. Bu ayete göre şirkin öl- çüsü, Allah’tan başkasının ulûhiyeti- ne inanmaktır.

Müşriklerin çağrılarının putların ulûhiyetine itikat ile birlikte olduğunun delillerinden yalnızca biri de şu ayettir:

“Destek almak için Allah ile aralarında bir takım ilahlar edindiler.” (Meryem 19/80)

Putperestlerin Allah’a şirk koşma meselesinin geçti- ği ayetlere bakılırsa, onların şirki, kendi mabutlarının ulûhiyetine inanmalarından, ilahlarının, Allah’ın ya- rattığı olduklarını kabul ettikleri halde, Yüce Allah’ın bazı işlerinin onlara bırakıldığını zannetmelerinden ve bundan dolayı da onlara ibadet etmelerinden ileri gel- diği iyice aydınlanmış olur.

1 Bu ayetin içeriği dokuz ve daha fazla yerde geçmiştir. A’râf 58, 65, 73. Hûd 5, 61, 84.

Enbiyâ 25, Mü’minûn 25, 32. Tâ-hâ 14. ayetlere bakılabilir.

İlah lafzının mabut değil, Tanrı anlamında olduğunun en açık delili İhlas kelimesi yani La İlahe İllallah kelimesidir. Şayet bu cümlede ilah kelimesi mabut anlamında olsaydı

yalan olurdu. Çünkü Allah’tan başka binlerce mabutun

olduğu açıktır.

(4)

43

Onların (yani putların) tanrılığına ve ulûhiyetine inan- maları sebebiyledir ki, tek Allah’a davet edildiklerinde O’na iman etmiyorlardı. Ama O’na şerik koşulduğunda, O’na inanıyorlardı. Nitekim ayet bu duruma şöyle işaret ediyor:

“Bu çektiğiniz şuna karşılıktır; yalnız Allah’a çağrıl- dığında görmezlikten gelir, ona eş koşulunca ina- nırdınız. Bu yüce Allah’ın kararıdır.” denir.” (Mü’min 40/12)

Alau’r-Rahman tefsirinin sahibi merhum Muhammed Cevad Belaği de ibadet gerçeğini şöyle açıklıyor:

“İbadet, insanın ilah edindiği varlığın karşısında, onun ilahiyat hakkını eda etmek için huzu ettiğini gösteren ameldir.”2

Şirkle mücadele eden ayetlere dikkat edilirse bu gö- rüşün en isabetli görüş olduğu ortaya çıkar. Bütün şirk fırkalarının amellerine bakarsak, karşılarında huzu et- tikleri ve övdükleri varlıkların ilah olduğuna inanarak bu işleri yaptıklarını görürüz.

Bu tarifin anahtarı ayetlere müracaat edilerek ilah kelimesinin tanrı anlamında olduğunu ve mabut an- lamında olmadığını açıklayabilmektir. Tanrı olma ko- nusunda, tapınılacak varlığın yaratıcı tanrıdan bazı fiil- leri yapma malikliği elde etmesi, (her ne kadar kendisi mahluk olsa da) yeterlidir. İlahi iş ya da işlerin bazıla- rının ona tefviz edilmiş olması, yeterlidir. Nitekim Ca- hiliye Araplarının nazarında putların bazıları için durum böyleydi.

İbadetin İkinci Tanımı

İbadet; Rab olarak bildiğimiz bir varlığın karşısındaki huzu olur. Ya da şöyle diyebiliriz; İbadet, rububiyete olan inancından kaynağını alan, ameli ya da sözlü hu- zudur!

Şimdi nakledeceğimiz ayetlerden de anlaşılacağı gibi ibadet; rububiyetin gereklerindendir.

“Oysa Mesih şöyle demişti: ‘Ey İsrail oğulları, be- nim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kul olun.’” (Mâide 5/72)

2 Alau’r Rahman, Seyda Baskısı, s. 57.

“Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öy- leyse O’na kul olun; doğru yol budur.” (Meryem 19/36)

Bazı ayetlerde de ibadet, yaratıcılığın gereği sayılmıştır:

“İşte Allah budur, sizin Rabbinizdir. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O’na kul olun.

Her şey üzerinde vekil olan O’dur.” (En’âm 6/102)

Rab Kelimesinden Kast Edilen Nedir?

Arap lügatinde; “Bir şeyin düzen ve yönetimini elinde bulundurup, onun kaderini belirleyen kimseye Rab de- nir.” Sonuç olarak evin sahibine, çocuğun bakıcısına ve tarlanın çiftçisine de Rab denir. Çünkü ev sahibi evi, çocuk bakıcısı çocuğu, çiftçi de tarlayı yönetme ve ka- derini belirleme yetkisine sahiptir.

Bizim varlığımız, hayat ve ölümümüz, rızık ve geçimi- miz, mağfiret ve bağışlanmamız ve hayatımızın düze- ne girmesini sağlayacak kanunların yasaması Allah’ın elinde olduğu içindir ki O’na Rab diyoruz.

Şayet bir insan, insanların kaderiyle ilgili işlerden bi- rinin, başkasının elinde olduğunu düşünse, örneğin Allah’ın hayat ve ölümü, rızık ve geçimi, yasamayı, mağfiret ve bağışlamayı, tümünü veya bir kısmını baş- kasına bıraktığını düşünse (onun bu işlerde müstakil olduğunu zannederse) ve bu düşünceyle onun önün- de huzu ederse, ona ibadet etmiş ve tapmış olur. Çün- kü, söylediğimiz o hususiyetler yalnızca Allah’a ait hu- susiyetlerdir. Kur’an şöyle buyuruyor:

“Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?”

(Âl-i İmrân 3/135)

“De ki: ‘Şefaat yetkisi tümüyle Allah’ın elindedir.

Göklerin ve yerin hakimiyeti O’ndadır. Zaten so- nunda tekrar yaratılıp O’nun huzuruna çıkarılacak- sınız.’” (Zümer 39/44)

Kısacası; ibadet ve tapma, kulluk duygusundan kay- naklanmaktadır. Kulluğun hakikati ise; insanın kendini memluk, kendinden yüce varlığı da varlığının, hayat ve ölümünün, rızık ve maişetinin veya en azından mağfi- ret, şefaat ve kanun koymanın maliki bilmektir. Böyle

(5)

44

Güncel

HASAN KANAATLI

bir durumda onu Rab edinmiş olur. Bu duygu ve inan- cını dil veya amel ile izhar ederse, ona tapmış ve ibadet etmiş olur.

Nitekim Kur’an bu konuya şu şekilde dikkatleri çekiyor:

“Bilginlerini ve din adamlarını Allah ile aralarına ko- yup rab edindiler.” (Tevbe 9/31)

İbadetin Üçüncü Tanımı

İbadet, kendisini Tanrı veya Tanrısal işlerin menşei olarak kabul ettiğimiz kimsenin karşısında huzu et- mektir.

Hiç şüphesiz kâinat işlerinin düzenini (yani insanları diriltmek, öldürmek, canlılara rızık vermek, kullarının günahlarını bağışlamak gibi işlerin tümü) Allah’a aittir.

Eğer kâinatın tedbiri, eşyanın yaratılışı ve insanların dirilişi ve ölümü ile ilgili ayetleri3 mütala edecek olur- sanız Kur’an’ın bu gibi işlerin Allah’a ait olduğunu vur- guladığını ve bunların Allah’tan başkasına isnat edil- mesine şiddetle karşı çıktığını görürsünüz.

Öte yandan biliyoruz ki, yaratılış âlemi teşkilatlan- mış ve sistematik bir âlemdir. Bu âlemde vuku bulan her iş, sonu Allah’a varan birçok sebeplerle inşa edil- miştir. Kur’an’da birçok yerde fiillerinin sebeplerinin, O’nun emrine tabii olduğu açıklanmıştır. Örneğin Kur’an özel bir vurguyla öldürenin de diriltenin de bizzat Allah Teâlâ’nın kendisi olduğunu açıklıyor ve şöyle buyuruyor:

“Yaşatan da öldüren de O’dur. Gece ile gündüzü farklılaştırma O’nun işidir. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Mü’minûn 23/80)

Ama aynı Kur’an, başka ayetlerde melekleri mümit/öl- düren olarak tanıtıyor:

“O, kulları üzerinde tam hâkimdir; size korumalar gönderir. Sizden birine ölüm gelince elçilerimiz onu vefat ettirirler…” (En’âm 6/61)

Bu iki ayeti birleştirmek için şöyle demeliyiz: gerek maddi gerekse melekler gibi manevi, bütün tabii ne- denlerin faili ve sebebi Allah’ın izni ve emriyledir. Müs- takil fail ise Allah’ın kendisidir.

3 Kasas 28/73, Neml 27/60-64, Zümer 39/5-6.

Başka bir deyişle, bu iki fail birbirine paralel değil, bi- lakis biri diğerinin uzantısıdır. Yani biri müstakil faildir, diğeri ise müstakil faile tabi olandır.

Evet, şayet bir insan, Allah’ın fiillerinin ondan kopmuş olduğuna ve bu işlerin evliya ve melekler gibi nura- ni varlıklara bırakıldığına inanır ve bu inançla onların karşısında huzu ederse, hiç şüphesiz onun bu huzuu ibadet sayılır ve ibadette şirk kısmına girer!

Daha açık bir deyişle: Allah’ın bu işleri onlara bıraktı- ğına ve onların bu işleri müstakil olarak yaptığına birisi inanırsa bu durumda onları Allah’a eş ve ortak etmiş olur. Böyle bir itikat elbette şirktir ve bu tür bir itikat ile onlara huzu etmek ve onlardan bir şey istemek, onlara ibadet etmek ve tapmak olur. Nitekim Kur’an bu hu- susta şöyle buyuruyor:

“Kimi insanlar, Allah’a benzer nitelikler yükleyerek, O’nunla aralarına koyduklarını ilah edinir ve onları, Allah’ı sever gibi severler…” (Bakara 2/165)

Herhangi bir varlığın, bir veya birkaç işi yapmakta müstakil ve tam bir yetki sahibi olduğuna inanılması, Allah’ın eşi ve benzeri olduğu düşüncesine yol açar.

Aksi takdirde onun emri ve izniyle işlediğinde ona eş ve benzer olmayacağı gibi, onun emirlerini yerine ge- tiren itikat bir varlık olacaktır.

Hz. Peygamberin s.a.v dönemindeki müşrikler de,

(6)

45

taptıkları yapmacık ilahların ilahi işleri yapmak konu- sunda bir nevi bağımsızlık ve özgürlüğe sahip olduk- larına inanıyorlardı.

Cahiliye döneminde şirkin en hafifi, teşri ve kanun koyma hakkının ruhbanlara tefviz edilmiş olduğu4 veya Allah’a mahsus olan şefaat ve bağışlama hakkının on- ların put ve mabutlarına bırakılmış olduğu inancıdır. Bu yüzdendir ki şefaat ile ilgili ayetler Allah’ın izni olmak- sızın kimsenin şefaat edemeyeceğini ısrarla vurgula- maktadır.5 Eğer onlar putlarının Allah’ın izniyle şefa- at edeceğine inansalardı Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin şefaat edemeyeceğini ısrarla vurgulamanın gereği olmazdı.

Yunan filozoflarından bir kısmı âlemdeki her türün bir ilahı olduğunu ve bu türlerin tedbir ve yönetimlerinin tefviz edildiğini ve neticede Allah’ın işi olan âlemin dü- zeninin onlara bırakıldığını zannetmişlerdir. Meleklere ve sabit veya hareketli yıldızlara tapan Cahiliye Arap- ları da yaratılış âlemi ve insanın tedbirinin bunlara bı- rakıldığının6 ve Allah’ın tedbir makamını tamamen az- lettiğini düşünerek bunlara tapıyorlardı. Bu bakımdan, bu akide ile yapılan ve bu akideyi zihinlerde canlandı- ran her türlü huzu ve tezellül ibadet sayılır.

Cahiliye Araplarından bir bölümü de, her ne kadar ağaç ve metalden yapılan putları kendilerinin yaratıcısı ve evrenin yöneticisi olarak kabul etmiyorlardıysa da, onların şefaat makamına sahip olduklarını zannediyor ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.”

diyorlardı.7 Şefaat makamına sahip oldukları düşün- cesiyle de onlara tapıyor ve bunu Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak algılıyorlardı.

Kur’an-ı Kerim, onların dilinden şöyle naklediyor:

“Bizim bunlara kul köle olmamız, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diyedir.” (Zümer 39/3)

4 Tevbe 9/31.

5 Bakara 2/225.

6 El-Milelu Ve’n-Nihal, c. 2, s. 244.

7 Yûnus 10/18.

Sözün kısası, böyle bir inançtan kaynaklanarak insanın huzuunu gösteren her çeşit amel ibadet sayılır. Bunun aksine böyle bir inançtan kaynaklanmayan herhangi bir hareket ve böyle bir inancı taşımadan yapılan huzu veya tazim, ibadet ve şirk sayılmaz.

Örneğin aşıkın maşuka, memurun amire, kadının ko- casına vs. secde etmesi ibadet değildir. Yine de Al- lah’tan başkası karşısında secde etmek İslam dininde haram sayılmıştır. Zira Allah’ın izni olmadan hiç kimse- nin başka bir kimse karşısında ibadetin şeklini (Evet, sadece şeklini, özünü değil) yapması caiz değildir. Al- lah’ın emri ve izniyle olmuş olması dışında!8

Konuyu şöyle toparlayabiliriz.

1. Şayet bir kimse bazı insanların karşısında huzu ve tevazu eder, fakat bunu, onları ilah, Rab ve ilahi işlerin kaynağı olarak kabul ettiğinden değil, belki onları Allah’ın önüne geçmeyen ve O’nun emriyle amel eden, ikrama layık görülmüş kullar/İbadün mükremin9 olmalarından dolayı yaparsa, kesinlik- le onlara ibadet etmiş değil, sadece onlara saygı ve ihtiram göstermiş olur. Nitekim Kur’an’ı Kerim’in de kayıtlarında bulunan Hz. Yakup’un huzurun- da Yusuf’un kardeşlerinin secdesi ve meleklerin Âdem’e secdesi bu türdendir. (Yani ibadet değil, saygı ve tazim türündendir.)

2. Birtakım Müslümanlar bunun gibi ayetlerle kar- şılaştıklarında derhal bu amellerin secde edilene karşı ibadet sayılmamasının nedeninin, bu amel- lerin Allah’ın emri üzere gerçekleşmiş olduğunu söylemektedirler! Fakat bu tür düşünen Müs- lümanlar, bir noktadan gaflet etmişlerdir. Şöyle ki, Âdem’e ve Yusuf’a secde edilmesi meselesi elbette ki Allah’ın emri ve onun rızasıyla olmuş- tur. Fakat bu amellerin mahiyeti de ibadet de- ğildir! Allah-u Teâlâ da bu yüzden onlara bunu emretmiştir. Yoksa amelin mahiyeti secde edile- ne ibadet olsaydı, Allah bunu asla emretmezdi.

“De ki: Şüphesiz Allah, kötü ve çirkin şeyleri

8 Bakara 2/34.

9 Enbiyâ 21/26-27.

(7)

46

Güncel

HASAN KANAATLI

emretmez. Bilmediğiniz birşeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’râf 7/28)

Yani Allah’ın emri, amelin mahiyetini değiştirmez.

Amelin zatı, Allah’ın emrinden önce ibadet olmayan bir amel olmalı ki, Allah’ın emri ona taalluk etsin! Had- di zatında ibadet olan bir amel, Allah’ın onu bir insa- na karşı yapmamızı emretmesiyle ibadet sayılmaktan çıkmaz!

İbadetin kendine hoş bir mana ve mahiyeti vardır ki, bazen ona emrediliyor, bazen de ondan nehyediliyor.

Diğer bir deyişle, haddi zatında ibadet olan bir şeye bazen Allah emreder, örneğin namaz ve oruç gibi. Ba- zen de yasaklar, kurban ve ramazan bayramında oruç tutmama gibi. Eğer meleklerin hz. Âdem’e ve Yakup’un oğullarının Yusuf’a secde etmeleri haddi zatında Âde- me ve Yusuf’a ibadet olsaydı, evvela Allah Teâlâ onu emretmezdi. Saniyen emretse bile bu onu ibadetlikten çıkarmazdı.

3. Müslümanların arasındaki ihtilaflı meselelerin bir- çoğunun temelinde, “ibadet mefhumunun gerek- tiği gibi tahlil ve tarif edilmeyişinin yatmasıdır. Bu yüzden ibadet mefhumu mantıklı bir şekilde tarif edilmedikçe ve bu konuda insaflı kişiler ile görüş birliği sağlanmadıkça, hiçbir konuşma ve tartışma sonuca varmayacaktır. Bu sebeple araştırmacılar, burada değindiğimiz açıklamalardan daha ziyade araştırma yapmalı ve genelde amaçları kelime- nin gerçek tahlilini değil, mücmel bir açıklamasını yapmak olan lügatçilerin yapmış oldukları tariflere konmamalıdır. Bu konuda en sağlıklı yol ise ayet- lere başvurmaktır.

4. Üzülerek belirtmemiz gerekir ki, Müslüman yazar- ların bir kısmı ağırlığı bu noktaya vermeleri gere- kirken yan meselelere daha çok önem vermişlerdir.

Özellikle de Allah’ın büyük velileri olan peygam- berlere saygı ve tazimde bulunan Müslümanlara şunu söylemişlerdir: “Peygamber s.a.v hakkın- da sizin yaptığınız bu amellerin çoğu peygambere ibadet ve şirktir.” Delilleri de şu iki ayet olmuştur:

“De ki: Şefaat yetkisi tümüyle Allah’ın elinde- dir.” (Zümer 39/44)

“Hastalandığımda bana o şifa verir.” (Şu’arâ 26/80) Bunların her ikisinin de Allah’a ait fiiller olduğunu ve bu fiilleri Allah’ın dışındaki birinden istemenin şirk oldu- ğunu söylerler.

Allah’ın Fiili Ne Demektir?

Allah’ın fiili, Allah’ın bir fiili yapmakta müstakil olduğu yani o fiili yapmakta başka bir yerden yardım almadığı ve diğer bir varlığın kudret ve gücüne muhtaç olmadığı demektir. Dolayısıyla şayet bir kimse örneğin şefaat ve şifa gibi bir durumu Allah’ın velisinden talep ederse ve onun da bu fiili yapmada müstakil olduğuna inanırsa, böyle bir inanç tabiatıyla onun ulûhiyetine ve rububi- yetine inanmayı gerektirir ve bu da ona ibadet etmek olur.

Fakat bir kimseden şefaat veya şifa istemek, böyle bir inançla birlikte olmaz, hatta onun işini Allah’ın izin ve meşiyetiyle yapan bir kul olduğuna inanarak böyle bir şey istenirse bu, Allah’ın fiilini Allah’tan başkasından istemek anlamına gelmez ve neticede böyle bir istekte bulunmak onun ulûhiyet ve rububiyetine inanmayı ge- rektirmez!

İltihabı yok etme ve ateşi düşürmede antibiyotik ilacı- nın tesirine inanmak iki şekilde olabilir. Bu ilacın varlık ve etkisinde müstakil olduğunu kabul etsek ve bu iki merhalenin herhangi birinde onun üstün kudrete yani Allah’a muhtaç olmadığını düşünsek ve o zaman onun fiillerinde müstakil olan küçük ilah kabul etmiş oluruz ve eğer cahilâne bir şekilde de onu yüceltir isek, ona ibadet etmiş sayılırız. Ama eğer onun varlık ve tesir- lerinin üstün bir makam ve hayat bağışlayan varlığa bağımlı olan mümkünü’l-vücut varlıklar (vücut âle- minde varlığını Allah’a muhtaç olanlar) olduğunu ka- bul edersek, bizim bu inancımız tevhidin ta kendisi olur ve onlardan hacet istemek de şirk ve ibadetten uzak bulunur.

(8)

47

Bu yüzden dedik ki, tevhid ve şirk ekseni üzerinde dönen ihtilaflı meselelerinin çoğunun çözümü, iba- det mefhumunun iyice tahlil edilmesine, ulûhiyet ve rububiyetinin içeriğinin anlaşılmasına ve ilahi fiillerin diğerlerinden ayırt edilmesine bağlıdır. Cahiliye Arap- larının amellerine bakıldığında ise hepsinin putların ulûhiyet ve rububiyetine inandıkları, onları ilahi iş-

lerin bir kısmını yapmak da tam yetki sahibi bildikleri ve Allah’ın birtakım işlerin yönetimini putlara bıraktığı düşüncesiyle, onların dilediklerine şefaat edecekleri, dilediklerine de etmeyecekleri inancına sahip olduk- ları görülecektir.

Burada konuyla ilgili olarak bu genel açıklamayla ye- tiniyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

İnsanlardan Allah’a dua eden ama Zeyd’e, Ubeyd’e ümit ba ğlayanlar vardır. Allah Teala yine bir kudsi hadiste şöyle buyurmuştur:.. امع لمع نم ، كرشلا نع ءاكرشلا ىنغأ انأ

Haklıya hakkını vermek, mazluma insaflı davranmak, güçsüz insanlar için güçlü insanlardan, fakirler için zenginlerden, mazlumlar için zalimlerden al ıp, hak edene hakk

Bütün mahlûkatın beyin ağırlıklarını gövdelerine oranlasak, kesinlikle insan, bedenine göre en a ğır beyine sahip olma açısından en yüksek mertebede olurdu.. Tabi balina

Ben, Ay’ın Dünya çevresindeki yolculu ğunda kat ettiği dairenin çevresinin senede on iki ile çarpımı bin senede ise, bin ile çarp ımı olduğunu bildiğimde ve Ay’ın