• Sonuç bulunamadı

Kendisi de eseri de gaib olmayan; Maddi alemin tamamı. Kendisi Gaib olduğu halde eseri zahir olan: Allah. Kendisi de eseri de gaib olan: Ahiret.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kendisi de eseri de gaib olmayan; Maddi alemin tamamı. Kendisi Gaib olduğu halde eseri zahir olan: Allah. Kendisi de eseri de gaib olan: Ahiret."

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÂF SÛRESİ ق ةروس

03/12/2012 NUZUL: 36 MUSHAF: 50

MEKKİ BİR SUREDİR 45 AYETTİR.

 Bu ders muhtşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Bu sitenin adı Kâf. K’af suresi adını girişindeki mukatta harfinden, yani alfabe harfi olan “kâf” harfinden alır. Sure bu adı daha ilk nesilden itibaren kazanmıştır. Sahabe onu bu adla anıyor. İçinde kâf' harfi bulunan kelimelerin çokluğuyla dikkat çeker. Bize kadar gelen rivayetlerden anlıyoruz ki, daha sahabe döneminde bu isimle anılmaya başlamıştır.

Ümmü Hişam isimli bir annemiz bu sureyi efendimizden dinleyerek ezberlediğini çünkü Rasulullah'ın bu sûreyi sık sık mü'minlere 'hutbe' olarak okuduğunu, kendisinin de bu sûreyi Rasulullah'tan dinleye dinleye ezberlediğini söyler (Müslim). Yani efendimizin Kur’an’la konuştuğunu, hutbelerde Kur’an okuduğunu, insanlara nasihat olarak Kur’an’ı verdiğini biz bu rivayetlerden öğreniyoruz. Yine Hz.

Ömer, Rasulullah'ın bu sûreyi sık sık bayram namazlarında, bir rivayette sabah namazlarında bazen de hutbe şeklinde sürekli okuduğunu nakleder (Muvatta ve Müslim).

 Mekke'de inmiştir. Hatta yaklaşık nüzul yılına ait bir veriye de sahibiz. İçeriğinden, peygamberliğin 4 yada 5. yılına ait olduğu kesin. Buda nispeten nübüvetin ilk döneminin sonlarına doğru indiğini gösterir. Tüm kronolojilerde, vahiy iniş tertiplerinde Mûrselât-Beled arasında yer alır. Nüzul sıralamasında 34. Sıradadır. Yine tüm kıraat okullarına göre 45 âyettir.

 Kalem, Fecr ve Şems sûrelerinin ardından nüzul sürecinde içeriğinde kıssa anlatılan 4. sûredir.

Öncekilerden farklı olarak Nûh, Ress, Lût ve Tübba' kıssaları anlatılır. Muhammedi davete karşı Mekke müşriklerinin şiddet ve yıldırma politikalarının şiddetlendiği yıllarda inmiştir. Bu nedenle surede anlatılan kıssalar inkarcı muhataplarına uyarı amacı taşır.

Sûrenin ana teması tek cümle ile yeniden diriliş ve âhirettir. Kâf sûresi, konu açısından iç bütünlüğe sahiptir.Vahye atıfla başlayan sûre, baştan sona sure ahiret tasavvurumuzu, adalet tasavvurumuzu, yeniden diriliş inancımızı inşa eder. Yer ve göklere ilişkin jeolojik ve kozmolojik deliller, hep bu kaçınılmaz sonu ifade için sıralanır (1-15).

 İslamın inanç sisteminin saç ayağını;

1. Tevhid 2. Nübüvvet ve 3. Ahiret oluşturur.

 Bunların içerisinde Ahiret’e imanın yeri çok özeldir. Zira Mekke kodamanları gibi yeryüzünde;

Allah’a inandığı halde Ahiret’e inanmayan pek çok insan vardır, fakat Ahiret’e inandığı halde Allah’ı inkar edene rastlanmamıştır. Bunun sebebi, Ahiret’in Allah’tan daha gayb olmasıdır.Varlık Gayba nispetle 3 kısımdır;

 Kendisi de eseri de gaib olmayan; Maddi alemin tamamı.

 Kendisi Gaib olduğu halde eseri zahir olan: Allah.

 Kendisi de eseri de gaib olan: Ahiret.

 Bu sure baştan sona yeniden dirilişi ve hesap gününü konu edinir. Yer ve göklere ilişkin jeolojik ve kozmolojik deliller, hep bu kaçınılmaz sonu ifade için sıralanır (1-15). ‘’Onlar, üzerlerindeki göğe dönüp de bakmadılar mı? ‘’Yeryüzünü Allah genişletmiştir, dağları O yerleştirmiştir.‘’Her tür çiftten güzel bitkiler yeşertmiştir.‘’Gökten su indirmiştir. Onunla envai çeşit ürünler var etmiştir. Bütün bunları hatırlatan ayetler, muhataptan ne istediğini de söylemektedir.‘’Gönüllü olarak O’na yönelen her kul için bir bilinç kaynağı ve bir uyarı vesilesi olsun. (6-10) Bütün bu sayılanların ahretin varlığına olan delalet ciheti nedir? Aslında onu da Vahyin kendisi söylemektedir; Biz ölü bir beldeye su ile can verdik; işte insanın yeniden dirilişi de böyle olacaktır’’ (11) Vahiy, çok basit bir

(2)

gerçeği inkarcıya hatırlatıyor: Her yıl gördüğün kışın ardından gelen cennet gibi bahar yeniden dirilişin tabiattaki bir karşılığı değil midir? Bin yıldır yeşermemiş bir çöl, uygun bir ortamı bulduğunda nasıl da yemyeşil bir vaha oluveriyor. Bütün bunları gözünle görüp dururken yeniden dirilişi nasıl inkar edebilirsin? Bunun Allah’a zor geleceğini mi düşünüyorsun? Makul olmadığını mı düşünüyorsun? Yeniden dirilişi inkâr etmenin temelinde ne yatıyor sorusu gerçekten dikkate değer bir sorudur. Kur’an yeniden dirilişi, hesap gününü inkarın en temelinde yatan saikin "uzak tanrı"

tasavvurunun olduğunu dile getirir. Ve o meşhur âyet, o bizi yüreğimizden titreten, sarsan ayet, berceste ayet bu sûrede yer alır: …

ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid;

"Biz insana şahdamarından daha yakınız" (16). Ardından yeniden dirilişi inkâr edeni bekleyen ahiret azabı tasvir edilir (19-30). Ardından bu hakikate iman edip hesabı verilecek bir hayat yaşayanları bekleyen ödülün niteliği dile getirilir (31-35).

 Sözün özü: İnsanoğlu ölümden kaçamaz. O halde akıbetine hazırlıklı olmak zorundadır. Neden?

Nedeni açık; er geç, "tüm yollar Allah'a çıkar" dönüş Allaha’dır (41). Zira: "yer ayaklarının altından kayıp paramparça olduğu gün (her şey) son sürattir: işte bu akıl sır ermez bir toplanıştır" (44). Son hitap doğrudan Allah Rasulüne ve onun risalet mirasını sırtlanacak olan herkesedir.‘’Biz onların neler söylediğini çok iyi biliyoruz; ne ki sen onları zorla (inandıracak) bir zorba değilsin, şu halde sen, benim tehditlerimden korkanları bu Kur’an aracılığıyla uyarmaya devam et. (45)

KOVULMUŞ, TAŞLANMIŞ ŞEYTANIN ŞERRİNDEN ALLAHA SIĞINIRIZ

- Kovulmuş, taşlanmış, mel’un ve matrut olmuş, insanın ötekisi ilan edilmiş ve aslında temiz olan insana sanki sıçramış bir çamur, bir kir, bir pasak, bir pislik gibi arız olmuş, her tür şeytan, şeytani duygu, şeytani dürtü, şeytani güdü, şeytansı, görünür - görünmez, maddi, manevi her tür şeytanın şerrinden Allaha sığınırım/sığınırız. İstiaze bir “de” emri değildir, “yap” emridir.

ِمي ِحَّرلا ِنَْحَّْرلا ِهَّللا ِمْسِب

RAHMAN RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

“özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.”

- Bizatihi merhamet kaynağı ve tüm eylemlerinde de merhametle iş gören Allah adına. Seven sonsuz sevginin membağı olan ve tüm yarattıklarına sevgiyle şefkatle muamele eden Allah adına/adıyla…

( ِدي ِجَمْلا ِنَآْرُقْلاَو ق ) 1

Kaf vel kur'anil mecid

“Kâf! BU şanlı-şerefli Kur'an'ın değerini bilin!”

- Kaf; hurufu mukataa harfi, nuzül sürecinde ilk geldiği yer Kâlem sûresidir. Başında geldiği her sure vahye doğrudan veya dolaylı atıftır. 29 surenin başında gelir, yani Kur’an’ın 4 de 1’inin başında gelir. Başında geldiği her sure çoğunlukla doğrudan sadece 2 tanesi dolaylı olarak vahye atıfla başlar.

Bunun da bir nüktesi var elbet, bu harfler alfabe harfleri. Adeta bunlarla şöyle söylenmiş olabilir;

ilahi manalar bu harflerden oluşan beşeri kelimelerin içine, kalbine indi. Ey insan bu ilahi manalar Allah tarafından sizin zihninize böyle indirildi. Yani Allah bu ilahi gök sofrasını size inzal etti, önünüze açtı ki merhametinin sonsuzluğunu göresiniz, size olan sevgisini anlayasınız diye.

- 1-5 harf arasında değişir. Ha Mim, Elif Lam Mim, Ta Ha vb. gibi. Arap dilindeki kelimelerdeki yapıda böyledir. Arap dilinde tüm kelimeler 1-5 harfden oluşur. Mukataa harfler 14 tanedir, Arap alfabesinin yarısından oluşur. Bu harflerin anlamı ve işlevi üzerine 35 ayrı görüş vardır. Bu görüşlerin zayıf ve güçlü tarafları vardır, bu görüşlerin aslında her biri gerçeğin bir kısmını temsil

(3)

eder. Fakat Hz. Ebubekirin görüşü bunların tacı hükmündedir; “Her kitabın bir sırrı vardır, bunlar da bu kitabın sırrıdır” Hz. Ebubekir. Bu görüşlerden dikkate değer olanlardan bazıları şöyledir;

1- Belagat öncelikli surelerin başında gelir. Sureleri ikiye ayırabiliriz; a- belagat öncelikli b- anlam öncelikli. Belagat, dilin tüm imkanlarıyla müthiş bir şekilde muhatabın dikkatini çekmeye yönelik Mekki surelerdir. Anlam öncelikli surelere Medeni surelerdir diyebiliriz. Konuyu anlamaya yönelik surelerdir.

2- Bu surelerin 2’si dolaylı, gerisi (27 sure) doğrudan vahye bir atıfla başlar.

3- Vahyin bir tek harfinin bile zayii edilmediğinin kanıtıdır.

4- “Her kitabın bir sırrı vardır, bunlar da bu kitabın sırrıdır” Hz. Ebubekir.

- Bu sûre ile Sâd sûresi arasında çok ilginç benzerlikler vardır. İniş yılları farklı olsa da giriş ve konu itibarıyla benzerlik ve tamamlayıcılığa sahiptir. Sâd sûresi tevhide, bu sûre âhirete ilişkindir.

- Vel kur'anil mecid; bu şanlı ve şerefli mecid olan, aynı zamanda okuyana şeref veren, okuyanı onurlandıran, okuyana itibar katan, okuyanı Allah’ın nazarında ve nezdinde değerli kılan Kur’an’ın değerini bilin. Vav yemin vavı. Kasem vavı. Fakat yeminlerin arap dilinde, söz diziminde cevabı olması lazım. Cevap yok. Cevapsız gelen yeminlerin “değerini bilin” veya “ üzerine düşünün”

anlamına geldiğini düşünmekteyiz. Böyle bir mealendirme daha doğru gözüküyor. Kâf’da zaten yemin mânası bulunduğu için, âyetin başındaki vav’a “değerini bilin” anlamı vermek daha uygun görünmektedir (Bkz: Elmalılı). Neden? Çünkü Vahiy size değer katıyor, vahiy size itibar veriyor, vahiy sizin haysiyetinizi koruyor onun için sizde vahyin değerini bilin.

- El Mecid; Hem özünde şerefli olan ve hem de hayatını onunla inşa edene şeref ve onur katan, okuyanı Allah nezdinde değerli kılan Kur’an’ın değerini bilin. Mecid; özne bir anlam, vahiy özne bir kitaptır. El Mecid kelimesinin formundan vahyin özne bir kitap olduğunu görüyoruz. Özne inşa eder.

Vahyin muhatabı insandır ve vahiy insanı inşa etmektedir. Vahiy ilahi bir inşa projesidir. İnsanın onur ve haysiyetini koruma yollarını insana vahiy öğretir. Nasıl mı? Kula ve eşyaya kul etmeyerek inşa eder. Vahiy insanı Allah’a kulluğa çağırırken, Allah’a bir katkı sağlamış olmaz insana bir katkı sağlamış olur. Vahiy yalnız Allah’a kul olmaya çağırırken kula kul olmaktan korumuş olur. Eşyaya, mala ve dünyaya kul olmaktan korumuş olur. Hepsinden öte kendi iç benine, nefsine, egosuna kul olmaktan korumuş olur. İşte vahiy insana böyle şeref ve itibar katar. Vahyin El Mecid olması budur.

Vahiyle şereflenen insan Allah’dan başkasına kul olmaz. Çünkü insanın bedelini ancak Allah öder.

( ٌبيِجَع ٌءْيَش اَذَه َنوُرِفاَكْلا َلاَقَ ف ْمُهْ نِم ٌرِذْنُم ْمُهَءاَج ْنَأ اوُبِجَع ْلَب ) 2

Bel acibu en caehum munzirum minhum fe kalel kafirune haza şey'un acib

“Ama nerde! Onlar içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar ve işte bu kâfirler dediler ki: "Bu ne acayip bir iş!”

- Rabbimiz Kur’an’da ilk defa insana insanın Rasul olarak gönderilmesine muhatapların şaştığını burada dile getiriyor. Acayip şey insan peygamber olmuş oluyor. İlk muhatapların taptıkları putlar melekler ve cinlerin sembolleriydi. Yani Allah’a elçiler olarak görüyorlardı putları. Onun içinde onların zihninde ki elçi tasavvuru melek yada cin. Bir insanı Allah’ın elçisi olarak kabul etmiyorlardı. Ama mantığa bakın, melek ve cinin putunu yapıyor ve taşlara tapıyorlar, taşlara tapacak kadar soyut düşünceden mahrum olan bu adamlar bir insanın Allah’a elçi olmasını acayip görüyorlar. Çelişki hem de yaman çelişki. Aslında arka planda yatan sebep belli, hayatlarına müdahil bir Allah istemiyorlar. Çünkü kendileri gibi yeryüzünde gezen, yiyip-içen, dolaşan ölümlü bir elçi olursa model almaları gerekecek. Yani hayatlarına müdahil olacak, bahane bulamayacaklar. …mâli hâzer resûl bu ne biçim elçi diyorlardı, ye’kulit taâme ve yemşî fîl esvâk, “yiyor, içiyor çarşılarda dolaşıyor” diyorlardı (Furkan 7). Onlar ayakları yerde olmayan bir elçi istiyorlardı. Neden? Ayağı yere basmayanlar izlenmezler. Onun için Kur’an’da Allah’ı izle diye bir ayet bulamazsınız, ama Rasulü izleyin diye ayetler bulursunuz. ….in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum… (Âl-i İmran 31)“Eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah’da sizi sevsin” ayetinde olduğu gibi.

- Şaştılar, zira kendileri umutsuz vaka oldukları için insan soyundan da umut kesmiştiler.

(4)

( ٌديِعَب ٌعْجَر َكِلَذ اًباَرُ ت اَّنُكَو اَنْ تِم اَذِئَأ

) 3

E iza mitna ve kunna turaba zalike rac'um beıyd

“Ölümümüzün ve toza toprağa karışmamızın ardından (diriliş) ha? Bu dönüşü imkansız bir son."”

- Lafzen: "Bu uzak bir dönüş".

- İnkarcı muhataplar böyle düşünüyor, yeniden dirilişi kabullenemiyorlar. Bu cehaletin bir eseridir.

İnsanın formülü eğer tüm ayrıntılarıyla bilinseydi, yeniden diriliş laboratuar da ispat edilmiş olacaktı.

O zaman kimse inkar edemeyecekti. Cenabı hak bu formülü vermediği için inkarcılar yeniden dirilişi inkar ediyorlar. Sen bu formülü bilmiyorsun diye Allah’da mı bilmiyor? Eğer Allah o formülü verseydi, şu toprakta yetişen bitkiler kadar kolay olduğu görülecekti. Zaten bitki kadar kolay olduğu bu surede ifade ediliyor. Onun için yeniden dirilişi inkar cehalettir. Bu cehaleti aşmanın tek yolu iman’dır. İman cehaleti aşmanın en sağlıklı yoludur.

ْمُهْ نِم ُضْرَْلْا ُصُقْ نَ ت اَم اَنْمِلَع ْدَق ( ٌظيِفَح ٌباَتِك اَنَدْنِعَو

) 4

Kad alimna ma tenkusul erdu minhum ve ındena kitabun hafıyz

Doğrusu Biz, yerin onları nasıl çürütüp toprak edeceğini daha baştan bilmekteyiz; zira katımızda mahfuz bir yasa mevcuttur.

- Yani yeri de ben yarattım, insanı da ben yarattım, yasaları da ben koydum. Bana insanın toz toprak olacağını mı hatırlatıyorlar. Yarattığım insanın toz toprak olacağını bilmiyor muyum? Buradan yola çıkarak falanca çürümemişse iyidir gibi bir takım yaklaşımların doğru olmadığını görüyoruz. Onun için çürümek Allah’ın insan bedeni ve toprağa koyduğu yasadır.

-

ve ındena kitabun hafıyz;

Yani her ölümlü varlık nerden geliyorsa oraya döner. Bedeni oraya döner. Ruhu ise alemi ervaha döner, yani geldiği yere. Dolayısıyla her şey aslına rücu eder. Bu yasadır ve bu yasa korunmuştur. Bu yasayı Allah koymuştur. Yeniden diriliş vaadi Allah’ın hayat için koyduğu yasalar gözetilerek yapılmaktadır. Bunun zımnen ifadesi de budur. Yani Rabbimiz;

“ben vaadlerimi yaparken koyduğum yasaları gözeterek yapıyorum, hatta o yasalarımı daha üst yasalarımla aşarak yapıyorum.” Yani yasasız yapmıyorum, ilkesiz yapmıyorum anlamına gelir.

- Kitabun hafıyz, Levh-i Mahfuz’dur. Bu tamlama ilk bakışta önümüze şu problemi çıkarır: Hem

“bilinmezlik” mânasında ki belirsizlik, hem “apaçıklık” mânasındaki mubîn’lik: nasıl oluyor? iki ihtimal var: Ya “Allah için ayan açık, insan için akıl sır ermez bir yazılımla korunmuş..”, veya hem lazım hem müteaddi olan mubîn’in özünde açık ve dâhi açıklayıcı olan çift yönlü tabiatına istinaden

“Göstergeleriyle insana açık, özüyle Allah’a açık bir yazılımla korunmuş..” Her hâlükarda belirsiz olarak geldiği bu ve buna benzer bağlamlarda özellikle “ilâhî yazılım”a ve oluş-bozuluş yasalarının kayıtlı tabiatına delalet eder (Msl. 53/Neml: 75; 76/Sebe’: 3). Bu ilâhî yazılımın kaynağı 39/Yâsîn 12’de imâmin mubîn (ana bellek) olarak beyan edilir.

( ٍجيِرَم ٍرْمَأ ِفِ ْمُهَ ف ْمُهَءاَج اَّمَل ِّقَْلْاِب اوُبَّذَك ْلَب ) 5

Bel kezzebu bil hakkı lemma caehum fe hum fi emrim meric

Dahasını da yaptılar, ayaklarına kadar geldiği halde hakikati yalanladılar: hasılı onlar derin bir iç karmaşası yaşıyorlar.

- Bel edatı; “daha beterini de yaptılar” vurgusunu da içerir (Bkz: Ebüssuud).

- Çevirimizin gerekçesi, merîc'in asli anlamıdır; karmaşa, karışıklık, bulanıklık, içinden çıkılamayacak kadar karmaşa hali, iç dünyalarında derin bir kaos yaşıyorlar. İç dünyasında kaos yaşayan, dış dünyasında ki cosmos’u fark etmez. O muhteşem dizaynı fark etmez. Sanatta ki o muhteşemliği fark etmeyince, sanatkarın ihtişamını fark etmez. Onun içinde yaratmayı Allah’a bile çok görür, kafaya

(5)

bakın, Allah tasavvuruna bakın. İnsanın Allah tasavvuru insanın zihnini yüceltmesi gerekirken, onlar yüce bir tasavvur olan Allah tasavvurunu insan seviyesine indirmeye çalışıyorlar. İşte onun için algılayamıyorlar.

- Zımnen: ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kah sihirbaz, kah şair, kah deli veya kahin iftirasında bulunuyorlar.

اَهاَنْ يَ نَ ب َفْيَك ْمُهَ قْوَ ف ِءاَمَّسلا َلَِإ اوُرُظْنَ ي ْمَلَ فَأ ( ٍجوُرُ ف ْنِم اََلَ اَمَو اَهاَّنَّ يَزَو

) 6

E fe lem yenzuru iles semai fevkahum keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc

“Onlar üzerlerindeki göğe dönüp de bakmadılar mı? Onu nasıl inşa ettik ve ışıl ışıl bezedik, üstelik hiçbir eksik gedik bırakmadık!”

- Yani Allah’ın yeniden yaratışı, öldükten sonra tekrar dirilişi Allah’a bile çok gören bu insanlar şöyle kafalarını kaldırıp yukarı doğru baksalar ya.

-

ma leha min furuc

Burada ki Mâ farklıda algılanabilir. Kem anlamı verebiliriz. Bu Arap dilinde edatlarda mümkündür. O zaman "ona nice geçit noktaları yerleştirdik" anlamına da ulaşılabilir. Bunu alternatif bir anlam olarak sunulabilir.

( ٍجيَِبَ ٍجْوَز ِّلُك ْنِم اَهيِف اَنْ تَبْ نَأَو َيِساَوَر اَهيِف اَنْ يَقْلَأَو اَهاَنْدَدَم َضْرَْلْاَو ) 7

Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye ve embetna fiha min kulli zevcim behic

Yeryüzünü ise (engebeli arazi yapısıyla) uzatıp genişlettik, zira oraya kalkmaz kımıldamaz dağlar yerleştirdik, üstelik orada her tür çiftten güzel bitkiler yeşerttik ki,

- Dağlar yerleştirilerek yeryüzü nasıl uzar? Düz bir sathı, yuvarlak ve düz bir sathı uzatmak istiyorsak, engebeler koymamız lazım. Vadiler ve zirveler. Bu sayede düz bir alanı 2 katına, 3 katına uzatmış olursunuz. İşte Cenab-ı Hâk o düz satıhta dağlar ve vadiler yerleştirerek muhteşem bir uzama gerçekleştirdi, genişletti. Aslında Kur’an’ın genel üslubu gereği fiziki şeylerden bahsederken hep aslında ahlaki, manevi noktalara imada bulunur. Yani dağ diyorsa Kur’an, yeryüzü diyorsa bunu insanın iç dünyası olarak anlayacağız. İnsanın iç dünyasının kapasitesini de artırır. Yani Allah iç dünyamızı da genişletiyor. Tıpkı yeryüzünün kapasitesini, yüz ölçümünü alanını dağlar ve vadiler koyarak artırdıysa, insanın iç kapasitesini de bereketlendirir. Zımnen: Nasıl ki engebeli yapısı yeryüzünün alanını büyütüyorsa, insan hayatının iniş-çıkışları da hayata zenginlik katıyor: tekdüze olsa hayat çekilmez olurdu. Dolayısıyla İnsanın iç kapasitesini de artırır.

- Zevcim behic; zevc, varlığın çift kutupluluğuna atıftır. Vahyin değişmez karakterlerinden biride çift kutupluluktur. Vahyin içinde bile biz bu çift kutupluluğu görürüz. Bir maddeye atıf yapar, bir manaya, bir dünyaya atıf yapar, bir ukbaya atıf yapar. Bir korkuya atıf yapar, bir umuda, bir cennete atıf yapar, bir cehenneme. Bir insana atıf yapar bir şeytana. Bir imana atıf yapar, bir benliğe nefse atıf yapar. Yani vahiyde kendi içinde çift kutuplu bir üslubu barındırır. Hatta Allah’dan bahsederken bile celal sıfatına atıf yapar, bir cemal sıfatına. Bir kahrı ilahiye atıf yapar bir de lütfu ilahiye. Yani çift kutupluluğun vahyin yasası olduğunu dile getirmiş olur. Baştan beri gelen pasajla bu ifadenin arasında nasıl bir alaka var? “zevcim behic” çift kutuplu güzellik, göz alıcı güzellik. Ahiretle ilgilidir, ahreti inkarla ilgilidir bu pasajın konusu. Ey ahireti inkar eden inkarcı muhataplar; varlık çift kutupludur, dünya bu kutbun bir tanesidir, öteki kutbu ahirettir. Sen aslında ahireti inkar etmekle varlığın yasasını, seninde tabi olduğun yasayı inkar ediyorsun. Kendini inkar ediyorsun, sen bile ceset ile ruh gibi çift kutuptan, hatta üç kutuptan müteşekkilsin; ceset, can, ruh. Sen tek dünyalı olmayı kendi içine nasıl sindiriyorsun.

(6)

ِنُم ٍدْبَع ِّلُكِل ىَرْكِذَو ًةَرِصْبَ ت ( ٍبي

) 8

Tebsıratev ve zikra li kulli abdim munib

gönüllü olarak O'na yönelen her kul için bir bilinç kaynağı ve bir uyarı vesilesi olsun.

- Tebsıra; ampirik bilgiye delalet eder. Gözlem yoluyla elde edilen veriye, dataya, deneysel bilgiye yani dış bilgiye delalet eder. Zikrâ ise iç bilgiye, iç aydınlanmaya, tefekküre, düşünceye, akleden kalbi aydınlatan "ilme" delalet eder. Yani bu kısacık ayette bilginin iki temel kaynağı da dile getiriliyor. Gönüllü olarak Allah’a yönelen her kul için hem gözlem yoluyla elde edilen bir dış bilgi, hem de tefekkür yoluyla elde edilen bir iç bilgi olsun diye. Bu vahyin gönderiliş ve şu kainat ayetinin okunuş sebebi bu olmalı. Yani dönüp bakmıyor musunuz? Ya nassı kulağınızla duyun ya da görün.

Ya kitaptaki ayeti okuyun, ya da kainat ayetini. Siz ne onu okuyorsunuz, ne onu okuyorsunuz. Peki siz ne işe yararsınız? Aslında söylenen zımnen bu.

( ِديِصَْلْا َّبَحَو ٍتاَّنَج ِهِب اَنْ تَبْ نَأَف اًكَراَبُم ًءاَم ِءاَمَّسلا َنِم اَنْلَّزَ نَو ) 9

Ve nezzelna mines semai maem mubaraken fe embetna bihi cennativ ve habbel hasıyd

Yine Biz, gökten bereketli bir su indirdik ve onunla has bahçeleri yeşerttik, dahası hasat edilen tahılı

- Mübarek su, mübarek ürün, bu çifti gördüğünüz her yerde ahlaki ve manevi suya bakacaksınız.

Vahiy suya benzetilir. Nasıl gökten su nazil etmişse Allah, semadan da, yani manevi semadan da vahiy nazil etmiştir. Nereye? Suyu kurumuş topraklara can versin, vahyi de kurumuş yüreklere can versin diye. Mübarek Kur’an, mübarek su. Gökten mümin bir akla nazil olursa, orayı cennet yapar.

Aslında bir müminin cenneti ilk defa yüreğinde tohumlanır. Müminin gireceği cennetin prototipi yüreğidir. Orayı çölken cennete çevirende vahiy rahmetidir.

( ٌديِضَن ٌعْلَط اََلَ ٍتاَقِساَب َلْخَّنلاَو ) 11

Ven nahle basikatil leha tal'un nedıyd

“ve sıra salkımlı meyveleriyle boylu poslu hurma ağaçlarını,”

( ُجوُرُْلْا َكِلَذَك اًتْيَم ًةَدْلَ ب ِهِب اَنْ يَ يْحَأَو ِداَبِعْلِل اًقْزِر ) 11

Rizkal lil ıbadi ve ahyeyna bihi beldetem meyta kezalikel huruc

bütün kullara bir rızık olarak (verdik): Evet, Biz ölü bir beldeye o (su) ile can verdik, işte (insanın) yeniden dirilişi de böyle olacaktır.”

- İnsana adeta Allah’ın ayetlerini okumuyorsunuz, bari kainat ayetini okuyun da yeniden dirilişi anlayın deniyor. Dört mevsim nedir? İnsan bir kışın baksın tabiata, birde baharın. Aslında 24 saat bile yeterlidir yeniden dirilişi anlamaya. Her akşamınız, her yatağa girişiniz kabre girişiniz, her sabahınız basübadelmevtinizdir, yeniden dirilişinizdir. Gündüzü felaketlerle dolu olan bir ömrün gecesi kâbustur. Gündüzü saadetle geçen bir ömrün gecesi salih bir rüyadır, cennet baharının müjdesidir.

- Bitkinin çıkışı ihya ile insanın yeniden dirilişi ihraç ile ifade ediliyor. Oysa tersi olması lazımdı.

Bununla bitkinin insanın gördüğü kadar basit olmadığı, insanın yeniden yaratılışının da Allah için sanıldığı kadar zor olmadığı ifade edilmektedir. Ölü toprağa suyla can verme metaforunun geçtiği her yerde, zımnen vahyin ölü yüreklere hayat vermesi hatırlatılır.

(7)

( ُدوَُثََو ِّسَّرلا ُباَحْصَأَو ٍحوُن ُمْوَ ق ْمُهَلْ بَ ق ْتَبَّذَك ) 22

Kezzebet kablehum kavmu nuhıv ve ashabur rassi ve semud

Onlardan önce Nûh Kavmi, Ress sakinleri ve Semud da yalanladı,

- Ress sakinleri; kuyu demektir ress, hatta bi’irr’den farklıdır, bi’irr merdivenle içine inilen üzeri kapalı kuyular. Ama Ress kuyu tipi kör kuyu, derin kuyu etrafı taşla çevrili Anadolu da çok görülen bir kuyu. Birçok dilcinin "kuyu" anlamı verdiği er-ress, bölge insanlarının bildiği, cahiliyye şiirinde de geçen bir vadinin adıdır (Mekâyîs). Bu vadinin yeri ve helâk edilen sakinlerinin kimliği müfessirlerimizi hayli yormuştur. Bunlardan birine göre, Güney Arabistan'da yer alan Ress sakinleri peygamber olarak gönderilen Hanzala b. Saffan'ı katletmişler ve belâya uğramışlardır. Bu Ress'in Du-hân 37 ve Kâf 14'de geçen Tubba' kavmiyle ardışık olması mümkündür. Ress kavminin nerde olduğu ihtilaflıdır. En yoğun görüşe göre necran da yani Mekke ile yemen arasında bulunan Necran’da. Başka bir görüşe göre Azerbeycan da, ırak ta olduğu gibi görüşler var. Ibn Abbas'ın Ka'b'dan yaptığı bir nakle, muhtemelen buna dayanan Süddi'ye göre Ress Antakya'dadır. Bu isimler, bununla "Yâsîn Sahibi" diye bilinen marangoz Habib'in kastedildiği görüşündedirler. Ress'in, Azerbaycan taraflarında, üzerinde çok gelişmiş bir uygarlığın kurulduğu bir vadi olduğu da söylenmiştir. Diğerinin âyetle çelişir gözükmesi bu ihtimali daha da güçlendirmektedir. Her nerdeyse, bu kavim kendilerine gönderilen peygamberi kuyuya atmış. Peygamberini kuyuya atıp, ondan kurtulan azgın kavim anlamında Ress sakinleri denmiş.

( ٍطوُل ُناَوْخِإَو ُنْوَعْرِفَو ٌداَعَو ) 13

Ve aduv ve fir'avnu ve ıhvanu lut

yine 'Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri...

- İlginçtir Kur’an’da nerede ad’dan bahsedilirse, orada semud’dan bahsedilir. İkisi adeta ikizdir.

Sebebi açıktır, Ad: dönüş demektir, id dönüp dönüp gelmesini istediğimiz şeylere denir onun için bayramlara id denir. Demek o kadar görkemli bir uygarlık ki Ad kavmi, gelen bir daha gelmek istiyor. 24 yerde geçer kuranda 22 sinde semud la birlikte gelir, mevkileri Arabistan yarımadasının güneyinde yemenle umman arasında hadra mevt adlı (ölü yeşil demek), rumul hal çölü ( 4/3 ıssızlık çölü) dünyanın en büyük çöllerinden çölün alt kısmında sana dan ummana uzanan bölge, ahkaf denilen kum tepeleri olan bir yer. Bu kum tepeleri bir felaketle oluşmuş, bu yüzyılda uzaydan çekilen resimlerde fark edilen bir kum dağının altında ad kavmine ait kalıntılar bulundu. Orda ahkaf denen yerde bir medeniyet kurmuş, hud peygamberin kavmi nuh dan sonra, Kur’an’da ad kavmi nuh kavminden sonra gelir, kadim kavimlerden, alimler Arapları 3 e ayırır, 1- arabul baide: uzak Araplar 2- arabul aribe: gerçek Araplar 3- arabul mustağrabe: sonradan arap olanlar, peygamberimiz sonradan arap olanlardan, hz İbrahimin torunu olduğu ve hz. İbrahim in Sümerlerden geldiği için. Bu ad kavmi arabul baide ilk Araplardandır, arap peygamber olarak sayılan 3 peygamberdir ilki de Hud peygamberdir. Zaten tevratta ad – semud kıssası hiç geçmez, efsanelere göre Şeddad isimli bir hükümdar kardeşinden sonra mutlak hükümdar olmuş ve cennet diye bir şeye inandıklarını duyuyor muvahhidlerin ve diyorki siz cennet diye bir şeye inanıyormuşunuz, ben ölmeden sizi cennete sokayım diyor ve irem bağlarını yapıyor. Ad kaminin anlatıldığı her yerde söylenen şudur: cenneti dünyada arayanların hali böyle olur.

- Peygamberlerini dinlemediler ve sonunda korkunç bir fekakete uğradılar. Onlar bulut geliyor diye bayram yapıyorlardı, ama gelen felaketleriydi, korkunç bir şekilde mahvoldular, kökünü kurutucu bir rüzgar der Kur’an, adeta kum tanesine çevirecek bir rüzgar. Tefsirlerde anlatıldığına göre; öyle kum taneleri savuruyormuş ki rüzgar insana değdiğinde insanı hücrelerine kadar bölüyormuş. Her bir kum tanesi kurşun gibi. Semud: smd kelimesi az su demektir. Semud kavminin kalıntıları çok önceden beri daha iyi biliniyor. Araplar ordan gelip geçiyorlardı ve bu kalıntıları görüyorlardı. Suudi Arabistan’ın kuzeyinde kalan şu anda da ziyarete açık olan bölge semud un kalıntıları sayılır. Yine Ürdün sınırları içinde kalan petra, o bölge silfir taşlarıyla doludur şu anda yerden alın yumurta gibidir kırın ortasından bims’in daha yumuşak bir hali çıkar. Yanmış bir taş.

(8)

- Bunlar monoblok kayaları vadi vadi oymuşlar, insan eliyle açılmış bu Vadilerin iki yamacında şehirler kurmuşlar. Hala durmakta. Bu ne azim çalışma, bunlar aşağıda ad kavminden kurtulmuş olanlar. Yukarı kuzeye çıkmışlar. Niye böyle yapmışlar; orda malzeme kumdu burada kaya, çürüktü yıkıldı, taştan yapalım yıkılmasın, inşaat malzemesi sorunu sandılar. Sorunu algılayıştaki sapıklığa bakın, kayada bize bir şey olmaz. Sorun yapı malzemesinde değildi ki, Allah’la olan ilişkinizdeydi, sorun kalbinizdeydi, ahlakınızdaydı. Siz ahlakınızı değiştirmek yerine yapı malzemesini değiştirdiniz. Allah bu malzemeyi helak etmez mi sandınız? Yine helak oldunuz. Onun için ad ve semud bir arada anılır.

-

ve fir'avnu ve ıhvanu lut;

ve firavun ve lut’un kardeşleri. Dikkat edin, firavun olarak yalın geliyor, kavminden bahsetmiyor. Neden? Firavun o kadar baskındı ki artık ortada kavim değil, sadece Firavun kalmıştı. O kadar baskıcı ve zorbaydı. Firavun'un tek merkezden koca bir toplumu şahsiyetsizleştirerek sürüleştirmesiyle firavunun kavmi denecek bir topluluk kalmamıştı orada.

Çobanın elindeki bir tutam otun arkasına dökülmüş bir sürü. Onun için şahsiyeti olmayanlara Kur’an adam demiyor.

- "Nuh kavmi" gibi diğer kavimler, kendini tanrı ilan eden bir zorbanın zoruyla değil, kendi hevalarıyla inkâr etmiştiler ve helak olmuştular.

(12. Ayet’te geçen kavimlerin suyla bir tür ilişkili olması, 13.ayette ise çölde yaşayan kavimler olmasının bunların ayrı olarak sayılması ilginç.)

( ِديِعَو َّقَحَف َلُسُّرلا َبَّذَك ٌّلُك ٍعَّبُ ت ُمْوَ قَو ِةَكْيَْلْا ُباَحْصَأَو ) 11

Ve ashabul eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veıyd

Yine ormanlık vadinin sakinleri ve Tübba' kavmi... Bunların hepsi de elçileri yalanladılar: sonunda vaad ettiğim ceza gerçekleşti.

- Medyen dağlık, Eyke ise, ormanlık olan iki yerleşim yeriydi. Eyke ashabına, Eykeliler yahut Leykeliler de denir. Eyke, yumuşak ağaç bitiren bataklık demek olup, Medyen'e doğru, deniz sahilinde bir yerin adıdır. Burada yaşayan bir topluluk vardı. Şuayb (a.s), bunlara da elçi olarak gönderilmişti.Ancak Şuayb, onların(Eykeliler'in) kavminden değildi. Medyen kavmindendi. Bu nedenledir ki Kur'an şöyle der: Medyen'e kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Şuayb, dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kul olun! Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. Muhakkak size, Rabb'inizden apaçık bir delil gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların eşyasını(mallarını) değerinden eksiltmeyin ve ıslah ettikten sonra, yeryüzünde fesat çıkarmayın. Şayet iman ediyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır."[ARAF (7)/ 85]

Kezzebe ashâbul eyketil murselîn; Eyke ashabı da, elçilerini yalanladı. İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn; O zaman onlara Şuayb dedi ki: 'Sakınmıyor musunuz? İnnî lekum resûlun emîn;

Muhakkak ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Fettekullâhe ve etîûn; Allah'tan korkup- sakının ve bana itaat edin! [ŞUARA(26)/ 176-179] Bu ayetlerden, Şuayb'ın, Medyen kavminden olup; hem Medyen'e ve hem de Eyke halkına elçi olarak gönderildiği, açıkça anlaşılmaktadır.

- Tubba‘, Güney Arabistan’da güçlü ve görkemli bir uygarlık kurulmuş olan Himyer krallarına veya devletine verilen isimdir. Bir dönemde Kafkaslara kadar uzanan bir devlet tubba kavmi. Etraftaki tüm devletçikleri kendilerine ‘bağladıkları’ için Tubba‘ adını almışlardır. Başlangıcı Milat öncesine kadar giden Tubba‘ devletine, MS. 4. yüzyılda Habeşliler son vermiştir. Kur’an, muhatapları nın hafızasında hatırası canlı olan Tubba‘ uygarlığını bir “ibret” olarak sunmaktadır. Taberî gibi kaynaklarımız Tubba’ halkının sonradan müslüman olduğunu zikrederler.

(9)

ْلَب ِلَّوَْلْا ِقْلَْلْاِب اَنيِيَعَ فَأ ( ٍديِدَج ٍقْلَخ ْنِم ٍسْبَل ِفِ ْمُه

) 15

E fe ayına bil halkıl evvel bel hum fi lebsim min halkın cedid

“Şimdi Biz, ilk yaratış sırasında bitkin düşmüşüz, öyle mi? Asla! Ama onlar, yeniden yaratmanın (imkanından) kuşku duymaktalar.”

- İlginç bir noktaya getirdi vahiy. Sûrenin 38. âyetiyle karşılaştırınız. Burada müşriklerin "uzak tanrı"

tasavvurlarıyla Yahudilerin "yorulan tanrı" tasavvurları arasındaki ortak nokta olan "yetersiz tanrı"

sapmasına dikkat çekiliyor. Bu ayet iki iftirayı zemin olarak aynı temele yerleştiriyor. Yahudilerin iftirası tevratın tahrif edilmiş tevratın tekvin bölümünün 2.babının 2.cümlesinde “Allah yerleri ve gökleri 6 günde yarattı ve 7. Gün dinlendi” onun için bizde cumartesi gün hiçbir iş yapmayacağız.

Madem o yoruldu bizde onun için yorulalım gibi bir mantıkla yola çıktılar. Bu aslında Müşriklerin yeniden yaratışı çok gördükleri sınırlı Allah tasavvurlarına benziyordu. Oysaki Allah Mutlak olandır, her ne mükemmellik aklınıza geliyor o Allah’a aittir. Her ne noksanlık aklınıza geliyor Allah ondan münezzehtir. Allah inancı budur. Selim bir Allah inancının olmazsa olmazıdır. Bunlar yoksa orada selim bir Allah inancından söz edilemez. Dolayısıyla müşriklerle Yahudilerin ortak bir hastalığı olduğunu söylüyor burada; “uzak Allah inancı.” İşte şimdi oraya geldik.

( ِديِرَوْلا ِلْبَح ْنِم ِهْيَلِإ ُبَرْ قَأ ُنَْنََو ُهُسْفَ ن ِهِب ُسِوْسَوُ ت اَم ُمَلْعَ نَو َناَسْنِْلْا اَنْقَلَخ ْدَقَلَو

) 16

Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid

Doğrusu insanı yaratan Biziz ve iç beninin ona neler fısıldadığını iyi biliriz: zira Biz insana şahdamarından daha yakınız.

- Bu üstünde ısrarla durulması gereken bir ayettir. Berceste ayettir. Kur’an’ın çivi ayetlerinden biri.

İnsanı insana tanıtan aynalardandır. Ey insan kendinin görünmez tarafını seyretmek istiyor musun?

Allah’ın tuttuğu aynada kendine bak. İçine bak. Yani hiçbir ayna sana içinin zaaflarını göstermez.

Allah’ın aynası ancak gösterir. Elâ ya’lemu men halak; Çünkü Allah yarattı “yaratan bilmez mi?”

(mülk suresi 14). Bu ayet insanın gizemli iç dünyasından bahsediyor. İç ben nefis ve onun ayartılmasından söz ediyor. Yani insanı biz yarattık, onun iç beninin de ona vesvese verdiğini de biz çok iyi biliriz.

- Vesvese doğal kelimedir ve iç benin "fısıltılarını" ifade eder. Irade ve vesvese ters orantılıdır: biri büyürse diğeri küçülür. Vesvese eylem, öznesi nefs, iç ben. Peki nesnesi kim? İnsan. O zaman burada bir eylem, bir özne, bir nesne var. Özne vesvese veriyor, fiil vesvese, nesnede insan. Yani insanın içinde iki kutup var, bir kutup diğerini baskı altına alıyor. Neyle? Fiskosla, vesveseyle, ayartıyla, fısıltıyla baskı altına alıyor. İnsanın içindeki iki odaktan söz eden bir ayetle karşı karşıyayız. Ayet nefs ve insan diyor, ayet insanın nesneleşme sorununu ele alıyor. Ayetin konusu insanın nesneleşmesidir. Ve ayet şöyle diyor, zımnen: Insan Allah için kendi başına bırakılmayacak kadar önemlidir. Allah insanı kendi kendisine bırakmaz, neden? Çünkü insan kendisine kıyar. Allah insana sahip çıkarsa büyük bir rahmet etmiştir. Zira dışarıdan hiç müdahale olmasa dahi, içindeki imkanı zaafa dönüştürerek insan ya kula kul olur ya da kulu kendine kul eder. Kendisine yazık eder.

Ama insan ille de beni bırak diyorsa insan Allah’a kötülük yapmış olmaz, kendine kötülük yapmış olur. Sonuçta vesveseden vicdanının sesini duyamaz olur. Kendisini insan eden vicdanın sesinin üzerine perde gerilir. O ses Allah’ın fıtrat sesidir. Allah’ın fıtratın üzerinden konuşmasıdır. O sesi duymak insanın kendisini aşarak özüne ulaşmasıyla mümkündür. İşte vesvese bu sesi duymamız için parazit yapmaktadır. Alıcılarımızın Allah’ın fıtratımız üzerinden verdiği mesajları duymamız için iç benimiz bir parazit yayar. İrade ve vesvese ters orantılıdır. Bu cümle tüm vesveseler için geçerlidir.

İrade arttıkça vesvese azalır, vesvese arttıkça irade azalır. Eğer bir insan vesveseliyse iradesizidir.

Ona yapılacak en iyi tavsiye iradeni arttır, vesvesen azalsın demektir, 100 de 100 irade kullan, vesvesen %0 olsun denir.

(10)

- ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid; “zira biz insana şah damarından daha yakınız” yani ona iç beninin hangi fısıltıları yaptığını biliriz. İnsanı biz yarattık, iç beninin fısıldadıklarını biz biliriz, çünkü biz insana şah damarından daha yakınız. Bu muhteşem cümle bir Allah tasavvuru inşasıdır.

Kendini bilen Rabbini bilir. İnsana şah damarından daha yakınız diyen Rabbini bilmesi için, içine yönelmesi lazım. İçine, derinliğine yönelmesi yani kendini aşması lazımdır. Çünkü Allah şah damarından daha yakınsa kendini aşarak oraya ulaşacak. Kendini aştığı yerde Rabbiyle karşılaşacak.

Teslim olacak, beni ben bilmem sen bilirsin Allah’ım diyecek. Ve kendisine gönderilen kullanma kılavuzuna uyacak. Rasulallah işte bu gerçeği bildiği için ara ara “ Allah’ım beni kendimle bir lahza başbaşa bırakma” diyordu. Dert insanın kendisiyle baş başa kalınca, kendisine kıymasıdır. İnsanın kendisinden kopunca, Rabbinden de kopması. İnsanın kendini unutunca Rabbini de unutması.

Haddini bilmeyince, Allah’ın da kadrini bilmemesidir.

( ٌديِعَق ِلاَمِّشلا ِنَعَو ِينِمَيْلا ِنَع ِناَيِّقَلَ تُمْلا ىَّقَلَ تَ ي ْذِإ ) 17

İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemini ve aniş şimali kaıyd

“(Zıt kutuplarda) konuşlanmış olan o iki (unsur), sağdan ve soldan karşı karşıya geldiği zaman”

- Vesvese veren ve vesvese verilen. Yani: bir önceki âyette yer alan "insan, aklı selim, irade" ve "iç beni, nefs, ego ". Bu pasaj boyunca bu iki unsurdan bahsedilecek. Bizim "konuşlanmış" karşılığını verdiğimiz, "oturmuş güdülere" ve insanı yönlendiren "köklü saiklere" delalet eden ka'îd, hem özne hem nesne anlamına sahiptir.

- Ayet kaiyd diye bitiyor. İnsanın negatif ve pozitif tarafıdır. İnsanın aklı selimi ve egosu. Kaiyd hem özne hem nesne formundadır. Hem fail hem mefuldür. Fail formu Arapçada ikisini birden içerir.

Hem etkendir, hem edilgendir. Bununla söylenmek istenen; yerleşik güdüler ve akli melekeler, bir tarafta güdüler diğer tarafta akli melekeler vardır. İki melek diye anlayanlarda olmuştur, sağdan soldan gelenlerin. Sonra gelecek ayetlerde bu yorumun isabetli olmadığı görülüyor. İki melek mi?

Biri melek biri şeytan mı? Müfessirlerin bir kısmı melek, bir kısmı şeytan demişler şeytanla melek arasında bayağı bir fark var. Dolayısıyla burada insanın içinde ki iki odak olarak anlayacağız, zaten 16. Ayette nefs ve insan geliyor. Bu pasaj boyunca bu ikili yapı devam edecek bizde böyle anlayacağız. Hz. Peygamber'in, dili bu meleklerin kalemi, tükürüğü ise mürekkebi olarak nitelemesi, bu âyette ki yoğun sembolizme işaret eder (Zemahşerî). Efendimiz bu sembollerle açıklıyor. Bilinç- bilinçaltı karşıtlığını biz burada görüyoruz. Soru da, sorun da aslında kişinin ben idrakini hangi kutup inşa edecek. Ego mu inşa edecek nefs mi? Yoksa aklı selim mi? Fıtrat mı? Benlik mi? İnşa edecek.

Aslında savaş o savaş. Sağdan soldan gelip de birbiriyle çatışanda onlar. Ka’id; oturmuş güdüler, oturmuş aklı selim. İkisi birbirini yok edemez, birbirlerinin sesini bastırır. Yani ya melekler meleke olmuştur insanda, ya şeytanlar meleke olmuştur. Melek meleke haline gelmişse insanda o aklı selim, şeytan meleke haline gelmişse o da ego olarak konuşacaktır. Artık biz bu konuşmayı dinleyeceğiz bu ayetin ardından;

َر ِهْيَدَل َّلَِّإ ٍلْوَ ق ْنِم ُظِفْلَ ي اَم ( ٌديِتَع ٌبيِق

) 18

Ma yelfizu min kavlin illa ledeyhi rakıybun atid

insandan herhangi bir söz çıkmaya görsün, illa ki, kendi içinde bile onu gözetleyip kaydeden Biri vardır.

- Söz, tasavvurla eylemin orta noktasında bulunur. Düşüncenin meyvesi, eylemin tohumudur.

Düşüncenin çocuğudur, eylemin anasıdır. Sözden bahsettiğimizde hem niyetle düşünceyi, hem de eylemi ortaya koymuş oluruz. Zımnen: Eğer söz kaydediliyorsa eylem haydi haydi kaydediliyor demektir. Gözetleyenin "Allah" olduğunu, 16. âyetten çıkarabiliriz.

(11)

( ُديَِتَ ُهْنِم َتْنُك اَم َكِلَذ ِّقَْلْاِب ِتْوَمْلا ُةَرْكَس ْتَءاَجَو ) 19

Ve caet sekratul mevti bil hakk zalike ma kunte minhu tehıyd

Derken ölüm kâbusu tüm gerçekliğiyle çıkagelir, (ki) işte bu (ey insan), senin köşe bucak kaçtığın şeydir!

- Tek dünyalı bir bakışla bakarsan ölümden kaçarsın. Fakat iki dünyalı bakmış olsaydın ölümden bu kadar kaçmazdın. Ölen bir kez ölür. Ölümden kaçansa her ölümü hatırladığında ölür. Sen kaç kez öldün.

ِروُّصلا ِفِ َخِفُنَو ( ِديِعَوْلا ُمْوَ ي َكِلَذ

) 22

Ve nufiha fis sur zalike yevmul veıyd

“Nihayet (diriliş için) sura üflenir: işte bu da (ey insan), kendisine karşı uyarıl(dığın) gündür”

- Veya Katade’nin suver okuyufluna istinaden: “suretlere (ruh) üflenecek” (Ferrâ, Zümer: 68’in tefsirinde).

- Yani Allah’ın uyarması için ille de sana vahyin ulaşması şart değil. Aslında bedenin seni uyarmıştı, saçında ağaran her siyah tel seni uyarmıştı. Yüzünde oluşan her yeni kırışık bir uyarıydı aslında.

Aslında her geçen gün bir uyarıydı. Her bahar ve kış bir uyarıydı. Ey insan seninde bir gün kışın gelecek. Her gece bir uyarıydı, seninde ömrünün gecesi gelecek.

( ٌديِهَشَو ٌقِئاَس اَهَعَم ٍسْفَ ن ُّلُك ْتَءاَجَو ) 11

Ve caet kullu nefsim meaha saikun ve şehid

Ve her can kendisini yönlendiren unsurlar ve tanıklarla (huzura) gelir,

- Hem etkileyen dış/aktif/özne unsurlar, hem de etkilenen iç/pasif/nesne unsurlar.

- Saik ve şehit. Gerçekten çok harika anlamlarla dolu iki anlamdır. Saik; modern Arapçada şoföre denilir. Aslında özne ve nesneden bahsediliyor, saik fail formunda. Şehit ise iki formu birden kapsar ama fail geldiğine göre orda meful öne çıkıyor, yani nesne. Bu nedir? İnsanın bünyesindeki iki kutuptan hangisi özne, hangisi nesnedir. Aklı mı? Güdüsü mü? Bilinci mi? Bilinç altı mı? İşte ayet bundan bahsediyor. İnsanın şoförü kim? Huzuru ilahiye çıktığınızda; Yarabbi beni süren nefsim diyecek bazı canlar. Bazıları da aklı selim diyecekler. Şoförünüz doğru yolda mı sürdü sizi, yanlış yolda mı? Allah’ın verdiği koordinatlara göre mi? Yoksa şeytanın verdiği koordinatlara göre mi sürdü sizi şoförünüz. Kime göre sürdünüz bu hayat arabanızı hayat yolunda. Tanıkta ortaya çıkacak, bütün uzuvlarınız tanık. Eğer bastırmışsa iç ben, aklı selimi o artık nesne olarak kalmıştır. Özne iç bendir nefistir. O zaman nesneleşmiş, nesneleştirilmiş olan o aklı selim şahit olacak. Yarabbi beni ona verdin o bana ihanet etti diyecek, aklı selim, fıtrat ve vicdan. Küfür vicdanın üzerine örtülen kalın perdedir, vicdanın sesi duyulmasın diye kalın bir perde örtmektir.

( ٌديِدَح َمْوَ يْلا َكُرَصَبَ ف َكَءاَطِغ َكْنَع اَنْفَشَكَف اَذَه ْنِم ٍةَلْفَغ ِفِ َتْنُك ْدَقَل ) 11

Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğıtaeke fe besarukel yevme hadid

"Doğrusu sen" (denilir), "buna karşı gaflet içindeydin, işte, artık senin perdeni önünden

kaldırdık: şimdi gözün daha bir keskindir."

(12)

- Yani: vicdanının ve sağduyunun üzerine örttüğün küfür perdesini, seni kör, sağır ve dilsiz eden perdeyi... Sen kendine karşı gaflet içindeydin. Duymak görmek istemedin. Belil'insanu 'ala

nefsihibesıyra; bilakis insan kendi benliğine gözetleyicidir diyor Kıyame 14. Ayet. Fakat o gözü kör etmişseniz Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn; görmez, işitmez ve dilsiz olur o zaman fe hum lâ yerciûn dönemez.

-

fe keşefna anke ğıtaeke

İşte artık senin perdeni senden kaldırdık. Senin perdeni diye çevrilmesi daha uygun, çünkü o perdeyi sen örttün. Küfür perdesi. Ahrette bu perde kalkacak ama iş işten geçmiş olacak. Bu dünya hakikatin yansıdığı perdedir. Zira hakikati mutlak niteliğiyle göremeyiz.

Görsek ölürdük, o yüzden ölünce göreceğiz. İman bu açıdan da bir nimettir, yakin âhirettir. Tıpkı Hz.

Ali'nin söylediği gibi: "İnsanlar bir tür uykudadır, ölünce uyanırlar".

- İşte artık senin perdeni senden kaldırdık. Senin perdeni diye çevrilmesi daha uygun çünkü o perdeyi sen örttün. Ahrette örttüğün küfür perdesi kaldırılacak, o zaman anlayacaksın ama iş işten geçmiş olacak.

-

fe besarukel yevme hadid;

Şimdi gözün daha da keskindir. Burada ince bir ironi var. Hadi bakalım perdeni kaldırdık, gördün inkar ettiğin şeyleri fakat neye yaradı.

( ٌديِتَع َّيَدَل اَم اَذَه ُهُنيِرَق َلاَقَو ) 13

Ve kale karinuhu haza ma ledeyye atid

Güdümüne girdiği (şeytani öteki kişiliği) der ki: "İşte, bir uydu gibi emrime pervane olan budur!"

- Bütün bu âyetlerde yer alan karîn'in tefsiri bu âyettir. Karîn'i "şeytani öteki kişilik" olarak alışımızın gerekçesi, 16. âyette yer alan "iç beninin ona neler fısıldadığı" ifadesidir. Bu âyetten, pasaj boyunca karşı karşıya gelen iki kişiliğin tek bir şahsa ait olduğu sonucuna varıyoruz.

- Ma ledeyye atid; emrinde pervane gibi dönmek. Her şeyiyle birinin emrine girmek, onun emri altında onu gölgesi gibi hareket etmek anlamına gelir.

( ٍديِنَع ٍراَّفَك َّلُك َمَّنَهَج ِفِ اَيِقْلَأ ) 11

Elkıya fı cehenneme kulle keffarin anid

“( Allah emreder): "İnkarda ısrar eden her inatçı kâfiri (uydusu olduğu odakla) birlikte cehenneme fırlatın:

( ٍبيِرُم ٍدَتْعُم ِْيَْخْلِل ٍعاَّنَم ) 15

Mennaıl lil hayri mu'teim murib

her hayra engel olanları, her haddini bilmez saldırganı, her kuşku ve fesat yayanı,

- Veya: "değer yıkıcılık yapanları" atın cehenneme der.

- Mennaıl lil hayr; insanın özündeki iyiliği ve hayrı bastıranı diye anlamak lazım. Yani şer aslında senden değildi, fakat sen seni öldürdün. Sen içindeki imkanı öldürdün. İçindeki imkanı şerre alet ettin. Cennetini yeşertmek yerine, cehennemin ateşini tutuşturdun. Onun için hayrı engelledin, el hayr diyor.

(13)

( ِديِدَّشلا ِباَذَعْلا ِفِ ُهاَيِقْلَأَف َرَخَآ اًَلَِإ ِهَّللا َعَم َلَعَج يِذَّلا ) 16

Ellezi ceale meallahi ilahen ahar fe elkiyahu fil azabiş şedid

Allah dışında başka ilâhlar peydahlayanı... Haydi, (özne ve nesnesiyle birlikte) hepsini şiddetli azabın bağrına fırlatın!

- Elkiya; orada ki tesniye zamiri; özne ve nesnesiyle birlikte diye çevrildi. Hepsini şedid olan azaba fırlatıp atın. Niye? Çünkü nesne oldu, irade sıfırlandı. Nesne gibi, değersiz bir şey gibi fırlatın atın.

( ٍديِعَب ٍل َلََض ِفِ َناَك ْنِكَلَو ُهُتْيَغْطَأ اَم اَنَّ بَر ُهُنيِرَق َلاَق ) 17

Kale karinuhu rabbena ma atğaytuhu ve lakin kane fi dalalim beıyd

Güdümüne girdiği (şeytani öteki kişilik): "Rabbimiz!" der, "Onu azdırıp saptıran ben değildim, kaldı ki o zaten derin bir sapıklığın içindeydi."

- Ibn Abbas, Mücahid ve Katade bu konuşanı "O kişi için görevlendirilen Şeytan" olarak yorumlar (Ibn Kesir).

- İç ben, güdümüne girdiği öteki kişilik, ego der; o zaten derin bir sapıklık içindeydi, yani kendisi sapmaya hazırdı benim yardımımı istedi, bende yardım ettim. Tercihini sapma yönünde yaptı bende yardımımı esirgemedim. Senin koordinatlarını bıraktı Ya Rabbi, bende ona yeni koordinatlar verdim.

( ِديِعَوْلاِب ْمُكْيَلِإ ُتْمَّدَق ْدَقَو َّيَدَل اوُمِصَتَْتَ َلَّ َلاَق ) 22

Kale la tahtesımu ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil veıyd

(Allah) buyuracak: "Benim huzurumda hesaplaşmayın, zira Ben sizi azabımla uyarmıştım,

- Veya zımnen: "Özeleştiriyi Benim huzurumda yapmayın, bunun bir yararı yok". Nefis muhasebesini benim huzurumda yapmanın ne lüzumu var, artık bitti. Yaşarken yapacaktınız.

( ِديِبَعْلِل ٍم َّلََظِب اَنَأ اَمَو َّيَدَل ُلْوَقْلا ُلَّدَبُ ي اَم ) 19

Ma yubeddelul kavlu ledeyye ve ma enen bi zallamil lil abid

Benim katımda verilen söz değişmez ve benim kullarıma zulmetme ihtimalim yoktur.

-

ma enen bi zallamil lil abid;

geldi büyük cümle. Ben kullarıma zulmetmem diye çevirmiyoruz.

Çünkü ma’nın haberi yani nefyin haberi bâ ile gelirse bu Allah için kullanıldığında imkan ve/veya ihtimal yokluğuna delalet eder. Benim kullarıma zulmetme ihtimalim bulunmamaktadır. Rabbimizin kullarına zulmetme ihtimali asla yoktur. Mübalağa kipi, zulmün olumsuzlanmasına ilave bir vurgudur (Ibn Aşur). Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn (Zuhruf 76)"Onlara Biz zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler". Rabbimizin kullarına zulmetme ihtimali asla yoktur. Aslında kutsi hadis olarak rivayet edilen sahih bir haberde “ben zulmü kendime haram kıldım” ifadesiyle de örtüşüyor. Rabbimiz zerre kadar zulmetmez, insan zulmeder. Rabbimiz insanın zulmünü önlemek için müdahale eder, vahyi gönderir.

(14)

ْنِم ْلَه ُلوُقَ تَو ِتَْلََتْما ِلَه َمَّنَهَِلِ ُلوُقَ ن َمْوَ ي ( ٍديِزَم

) 31

Yevme nekulu li cehenneme helimtele'ti ve tekulu hel mim mezid

O gün cehenneme "Doldun mu?" diye soracağız, o "Daha var mı?" diyecek.

- Zımnen: Her varlık gibi cehennem de yaratılış amacı uğrunda çaba gösterecek. Tıpkı şahit olan organlar gibi, cehennemin konuşan bir özne olarak tasvir edilmesi dikkat çekicidir. Cehennemin özne olarak tasviri Kur'an'ın tamamında yer alan bir özelliktir. Bu, hem kul kendi eylemleriyle kendisini yakar mesajı içerir, hem de aktif bir özne olan cehennemin elinden cehennemliğin kaçıp kurtulamayacağını ifade eder. Zira cehenneme lâyık olan, kendini güdülerinin eline vererek nesneleştirmenin cezasını çekmektedir. Cehennemden konuşan özne olarak bahsediliyor. Bazı boşboğazlara da bir gönderme var. Bu kadar adamı cehennem nasıl alacak diyen boşboğazlara cehennem işte böyle diyecek. Sen onu merak etme adam olmaya çalış, sen cennetini yeşert deniliyor.

( ٍديِعَب َرْ يَغ َينِقَّتُمْلِل ُةَّنَْلِا ِتَفِلْزُأَو ) 31

Ve uzlifetil cennetu lil muttekıyne ğayra beıyd

Ve cennet muttakilerin ayağına getirilecek ve asla uzaklaşmayacak:

- Cennetten cehennemin aksine edilgen bir "nesne" olarak söz ediliyor. Cehennem konuşan, cennet ise getirilen bir şey olarak söz ediliyor neden? Bu cennetin amellerin bedeli değil, Allah'ın ödülü olduğunu gösterir. Cennetin öznesi sizsiniz. Hak etmeniz halinde o ayağınıza gelecek. Çünkü siz amellerinizle, aklıseliminizle, iç beninizin, egonuzun, şeytanınızın sizin özneniz olmasına izin vermediniz. Madem öyle Allah’ta size cenneti nesne kıldı, bu mesajı alıyoruz. Burada zaman ve mekân kavramları tanıdık-bildik anlamlarının dışında kullanılıyor.

َّوَأ ِّلُكِل َنوُدَعوُت اَم اَذَه ( ٍظيِفَح ٍبا

) 31

Haza ma tuadune li kulli evvabin hafıyz

"Işte, size vaad edilen budur, O'na dönük bir gönülle hatırdan O'nu hiç çıkarmayan herkese,

- Veya: "kendini koruyan" ya da "korunan herkese".

َءاَجَو ِبْيَغْلاِب َنَْحَّْرلا َيِشَخ ْنَم ( ٍبيِنُم ٍبْلَقِب

) 33

Men haşiyer rahmane bil ğaybi ve cae bi kalbim munib

idraki aşan bir hakikat olduğu halde, O sonsuz rahmet sahibi karşısında içi titreyen ve O'nun huzuruna adanmış bir yürekle gelen herkese:

- Burada Allah yerine Rahmân isminin gelmesi, "O'nun Rahmân olduğunu bilmesine rağmen içi titrer"

yan anlamını da verir. Zımnen: O'nun sevgisini kaybetme korkusuyla titrer.

(15)

( ِدوُلُْلْا ُمْوَ ي َكِلَذ ٍم َلََسِب اَهوُلُخْدا ) 31

34. Udhuluha bi selam zalike yevmul hulud

Oraya tarifsiz bir huzur içinde girin! Işte bu ebedi ikamet günüdür" (denilecek).”

( ٌديِزَم اَنْ يَدَلَو اَهيِف َنوُءاَشَي اَم ْمَُلَ

) 35

Lehum ma yeşaune fiha ve ledeyna mezid

Onlar orada arzu ettikleri her şeye kavuşacaklar, ama katımızda daha fazlası da var.

- Yani katımızda sürprizler var. Secde suresi 17. Ayette Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun, cezâen bi mâ kânû ya’melûn “ cennetlik bir mümini orada hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse bilemez, tasavvur dahi edemez.” mâ uhfiye lehum hangi sürprizler beklediğini

( ٍصيَِمَ ْنِم ْلَه ِد َلَِبْلا ِفِ اوُبَّقَ نَ ف اًشْطَب ْمُهْ نِم ُّدَشَأ ْمُه ٍنْرَ ق ْنِم ْمُهَلْ بَ ق اَنْكَلْهَأ ْمَكَو ) 63

Ve kem ehlekna kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nekkabu fil bilad hel mim mehıys

BIZ, onlardan önce nice uygarlıkları helâk etmişiz, onlar güç ve kudret olarak bunlardan çok daha ileriydiler, fakat "Bir sığınak yok mu?"diye sığınacak delik

aradılar.

- Zımnen: Allah'tan kaçmaya çalıştılar, fakat başaramadılar. Gücün sözünü dinlediler fakat sözün gücünü dinlemediler. Güce sahip oldular ama güç ahlakına sahip olmadılar. Onun içinde dünyada güç ve imkan sahibi olmaları şeytanları haline geldi ve cehennemleri oldu.

ٌبْلَ ق ُهَل َناَك ْنَمِل ىَرْكِذَل َكِلَذ ِفِ َّنِإ ( ٌديِهَش َوُهَو َعْمَّسلا ىَقْلَأ ْوَأ

) 37

İnne fi zalike le zikra li men kane lehu kalb ev elkas sem'a ve huve şehid

Elbet bunda, (akleden) bir kalbe sahip olanlar için ibretlik bir uyarı vardır veya pür dikkat bir şahit olarak kulak verenler için.

- Bu ibare gösteriyor ki, Kur'an kalp derken fiziki bir organı yani kan pompasını kast etmez, akletme ve inanma yetisini kastetmektedir. Bir kalbi olanlar için bir uyarı ve öğüt vardır diyor Kur’an’da.

Oysaki yaşayan her insan kalp taşıdığını düşünüyor, Kur’an’ın kalp dediği şeyi taşımıyor. Kuran’ın kalp dediği şey akletme yeteneği. Zaten akıl çalışmıyorsa Kur’an onu yok hükmünde sayıyor. Aktif ve aktüel değilse akıl yoktur, yok hükmündedir. Kalb'in iki asli mânası vardır: 1) Bir şeyin en şerefli ve en saf kısmı. 2) Sürekli dönen, yerinde durmayan. Kur'an'da genellikle "akıl" anlamında kullanılır.

Kur'an'da bağırsak dâhi geçerken hassaten "beynin" geçmemiş olmasının gerekçesi budur. Akleden kalp beyin, fıkheden kalp yürektir, denilebilir. Kur’an’ın kalp dediği şey akletme yeteneği.

- Yani, selim bir akla veya sağlıklı bir gözlem ve bilgiye sahip olanlar için. Ikili bilgi kaynağına dair benzer bir kullanım için bkz. 60/Mülk: 10. Şahit ile gaib birbirlerinin karşıtıdır. Vahye kulak verip onu anlayanlar, onun naklettiği gaybi hakikatleri görür gibi olurlar. Bu da onları şahit kılar. Akleden bir kalbe sahip olmayanlar şahit olamazlar. Mücahid, "Akleden kalbin 'tanık olması' onu anlamasıdır, bunu yapmayana Kur'an'ın söyleyeceği hiçbir şey yoktur" der.

(16)

ْدَقَلَو ( ٍبوُغُل ْنِم اَنَّسَم اَمَو ٍماَّيَأ ِةَّتِس ِفِ اَمُهَ نْ يَ ب اَمَو َضْرَْلْاَو ِتاَواَمَّسلا اَنْقَلَخ ) 38

Ve le kad halaknes semavati vel erda ve ma beynehuma fi sitteti eyyamiv ve ma messena mil luğub

Dahası gökleri, yeri ve bunlar arasındakiler! altı aşamada yarattığımızı, fakat Bize asla bir yorgunluk arız olmadığını (bilenler için)...

- Yani bu vahiy kimin için öğüttür sorusu cevaplanıp devam ediyor, bir de bunu bilenler için geliyor.

Yahudileşmiş İsrail oğulları için zımnen bir gönderme var.

- Lafzen: "altı günde". Yaratılışın aşamalılığını ifade eder. 6 gün/aşama ifadesinin Kur’an’da ilk geçtiği yer burası. Sitteti eyyam; 6 gün, günler, fakat burada bizim anladığımız gün olmadığı açık.

Biz gün derken yeryüzünün kendi etrafında 1 kez dönüşünü kastediyoruz. Oysaki burada gökler ve yerlerin yaratışından bahseden bir ayet bu. Henüz daha yeryüzü yaratılmamış veya yaratılma aşamasında. Gün hangi gün olabilir? Düşünsenize saman yolunun bir günü 250milyon yıldır dünya günüyle. Kainatta günler çok farklı. Şu fiziki alemde günler arasında bile bu kadar fark varsa, metafizik alemde günler nedir acaba?

- Kainatın yaratılışından önceki yokluk 1 gün olarak telâkki edilirse, buradaki 6 ile birlikte toplam 7 eder. Bu rakam O'nun her an iş başında olduğunu söyleyen Rahmân 29 ışığında ilâhi yaratışın sürekliliğine delalet eder (Krş: 40/Furkan: 59, not 72). Nüzul sürecinde âlemin altı evrede yaratıldığını ifade eden ilk âyet budur. Yevm (gün) kelimesi Kur'an'da bağlamına göre değişen vurgulara sahiptir (Bkz: 46/Me'aric: 4, not 5). Burada bildiğimiz güne işaret etmediği açıktır. Çünkü henüz yer ve göğün oluşumu tamlanmamıştır.

- Eski Ahid'de (Tekvin 2:2) yer alan Allah'ın uluhiyyetine aykırı Yahudi itikadını red için. Zira Yahudi ilahiyatında Yahve'nin varlığı haftanın 6 gününde yaratıp 7. günü istirahate çekildiği yorumu akide haline gelmiştir. Tanrı yedinci günde tüm işini bırakıp dinlendi (fiavt; şevita: grev) Tevrat 1:31-2:1.] Bu yorum, icad edilmiş bir kimlik olan Yahudilik'te sık rastlanan mücessem (antropomorfik) tanrı anlayışıyla örtüşmektedir. Tanrı'yı haftalık mesaiye tabi tutan bu problemli yaklaşım, Yaratıcı'nın zamanın mahkumu değil hakimi ve halıkı olduğunu ıskalamış gözükmektedir.

ِعوُلُط َلْبَ ق َكِّبَر ِدْمَِبِ ْحِّبَسَو َنوُلوُقَ ي اَم ىَلَع ِْبِْصاَف ( ِبوُرُغْلا َلْبَ قَو ِسْمَّشلا

) 39

Fasbr ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kablel ğurub

ÖYLEYSE artık onların söyleyeceklerine karşı sabırlı ol! Bir de güneşin doğuşundan ve batıştan önce Rabbinin aşkın olan yüce zatını (namaz kılarak) hamd ile an;

- Onların söyleyeceklerine sabırlı ol; zımnen, 17. âyetle bağlantılı olarak: "zira Allah, onların ağzından çıkanı kaydetmektedir." Onların söylediklerini Allah kaydetmekte, sen işine bak aldırma şeklinde anlıyoruz.

- Bu âyetten sonra inen ve belirgin bir biçimde beş vakte delalet eden âyet, benzer formdaki Tâhâ sûresinin 130. âyetidir. Tesbih zamanla kayıtlı olarak geldiğinde namaza delalet eder. Taha suresinden önce inen namaz ayeti budur. Namazda birçok ibadet gibi belli bir süreç içinde olgunlaşmıştır. Yani müminler hem zihnen, hem manen, hem aklen, hem de bedenen namaza alıştırılmışlardır. Rabbimiz böyle bir tedrici geçiş süreci tayin etmiştir. İşte o süreçte sondan bir önceki adım gibi gözükmektedir. Beş vaktin zımni olarak içinde yer aldığı ayet bu sureden sonra inmiş olan Taha suresinin 130. Ayetidir.

(17)

( ِدوُجُّسلا َراَبْدَأَو ُهْحِّبَسَف ِلْيَّللا َنِمَو ) 11

Ve minel leyli fe sebbıhhu ve edbaras sucud

yine geceleri ve secdelerin ardından O'nun aşkın olan zatını an!

- Geceleri değerlendir. Geceler boyu Rabbinin huzurunda dur. Niye böyle anlıyoruz; “ey sırtına yük yüklenen/ gecenin birazında kalk ve içini inşa et/ Allah seni inşa edecek, onun için geceni ihya et, yani gece senin için bir mektep olsun” (Müzzemmil suresi). Biz o ayetlerle bu ayeti yan yana düşündüğümüzde Allah rasulünün şahsında ilk müminlerin yeryüzünün en büyük iman hamlesine nasıl bir ilahi terbiyeyle hazırlandıklarını buradan çıkarıyoruz. Hatta bu tavsiye ve emirleri o kadar ciddi tuttular ki sahabe, bu dönemde geceleri kendilerini direklere bağlayarak ibadet ederlermiş. Yani gece onlar için bu iman hamlesini omuzlarında taşıyacak bu dağ yürekli insanları yetiştirmede gece ilahi bir okul olarak kullanılıyor.

َم ْنِم ِداَنُمْلا ِداَنُ ي َمْوَ ي ْعِمَتْساَو ( ٍبيِرَق ٍناَك

) 11

Vestemı'yevme yunadil munadi mim mekanin karib

İmdi sen (ey insanoğlu); sana çok çok yakın bir yerden o güne ilişkin çağrı yapan Allah'ın nidasına kulak ver!

-

mim mekanin karib;

16. âyete zımni bir atıfla: "Şah damarından bile yakın bir yerden". Ne kadar yakın? Benden bana yakın olan Allah’ım senin çağrını duyuyorum. Çünkü ben Allah olarak sana oradan sesleniyorum. Ben sana fıtratından, vicdanından sesleniyorum. Fıtratının üzerini örtersen bu perde küfür perdesi olur. Küfür zaten örtmek demektir. Küfür Allah’ın sesini sana duyuran vicdanın sesini bir perdeyle örtmek, o sesi duymamaktır.

( ِجوُرُْلْا ُمْوَ ي َكِلَذ ِّقَْلْاِب َةَحْيَّصلا َنوُعَمْسَي َمْوَ ي ) 11

Yevme yesmeunes sayhate bil hakk zalike yevmul huruc

Tüm gerçekliğiyle o malum çığlığı (herkesin) işiteceği güne... İşte bu, bir (başka hayata) çıkış günüdür.

- Ya da: "Hakka çağıran o çığlığı işiteceği güne"… Allah’ın sana olan çığlığını/çağrısını duy. Allah bu çağrıyı çok farklı biçimlerde yapıyor. Etrafında, kainatta, gece ve gündüzde yani enfüsde ve afakta Allah bu çağrıyı sana yapıyor, bunu duy ve hazırlıklı ol. Çünkü bu başka bir hayata dönüş günüdür.

( ُيِْصَمْلا اَنْ يَلِإَو ُتيُِنَُو يِيُْنَ ُنَْنَ اَّنِإ ) 13

İnna nahnu nuhyi ve numitu ve ileynel mesıyr

Kesin olan şu ki, ölümü ve hayatı yaratan Biziz ve her yol sonunda Bize çıkar.

- Tüm yollar Allah’a çıkar. Yamuk ve yanlış yollara düşsen de Allah’tan kaçamazsın.

yevmeizineynelmeferr“kaçış nereye?” diyen kişi; Fe firrûilâllâh (Zariyat 50) Allah’a kaç.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

Bir kötülüğü ve haksızlığı yapmakla karşı karşıya gelen ve bundan yalnız Allah korkusu sebebiyle vazgeçen kimseyi Allah Teala kıyamet gününde herkesin imreneceği

İnsanlardan Allah’a dua eden ama Zeyd’e, Ubeyd’e ümit ba ğlayanlar vardır. Allah Teala yine bir kudsi hadiste şöyle buyurmuştur:.. امع لمع نم ، كرشلا نع ءاكرشلا ىنغأ انأ

Haklıya hakkını vermek, mazluma insaflı davranmak, güçsüz insanlar için güçlü insanlardan, fakirler için zenginlerden, mazlumlar için zalimlerden al ıp, hak edene hakk

Bütün mahlûkatın beyin ağırlıklarını gövdelerine oranlasak, kesinlikle insan, bedenine göre en a ğır beyine sahip olma açısından en yüksek mertebede olurdu.. Tabi balina