• Sonuç bulunamadı

RÜYA – YAZI ĠLĠġKĠSĠ: ASĠYE HATUN‟UN RÜYA MEKTUPLARI ÖRNEĞĠ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "RÜYA – YAZI ĠLĠġKĠSĠ: ASĠYE HATUN‟UN RÜYA MEKTUPLARI ÖRNEĞĠ"

Copied!
128
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Lisans Tezi

RÜYA – YAZI ĠLĠġKĠSĠ: ASĠYE HATUN‟UN RÜYA MEKTUPLARI ÖRNEĞĠ

BEYZANUR BEKMEZ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ 29 Mayıs Üniversitesi, İstanbul

HAZİRAN - 2020

(2)

Rüya - Yazı İlişkisi: Asiye Hatun’un Rüya Mektupları Örneği

Beyzanur BEKMEZ

Danışman:

Prof. Dr. Ayşe Emel KEFELİ

Ġstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Lisans Bitirme Tezi Yönetmeliği Uyarınca Bölüm

LĠSANS BĠTĠRME TEZĠ Olarak HazırlanmıĢtır

(3)

iii BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, baĢkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya baĢka bir üniversitedeki baĢka bir tez çalıĢması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Beyzanur BEKMEZ 22.06.2020

(4)

iv

ÖZET

Bu çalıĢmanın amacı rüya ve yazı olgularının “rüya mektubu” diye adlandırılan bir mektup türünde neden, ne Ģekilde ve hangi amaçla bir araya gelmiĢ olduklarını araĢtırmaktır. Rüya ve yazının biliĢsel süreçlerinin araĢtırılması ve rüya olgusunun hem geçmiĢte hem de mevcut durumda yazı ile kurmuĢ olduğu iliĢki biçimlerinin incelenmesi rüya mektuplarında rüya ve yazı arasında kurulan iliĢkileri anlamak için bilgi sağlamaktadır. Bu bilgi

sağlayıcılar eĢliğinde, rüya ve yazının kurmuĢ olduğu iliĢki biçimleri ve mektup türünün özellikleri birlikte değerlendirilerek 17. yüzyılda Üsküp‟te mutasavvıf kimliğiyle yaĢamıĢ olan Asiye Hatun‟un Ģeyhine göndermiĢ olduğu rüya mektupları incelenmiĢtir. Rüya ve yazının belirli bir hedefi gerçekleĢtirmek üzere iĢlevsel anlamda bir araya gelmiĢ olduğu rüya mektupları, hem rüyanın ve hem de yazının güçlü gerçeklikleri ile değerlendirildikleri takdirde bilgi saylayıcı, üretken ve kurucu bir hüviyet kazanmaktadır. Tasavvufi gelenek için de önemli sayılabilecek belki de aynı motifler ile tekrar tekrar görülecek olan rüyaların yazı ile geleceğe taĢınmıĢ olması ve tekrar tekrar okunması ihtimali de gösterir ki rüya mektupları hem rüyaya hem de yazıya dair çok Ģey söylemektedir.

Anahtar Sözcükler: Rüya, Yazı, Rüya – Yazı ĠliĢkisi, Rüya Mektupları, Asiye Hatun

(5)

v

ABSTRACT

The purpose of this study is to investigate why, how and for what purpose dream and written texts have come together in the text called “rüya mektubu”, which translates to

„dream letter‟. Researching the cognitive processes in dreams and written texts, whilst looking for the relationships between dreams and written texts in the past and the present, provides vital information in relation to understanding the relationships between dreams and written texts and consequently, aids us to further understand the text „dream letters‟.

The characteristics of letter and the information are derived from the relationship of dream and writing and evaluated together. This paper explores the „dream letters‟ written by Asiye Hatun, who lived in Skopje in the 17th century as a Sufi, that were sent to her sheikh. The dream letters, in which dream and written text come together in a more functional way for a specific goal, would have more informative, productive and founding identity if possible, to evaluate them together with the strong realities of both dream and writing. The dreams, which can be considered important for the Sufi tradition, can be seen continuously with a reoccurring pattern. As a result of being transferred by writing with the possibility of being read continuously indicates that the dream letters have great significance to both dream and writing.

Key Words: Dream, Writing, Relationship of Dream and Writing, Dream letters, Asiye Hatun

(6)

vi ÖNSÖZ

Bu çalıĢmayı yapmamdaki temel sebep Üsküplü Asiye Hatun‟un 17. yüzyıldan bugüne ulaĢmıĢ olan rüya mektuplarının zihnimdeki bazı sorulara ve bazı cevaplara karĢılık gelen bir eser olmasıdır. Edebiyatın yazı ile devam eden serüveni, tarihin belirli dönemlerinde söz söyleme gücünü elde ederek üretken bir hale bürünmesi ve değiĢimi barındırır yapısı daima zihnimi kurcalamıĢtır. Özellikle Klasik Edebiyat ve Modern Edebiyat ürünlerini yazı, imge, hayal gücü gibi kavramlar çerçevesinde belirli bir karĢılaĢtırma ile okumak beni, yazının ilerleyen ve etki alanının geniĢletebilen hatta zamanı aĢabilen güçlü bir gerçekliğin ürünü olduğu fikrine sevk etmiĢtir. Diğer bir taraftan rüyalara olan özel ilgim ve rüya olgusunun ilginç gerçekliği, hayata olan müdahalesi zihnimde farklı imge alanlarının oluĢmasına sebebiyet vermiĢtir. KiĢi rüyada gördüklerini yaĢayabiliyorsa yazdıklarını ya da baĢka eller tarafından yazılan bir gerçekliği de tecrübe etmesi, ediyor olması uzak bir ihtimal değildir.

Nitekim rüya, yazı, yaĢam, gerçeklik gibi kavramlar üzerine düĢünmek ve hem Modern Edebiyata ait hem de Klasik Edebiyata ait çeĢitli eserleri inceleme fırsatı bulmak zihnimde ve hayatımda yeni kapılar aralamıĢtır. Bu düĢünsel süreçte Asiye Hatun‟un rüya mektupları ile karĢılaĢmak rüya – yazı iliĢkisi bağlamında hem yazı ve rüyanın geçirdiği düĢünsel alanları inceleme fırsatı vermiĢtir hem de mektupları daha iyi inceleme, anlama ve anlamlandırma yolunu açmıĢtır.

Henüz lisans eğitimimin baĢlarında Cemal Kafadarın Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken isimli kitabında Asiye Hatun‟un hikâyesini ve mektuplarını okuyup karar verdiğim tez konumu son sınıf öğrencisiyken tereddütlü hallerle paylaĢtığım tez danıĢmanım, kıymetli hocam Prof. Dr. Emel KEFELĠ‟nin teĢvikleri beni bu konuda çalıĢmak için

cesaretlendirmiĢtir. Kendilerine tez sürecimde verdikleri her türlü destek ve yardımdan ötürü teĢekkür ederim. Ayrıca lisans eğitimim süresince Klasik Edebiyat derslerimizi okutan kıymetli hocam Arzu ATĠK‟e de tez sürecimde desteklerini esirgemediklerinden ötürü teĢekkürlerimi sunarım. Yine Klasik Edebiyat alanında ufkumuzu açan ve bu alanın zenginliklerini keĢfettiren kıymetli hocam Ömer ZÜLFE‟ye de teĢekkürü bir borç bilirim.

Son olarak hem lisans hayatım boyunca hem de tez yazım aĢamasında ödünç aldığım kitapların sayısını aĢtığını nazikçe ifade eden ve yine de beni her zaman anlayıĢla ve tebessümle karĢılayan değerli kütüphane görevlilerine, kaynak sağlamada yeterli özeni gösteren kütüphane idari birimine teĢekkür ederim. AraĢtırma konumu öğrendiğinde bunu heyecanla karĢılayan ve beni cesaretlendiren sevgili arkadaĢlarıma ve aile fertlerime ayrıca teĢekkür ederim.

Beyzanur BEKMEZ 22.06.2020

(7)

vii Kısaltmalar/ Simgeler:

Kısaltma Bibliyografik Bilgi

s. Sayfa

bkz. Bakınız

(8)

viii Şekiller

Şekil 1 Rene Magritte “Düşlerin Anahtarı”... 11

(9)

ix İÇİNDEKİLER

BEYAN………..iii

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

ÖNSÖZ ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

KISALTMALAR………..viii

ŞEKİLLER………ıx GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM (RÜYA VE YAZI İLİŞKİSİ) .. ... 7

1. Rüya ve Yazı ... 7

1.1. Rüya Görme Olgusu ... 9

1.1.1. Rüyanın Dili ve Anlam Alanı ... 13

1.2. Modern Dünyada Sanat ve Bilim Yoluyla Oluşan Rüya Algısı ... 17

1.2.1 Benzerlik İlişkisi Bağlamında Rüya ... 22

1.2.2. Bilimsel Araştırma Yöntemlerine Göre Oluşturulan Rüya Algısı ... 24

1.2.3. Anlatı Olarak Rüya ve Gerçeklik İlişkisi ... 28

2. Kadim Dünyada Rüya Tabiri İle Oluşmuş Rüya Algısı ... 34

2.1. Kutsal Metinlerde Rüya Olgusu ... 41

2.2. Osmanlı’da Rüya Olgusu ... 48

İKİNCİ BÖLÜM (MEKTUP) ... 56

1. Mektup ... 56

1.1.Bilgi Kaynağı Olarak Mektup ... 60

1.1.1. Kişisel ve Toplumsal Bilgileri İçermesi Bakımından Mektup ... 63

1.2. Rüyanın Taşıyıcısı Olarak Rüya-Yazı ve Mektup Etkileşimi ... 65

1.2.1. Rüya ve Yazının Oluşum Süreçlerindeki Benzerlik ve Farklılıklar ... 74

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (ASİYE HATUN’UN RÜYA MEKTUPLARI) ... 79

1. Mektupların Genel Özellikleri ... 79

(10)

x

1.1. Rüya Mektuplarının Yazılış Maksadı ... 85 1.2. Asiye Hatun’un Kişiliğine Dair ... 88 1.3.Asiye Hatun’un Zihin Dünyası ... 91 2. Rüya Mektuplarının Gerçeklik ile Kurduğu İlişki ve Farklı Okuma Biçimlerine Göre Değerlendirilmesi... 96 2.1. Rüya – Yazı İlişkisini Örnekleyen Seçili Mektuplar ... 102 2.1.1. İşlevselliği Bakımından Rüya ve Yazı (Örnek mektup 1) ... 102 2.1.2. Benzer Gerçeklik Alanına Sahip Olması Bakımından Rüya ve Yazı (Örnek mektup 2) ... 105 2.1.3. Bilginin Üretiminde ve Aktarımında (Rüya ve Yazı Örnek mektup 3) ... 109 2.1.4. İrşad Faaliyeti Olarak Rüya ve Yazı Kısa( Örnek mektuplar) ... 110 SONUÇ ... 113 KAYNAKÇA ... 116

(11)

1

GİRİŞ

Rüya mektupları ifadesi bir kiĢinin gördüğü rüyaları yazı aracılığıyla kaydedip ikinci bir Ģahsa mektup yoluyla ulaĢtırması anlamındadır. Rüya mektuplarındaki iki sabite olarak karĢımıza çıkan rüya ve yazı olguları sahip oldukları gerçeklikten ötürü rüya mektuplarını hem kuran hem de taĢıyıcısı olan birer etmendirler. Bu iliĢki biçiminin irdelenmesi rüya ve yazı iliĢkisinin niteliğine dair yeni bakıĢ açıları sağlayacaktır. Ayrıca rüya mektuplarının önemi ve anlamı bu iki sabitenin mektuplarda kurduğu iliĢki biçimi incelenerek daha iyi anlaĢılacaktır. Rüya ve yazı olguları hem bilimsel düzlemde hem de bireysel yaĢantı alanında düĢünülmesi gereken iki ayrı gerçeklik alanıdır. Zihinsel süreçlerin oluĢum aĢamasında kendilerine yadsınamaz bir yer edinen bu iki olgunun rüya mektubu düzleminde incelenmesi yalnızca rüya ve yazı iliĢkisi bağlamında değil diğer birçok düĢünsel alanda fayda sağlayacaktır. Bilhassa zihnin yaratıcı faaliyetini yazı ile idrak ettiği yazınsal alan yani edebiyat bu iliĢki biçimini anlamak ve anlamlandırmakla yeni okuma biçimlerine ve anlam alanlarına sahip olacaktır. Zira hem kadim geleneğe ait eserlerin hem de güncel metinlerin doğru bir bakıĢ açısıyla değerlendirilmesi, insan zihninin üretken konumda hangi bağlayıcılarla iĢ birliği içinde olduğunun anlaĢılması ile de ilgilidir. Bu nedenledir ki zihnin yaratıcı gücünü kullanan rüya ve yazının bir tür iliĢki içinde olduğu rüya mektupları önemlidir ve araĢtırma konusu olarak seçilmiĢtir.

Rüya olgusu hem geçmiĢte hem de güncelde daima araĢtırılan, üzerinde düĢünülen bir alan olmuĢtur. Tarihteki birçok medeniyet rüyaları yorumlama bu yorumları içeren

(12)

2

tabirnameler oluĢturma yoluyla rüyayı bilgi alanına dâhil etmiĢtir. Günümüz dünyasında ise rüya, sanat ve bilim alanlarında incelenen, araĢtırılan ve bilgi üretilen bir konum elde etmiĢtir. Özellikle Freud‟un psikanalitik araĢtırma yöntemi sonrasında rüya ile ilgili birçok bilimsel çalıĢma yapılmıĢtır. Yazı ise daha ziyade dilbilimin yakından ilgilendiği bir inceleme alanı teĢkil etmektedir. Rüya ve yazıyı iliĢkisel bir biçimde ele almak ise rüya mektuplarını incelemekle mümkün olacaktır.

Rüya mektupları ile ilgili olarak da önde gelen iki çalıĢmanın varlığından

bahsedilebilir. Birincisi bu çalıĢmanın da konusu olan Asiye Hatun‟un rüya mektuplarının Cemal Kafadar tarafından ilk kez 1994 yılında günümüz Türkçesine aktarılarak

neĢredilmesidir. Ġkinci olarak da Kitâbü‟l Menâmât adıyla Sultan III. Murad‟ın rüya

mektuplarının 2014 yılında Özgen Felek tarafından bütün bir kitap halindeki neĢridir. Asiye Hatun‟un rüya mektupları bir kez de N. Ahmet Özalp tarafından 2018 yılında çeviriyazı ve tıpkıbasımıyla birlikte yayımlanmıĢtır. Asiye Hatun‟un rüya mektupları kadın ve yazarlık düzleminde bazı çalıĢmalarda ele alınsa da mektuplar yeteri kadar incelenmemiĢ ve araĢtırma konusu olmamıĢtır.

Rüya mektubu ifadesinin anlaĢılmasını kolaylaĢtırmak için mektupların yazarı olan Asiye Hatun ve rüya mektupları kavramı kısaca tanıtılarak rüya – yazı iliĢkisi bağlamında, konuya giriĢ mahiyetinde değerlendirilecektir.

Asiye Hatun 17. yüzyılda Üsküp‟te yaĢamıĢ mutasavvıf bir kadındır. Hayatı ile ilgili tek kayıt olan rüya mektupları Topkapı Sarayı Kütüphanesinde keĢfedilip okura

sunulmuĢtur. GösteriĢsiz küçük bir mecmua içinde yer alan rüya mektuplarının içeriği

(13)

3

Asiye Hatun‟un tasavvufi yolculuğunu mektup yoluyla Ģeyhine bildirmesinden ibarettir.

Elli beĢ sayfadan oluĢan mecmuada iki metin vardır: biri Nergisi‟nin Hamse’ sinden

“Kanunü‟r- ReĢad” adlı kısım ikincisi ise Asiye Hatun‟un rüyalarıdır. Her iki metin de aynı müstensih tarafından kaydedilmiĢ olsa da müstensihin kimliği belirsizdir. Bununla beraber ilk metnin ketebe kaydında istinsah tarihi olarak Hicri 1114 Muharrem‟i verilmiĢtir ( 28 Mayıs – 26 Haziran 1702) fakat ikinci metinde hiçbir tarih kaydı yoktur. Yazının devamlılığı göz önünde bulundurularak bu iki metnin birbirine yakın tarihlerde kaleme alınmıĢ olduğu söylenebilir. Mektupların Asiye Hatun tarafından kaleme alınıĢ tarihi ile ilgili bilgiye ise mektup içeriklerinin anlaĢılması ile ulaĢılmıĢtır. Müstensihin istinsah etmeye baĢlamadan önce yazdığı kısa giriĢte bu rüya mektuplarının “tarîk – i hakka sülûk”

etmiĢ olan Asiye Hatun‟a ait olduğunu belirtmiĢtir. Mektuplardan anlaĢılacağı üzere Asiye Hatun‟un tasavvufta seçtiği yol Halvetiliktir ve Ģeyhi Muslihüddin Efendi baĢka bir Ģehirde olduğu için rüyalarını yazılı olarak göndermiĢtir.

Gizli tutulması gereken bu yazıĢmaların getirilip götürülmesinde Asiye Hatun‟un sırdaĢı konumunda olan bir hâce kadın aracılık yapmıĢtır. Rüya mektupları beĢ

gönderimden oluĢan toplamda kırk dört mektuptur. Mektupların büyük bir çoğunluğu zikir süreci, zikir konusu ve Allah isimlerinin belirlenmesiyle ilgilidir. Yalnızca ilk mektuplarda nikâh motifi sıklıkla görülür. Asiye Hatun‟un ilk rüyası Uziçe‟ye giderek Ģeyhiyle

nikâhlanması gerektiğini bildiren bir rüyadır. Rüyasında bunu kabul eden Hatun ikinci rüyasında kendisini Ģeyhinin huzurunda bulur. Bu nikâh motifi birkaç kez daha rüyalarda kendini gösterir. Sonraki rüyalar tarikata girme, biat ve derslerinin verilmesi ile ilgilidir.

Asiye Hatun‟un rüyaları yalnızca Ģeyhiyle ilgili değildir. Birkaç rüyada da Hazreti

(14)

4

Peygamber‟le nikâhlandığını görmüĢtür. Bazı rüyaların da ise tanınmayan kadın ve erkekler yer almıĢtır. Asiye Hatun‟un rüyalarının büyük bir kısmı açık rüyalar olsa da bir kısmı da yorumlanmayı gerektiren simgesel rüyalardır. Rüyaların kaleme alınıĢ biçimi ise mistik deneyimlerin genellikle yazıya aktarılıĢ biçimine uygun olacak Ģekildedir. Kısa cümlelerin metne hâkim olması yanında süssüz ve oldukça etkileyici bir anlatım biçimi

benimsenmiĢtir. Asiye Hatun‟un Arapça ve Farsça terimlere hâkim olup bunları

mektuplarında usulünce kullanmıĢ olması da mektupların dikkate değer özelliklerinden biridir.

Mektupların görülen rüyaları Ģeyhe bildirilmesi maksadıyla yazılmıĢ olması, mektup içeriklerinin bir takım hayal, his ve yaĢama ait olgularla örülü rüyalardan oluĢmuĢ olması mektupları temel bazı terimler özelinde incelemeye elveriĢli kılmaktadır. Hayal, rüya ve yazının en açık bir biçimde bir araya geldiği bu mektuplarda yazılıĢ amacı, üslup ve içeriğin bir birini tamamlar bir biçimde olması bu üç terim arasında kurulan iliĢkiyi

desteklemiĢ ve öne çıkarmıĢtır. Hayal, yazı ve rüya; hem ayrı ayrı düĢünüldüğünde hem de birlikte düĢünüldüklerinde gündelik yaĢama ait olguları, sözlü geleneğe ait bir takım anlatı ve öğretileri, yazılı eserlerden elde edilen bilgileri ve daha birçok Ģeyi kapsar ve ortak bir zemini paylaĢır. Hayatın içinde olanı hayal hayaldekini rüya rüyadakini de yazı taĢır denilebilir. Bu iliĢki biçimi kendi içinde çeĢitlendirilerek ve farklı biçimlerde algılanarak kurulabilir. Nitekim hayal ve rüyanın birbiriyle oldukça yakın bir iliĢki içerisinde oluĢu hatta kimi zaman hayalin rüya yerini tutabileceği durumlar söz konusudur. Uyku ve uyanıklık arasında görülüp, duyulanlar bu iliĢki biçimine örneklik oluĢturabilir. Uyku ve uyanıklığın sınırları değiĢik toplumlarda değiĢik biçimlerde çizildiği gibi hızırın ya da

(15)

5

kutsal kabul edilen Ģahsiyetlerin görülmesi ilham, tecelli gibi birçok farklı görme biçimlerinin de rüya ile aynı kategori içinde alınıĢı klasik rüya anlayıĢlarının

özelliklerindendir. Asiye Hatun‟un da gördüklerini aktarırken görme biçimini vurgulayan farklı fiiller kullanmıĢ olduğu mektup içeriklerinden anlaĢılmaktadır. Dolayısıyla tek bir görme biçimi olmadığı gibi görülenin de tek bir yorumu yoktur. Yine klasik rüya anlayıĢı bu çeĢitlilik karĢısında çeĢitli rüya tabirleri oluĢturmuĢ ve farklı görme biçimlerine farklı cevaplar üretmeye çalıĢmıĢtır. Bu vesile ile bir tabirname geleneği oluĢmuĢtur. Asiye Hatun‟un rüyaları Maklinowski‟nin, geleneğin belirlediği çizgiler çerçevesinde biçimlenen rüyalara verdiği isimle “resmî” rüyalardır. Yani bütün bir kültürel oluĢumun eseri olduğu gibi tabiri de bu içeriği bilen bir kiĢi tarafından mümkün olabilecek rüyalardır. Kullanılan dil ve üslup da doğal olarak tabir edecek kiĢinin de aĢina olduğu bir tarzdadır. Mektupların bu açıdan bakıldığında hayal, rüya ve yazı iliĢkisi bağlamında oldukça ilginç, incelenebilir ve sonuç çıkarılabilir veriler olduğu görülecektir. Mektupları bu bağlamda incelemekteki asıl maksat rüya – yazı iliĢkisinin açık bir biçimde gözlemlenebilir olduğu mektup örneklerini doğru tespit edip bu iliĢkinin varlığına ve biçimine dair delil oluĢturmaktır.

Nitekim bu iliĢkinin varlığı ve niteliği anlaĢılabilir olduğu takdirde mektupların manası ve elbette yazarının düĢünce dünyası ve yaĢayıĢ biçimi de daha ziyade anlaĢılır olacaktır.

Bundan ziyade bugün bizim düĢünce dünyamıza kadar girmiĢ olan bu metinlerin dönemine ve failine etki ettiği gibi bugüne de etki ediĢidir. Yazının bu taĢıyıcılık özelliği ve içinde taĢıdığı mananın yaĢamı kurmaktan, kimi zaman kurgulamaktan ve yönlendirmekten pek de uzak olmadığı aĢikârdır. Yazının; hayal, rüya ve daha birçok farklı aĢamalardan geçerek yazı halini alıĢı ve daha da önemlisi gelecekte kendine bir yer edinmesi demek bugün

(16)

6

görülen rüyaların ve kurulan hayallerin doğal olarak bugünün yaĢantısının yadsınamaz bir parçası olması anlamına gelmektedir. Yazının ve rüyanın birlikteliğinden meydana gelmiĢ bulunan rüya mektuplarını anlamaya çalıĢmak aynı zamanda birçok farklı açıdan oldukça geliĢmiĢ edebiyat, sanat ve yönetim anlayıĢına sahip bir toplumun zihin yapısını anlamak üzere bir pencere açmak anlamına da gelir. Bu nedenle mektuplardan bu iliĢki ağını incelemeye en müsait olanlar seçilecektir. Rüya – yazı iliĢkisine dair var olan ya da bu iliĢkiyi destekler nitelikteki çalıĢmalar incelenerek mektupları incelemek üzere sağlam bir zemin oluĢturulup mektuplar belirli kıstaslara göre incelenecektir. ÇalıĢmanın baĢlığı hayal – rüya – yazı iliĢkisi olarak belirlenmek istenmiĢ fakat konunun kapsamlı oluĢu dolayısıyla yalnızca rüya – yazı iliĢkisi bağlamında çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın bu yönde geniĢletilebilir olması muhtemeldir.

(17)

7

BİRİNCİ BÖLÜM RÜYA VE YAZI İLİŞKİSİ 1. Rüya ve Yazı

Rüya ve yazı; iki büyük olgu, gerçeğin iki ayrı yüzü, birbirine indirgenemeyen ve aralarına tam bir sınır çizilemeyen iki kavram hakkındadır yazılanlar. Rüyanın uçsuz bucaksız gibi görünen zengin duygular âlemi ve yazının yazıldıkça dile gelen kalemi. Rüyanın görülebilir olanı göstermesi ve yazının görülebilir olanı tasvir etme gücü. Muhayyilenin tasvir etme yetisini somut bir biçimde ortaya koyan yazı ve geniĢleyen zihnin duvarlarına yansıyan bin bir çeĢit rüya. Rüya ve yazı; kimi zaman rüyadan yazıya kimi zaman da yazıdan rüyaya geçiĢlerle birbirini kucaklayan iç içe geçmiĢ iliĢkiler bütünün adıdır. Yazıyı imge alanından kurtarıp rasyonel bir dile kavuĢturmak ve rüyayı nörofizyolojik bir vaka olarak ele alıp duygusal dilden kurtarmaya çalıĢmak bu iki kavramı birbirinden ayırmaya yeter gözükmektedir. Nitekim bu Ģekilde düĢünülürse yazı, birtakım semboller aracılığıyla insanın iletiĢim ihtiyacını karĢılayan bir araç, rüya ise gündüz yaĢamının geceye düĢen gölgesi, uykunun doğal bir sonucu olarak algılanacaktır. Her ne kadar bu iki kavramı birbirinden ayırmak ve ayrı düĢünmek mümkün ve bir ölçüde faydalı ise de bu iki kadim kavramın sahip olduğu tarihi arka plan ve hali hazırda sahip oldukları anlam alanı bu iki kavramın birlikteliğine iĢaret etmektedir. Sanatsal faaliyetleri besleyen, iletiĢim alanları oluĢturan, bilginin oluĢumu ve aktarımında ve daha birçok konuda beraber bulunan bu iki kavramı tamamen ayrı düĢünmek bazı gerçeklikleri inkâr etmeyi gerektirir. Yazı bedîiyyatı

(18)

8

yüksek bir söz olarak teĢekkül ettiğinde, gerçeklikle kurduğu yakın münasebet sayesinde gerçek yaĢam parçasına evrilen ve belki etkisi bir ömür ya da birkaç asır sürecek bir rüya ile aynı kaderi paylaĢır. Yazının gerçeğe en yakın olduğu yer böyle bir söz söyleme gücüne ulaĢtığı yerdir. Yazının gördüğü rüya sözdür. Hayat, içinde barındırdığı gerçekliğin bir kısmını rüyada görürken yazı da bunu söze ulaĢmakla baĢarır. Her yazı faaliyeti sözün gerçekliğine ulaĢmadığı gibi her rüya da bir yaĢamı müjdelemez. Her ikisinin de gerçeklikle kurduğu birçok farklı iliĢki biçimi mevcuttur. Yazının, söylem gücü yüksek, etki alanı geniĢ, zamanı ve mekânı aĢan bir söze ulaĢmadan önce geçtiği her evre içinde kendi gerçekliğini barındırır. Resmi bir belge gerektirdiği yazı usulünce yazılmıĢ bir sembol ve anlam birlikteliği içerir. Bu müstakil bir yazı parçası olmakla beraber üstlendiği görev her ne ise bunu yerine getirerek hayatın içindeki yerini alır ve gerçeklikle ilk temasını bu Ģekilde kurar. ġayet tarihte iz bırakacak, yani insan zihninin ayrılmaz bir parçası haline gelecek güçte bir yazıysa etki alanı geniĢleyecek iletken konumdan inĢa edici konuma geçecektir. Zihinde yeni bir bilginin doğumuna sebep olduğu takdirde zihin bu bilgiyi önce tasvir edecek sonra görmek isteyerek rüya âlemine havale edecektir. Sanatla münasebet kurar ve sanatın konusu olursa güçlü bir sözün içinde barınma ihtimali meydana gelecek ve doğru sanatkârın karĢısına çıktığında söylenilen sözün yani gerçeğin bir parçası olacaktır.

Rüyadaki durumda buna benzer bir süreç izlemektedir. Bir rüyanın gerçekliği yalnızca bilinçaltının yansıması durumu olabilir fakat bir rüya kiĢiye bir eser kaleme aldırtacak, iĢinden istifa ettirecek, bir olayı önceden müjdeleyen haberi barındıracak güçte de olabilir.

Hem yazının hem de rüyanın vuku bulduğu küçük ya da büyük her durumun kendi gerçekliğini kabul etmekle beraber rüya ve yazının gerçeklikle kurduğu iliĢki bağının

(19)

9

güçlendiği, geliĢtiği ortak durumları tespit etmek ve bunlar üzerine düĢünmek rüya ve yazı iliĢkisini benzer ve farklı yönleriyle anlamakta fayda sağlayacaktır. Hem yazının hem de rüyanın gerçekliğini araĢtıran ya da gerçeği bu vasıtalar yoluyla arayan geçmiĢe ve bugüne ait bir olgu olarak sanat, bu iliĢkinin kurulduğu mecralardan biridir. ġiirde, hikâyede, düz yazıda ya da görsel sanatlarda rüya ve yazı iliĢkisi neticesinde ortaya çıkmıĢ bir ahenge rastlanabilir. Ġkinci olarak daha çok kadim dünyaya ait bir olgu olarak tabirnameler, rüya ve yazı iliĢkisini bizzat örnekleyen kayıtlardır. Üçüncü mecra ise hem nadir rastlanır örnekler olduğu için hem de rüya ve yazı iliĢkisine dair farklı bir bakıĢ açısı sunduğu için oldukça önem arz eden rüya mektuplarıdır. Rüya ve yazı iliĢkisi bağlamında bu üç olgunun da ele alınırken, çalıĢmanın amacına uygun olarak da Üsküplü Asiye Hatun‟un rüya mektupları özelinde bu iliĢkinin mahiyeti araĢtırılacaktır.

1.1. Rüya Görme Olgusu

Ġnsan doğası gereği kendisiyle ve çevresiyle iletiĢim kurarak yaĢamını idame ettiren sosyal bir varlıktır. KiĢiden kiĢiye toplumdan topluma göre farklılık arz eden iletiĢim biçimlerinin belirli kaynakları oluĢmuĢtur. Coğrafi kültürel biyolojik ve fizyolojik Ģartlar ve daha birçok farklı olguya göre insan kimi zaman konuĢma yoluyla kimi zaman yazı yoluyla kimi zaman susarak veyahut iĢaret ve semboller yoluyla iletiĢim kurabilmektedir. Tarihin en eski devirlerinden bu yana resimli yazılar aracılığıyla bir takım sembollerle ve kimi zaman da düzenli bir alfabenin varlığına iĢaret eden anlamlı ve kurallı cümlelerin olduğu yazılı

(20)

10

kaynaklar aracılığıyla insanoğlunun iletiĢim serüveni az çok tahmin edilebilir bir nitelik kazanmıĢtır.

Yazılı ve sözlü olarak iki temel iletiĢim kanalı üzerinden ilerleyen insani iliĢkiler kendi içinde birçok farklı iliĢki biçimi oluĢturur. Tarihin derinliklerinden elimize ulaĢan en eski belgelerdeki görsellerle ifade tarzı zaman içinde farklı evrelerden geçerek bugüne kadar ulaĢmıĢtır. Nitekim tarihin tekerrürü denilemeyecekse de bugün görsel iletiĢim çağı neredeyse sözlü ve yazılı iletiĢimin önüne geçmek üzeredir. Görselliğin doğal olarak görmenin bu kadar önemsendiği bir dönemde bakmak ve görmek fiillerinin hayli ihtimam kazanmıĢ olması beklenir.

Berger‟in “Görme Biçimleri” adlı kitabında bahsettiği gibi görme konuĢmadan önce gelmiĢtir. “Çocuk konuĢmaya baĢlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.”1 Bakmak öğrenme sürecinin baĢlangıcıdır. Bu yönüyle görmenin sözcüklerden önce geldiğini söyleyebiliriz.

“Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiĢ olmamızı hiçbir zaman değiĢtiremez.”2 Bu yönüyle yaĢamı en iyi yaĢamın kendisi açıklayabilir. Nitekim insan her ne kadar görülenleri sözcükler ile ifade etmeye, tasvir etmeye kalksa da gördüğü ile tasviri arasında yadsınamaz derecede bir farklılık olacaktır. Berger‟in de örneklendirdiği gibi insan her akĢam güneĢin batıĢına Ģahit olur ve bunun aslında dünyanın güneĢe arkasını dönmüĢ olması anlamına geldiğini bilir. Sözcüklerle tanımladığı bu fiziksel olayın göze ulaĢma Ģekli bu sözcüklerden, birbirine bağlanıĢ Ģeklinden ve oluĢturduğu anlamlı ve kurallı bu cümleden

1 John Berger, Görme Biçimleri, çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları

2 Berger, Görme Biçimleri

(21)

11

oldukça uzak ve farklıdır. Gün batımının kiĢide uyandırdığı duygular imgeler yoluyla açıklansa bile ortaya konulan bu çabanın adı sanat olacaktır. Bu durum yazı ile görme arasında kurulan iliĢkinin vazgeçilmezliğini gösterirken bir taraftan da görmenin insan için baĢlı baĢına bir iletiĢim alanı olduğunu gösterir. Gerçeküstücü ressam Magritte ise bu durumu “DüĢlerin Anahtarı” adlı resminde sözcüklerle görülen nesneler arasında her zaman var olan bir uçurum olduğu Ģeklinde değerlendirmiĢtir.

Şekil 1 Rene Magritte “Düşlerin Anahtarı”

Görme ve sözcükler arasında var olan dolaylı iliĢkiyi kabul etmekle beraber her iki olguyu da kendi nitelikleri özelinde değerlendirmeye tabi tutmak daha kabul edilebilir bir önermenin yolunu açacaktır. Nitekim bilimsel araĢtırmaların görme, düĢünme ve konuĢma gibi olgular üzerinde yapmıĢ olduğu müstakil ve derinlikli çalıĢmalar bu sistemlerin her birinin beyinde özel bir çalıĢma alanına sahip olduğunu göstermiĢtir.

(22)

12

Amerikalı psikiyatrist ve rüya araĢtırmacısı John Allan Hobson‟nun rüyanın nörofizyolojisi ile ilgili yapmıĢ olduğu çalıĢmalar görme, düĢünme ve konuĢmanın fizyolojik olarak nasıl bir süreçten geçtiğini anlamak için yapılmıĢ yol açıcı çalıĢmalardan biridir. Habson‟a göre beyin hücrelerinin kendi kendine ürettikleri ve dıĢ dünyadan girdi alsalar da almasalar da birbirleri arasındaki iç iletiĢim/konuĢma olarak adlandırılan daimi bir iletiĢim vardır. “Bu bilinç dediğimiz Ģeyi oluĢturur.”3 Sinir hücreleri arasındaki bu iletiĢim kendiliğinden oluĢur ve sürekli olarak çalıĢır. Bu faaliyet dıĢ dünyadan gelen sinyallere bağlı olarak değiĢmekle beraber bu sinyalleri de kendi diline çevirir ve hücreler arasında iç sinyallere bağlı geliĢen özel bir iletiĢim biçimi oluĢturur. KiĢi bilinç durumunda yani uyanık halde daha çok dıĢ sinyallerle uyumlu olarak çalıĢırken uyku halinde de dıĢ sinyallerin iç sinyallere oranının azalması sonucunda iç konuĢmasına odaklanır. Rüya görüldüğü sırada ise bu sistem tıpkı insan uyanıkken olduğu gibi oldukça hummalı bir Ģekilde çalıĢmaya devam eder. Rüya esnasında sistem adeta kendi dil gereçleri ile kendi kendisiyle konuĢmaktadır. Bunu insanın soyut dili, düĢünce ile bağlayarak iç konuĢma oluĢturmasına benzetebiliriz. ĠĢte tam olarak bu noktada görme olgusunun diğer iletiĢim kanallarıyla birlikte ya da ayrı olarak ne Ģekilde bir iletiĢim kanalı oluĢturduğu açıkça gözlemlenebilir. Ġnsanın gündüz görüĢü gözün biyolojik bir takım görevlerini yerine getirmesi ile meydana gelir ve görüĢün sağladığı “görme” olgusunu ve kiĢide oluĢturduğu etkileĢimi diğer bir iletiĢim kanalı tam anlamıyla sağlayamaz. Duyulanın bilgisi kiĢide ses olarak kaldığı gibi görülenin bilgisi de zihinde görüntü olarak kalır. Sinir hücrelerinin kendi aralarında yürüttükleri iç konuĢma ise rüya görme esnasında yine resim dilini kullanır. Bu

3 Sıdıka Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat ve ĠletiĢim,” Elektronik sosyal Bilimler Dergisi, 11:39, (2012), s. 279

(23)

13

ortaklık beyinde gözün biyolojik yapısıyla büyük ölçüde benzerlik gösteren epifez bezinin etkisini akla getirebilir. Nitekim göz ve uyku hormonu olan melatonin hormonunu salgılayan epifez bezi arasındaki benzerliklere dair bilimsel çalıĢmalar da yürütülmüĢtür.

Buna binaen denilebilir ki bir iç görü olayı sonucunda ortaya çıkan “rüya görme” olgusu görsel imgeleri rüyanın dili olarak kullanır. Hücreler arasındaki iletiĢim sonucu oluĢan bilinç durumu da bu dilin anlam yönünü kurup bir iletiĢim biçimi haline gelmesini sağlar.

Bu tıpkı kiĢinin günlük hayatını idame ettirmek üzere dil ve düĢünce arasında bağlantı kurarak bir iletiĢim aracı olan konuĢmayı meydana getirmesine benzer.

1.1.1. Rüyanın Dili ve Anlam Alanı

Rüyaların dili, soyut dilden farklı rüyanın içinde anlamlı olabilecek görsel bir dildir. Bu dil dıĢ dünyadan gelen sinyallerle bağlantılı olabileceği gibi tamamen kiĢinin iç dünyasında oluĢmuĢ kiĢisel bir alanın dıĢavurumu da olabilir. Bunun yanı sıra rüyaların baĢka bir kaynaktan geldiği uyarıcı ya da haber verici özelliklerinin olduğu da göz önünde bulundurulan durumlardandır. Bu ihtimallerin tamamı göz önünde bulundurulduğunda denilebilir ki rüya her Ģeyden daha çok rüyayı göreni ilgilendirir bir niteliğe sahiptir. Yani rüya her hâlükârda daha çok kiĢisel bir olgudur.

Sigmund Freud‟un psikanaliz ile ilgili olarak yaptığı çalıĢmalardan sonra rüyanın kiĢiye özel anlamlar içerdiği düĢüncesi yaygınlık kazanmıĢtır. Freud rüyayı, günlük olayların ya da bir takım arzuların Ģekil değiĢtirerek tezahür etmesi Ģeklinde kabul eder ve

(24)

14

rüyanın kiĢinin yaĢam öyküsünü açığa vuran bir takım sembolik anlamlar taĢıdığını savunur. Zihnin iki nesne, olay ya da kiĢi arasında kurduğu herhangi bir ortaklık iliĢkisi bu sembolik dilin oluĢmasına yol açabilir. Bu yönüyle rüyanın dili edebiyatın diliyle benzerlik gösterir. Açık anlamlar yerine örtülü anlamları ifade eden sembolik bir dili vardır. Bu nedenle rüyanın sembolik dili kiĢinin bilinçdıĢı ve bilinçaltının araĢtırılması ile çözüme kavuĢturulabilecek Ģahsi bir dildir. Freud‟un bakıĢ açısı rüyanın her Ģeyden önce Ģahsa özel bir takım anlamlar içermesi bakımından oldukça manidardır. Rüyaların anlamı ile ilgili çalıĢmalar açısından bir takım teorik bilgiler ortaya koymuĢtur. Bununla beraber rüyaların meydana geliĢiyle ilgili yapılan çalıĢmalar rüyaların içerdiği anlamı geniĢletebilecek niteliktedir. Nitekim Habson‟un, rüyaların görüldüğü ve hatırlanmalarının daha kolay olduğu REM uykusu süreci üzerinde yapmıĢ olduğu çalıĢmalar rüyanın, hücreler arası bir iletiĢim sonucunda ortaya çıktığını göstermiĢtir. Hücreler arası iletiĢim uyanık halde dıĢ sinyaller nispetinde kurulurken rüya halinde daha çok iç sinyaller ile etkileĢim halindedir.

Bu demektir ki rüya günlük olayların ve bilinçaltının bir yansıması olarak tezahür edebileceği gibi rüya görmeyi sağlayan nörofizyolojik sistemin getirisi olan bir takım imgelere de sahiplik etmektedir.

Bu sistemin her insanda iĢleyiĢ biçiminin farklılığı yahut aynılığı, bu sisteme etki eden biyolojik ya da fiziki Ģartlar gibi olgular rüya kavramını anlamak bakımından elbette önemli olacaktır. Bununla beraber dikkate değer nokta rüyaların el değmemiĢ bir alanın ürünü olabileceği ihtimalidir. Bu yönüyle rüya Ģahsilik özelliğini kaybetmemekle beraber içeriğinin anlaĢılmasına katkı sunacak, anlam alanına sahip bir olguyla daha karĢı karĢıya kalmıĢtır. Rüyanın hem bir gerçeklikten haber veriĢi hem de bu gerçekliği saklayıĢı, art

(25)

15

zamanlılıktan ve mantık çerçevesinden bağımsız bir Ģekilde tezahür ediĢi ve uyanıklık halindeki görme olayından birçok yönden farklı oluĢu rüyaya özgü bir his/ duygu/anlam alanı oluĢturur. Uyanıklık halinde rüyanın soyut dil malzemesi kullanılarak hikâyeleĢtirilip aktarılması rüyanın gerçekliğini inkâr edemeyen insanın onu aktarma içgüdüsünden kaynaklanan sözlü bir çeviridir yalnızca. Buna nazaran rüya görüldüğü an itibarıyla rüyadır ve kendine özgüdür. Rüyanın diğer iletiĢim alanlarından kendine has bir anlam ya da his yoluyla ayrılması bu konu üzerinde düĢünen birçok kiĢi tarafından da dile getirilmiĢtir.

Fransız filozof Paul Ricoeur‟un sembollerin gerisindeki anlamı araĢtıran hermeneutik yöntem üzerinde düĢünürken bu yöntemin ilkesi olabilecek bir cümle kurmuĢtur. Ricouer “Sembol düĢünceyi doğurur”4 diyerek efsane, din, sanat ve ideolojinin sembollerinin felsefi yorum yoluyla açığa çıkarılabilecek mesajlar taĢıdığını öne sürmüĢ ve hermeneutiği, dolaylı anlamı yorumlama, görünüĢteki anlamların gerisindeki gizli anlamları gözler önüne serme yöntemi olarak tanımlamıĢtır. Rüyaları da böyle bir simgesel alan dâhilinde değerlendirmiĢ ve rüyanın kendine özgü dünyasını bu sembolik dilin iĢleyiĢi biçiminde görmüĢtür. Ricoeur rüyayı karmaĢık anlamların yeri olarak beliren bir dil bölgesi olarak adlandırır. Bu bölgede, dolaysız anlamın içinde bir baĢka anlam daha kendini hem açığa vurmakta hem de gizlemektedir.5 Bu çift anlamlı bölge simge alanıdır. Bu açıdan bakılacak olursa rüyaların anlamı Ricoeur‟e göre bu iki anlamı birden kavramakla elde edilir. Bu simgesel alanın kullandığı sembolik dil rüyanın

4 Hazarcan Ġdil Tufantoz, “Paul Ricoeur‟de Sembol ve Metin Hermeneutiği”, (Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, 2019), s. 14

5 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 283

(26)

16

doğasından ileri gelmektedir. Nitekim bu sembolik dilin betimlenebilir olduğunu da Ģöyle açıklar:

Resimli temsiller anlam çerçevesinde betimlenebilir türdendir: Bu çerçevede Ģunlar sayılabilir: Söz diziminin çöküĢü; tüm mantıksal iliĢkilerin yerini resimli eĢdeğerlerinin alıĢı; zıtların birliği yoluyla, tek bir nesnede temsili; açık içeriğin taklit ya da resimli bilmece niteliği taĢıması ve genellikle resimli, somut anlatıya dönüĢ. (…) düĢlerin bu açıdan belirleyici özelliği, algıyı bellek imgesi ötesinde sanrısal bir biçimde yeniden canlandırmaya kadar giden gerilemedir.6

Ricoeur‟un rüyayı bellek ötesi yaratım gücüne sahip bir alana taĢıması Habson‟un REM uykusu üzerine yaptığı çalıĢmalar ile birlikte düĢünülecek olursa rüyaya ait bir anlam alanının oluĢtuğu açıkça görülecektir. Nietzsche rüyadaki duygu dilinin düĢüncelere dönüĢmesi sürecinde kısmi bir çeviri yapıldığını ifade eder. Duygu bilinçli imgelere dönüĢtürülebilir fakat rüyalarda çözülmemiĢ bir bölüm her zaman olacaktır. “Ġnsan adlandırabildiği ve ayırt edebildiği Ģeyi kavrar; bu anlamda rüyaların anlam dünyası bir Ģekilde eksik kalmaya devam edecektir.”7 Borges ise insanların rüyalarını anlatırken masal uydurduklarını söyler. Çünkü rüyalarda olup bitenin tam olarak bilinemeyeceğini ifade eder. Rüyada insan kendini cennete ya da cehennemde görebilir yahut gökyüzünde dolaĢan bir çocuk olabilir ama rüyadan uyanıldığında bunların birçoğu unutulur. Akılda kalan ve

6 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 274

7 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 281

(27)

17

aktarılan kısmı rüyanın küçük bir kısmı olacaktır. Nitekim akılda kalanlar da rüyaların görkemini yansıtacak kadar zengin bir anlatımla buluĢmazlar.8

1.1. Modern Dünyada Sanat ve Bilim Yoluyla Oluşan Rüya Algısı

Rüyanın simgesel oluĢu, zamanı, mekânı ve insan algısını kendine has bir yorumla ele alıĢı rüyanın hissini/anlamını oluĢturur. Bu yönüyle rüyanın hem dil hem de anlam meselesi olduğu ve bu nedenle de sanatla büyük benzerlikler gösterdiği düĢünülmüĢtür.

Nitekim Wittgenstein bu konuda rüyanın Ģifreleri çözülmesi gereken bir dil olduğunu ifade eder çünkü rüya özünde müphemdir. Bu anlamda post-yapısalcı dil analizi çerçevesinden bakılacak olursa rüya göstergelerle oynanan bir alanda yer aldığı tespit edilecektir. Rüyanın kendine has duygusunun ve anlam alanının bulunması sanatı ve sanatçıyı etkilemiĢ sanat ve rüya arasında doğal bir iliĢki kurulmuĢtur. Edebiyat baĢta olmak üzere resim, sinema gibi sanat dalları rüyayı yeni bir anlatı dili oluĢturmak için kullanmıĢtır. Tarihi bağlamda incelenecek olursa görülecektir ki hem bilim hem de sanat bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak rüyadan beslenmiĢtir. Bugün ise geliĢmiĢ araĢtırma yöntem ve imkânları sayesinde bilim rüyanın biliĢsel yönünü anlamak için çalıĢmalar yürütürken sanat da bu çabaya benzer bir biçimde anlam yönünden ve estetik açıdan ilginç bulduğu rüyayla ilgilenmiĢtir.

Tarihteki rüya olgusu yeri ve sınırları belli bir kavramken bugün daha iyi anlaĢılması gereken ilginç bir gerçeklik alanı olarak algılanmaya baĢlanmıĢtır. Bilimin araĢtırmacı tavrı

8 Bkz. Yılmaz, s. 282

(28)

18

sanatta da kendini göstermiĢ ve rüyanın anlamı peĢinde koĢan tabirnameler ya da rüya yorumcularından ziyade kendi sanatlarında rüya gerçekliğine benzer bir gerçeklik oluĢturmaya çalıĢan sanatçılar ve eserleri söz konusu olmaya baĢlamıĢtır. Daha çok rüya ve yazı arasında kurulan iliĢki üzerinden yürütülen bu sanatsal faaliyet her ne kadar insan zihnini rüyanın fantastik gerçekliğine alıĢtırmıĢ olsa da rüyanın anlamını ikinci plana atmaktadır. Güçlü imgelerle örülü, gerçekliği sarsılmaz bir eser oluĢturmaya çalıĢan sanatçı kurguya, görsel Ģölene, duygu yoğunluğuna odaklanarak bir baĢyapıt meydana getirecektir.

Sanatçı kendisinde rüya yorumcusu olma görevini üstlenmeyeceği için de bu iĢi yapmaya kalkıĢmayacaktır. Bu noktada bilim ve sanat kendi iĢini yaparken beslendiği rüya olgusu bir zamanlar insan hayatı üzerinde sahip olduğu öncü konumunu sürdürememiĢtir. Yazının, rüyanın imkânlarına benzer imkânlara sahip olduğu düĢüncesi rüya ve yazı arasında benzerlik iliĢkisine dayalı, sanat kaygısının güdüldüğü tek tür bir iliĢki biçiminin oluĢmasına sebebiyet vermiĢtir. Rüyanın sanat vasıtasıyla yazı ile kurduğu bu iliĢki biçimi bahsedilen bilimsel faaliyetlerle birlikte düĢünüldüğünde bugünün dünyasının rüya olgusuna yaklaĢımı daha iyi anlaĢılacaktır.

Ahmet Hamdi Tanpınar‟ın estetik anlayıĢı bizzat rüya ile iliĢkilidir. O rüyanın müphemiyetinin, gizemli oluĢundan kaynaklanan estetik yapısının ve rüyaya gerçeklik kazandıran rüyaya has duygunun farkındadır. Rüyanın öneminin farkında olan Tanpınar bütün sanat anlayıĢını rüya olgusu üzerine inĢa etmiĢtir. Asıl estetiğinin Fransız Ģairi Paul Valery‟i tanıdıktan sonra teĢekkül ettiğini söyleyen Tanpınar bu estetiği veya Ģiir anlayıĢını rüya kelimesi ve Ģuurlu çalıĢma fikirleri etrafında toplamanın mümkün olabileceğini ifade eder. Rüya ve yazı iliĢkisi bağlamında fikir beyan eden Valery, Tanpınar‟ın estetiğini

(29)

19

etkilemiĢ olmakla beraber fikri noktada birbirlerinden ayrıĢmaktadırlar. Nitekim Tanpınar

“Valery‟nin, velev ki rüyalarını yazmak isteyen adam bile azami Ģekilde uyanık olmalıdır, cümlesini, en uyanık bir gayret ve çalıĢma ile dilde bir rüya halini kurma, Ģeklinde değiĢtirin, benim Ģiir anlayıĢım çıkar” Ģeklinde Ģiir anlayıĢını ifade etmiĢtir. 9 Dilde rüya halini kurmaya çalıĢarak üst bir söyleyiĢ biçimi oluĢturmayı hedefleyen Tanpınar bu çabasını eserlerine de yansıtır. ġiir anlayıĢının özellikle “Ne Ġçindeyim Zamanın” adlı Ģiirde belirgin olduğunu ifade eder.

"Ne içindeyim zamanın" Ģiiri, Ģiir halini, kozmosla insanın birleĢmesini nakleder ki, bir çeĢit murakabe -içine dalma- ve rüya halidir.

Görüyorsunuz ki, hakikî romanın tesadüfleri ve tuhaflıkları ile alâkası yoktur. Zaten rüyanın kendisinden ziyade, benim Ģiir anlayıĢımda, bazı rüyalara içimizde refakat eden duygu mühimdir. Asıl olan duygu bu duygudur. Musikî burada iĢe girer. Çünkü bu duygu musikîĢinas olmamak Ģartıyla musikî sevenlerde bu sanatın uyandırdığı hisse benzer.

Bunu, yaĢadığımızdan baĢka bir zamana gitmek diye tarif edebilirim.

BaĢka türlü ritmi olan ve mekânla, eĢya ile içten kaynaĢan bir zaman.10

Rüyaya dair metafizik tutumunu bilinçli olarak sürdüren Tanpınar, rüya ile ilgili olarak psikanalitik yorumları da bilmektedir. Bergson‟nun zaman telakkisinden de etkilenen yazarın bu tür bir rüya estetiği oluĢturması oldukça farklı kaynaklardan beslenmiĢ olmasına bağlanabilir. Farklı bir takım okumalar ve araĢtırmalar sonucunda bir Edebiyatçı nazarıyla bakan Tanpınar rüyanın aslında kendine has bir duygudan ibaret olduğunu ifade etmiĢtir.

9 Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanpınar‟ın Mektupları, ed. Zeynep Kerman, (Ġstanbul: Dergâh Yayınları, 2001) s.

274

10 Tanpınar, Mektuları, s.276

(30)

20

Rüyaya gerçekliğini saylayan yani onu yaĢanmıĢ ve inkâr edilemez kılan iĢte bu histir.

Tanpınar rüyanın anlamından ziyade rüyaya özgünlük sağlayan bu his ile ilgilenmektedir.

Zira Ģiirlerinde de romanlarında da bu rüya halini oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. Bu noktada rüyanın yazı ile iliĢkisi Tanpınar‟ın estetik tavrı üzerinden kurulmuĢtur. Rüya ve yazı arasında kurulan bu tarz iliĢkilerde rüyanın yazıya rehberlik ettiği söylenebilir. Dünya edebiyatın da ve diğer sanat dallarında da bu tarz bir iliĢkinin varlığından söz edilebilir.

Dante‟nin Ġlahi Komedya‟sından baĢlayarak edebiyat ve diğer sanatlarda rüya dilinin etkin bir Ģekilde kullanıldığını görüyoruz, Kafka‟nın Dava‟sında rüya dili bir anlatı olarak yer almıĢtır. Davayı okurken bir kâbusun içindeyizdir; uyanmak ve kurtulmak isteriz (Kafka;1983);

Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü‟nde bir rüya atmosferini çözümlememizi ister (Tanpınar: 2004); Le Guin‟in baĢta Kadınlar Rüyalar ve Ejderhalar olmak üzere metinlerinin tümünü rüyaların dıĢında görmemiz mümkün değildir. Le Guin, bizi rüyanın gücünü ve gerçekliğini kabullenmeye çağırır (Le Guin, 2002: 3). Anar, zamansız ve mekânsız hikâyelerin içine çeker okuru, bir rüya dilinin büyülü atmosferidir içine girdiğimiz, ToptaĢ‟ın Uykuların Doğusu kitabı ise rüya dilinin varlığını tüm Ģiddetiyle hatırlatır (ToptaĢ:2006); Gölgesizler kitabıysa tamamen bir rüya atmosferinin içine çeker okuru (ToptaĢ: 1995); Ionesco ise rüyayı sanatın temeli sayar, ona göre rüya bir drama olarak kabul edilmelidir (Ionesco:1999); Sontag, Rüyaların Esiri romanına Ģu cümleyle baĢlar,

“Rüya görüyorum öyleyse varım” (Sontag, 2006:1); Tarkovski‟nin sineması anlatı olarak rüya dilini kullanmaktadır; Stolker ve Solaris‟i izleyebilmek bu anlamda hiç de kolay değildir. (akt: Bornstein, 2011).

Picasso ve Dali‟nin resimleri rüyaların görselliğini yeniden üretirken aynı zamanda da ne kadar kiĢisel imgelere sahip olduklarını bir kez daha hatırlatmaktadır.

Edebi eserler açısından bakıldığında her ne kadar rüya ve yazı iki farklı alfabeyi kullanan iki farklı dil geliĢtirmiĢ olsalar da iĢlevsel özellikleri itibariyle ortak bazı imkânlara

(31)

21

sahiptirler. Günlük iĢleri soyut dilin imkânlarını kullanarak yürüten insan, ömrünün en az üçte birini de uyku ile geçirmektedir. Rüyalar da uykunun bilinci içinde kiĢiye refakat eden iletiĢim kanallarıdır. Bu kanalı sanat estetik bir malzeme olarak kullanır ya da sanat yoluyla rüyanın gerçekliğine/anlamına ulaĢılmaya çalıĢılır. Bununla beraber rüyanın iĢlevinin ne olduğuna dair yapılan farklı yorumlar mevcuttur. Wittgenstein‟a göre rüya bir dil olarak kabul edilirse bunun bir Ģeyi söyleme ya da simgeleme tarzı olduğunu ifade eder.

“Eisendle‟a göre de rüyalar hissetmenin ve düĢünmenin içeriye doğru kaydırılmıĢ anarĢizmidir. Bu içe dönüĢ hazinemize yeni bir Ģeyler ekler. Rüyalar sadece birer hatıra değil ondan daha fazla bir Ģeydir. Rüyadaki hissetmek ve görmek her türlü mantıklı anlamdan daha geniĢtir. Bu anlamda da rüyada benliğin sınırı, ihtiyatı yoktur”11 Rüyanın iĢlevine ve ne olduğuna dair farklı yorumların mevcudiyeti rüyanın sahip olduğu anlam alanını geniĢletirken öte yandan yorumlardaki bu çeĢitlilik rüyayı diğer her Ģeyden ayıran sabit özelliğine dikkat çekmektedir. Nitekim yorumlar rüyanın farklı niteliklerini ele alarak bir tanıma ulaĢmaya çalıĢsa da hem fikir olunan nokta rüyanın kendine özgü bir anlam alanının olduğudur. Nitekim Tanpınar, buna rüyanın duygusu/hissi diyerek eserlerinde de buna benzer esere özgü bir duygulanım oluĢturmayı hedeflemiĢtir. Rüya estetiğine sahip diğer sanatsal faaliyetler de rüya ile yaptıkları iĢ arasında bir tür benzerlik iliĢkisi kurmuĢlardır.

11 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 280

(32)

22

1.1.2. Benzerlik İlişkisi Bağlamında Rüya

Rüya açısından bakılacak olursa edebi eserlerde iletiĢim aracı olarak kullanılan yazı rüya ile kurduğu benzerlik iliĢkisinde benzeyen konumunda, rüya ise benzetilen konumundadır.

Benzerlik iliĢkisi kurulan iki olgu arasında ortak ya da farklı bir takım unsurlar vardır. Rüya ve yazı arasındaki ortaklıklar imge oluĢturma, imgeleri birbiri ile iliĢkilendirme ve sıralama yeni bir olguyu keĢfetme, meydana getirme kabiliyetine sahip olma, bilgi üretme, estetik yapı oluĢturabilme kapasitesine sahip olma Ģeklinde sıralanabilir. Soyut dil ve rüya dili Ģeklinde bir karĢılaĢtırma söz konusu olduğunda bu ortaklıkları kurmak mümkün olacaktır.

Bu ortaklıklar nispetince benzerlik iliĢkisi rüya açısından bakılarak kurulduğu takdirde Tanpınar‟ın ya da diğer sanatçıların eserlerinde oluĢturmaya çalıĢtığı rüya estetiği ortaya çıkacaktır. Buradaki amaçlardan biri estetik tavrı en az bir rüya kadar belirgin ve kendine has bir söyleyiĢe ulaĢmaktır. Ġkinci bir ihtimal olarak da sanatçının eser oluĢturmak yoluyla rüyanın sahip olduğu gerçekliğe yaklaĢmak ve bu Ģekilde hayatın gerçekliğini daha iyi anlamak Ģeklinde rüyadan yazıya yazıdan rüyaya devinimle ilerleyen bir süreç olabilir.

Herhangi bir anlatı açısından bakılarak bu benzerlik iliĢkisi kurulduğu takdir de ise rüyalar benliğin yazı tahtası halini alacaktır ki bu belirgin olarak iki ayrı Ģekilde ele alınabilir.

Birincisi benliği gizemli bir nesne olarak kabul edip rüyaların da gizemli bir kaynaktan gelen gayba ait haberler olarak değerlendirmek ikincisi de psikanalitik değerlendirmeler sonrasında modern dünyada kabul gören görüĢtür. Buna göre de rüyalar kiĢinin geçmiĢ hatıraları, travmaları, gündelik uğraĢlarının yansıması yahut bastırılmıĢ arzular olarak kabul edilir ve kiĢinin psikolojisinin derinlerine ulaĢmada bir yöntem olarak algılanır. Her iki

(33)

23

tutumu da örnekleyen yorumlar mevcuttur. William Lowell Randall insanı hikâye anlatan bir varlık olarak tanımlar ve rüya anlatılarının da bu hikâyelendirme sürecinin bir parçası olduğunu ileri sürer. Bu anlatı/yazı/kurgu üzerinden rüya ile iliĢki kurma biçimine örneklik oluĢturur. Randall‟a göre “Bizi „biz‟ yapan anlattığımız hikâyelerdir, hayatlarımız ise bu anlattığımız hikâyelerin toplamıdır. Rüyalar ise, benliğin her gece bizim için yazdığı öykülerdir. Benlik dediğimiz gizemli Ģeyi tam olarak anlamanın en iyi yolu onu bir hikâye olarak ele almaktır. Dolayısıyla Randall‟a göre öz yaratım öz hikâyemizle yani iç hikâye ile iliĢkilidir.”12 Randall anlatı açısından rüyayı değerlendirmeyi tercih etmiĢ ve netice itibariyle de rüyanın da gizil bir kaynaktan geldiğini ve insanın yaĢam öyküsünün bir parçası olduğunu belirtmiĢtir. Rüya ile kurulan bu tarz bir benzerlik iliĢkisi sanat eserinin taĢıdığı estetik kaygıdan ziyade ikinci ihtimal olarak değerlendirebileceğiniz anlam/gerçeklik arayıĢı ile iliĢkilidir. Randall‟ın bu açıklaması insanın daima bir anlam arayıĢı içinde olduğunu ifade etmektedir. Hikâyesi olan bir hayat anlamlı bir hayattır ve rüyalar da bu hikayenin vazgeçilmez birer parçasıdır. Randall bu Ģekilde öz yaĢam öyküsündeki anlam haritasına anlamlı olduğunu düĢündüğü rüyaları da yerleĢtirir.

Rüyaların kiĢinin yaĢam öyküsüyle benzerlik iliĢkisi içerisinde yorumlanması her ne kadar rüyayı yaĢamın anlamlı bir parçası haline getirirse de rüyanın baĢlı baĢına bir gerçekliğinin ve bütüncül bir anlam taĢıdığını ifade etmeye yetmez. Bu noktada ikinci bir bakıĢ açısı olarak ifade edilebilecek bilimsel bakıĢ açısı anlatı ve rüya arasındaki benzerlik iliĢkisini ele alır. Freud bu noktada anılabilecek en önemli isimdir.

12 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 286

(34)

24

1.2.2. Bilimsel Araştırma Yöntemlerine Göre Oluşturulan Rüya Algısı

“Freud, rüyaların psikanaliz perspektifinden analize tabi tutulması sayesinde, varlığın, derinlikler psikolojisi hakkında görüĢ edinebilme Ģansına sahip olduğunu vurgular. DüĢ, ona göre anlamlıdır ve psikolojinin bir nesnesidir.”13 Freud‟un rüyanın anlamını açığa çıkarmak bilimsel yollara baĢvurması rüyayı doğru anlamak için atılmıĢ önemli bir adımdır.

Bilhassa, “Varlığın, derinlikler psikoloji hakkında görüĢ edinebilme” ibaresi göstermektedir ki psikanalitik yöntem yalnızca bilinçaltındaki bastırılmıĢ arzuları konu edinmez ve yalnızca bu bilgileri açığa çıkarmak için uygulanan bir yöntem değildir. Buradaki asıl kazanım rüyanın içeriğini rüyayı gören kiĢinin yaĢamından, duygu ve isteklerinden vs.

ayırmadan birlikte düĢünme ve analiz etme çabasıdır. Bununla birlikte insanlığın ortak hafızasında oluĢmuĢ imgelerin zaman içerisinde bilinçaltında kazandığı sembolik anlamlara nüfuz edebilmek, kiĢinin geçmiĢ ve gelecekle ilgili taĢıdığı kaygı, korku ya da umut nesnelerini kiĢiyi doğru yönlendirmek adına açığa çıkarmak gibi daha birçok farklı rüya yorumuna katkı sağlayacak çıkarımların elde edilmesi hedeflenmiĢtir. Buna binaen Ricoeur, Yoruma Dair Freud ve Felsefe kitabında rüyayı zamanın dıĢında diyar, mevsimsiz düzen olarak adlandırır. Bu düzen (sizlik) her zaman anlam taĢır ve yorumlamaya tabi tutulmalıdır. Freud ise bu diyarın sınırlarında dolaĢtığımızı belirtir. “KiĢiliğimizin karanlık, nüfus edilmesi olanaksız kısmıdır bu ve hakkında bildiğimiz pek az Ģeyi de ancak düĢ çalıĢmaları ile öğrenebiliriz.”14 Burada Freud‟un ilgisi rüyanın benlik için ifade ettiği anlam üzerinde yoğunlaĢmaktadır. Rüya ve rüya gören arasında sıkı bir iliĢkinin bulunduğu bu

13 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 274

14 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 274

(35)

25

bakıĢ açısında özne rüyayı görenin benliği/kiĢiliğidir. Rüya benliğin karanlık noktalarını aydınlatmak üzere kullanılan bir ıĢık kaynağı gibi algılanmaktadır. Her ne kadar bu bakıĢ açısı rüyanın anlamını analiz etme adına birçok yeni imkân tanısa da rüyayı yalnızca bu açıdan değerlendirmek birçok yazar ve düĢünürün ifade ettiği üzere rüyanın kendine has hissi/ duygusu/anlamı üzerinde yeterince düĢünememeye yol açabilir. Nitekim derinlik psikolojisinin Freud ve Alfred Adler ile birlikte üç büyük kurucusundan biri olarak Jung Freud‟a karĢıt tezler üretmekten geri durmamıĢtır. “Jung özellikle Freud‟un rüyaların bastırılmıĢ istekler olduğu konusundaki vurgusuna karĢı çıkar. Ona göre bu, peĢin bir hükümdür. Her ne kadar bu tarz rüyalar olsa da, aslında, Jung‟a göre rüyaların altında yatan bilinçaltı süreçlerin, biçim ve içerik olarak, bilinçli süreçlere göre daha sınırlı ve tek taraflı olduğu yönündeki varsayımı destekleyecek gerekçeler yoktur. Buradan hareketle Jung bağlamın boĢunu alma adını verdiği bir iĢlem geliĢtirir. Bu rüyanın öne çıkan özelliklerini göz önünde bulundurarak rüyayı gören açısından rüyanın sahip olduğu anlamlandırma dizgesinin ortaya çıkartılması durumudur. Bağlamın incelenmesi mekanik bir çalıĢmadır ama ardından okunabilir bir metin üretilmesini sağlar. “Bu tarz bir metin oluĢturma psikolojik özdeĢleĢmeyi, eĢgüdüm yeteneğini, sezgiyi, dünyayı ve insanı tanımayı ve her Ģeyin ötesinde, geniĢ bir anlayıĢı ve belli bir yürek zekâsını gerektiren özel bir çabayı gerektirir.”15 Rüyaları anlamak, deĢifre etmek ancak bağlamın titiz bir deĢifresi ile mümkün olabilir. “Rüyaların kökleri ona göre zihnin ölçülemeyecek derinliklerinde yatar. Bu anlamda rüya bizim irademize direnmekle kalmaz, sık sık bilinçli olarak da karĢı durur.”16 Jung‟un bilinçaltının iĢleyiĢine dair yapmıĢ olduğu bu itiraz rüyayı göreni dıĢarıda

15 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 285

16 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 285

(36)

26

bırakmamakla beraber rüya görme sürecini ve rüyanın kendisine has anlamını da bilimsel araĢtırma sürecine dâhil etmektedir. Bağlamın boĢunu alma yöntemi ile Jung, zihnin ölçülemeyecek derinliklerinden bilgi elde etmeyi hedeflemektedir. Rüyaya nüfuz eden bilinçaltı süreçlerin yalnızca duygunun bastırılması olarak değil birçok farklı Ģekilde rüyaya etki edebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmuĢtur. Bilinçaltında değiĢime uğrayan her duygu rüyaya farklı bir anlam katabilir ya da rüyanın yönünü değiĢtirebilir. Bununla beraber bilinçaltı süreçlerin geçirdiği değiĢim her zaman gözlemlenebilir olmadığı için zihin hem dıĢ sinyaller ve hem de iç sinyaller yoluyla kendi ifade biçimini oluĢturur. Rüya ise zihnin kendini gördüğü bir ayna gibi düĢünülebilir. Rüyanın gizil yanı ise kendi aynasında kendisini seyretmesinden kaynaklanır. Zihnin rüyada gördüğü uyandığında hatırında kalacak olan bir takım görüntülerdir. Rüya ise zihinden ve zihnin gördüğünden ayrı düĢünülemez bir bileĢkedir.

Zihinde ilk anlamıyla bulunan nesnelere karĢılık gelmediği gibi zihnin rüyada gördüğü resimlerin ilk anlamıyla da açıklanamaz. Bu nedenle rüya bu iki olgudan da farklı olarak üçüncü bir görme alanıdır denilebilir. Bu yönüyle hem gören hem de gösteren olma özelliğine sahiptir. Gösterdiği kısım zihnin bilindik anlamının kendisindeki yansımasıdır.

Bu yansıma sayesinde rüya görülebilir, hatırlanabilir olmaktadır. Bu yansıma sayesinde rüya yorumlanarak anlaĢılabilir bir olgu halini almıĢtır. Gördüğü kısım ise yansıttığından çok daha farklı, derin içeriklere sahip olabilmektedir. Yani benliğin bütün sırrı rüyanın kendisinde ifĢa olmaktadır fakat insan zihni bunun çok azına eriĢebilmektedir. Ayna alegorisi üzerinden bir çıkarımda bulunulursa bu durum kiĢinin kendisini aynada seyretmesine benzetilebilir. Aynaya bakan kiĢi için en az üç çeĢit görme biçimi, doğal

(37)

27

olarak en az üç benlik vardır. Aynaya bakan dıĢ dünyaya ait benlik, aynada görüntü olarak duran ve dıĢ dünyadaki görüntüye bakan benlik ve her ikisine birden bakan aynanın benlik haline gelmiĢ bileĢik yapısı. Rüyanın da bu tarz bir bileĢke olduğundan bahsedilebilir.

Aynadaki görüntü ve ayna arasındaki sırdır rüyanın asıl anlamı ve bu tarz bir anlam Jung‟un tasvir ettiği Ģekliyle derin bir bilgelik sayesinde anlaĢılır kılınabilir. Görülen her rüyanın büyük yorumlar gerektirecek derin manalara sahip olduğu söylenemez fakat kiĢinin zihin dünyasına göre değiĢiklik gösteren derin anlamları olabilecek rüyalar da vardır. Bu anlamda rüya artık sanatın estetik malzemesi olmaktan ya da yaĢam öyküsüne eklemlenecek renkli hikâyeler olmaktan çıkarak yaĢamı yönlendirecek gerçekliğe sahip, haber değeri olan geniĢ bir kavrama dönüĢmektedir. Jung‟un, rüyaların kökleri zihnin ölçülemeyecek derinliklerinde yatar ve bu anlamda rüya bizim irademize direnmekle kalmaz, sık sık bilinçli olarak da karĢı durur diyerek iĢaret ettiği rüya da bu anlamda bir rüya olmalıdır. Rüyanın sahip olduğu bu derinlik onun gerçeklikle kurduğu iliĢkiden ileri gelmektedir. Ricoeur‟in belirttiği gibi karmaĢık anlamların yeri olarak beliren bir dil bölgesi olarak rüyada, dolaysız anlamın içinde bir baĢka anlam daha kendini hem açığa vurmakta hem de gizlemektedir. Ricoeur‟e göre rüyaların anlamı bu iki anlamı birden kavramakla elde edilir. Rüyaya gerçekliğini veren bu çok anlamlılıkken insanı rüyasını anlatmaya ve yorumlatmaya sevk eden de insanın gerçeklik arayıĢından kaynaklanmaktadır. Freud‟un rüyaları psikanaliz yöntemi ile analize tabi tutmak istemesindeki bir amaç da varlığın, derinlikler psikolojisi hakkında görüĢ edinebilmekti.

Dolayısıyla bu özgün dili anlama çabası bir yanıyla da insanın kendisini anlama sürecidir.

Ġnsan daima anlam arayıĢını sürdürür nitekim anlamın olmadığı yerde hayat da yok

(38)

28

demektir. Hayatın normal akıĢı insanı anlamın izini sürmekten kimi zaman alıkoymaktadır.

Rüyalar ise anlamın açığa çıktığı bir diğer gerçeklik alanıdır. Ġnsanın bu anlamı günlük dilin gerçekliği ile ifade etme çabası rüyadaki simgesel dili kendi diline çevirmesi ile baĢlar.

1.2.3. Anlatı Olarak Rüya ve Gerçeklik İlişkisi

Jacques Lacan, özneyi diğer psikanalistlerin konumlandırdığından farklı bir biçimde konumlandırır. Lacan, öznenin ruhsal durumunu imgesel, simgesel ve gerçek düzlemler Ģeklinde üç aĢamada tanımlamaktadır.

Lacan‟ın kuramı, gerçek (real) (R) olarak ifade edilen ve psikoza karĢılık gelen bir dönemin yanında nevroza karĢılık gelen imgesel düzen (I) ve bireyin toplum ile olan iliĢkisine karĢılık gelen simgesel (S) denen toplamda üç adet düzen ile meydana gelir. Lacan‟a göre ise bu üç halkanın kesiĢimi bireyin bağlamlarını ifade etmektedir. Ve bu yapıda var olan gerçek kısım hiçbir zaman tam olarak bilinemez ve limitsiz olan bir durumdadır. Lacan Freud‟dan daha farklı olarak bu gerçek parçasını ortaya koymuĢtur denebilir. 17

Lacan‟a göre insan hayatı yani gerçeği anlamlandırma sürecinde imgesel ve simgesel süreçleri kullanır. Lacan‟nın kuramında gerçek bizi çevreleyen dıĢ dünyanın eĢ anlamlısı değildir. Gerçek ruhsal dünyada konumlanan bir yapıdır. Gerçek, Lacan‟a göre dilin de dıĢında bulunur. Bu nedenle her çeĢit sembolleĢtirmeye karĢı koymaktadır. Lacan

17 Kamil Tuzgöl, “Lacanyen Gerçek ve Gerçekliğin Rüyalarla ĠliĢkisi”, Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergis, 2 (2019), s.52

(39)

29

"Gerçeği" imkânsız olarak ifade eder ve "imgesel düzen ile simgesel düzene dâhil edilemez" olarak tanımlar. Ġmgesel ve simgesel süreçler rüyada da kullanılmaya devam eder. Bununla beraber hayatın kendisinde olduğu gibi gerçek halkası rüyada da tam olarak tanımlanamaz. Lacan, gerçeği sınırsız olarak tanımladığı için bunun asla tam olarak bilinemeyeceğini söyler. Rüyaların anlaĢılmayan kısmı da bu gerçek halkası oluĢturmaktadır. Öznenin ruhsal kapasitesinin kaldıramadığı kısmı gerçek halkası oluĢturur.

Bu nedenden ötürü de Lacan‟a göre rüyanın sonlandığı yer gerçeğin açığa çıktığı yerdir.

Buna dayanarak Lacan gerçeğin sert kabuğuna ancak rüyada yaklaĢtığımızı ifade eder.

Lacan‟a göre rüyaya önem kazandıran gerçeği barındırması değil insan bilincinin gerçeğe en çok rüyada yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenledir ki rüyaların anlamı merak edilerek yorumuna baĢvurulur. Rüyadaki sembolik duygu yoğunluklu dilin günlük dile aktarımı ile baĢlayan rüya anlatma süreci bir öyküleĢtirme çabası ile neticelenir.

Rüyayı anlaĢılabilir kılmak adına kiĢi rüyayı bütün bir anlatı olarak aktarmaya çalıĢacaktır.

Bu çaba rüyada yaklaĢılan gerçeği ifade etmenin ve anlamlandırmanın ortaya çıkardığı çabadır. Nitekim William S. Burroughs‟ın bu konudaki değerlendirmesi dikkate değerdir.

Rüya öyküsünün ilk etapta sadece bir duygulanım olarak hissedildiğini ve bu nedenle anlatılmasının son derece güç olduğunu ifade eder. Burrougs bu nedenle rüyaların anlatıya dönüĢtürülebilse de, bunun diğer anlatılara hiç benzemediğine vurgu yapar: “Durmadan değiĢir ve bir türlü neye benzediği hakkında fikir yürütülemez. Rüyaları anlatmaktaki ısrarımız yaĢamda asla aydınlatamayacağımız gizemi aydınlatma çabasıdır.” 18 Rüya anlatıları genellikle duygu dilinin çevirisi olarak baĢlar. Bu bazen mutluluk, bazen korku,

18 Yılmaz, “Rüya Gündelik Hayat,” s. 273

(40)

30

bazen de endiĢedir. Rüyanın zamanı, mekânı ve nesneleri, içinde yaĢadığımız gündelik hayatınkilerle karĢılaĢtırılamayacak ölçüde baĢka bir diziliĢtedir. Bu nedenle rüyanın duygu dili günlük dile çevrilirken gerçekliği yadsınmayacak olan hikâyeler kurgulanır ve rüya anlatısı böyle bir kurgu içinde aktarılır. Rasyonel anlatım tekniğinin baĢlıca gereği olan neden-sonuç iliĢkisi rüyada günlük hayattaki Ģekliyle bulunmaz. Bu nedenle çoğu zaman kiĢi rüya anlatısını oluĢtururken de bu anlamda rasyonel bir anlatı oluĢturma imkânına sahip değildir. Bu nedenle rüyanın gerçekliğine benzer bir anlatım diline sahip olan kurgunun dilini kullanır. Rüya ve kurgusal anlatı dili arasında gerçeklik teması üzerinden kurulan bu benzerlik iliĢkisi rüyanın gerçekle olan yakın temasını kanıtlar niteliktedir. KurgulanmıĢ olan her anlatı belirli bir duygu yoğunluğu neticesinde bilgi üretmek ve yeni anlam alanları açmak adına oluĢturulmuĢ bir arayıĢ ifadesidir. Bu yönüyle kurgusal anlatılar gerçekliği sorgulanamaz dünyalar inĢa eder ve muhatabında gerçeğe yakın bir izlenim bırakmayı hedefler. Kurgunun kendi kuralları çerçevesinde oluĢturulan anlatıların gerçekliği kurgu dili içerisinde değerlendirildiği için yadsınamaz. Nitekim anlatı güçlü bir dille oluĢturulmuĢsa muhatabında güçlü bir gerçeklik izlenimi bırakacaktır. Bu nedenledir ki roman kahramanları, aktörler ya da herhangi bir kurgusal zemine ait unsur gündelik hayatın içinde seyreden bir gerçeklik olarak algılanabilmektedir. Romanlardaki kahramanların kurgulanmıĢ karakterleri dıĢında bir Ģey yapması mümkün değildir. Italo Calvino‟nun

“Ağaca Tüneyen Baron” adlı romanın baĢkiĢisi okur için artık ağaçta yaĢayan bir kahramandır ve gerçektir. Kurgu dilinin hüküm sürdüğü bu dünyaya giren okur gerçekliği sorunsallaĢtıramaz ve olduğu gibi kabul eder. Umberto Eco edebiyat ve gerçeklik bahsinde bir takım çıkarımlarda bulunur. Eco, tarihsel ve bilimsel gerçekliklerin inandırıcılığının

Referanslar

Benzer Belgeler

Başta Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Turgut Uyar olmak üzere birçok şair bu temayı

Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Coğrafya (Türkiye Coğrafyası) Anabilim Dalında 1996 senesinde “Karasu İlçesi Coğrafyası”isimli tezini vererek

Kerkük Kazâsı’na tâbi (…) Karyesi’nden (…) Aşîreti’nden Seyyid (…) evlâdlarından sâdât-ı kirâmdan Seyyid Hüseyin ve Seyyid Rüstem ve Seyyid Sefer ve Seyyid Ahmed

dığı dönem için hem de günümüz açısından önemli bir yere sahiptir. 7 Werner Sombart’ın Burjuva adlı eseri Marcel Mauss’un Armağan başlıklı çalışması ile

101 İmamoğlu, a.g.e., s. 103 İmamoğlu, Rüya ve İstiharenin Psikolojik Tahlili, s.. oldukça önemli veriler sunan bir ölçektir. Buna göre şeyh, müridin gördüğü rüyaları

Tanpınar, Dede’nin Mahur Bestesi’ni ilk defa dinlediği zaman, birden- bire gözlerinin önünde çıplak bir manzarayla tek başına hâkim olan büyük.. bir ağacın

Her rüya gören insanın bildiği gibi, uykuda pek çok rüya görebilir in- san.. Buna karşılık görülen rüyaların pek azı

Rüya bittiği hâlde “Öp” diyordu adam hâlâ ısrarla “Sen öp, varsa vebali