• Sonuç bulunamadı

2008 küresel krizin Türkiye'deki bankacılık sisteminin etkinliği üzerine etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2008 küresel krizin Türkiye'deki bankacılık sisteminin etkinliği üzerine etkisi"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

2008 KÜRESEL KRİZİN TÜRKİYE’DEKİ BANKACILIK

SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ ÜZERİNE ETKİSİ

Şevket Süreyya KODAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Mehmet MUCUK

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Ö

ğrencin

in

Adı Soyadı Şevket Süreyya KODAZ

Numarası 104226001011 Ana Bilim/ Bilim Dalı İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora  Tezin Adı 2008 Küresel Krizin Türkiye’deki Bankacılık

Sisteminin Etkinliği Üzerine Etkisi

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Ö

ğrencin

in

Adı Soyadı Şevket Süreyya KODAZ

Numarası 104226001011 Ana Bilim/ Bilim Dalı İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora  Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı 2008 Küresel Krizin Türkiye’deki Bankacılık

Sisteminin Etkinliği Üzerine Etkisi

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan “2008 Küresel Krizin

Tür-kiye’deki Bankacılık Sisteminin Etkinliği Üzerine Etkisi” başlıklı bu çalışma

30/04/2014 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile ba-şarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvan, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler İmza

Doç. Dr. Mehmet MUCUK Danışman

Prof. Dr. Ahmet AY Üye

(4)

ÖNSÖZ

Bu çalışmanın hazırlanmasında değerli zamanını ayıran ve desteğini hiçbir za-man benden esirgemeyen değerli danışza-manım Doç Dr. Mehmet Mucuk’a, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölüm hocalarına ve bu sürede bana sürekli destek veren aileme teşekkürlerimi sunarım.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü

Ö

ğrencin

in

Adı Soyadı Şevket Süreyya KODAZ

Numarası 104226001011

Ana Bilim/

Bilim Dalı İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı 2008 Küresel Krizin Türkiye’deki Bankacılık Siste-minin Etkinliği Üzerine Etkisi

ÖZET

Finansal krizler, 1980 sonrası ekonomi literatüründe hem kuramsal hem de de-neysel çalışmalar yönünden önemli yer tutmaktadır. Finans kesiminin alt sektörlerin-de para, bankacılık ve dış borç ile ilgili ortaya çıkan ani ve büyük ölçekli sorunlar şeklinde tanımlanan finansal krizlerin nedenleri ile ilgili birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri olmak üzere üç temel yaklaşım vardır. Küreselleşmenin etkin olduğu 1980 sonrası dönemde özellikle gelişmekte olan ekonomilerde finansal kriz-ler para, bankacılık, dış borç ve sistematik finansal krizkriz-ler şeklinde sıklıkla kendini göstermektedir. Son yıllarda sıkça rastlanılan finansal krizlere neden olan faktörler genel olarak finansal liberalizasyon, sabit döviz kuru sistemleri, aşırı borçlanma ve enflasyon olarak ifade edilmektedir. Küreselleşme hareketleriyle birlikte Türkiye’de de bazı finansal krizler yaşanmıştır. Yaşanan bu krizler sonrası finansal piyasaların düzenlenme ve denetim ihtiyacının bir gereği olarak finansal regülasyon politikaları gündeme gelmiştir. Bu dönemde uygulanan finansal regülasyonlar, Türkiye’nin 2008 küresel krizinden az zararla çıkmasında etkili olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Finansal Kriz, Finansal Regülasyon, 2008 Küresel Krizi,

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü

Ö

ğrencin

in

Adı Soyadı Şevket Süreyya KODAZ

Numarası 104226001011

Ana Bilim/

Bilim Dalı İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans  Doktora 

Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı The Effect Of 2008 Global Crisis On The Effective-ness Of The Banking System In Turkey

ABSTRACT

Financial crisis has an important place in the post 1980’s economical literature based on both theoritic and experimental studies. There are three main aproachesas first, second, and third zone crisis models about the reasons of the financial crisis – the rapid and big scale problems occured in the fields of money, banking, and foreign debt in the sub-sector of finance region. Financial crisis has frequently occured as money, banking, foreign debt, and sistematical financial crisis especially in the emerging markets after the 1980 era when globalization started to become increa-singly significant. The reaosons of the financial crisis generelly difined as financial liberalization, fixed exchange rate system, extreme borrowing, and inflation. There has been some financial crisis related to globalization in Turkey, too. After these financial crisis, financial regulation systems became current issues as a requirement of the need for the regulation and control of the financial system. Thanks to the fi-nancial regulations applied in this era, Turkey has left the 2008 crisis with minumum damage.

Key Words: Financial Crisis, Financial Regulation, 2008 Global Crisis, Data

(7)

KISALTMALAR LİSTESİ AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri BİO : Bağımsız İdari Otoriteler

BSYYP : Bankacılık Sektörünü Yeniden Yapılandırma Programı

CDO : Colleterelized Debt Obligations-Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükleri CMO : Colleterelized Mortgage Obligation-Teminatlandırılmış İpotek Yükümlülük DİBS : Devlet İç Borçlanma Senedi

FED : Federal Reserve System-Amerikan Merkez Bankası GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

GSYH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

IMF : International Monetary Fund-Uluslararası Para Fonu IMKB : İstanbul Menkul Kıymetler Borsası

KİT : Kamu İktisadi Teşekkülleri

KOBİ : Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TEFE : Toptan Eşya Fiyat Endeksi

TMSF : Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu

TL : Türk Lirası

TÜFE : Tüketici Fiyatları Endeksi

(8)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo-1: 1994 Krizi Öncesi Göstergeler ... 55

Tablo-2: Enflasyon ve Büyüme ... 56

Tablo-3: Türkiye'de ki Sektörünün Yeniden Yapılandırma Maliyeti ... 72

Tablo-4: 2008 Küresel Kriz Öncesi GSYH Büyüme Oranları (%) ... 76

Tablo-5: 2008 Küresel Krizi Öncesi Enflasyon Oranları (%) ... 76

Tablo-6: 2008 Küresel Krizi Öncesi İşsizlik Oranları (%) ... 77

Tablo-7: ABD Bankacılık Sektöründe Türev Ürünlerdeki Gelişim (%) ... 85

Tablo-8: ABD’de Finans Kuruluşlarının 2008 Haziran Zararları (Milyar Dolar) ... 87

Tablo-9: Çeşitli Ülkelerde Bazı Finansal Kuruluş İflasları (2008-2009) ... 89

Tablo-10: 2008 Küresel Krizi Sonrası GSYH Büyüme Oranları (%) ... 90

Tablo-11: 2008 Küresel Krizi Sonrası Enflasyon Oranları (%) ... 91

Tablo-12: 2008 Küresel Krizi Sonrası Ülke Bazlı İşsizlik Oranı (%) ... 92

Tablo-13: Ülkelerin Aldıkları Önlem Kategorileri ... 93

Tablo-14: Kurtarma Paketlerinin Maliyetleri (Şubat 2009) ... 95

Tablo-15: Türkiye’de Bankacılık Sektörüne Ait Temel Bilanço Büyüklükleri (Milyar TL) ... 101

Tablo-16: Kriz Döneminde Makroekonomik Göstergeler ... 104

Tablo-17: 2003-2012 Yılları VZA Karar Birimleri Kümesi ... 122

Tablo-18: Üretim Yaklaşımında Kullanılan Girdi ve Çıktılar ... 122

Tablo-19: Üretim Yaklaşımına Göre Gözlem Kümesi İçin Etkinlik Değerleri (2003-2007) ... 123

Tablo-20: Üretim Yaklaşımına Göre Gözlem Kümesi İçin Etkinlik Değerleri (2008-2012) ... 124

Tablo-21: Üretim Yaklaşımına Göre Yıllar İtibariyle Ortalama İstatistikler ... 126

Tablo-22: Üretim Yaklaşımına Göre 2012 Yılı İçin Etkin Olmayan Bankaların Referans Kümeleri ve Yoğunluk Değerleri ... 130

(9)

Tablo-23: Üretim Yaklaşımına Göre Gözlem Kümesini Oluşturan

Bankaların Malmquist Endeksi Sonuçları (2004-2008) ... 131

Tablo-24: Üretim Yaklaşımına Göre Gözlem Kümesini Oluşturan

(10)

GRAFİKLER LİSTESİ

Grafik-1: GSYH Büyüme Oranı (%) ... 105

Grafik-2: Enflasyon Oranı (%) ... 106

Grafik-3: İşsizlik Oranları (%) ... 108

Grafik-4: İthalat ve İhracat (Milyon $) ... 110

(11)

İÇİNDEKİLER

Sayfa No:

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ ... iii

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

KISALTMALAR LİSTESİ ... vi

TABLOLAR LİSTESİ ... vii

GRAFİKLER LİSTESİ ... ix

GİRİŞ ... 1

I. BÖLÜM: KURAMSAL AÇIDAN FİNANSAL KRİZLER ... 3

1.1. Finansal Kriz Kavramı ... 3

1.2. Finansal Krizleri Açıklamaya Yönelik Modeller ... 4

1.2.1. Birinci Kuşak Kriz Modelleri ... 4

1.2.2. İkinci Kuşak Kriz Modelleri ... 7

1.2.3. Üçüncü Kuşak Kriz Modelleri ... 8

1.3. Finansal Kriz Türleri ... 12

1.3.1. Para Krizleri ... 12

1.3.2. Bankacılık Krizleri ... 13

1.3.3. Dış Borç Krizleri ... 17

1.3.4. Sistematik Finansal Krizler ... 17

1.4. Finansal Krizin Nedenleri ... 18

1.4.1. Finansal Liberalizasyon ... 18

1.4.2. Sabit Döviz Kuru Sistemleri ... 20

1.4.3. Aşırı Borçlanma ... 22

1.4.4. Enflasyon ... 23

1.5. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ... 24

1.5.1. Uluslararası Rezervler ... 25

(12)

1.5.3. Rezerv Yeterliliği (M2/R) ... 27

1.5.4. Cari Açık ... 27

II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE FİNANSAL REGÜLASYONLAR VE FİNANSAL KRİZLER ... 29

2.1. Finansal Krizlere Yönelik Uygulanan Finansal Regülasyonlar ... 29

2.1.1. Regülasyon Tanımı ... 29 2.1.2. Regülasyon Türleri ... 30 2.1.2.1. İktisadi Regülasyon ... 31 2.1.2.2. Sosyal Regülasyon ... 31 2.1.2.3. İdari Regülasyon ... 32 2.1.3. Regülasyon Teorileri ... 32

2.1.3.1. Kamu Yararı Teorisi ... 32

2.1.3.2. Özel Çıkar Teorisi (Chicago Yaklaşımı) ... 33

2.1.3.3. Kamu Tercihi Teorisi ... 35

2.1.3.4. Avusturya Mülkiyet Hakları Yaklaşımı ... 37

2.1.4. Regülasyon Yöntemleri ... 38

2.1.4.1. Getiri Oranı Regülasyonu ... 38

2.1.4.2. Fiyat Tavanı Regülasyonu ... 39

2.1.4.3. Karma Regülasyon ... 39

2.1.5. Regülasyon Politikasının Amaçları ... 40

2.1.6. Regülasyon Politikasının Araçları ... 42

2.1.6.1. Fiyat Regülasyonları ... 42

2.1.6.2. Giriş Regülasyonları ... 43

2.1.6.3. Bağımsız İdari Otoriteler ... 43

2.1.6.4. Finansal Regülasyon ... 44

2.1.6.4.1. Finansal Regülasyonun Gerekçeleri ... 46

2.2. Türkiye’deki Finansal Krizler ... 46

2.2.1. 1994 Krizi ... 46

2.2.2. 1994 Krizinin Temel Nedenleri ... 51

2.2.3. 1994 Krizi Sonrasında Uygulanan Finansal Regülasyonlar ... 57

(13)

2.2.4. 2000-2001 Krizi ... 60

2.2.4.1. 1 Aralık 1999 İstikrar Programı ... 60

2.2.4.2. Kasım 2000 Krizi ... 61

2.2.4.3. Şubat 2001 Krizi ... 64

2.2.4.4. 2001 Krizi Sonrası Uygulanan Regülasyon Politikaları ... 68

2.2.4.4.1. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ... 69

III. BÖLÜM: 2008 KÜRESEL KRİZİ VE TÜRKİYE'DEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKİSİNİN VERİ ZARFLAMA ANALİZİ İLE İNCELENMESİ ... 73

3.1. 2008 Küresel Krizi Öncesi ABD Ekonomisinin Genel Görünümü ... 73

3.2. Küresel Finansal Krizin Nedenleri ... 77

3.2.1. Likidite Fazlalığı ve Subprime Mortgage Krediler ... 78

3.2.2. Menkul Kıymetleştirme ... 79

3.2.3. Saydamlık Eksikliği ... 80

3.2.4. Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Yetersizlikleri... 81

3.2.5. Faiz Oranları ... 83

3.2.6. Türev Ürünler ... 84

3.2.7. Düzenleyici ve Denetleyici Kuruluşlar ... 86

3.3. 2008 Küresel Krizinin Dünya Ekonomisine Etkisi ... 87

3.5. Ülkelerin 2008 Küresel Kriz Karşısında Aldıkları Önlemler ... 92

3.6. 2008 Küresel Finans Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri ... 96

3.6.1. 2008 Küresel Finans Krizinin Finansal Piyasalar Üzerine Etkileri ... 100

3.6.2. 2008 Küresel Finans Krizinin Reel Ekonomi Üzerine Etkileri ... 102

3.6.2.1. Büyümeye Etkisi ... 104

3.6.2.2. Enflasyona Etkisi ... 106

3.6.2.3. Kamu Maliyesine Etkisi ... 107

3.6.2.4. İstihdam Durumu ... 108

3.6.2.5. Dış Ticarete Etkisi ... 109

3.7. Veri Zarflama Analizi ... 111

3.8. Veri Zarflama Analizi Modelleri ... 114

(14)

3.8.2. Banker, Charnes, Cooper (BCC) Modeli ... 116

3.8.3. Toplamsal Yöntem ... 117

3.9. Veri Zarflama Analizinin Avantajları, Dezavantajları ... 118

3.10. Türkiye'de ki Bankacılık Sisteminin Veri Zarflama Analizi İle İncelenmesi . 120 3.10.1. Yöntem ... 120

3.10.2. Uygulamada Kullanılın Karar Birimleri ve Değişkenler ... 121

3.10.3. Bulgular ve Değerlendirmeler ... 122

SONUÇ ... 134

KAYNAKÇA ... 140

(15)

GİRİŞ

1980 sonrası dünya ekonomi konjonktüründe etkin rol oynayan küreselleşme ile birlikte hız kazanan ulusal ve uluslararası piyasaların entegrasyon süreci finansal kriz olgusunu da beraberinde getirmiştir. Finansal piyasaların liberalize edildiği, sermaye giriş çıkışlarının serbestleşmeye başladığı bu dönemde gelişmekte olan bir-çok ülke güçlü bir ekonomik altyapı oluşturulmadan bu sürece dahil olmuştur. Ulus-lararası piyasaların birbirine entegre olması birçok olumlu gelişmeleri beraberinde getirirken, özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha sık finansal krizlerin yaşanması-na neden olmuştur.

Devletinin rolünün azaldığı bu yeni dönemde birçok finansal krizin oluşması devletin rolünün yeniden tartışılmasına neden olmuştur. Türkiye ekonomisi de 1980 sonrası uygulanan ekonomi politikaları ile birlikte liberal bir yapı kazanmıştır. Ancak güçlü bir ekonomik altyapı oluşturulmadan uygulanan liberal politikalar sonucu Tür-kiye ekonomisinde ciddi sorunlar meydana getiren 1994 ve 2001 krizleri yaşanmıştır. Bu iki önemli krizin etkisini azaltmak için, devletin ekonomide etkinliğini sağlamak ve piyasa başarısızlıkları nedeniyle ortaya çıkan etkinsizlikleri gidermek amacıyla ekonomide yapmış olduğu her türlü kontrol ve düzenleyici önlemler olarak tanımla-nan regülasyon politikaları Türkiye ekonomisinde etkin bir rol oynamıştır.

1980-2007 yılları arasında uygulanan liberal politikalar sonucu Türkiye’nin de dahil olduğu birçok gelişmekte olan ülkede önemli krizler yaşanmıştır. Ancak 2008’de gelişmiş bir ülke olan ABD’ de başlayan ve kısa bir sürede küresel bir liki-dite ve kredi krizi haline gelen 2008 krizi, 1980 sonrası uygulanan liberal politikala-rın gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra gelişmiş ülkelerde de ciddi biçimde tartışılma-sına neden olmuştur. 2008 öncesi refah seviyesinin diğer ülkelerle kıyaslanamayacak derecede arttığı ABD’de konut sahibi olmak için yeterli geliri olamayan insanları ev sahibi yapmaya yönelik uygulanan politikalar sonucu ABD konut piyasasında başla-yan kriz daha sonra küresel bir krize dönüşmüştür. Bu bağlamda son yıllarda iktisat literatüründe, 2008 küresel krizini temel alarak, finansal krizler ve etkileri ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır.

(16)

2008 küresel krizinin de irdelendiği tezimizin birinci bölümünde finansal kriz tanımları, kriz modelleri, türleri, nedenleri ve göstergelerine yer verilmiştir.

İkinci bölümünde krizleri önlemede etkin olduğu düşünülen regülasyon kavra-mının tanımı, türleri, yöntem, amaç ve araçları verilmiş; Türkiye ekonomisinde yaşa-nan 1994 ve 2001 krizlerinde uygulayaşa-nan fiyaşa-nansal regülasyonlara değinilmiştir.

Üçüncü bölümde ise, 2007’nin ortalarından itibaren finans sektöründe kendisi-ni gösteren ve 2008’de ABD merkezli olarak başlayan, daha sonra küresel bir krize dönüşen 2008 küresel krizi öncesi ekonomik konjonktür, küresel krizin nedenleri, dünya ekonomisine etkileri ve bu bağlamda Türkiye ekonomisine etkileri irdelenme-ye çalışılmıştır. Ayrıca çalışmanın son bölümünde etkinlik ölçüm yöntemlerinden veri zarflama analizi ile 2001 krizi sonrası uygulanan finansal regülasyon politikaları ile yeniden yapılandırılan Türkiye’de ki bankacılık sektörünün 2008 küresel krizin-den ne ölçüde etkilendiği analiz edilmiştir.

(17)

I. BÖLÜM

KURAMSAL AÇIDAN FİNANSAL KRİZLER

1.1. Finansal Kriz Kavramı

Günümüzde hemen hemen bütün bilim dallarında yaygın olarak kullanılan kriz kelimesi sosyal bilimlerde “buhran” ve “bunalım” ifadelerine karşılık gelmekte, de-netlenemeyen bazı dış faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan ve sisteme zarar veren olum-suz gelişmeler olarak tanımlanmaktadır. Ancak beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan, sıkıntılı bir dönemin yaşanmasına neden olabilen kriz, bazı durumlarda bazı çevreler veya kesimler için yeniden yapılanma yolunda bir fırsata da dönüştürülebil-mektedir. Bu bağlamda kriz, ekonomik ve kurumsal yapıda yeni bir dönemin başlan-gıcı olarak da kabul edilebilir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 51).

Ekonomik anlamda kriz ise; mevcut makro iktisadi dengeleri bozarak mikro düzeyde de bireyleri ve firmaları olumsuz yönde etkileyen ve önceden öngörüleme-yen bir olay olarak tanımlanabilir (Aktan ve Şen, 2001: 1225). Aynı zamanda eko-nomik kriz kavramı, herhangi bir mal ve hizmet, üretim faktörü veya finans piyasala-rındaki fiyat veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçek-leşen şiddetli dalgalanmaları da ifade eder (Kibritçioğlu, 2001: 175). Krizler, genel-likle finansal yatırımcıların ülke koşullarının riskli hale geldiği konusundaki beklen-tilerine bağlı olarak; yatırımcıların spekülatif hareketleri sonucu başlar ve bu hareket-lerin yoğunluğu nispetinde şiddet kazanmaktadır (Eren ve Süslü, 2001: 622).

Ekonomik krizler etkiledikleri sektörler açısından, “reel sektör krizleri” ve “fi-nansal sektör krizleri” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Reel sektör krizleri, piyasada üretim ve istihdamda önemli dalgalanmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Finansal sektör krizleri ise, finansal piyasalardaki sorunlara bağlı olarak ekonominin reel ke-simi üzerinde tahrip edici etkiler yaratabilen ve piyasaların etkin işleyiş biçimini bo-zan piyasa çöküşleri olarak nitelendirilmektedir (Aktaran: Işık vd, 2006: 239).

(18)

Finansal krizle ilgili olarak literatürde farklı tanımlamalar bulunmaktadır. Bun-lardan Bastı (2006) finansal krizi, finans kesiminin alt sektörlerinde para, bankacılık ve dış borç ile ilgili ortaya çıkan ani ve büyük ölçekli sorunlar şeklinde ifade eder-ken; Mıshkın (1999) ise asimetrik bilgi problemlerinin yarattığı ters seçimin ve ahla-ki tehlikenin çok daha kötü bir hale geldiği, böylelikle finansal piyasalarda fonların en verimli yatırım fırsatlarına sahip olan kişilere kanalize edilemediği, doğrusal ol-mayan bir bozulma olarak tanımlamıştır.

1.2. Finansal Krizleri Açıklamaya Yönelik Modeller

Finansal krizler, 1980 sonrası ekonomi literatüründe hem kuramsal hem de de-neysel çalışmalar yönünden önemli yer tutmaktadır. Finansal krizlerin nedenleri ko-nusunda birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri olmak üzere üç temel yakla-şım vardır.

Paul Krugman tarafından geliştirilen birinci kuşak kriz modellerine göre, mak-roekonomik politikaların hükümetin döviz kuru hedefleriyle tutarsızlık göstermesi finansal krizlerin temel nedenini oluşturmaktadır. Bu ilk kez 1979 yılında Paul Krugman tarafından ortaya konmuştur. 1994’de Maurice Obstfeld finansal krizlerin kendi kendini besleyen beklentiler (self-fulfilling expectations) sonucunda ortaya çıktığını ifade ederek ikinci kuşak finansal kriz modellerini ortaya koymuştur. Üçün-cü kuşak kriz modelleri ise 1997 Asya Krizinden sonra bankacılık ve finans sektörü-nün rolünü vurgulayarak, banka krizleri ile para krizlerinin birbirini besleyen bir kısır döngü yarattığı ana düşüncesine dayanmakta ve krizlerin ülkeler arasında bulaşma mekanizmasını açıklamaya çalışmaktadır (Sevim, 2012: 24).

1.2.1. Birinci Kuşak Kriz Modelleri

Ülkelerin 1970’li yıllardan itibaren karşılaştığı krizler, bu krizlerin ortaya çıkışı ve ortaya çıkmadan öngörülebilmeleri konusundaki teorik çalışmaların başlamasına yol açmıştır. Bu konuda o dönemde yapılan çalışmalar “ilk nesil araştırmaları” olarak nitelendirilmektedir (Akdiş, 2000: 94).

(19)

Birinci kuşak kriz modelleri ABD Federal Rezerv’in uluslararası finans bölü-münde bulunan Stephan Salant’ın 1931 yılındaki çalışması model alınarak geliştiril-miştir. Salant’ın ilgi alanı özellikle o yıllarda gündemde olan fiyatların ve resmi altın stoklarının esas alınması ile para krizlerinden çok reel piyasalarda uygulanan istikrar programlarına odaklanmıştır. Ancak bu tür istikrar programlarının spekülatif saldırı-larla sarsılabileceğinden endişe edilmektedir. Çünkü spekülatörler bir malı diğer mal-lara göre yüksek bir getiri sağlayacağı beklentisi ile ellerinde tutmaktadırlar. Böyle bir malın fiyatı ise en azından faiz oranları ile orantılı olarak artmalıdır (Karabulut, 2002: 86-87).

Fiyatın yükselebileceği değer, talebin daha fazla artmayacağı bir noktaya var-dığında durmaktadır. Ancak resmi bir kurulun, sözü edilen malı sabit bir fiyattan alıp satacağını ilan etmesi halinde farklı gelişmeler yaşanacaktır. Fiyatın yükselebileceği en yüksek düzeyden ellerindeki malı satan spekülatörler hem bunu alma konumunda-ki kurumun elinde büyük bir stok birikmesine sebep olacaklar hem de piyasada he-deflenen fiyatın üzerinde bir fiyat oluşturacaklardır. Böyle bir gelişme bu malın spe-külatörlerce toplanmasına yol açacaktır. İstikrarı sağlamak isteyen organ, bu aşamada da hala fiyatları kontrol ederek bedelin düşük düzeyde olmasını sağlamaya çalışırsa, stoklarını tüketme durumu ile karşı karşıya kalacaktır (Karabulut, 2002: 86-87).

Paul Krugman’ın 1979 tarihli çalışması da finansal kriz literatüründe yapılan ilk çalışma olarak kabul edilmektedir. Krugman’ın bu çalışmasında, sabit döviz kuru sisteminin olduğu bir ekonomide, bütçe açıklarının kapatılmasında parasal genişle-meye başvurulmasının yaratacağı sonuçlara dikkat çekilmektedir. Bütçe açıklarının parasal genişleme ile kapatılması durumunda ortaya çıkan ek para dövize yönelmekte, böylece parasal otoritenin uluslararası rezerv düzeyi erimektedir. Çünkü bütçe açığı ile birlikte parasal genişleme sürecinin süreklilik kazanması sonucu dövize olan tale-bin artması, uluslararası rezerv düzeyinin de aşamalı olarak azalmasını beraberinde getirmektedir. Rezerv düzeyindeki bu azalma ise spekülatörleri dövize saldırı için teşvik etmektedir. Böyle güçlü bir güdü ile hareket eden spekülatörler Krugman’a göre kesinlikle uluslararası rezervler sıfırlanmadan önce harekete geçecek ve sabit döviz kurunu sürdürülemez hale getirecektir (Krugman, 1979: 311-312).

(20)

Nitekim Latin Amerika’da 1980’lerin başında yaşanan bir dizi krize dayanarak genelleştirilen geleneksel ortodoks görüşe göre krizlerin temel nedeni Krugman’ın da ifade ettiği gibi ekonomide hızla artan devlet harcamalarının kamu maliyesinde yara-tığı açıklar ve bu açıkların para basarak finanse edilmesinin neden olduğu döviz re-zervlerindeki azalma olmuştur. Döviz rere-zervlerindeki düşüş belli bir düzeye ulaştı-ğında, sabit döviz kurunun sürmeyeceği görüşünün piyasaya hakim olmasıyla birlikte, spekülatörlerin dövize yönelmesi kurun çökmesine yol açarak ulusal para birimi öte-ki paralara göre değerini önemli ölçüde kaybetmiştir. Kriz öncesinde, bu ülkelerin hemen hemen hepsinde fiyat artışlarıyla birlikte reel kur değerlenmiş ve cari dış açık-lar önemli bir artış göstermiş olduğundan bu iki göstergedeki yükselmenin krizin en önemli göstergesi olduğu birinci kuşak kriz modellerinde genel kabul görmektedir (Sevim, 2012: 25).

Birinci kuşak kriz modelleri, spekülatif saldırının oluşma zamanını belirlemeye yönelmiştir. Spekülasyonun ve para üzerindeki baskının nedeni, temel makroekono-mik değişkenlerdeki olumsuz gelişmelerdir ve bu gelişmeler sayesinde döviz krizle-rini öngörmek olasıdır. Merkez bankasının sahip olduğu rezerv düzeyi, spekülatif saldırının ortaya çıkmasında çok önemli rol oynamaktadır (Sevim, 2012: 25).

Örneğin, 1982 Meksika krizinde birinci kuşak kriz modellerinin temel unsurla-rının yer aldığı dikkat çekmektedir. Sabit kur sistemi, tutarsız ve sürdürülemez mak-roekonomik politikalar ile azalan rezerv düzeyi yaşanan krizde etkili olan faktörler olarak ifade edilmektedir (Kansu, 2006: 82). 1998 Rusya krizinde de birinci kuşak kriz modellerinin temel unsurları görülmektedir. Rusya’da bütçe açığı ve hükümetin borç yüküne bağlı olarak gelecekte parasal genişlemeye gidileceği ve Ruble’nin de-ğer kaybedeceği beklentisi krizin en temel nedenleri arasında gösterilmektedir (Altın-taş ve Öz, 2007: 21).

Birinci kuşak kriz modellerine getirilen eleştiriler şunlardır: Birincisi, Merkez Bankası’nın bir spekülatif atakta döviz açığını kapatabilmesi konusundaki sert tutu-mudur. Merkez Bankası bir kriz esnasında dışarıdan döviz alabilir, dolayısıyla re-zervlerini yüksek tutabilir. İkincisi, bir kriz durumunda sabit kurun kaldırılacağını düşünen spekülatörler çok aktif davranırken Merkez Bankası’nın pasif kalmasıdır.

(21)

Üçüncüsü ise Merkez Bankası’nın dalgalı kura daha kolay yumuşak biçimde geçebi-leceğidir (Saxena, 2004: 326).

1.2.2. İkinci Kuşak Kriz Modelleri

1992-1993 yıllarında Avrupa’da ortaya çıkan krizler öncesinde mik dengelerde bir bozulma olmaması, Avrupa’da ortaya çıkan krizin makroekono-mik problemlere vurgu yapan birinci kuşak kriz modelleriyle açıklanamaması sonu-cunu doğurmuş ve para krizlerinin ortaya çıkışında farklı nedenler arayan modeller üzerinde durulmaya başlanmıştır (Akçağlayan, 2005: 115). Obstfeld (1986 ve 1994) tarafından geliştirilen ve İkinci Kuşak Kriz Modelleri olarak adlandırılan bu model-lerde, politikaların amaç ve hedefleri arasında yaşanan çelişkiler ve gerilim duru-munda veya politika belirsizlikleri ortamında, iktisadi ajanlarının beklentilerinin, ik-tisadi sonuçları değiştirecek ölçüde önemli etkileri olduğu ileri sürülmektedir. 1992-1993 Avrupa Para Krizi’nden sonra ortaya çıkan bu modellerde, para krizine makro-ekonomik politikaların sürdürülebilirliği ile ilgili beklentilerde ortaya çıkan değişik-liklerin neden olduğu savunulmaktadır (Delice, 2003: 65).

İkinci kuşak modellerinin “beklentilerin kendi kendini beslemesi” ve “çoklu denge” olmak üzere 2 temel özelliği bulunmaktadır. Bu iki özellik, parasal krizlerin sebepleri hakkında yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Çoklu denge, sabit döviz kuru politikasının sürdürülebilirliği ile ilgili şüphe olmadığı halde, piyasa katılımcılarının başarılı bir spekülatif atağın mevcut politikayı değiştirebileceğine inandıklarında ortaya çıkar. Mevcut makroekonomik büyüklüklerden çok, gelecekteki makroeko-nomik büyüklükler dikkate alınmaktadır. Gelecekteki makroekomakroeko-nomik büyüklüklerin sabit döviz kur politikası ile uyuşmayacağı yönünde bir beklenti oluşur. Bu durum kendi kendini besleyen krizlere ortam hazırlamaktadır. Modellerde sabit döviz kur rejiminin çöküşü, ekonomik bir sürecin kaçınılmaz sonucu olarak değil; politik bir tercih olarak kabul edilmektedir (Bastı, 2006: 12). Krizlerin bileşenleri ise şu şekilde sıralanabilir (Özatay, 1998: 10):

 Kamunun sabit döviz kur politikasını sürdürmek istemesin mutlaka bir ne-deni bulunmaktadır,

(22)

 İzlenilen sabit döviz kuru politikası nedeniyle katlanılmış olan maliyet sabit kurdan çıkmayı zorlaştırmaktadır,

 İktisadi birimlerin beklentileri önem kazanmaktadır.

İkinci kuşak kriz modellerinde iktisadi birimlerin politikaları ve göstergeleri nasıl değerlendirdiği, yani beklentiler ön plana çıkmaktadır. Rasyonel beklentiler teo-risine göre, iktisadi birimlerin beklentileri izlenilen politikaların sonuçlarını etkile-mektedir (Eren ve Süslü, 2001:663). İktisadi birimlerin devalüasyon beklentileri bir taraftan faizleri yükselterek kurun çökmesine neden olabilmekte diğer taraftan da faizler, fiyatlar yoluyla enflasyona ve kamu bütçelerinin bozulmasına yol açarak kur politikasının sürdürülebilmesini engelleyebilmektedir (Obstfeld, 1996: 1037).

İkinci kuşak kriz modellerine göre, Avrupa ülkelerinde meydan gelen devalü-asyonların nedeni, talepte meydana gelen yetersizliğe bağlı olarak oluşan işsizlikten kaynaklanmaktadır. Ülkeler, işsizliğin politik maliyetleri ile devalüasyon yapmanın politik maliyetleri arasında tercih yapmak zorunda kalmışlardır. Hükümetin işsizlik konusundaki endişesi, devalüasyon beklentisini artırarak spekülatif bir atak için ze-min hazırlamıştır. Dolayısıyla ikinci kuşak kriz modellerinde krizin politik bir terci-hin sonucu olarak ortaya çıktığı vurgulanmaktadır (Obstfeld, 1986: 74).

Sonuç olarak ikinci kuşak kriz modelleri üzerinde yapılan çalışmalar, uygula-nan ekonomik politikalar ile döviz kuru rejimlerinin uzun vadedeki çelişkileri sonu-cunda ortaya çıktığını göstermektedir. Ancak kendi kendini besleyen krizler, sürü psikolojisi, krizlerin bulaşması, piyasa manipülasyonu gibi durumlar piyasadaki eko-nomik birimlerin hiçbir suçu yokken ortaya çıkabilmektedir (Akdiş, 2000: 97).

1.2.3. Üçüncü Kuşak Kriz Modelleri

Krugman (1979) tarafından ortaya atılan, Flood ve Garber (1984) tarafından daha net bir şekilde detaylandırılan birinci kuşak kriz modelleri, krizleri devletin bütçe açıklarını para basarak kapatma isteğinin ve sabit kur rejiminin çökmesi halin-de sermaye kaybına uğramamayı (veya sermaye kazancı elhalin-de etmeyi) düşünen yatı-rımcıların döviz rezervleri kritik bir seviyenin altına indiğinde başlattıkları spekülatif

(23)

saldırını sonucunda oluşan bütçe açıklarının ürünü olarak açıklamaktadır. Obstfeld (1994) tarafından açıklanan ikinci kuşak kriz modelleri ise krizlerin sabit döviz kuru politikasına bağlılık ile genişletici bir para politikası uygulamak arasında yaşanan çatışma ve yatırımcıların devletin kuru dalgalanmaya bırakacağı yönünde duyduğu endişenin faiz oranları üzerinde yarattığı baskının ürünü olduğunu söylemektedirler (Krugman, 1999: 1-2).

Birinci ve ikinci kuşak kriz modelleri 1997-1998 yıllarında Asya ülkelerinde yaşanan krizleri açıklamada yetersiz kalmıştır. Kriz öncesinde söz konusu ülkelerin mali göstergeleri iyi olarak değerlendirilmiştir. Bu krizde başka faktörlerin rol oyna-dığı düşünülmektedir. Bu nedenle, hem yaşanan krizi anlamak hem de gelecekte ya-şanabilecek benzer krizlere karşı uyarılarda bulunmak açısından üçüncü kuşak bir kriz modeline ihtiyaç duyulmaktaydı (Krugman, 1999: 2).

1997 yılında Tayland’ın ulusal parasını devalüe etmesi ile başlayan Asya Krizi Güney Kore, Tayland ve Endonezya başta olmak üzere birçok Asya ülkesinin ekono-misini derinden etkilemiştir. Asya ekonomileri sermaye ithaline dayalı büyüme mo-deli izlemişlerdir. Faiz oranlarını yüksek tutarak, yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmiş-ler ancak bu sermayenin kısa vadeli olması bu ekonomiçekmiş-leri krize sürüklemiştir. Yine faiz oranlarındaki yükseklik üretim sektörünü borçlanma maliyetlerindeki artışla etkilemiştir. Başta Tayland olmak üzere birçok Asya ülkesini derinden etkileyen kriz hem bankacılık hem de para krizinin bir arada yaşandığı ikiz kriz modelini sergile-miştir. Krizin derinleşmesinde söz konusu ülke ekonomilerinin finans piyasalarının derin olmaması, bankacılık mevzuatındaki boşluklar, kredi geri dönüşlerinde yaşanan sorunlar da önemli rol oynamıştır (Aktaran: Sarpkaya, 2009: 33).

Asya krizini farklı boyutları ve özellikle krizi tetikleyen faktörlerin kamu sek-töründen ziyade özel sektörde yaşanılan sorunlar olması üçüncü kuşak kriz modeli-nin oluşmasında temel etken olmuştur (Aktaran: Özdemir, 2007: 30). Üçüncü kuşak kriz modellerini, birinci ve ikinci kuşak kriz modellerinden ayıran en belirgin özelliği, sadece döviz krizlerini açıklama üzerine yoğunlaşmamış olmasıdır. Üçüncü kuşak kriz modellerinden bir kısmı döviz krizlerini bankacılık krizleri sonucu meydana gelen oluşumlar olarak kabul ederlerken, bir kısmı da tersini savunmuşlardır. Yine

(24)

bazı çalışmalarda bankacılık ve döviz krizlerinin birlikte yaşanabileceği ortaya ko-nulmuş ve bu tip krizler “ikiz kriz modelleri” olarak da adlandırılmıştır. Ayrıca döviz krizlerinin bankacılık krizlerini önleme çabalarının bir sonucu olarak meydana gele-bileceği görüşü de vardır (Berlemann vd, 2002: 11).

Anzuini ve Gandolfo (2000) üçüncü kuşak kriz modellerini kategorize etmek için üç temel etken üzerinde durmuşlardır. Bunlar;

 Ahlaki Tehlike,  Finansal Kırılganlık,  Bilanço Denkliği’dir.

Ahlaki Tehlike: Üçüncü kuşak kriz modellerinde ilk aşama olarak ahlaki

teh-like önemli bir rol oynamaktadır. Finansal aracıların yükümlülükleri için var olan devlet garantilerinin ciddi ahlaki tehlike sorunlarına neden olduğu uzun zamandır bilinmektedir (Frexias ve Rochet, 1999: 267-268). Diğer taraftan devlet garantileri, aracıların yüksek riskli yatırım stratejilerinde ısrar etmeleri için önemli bir teşviktir. Yatırım projesinin zararla sonuçlanması durumunda bu zarar ekonominin geneline yayılırken, yatırımlardan sağlanacak kar ise yatırımda bulunanlara gidecektir. Finan-sal aracıların riskli yatırımlarında bu kadar ısrar etmelerinin nedeni ise, mevduatları devlet garantisi altında olan mevduat sahiplerinin mevduatlarını yatırdıkları kurumla-rı kontrol etme ihtiyacı duymamalakurumla-rıdır. Dolayısıyla, finansal aracılakurumla-rın pasiflerine yönelik bir garanti politikası gütmeyi düşünen hükümetlerin, öncelikle bu politikaya uygun bir bankacılık düzenleme ve denetleme sistemini hayata geçirmeleri gerek-mektedir (Berlemann vd, 2002: 12).

Ahlaki tehlikenin önemli bir rol oynadığı modellerden bir tanesi Dooley tara-fından 1997 yılında geliştirilmiştir. Dooley’in modelinde hükümetler bir taraftan rezerv varlıklarla ilgilenirken (örneğin, ulusal tüketimlerine karşı gelebilecek şoklara karşı bir sigorta olması için), diğer taraftan ise nihai kredi mercii olarak yurtiçi finan-sal sektörün korunmasıyla ilgilidir. Dooley (1997) bu modelde kredi kısıtı olan hü-kümetlerin diğer devletlerden, uluslararası organizasyonlardan sağladıkları kredi ya

(25)

da döviz rezervi gibi bir teminat göstermeksizin uluslararası para piyasasında borçla-namayacaklarını varsaymıştır. Yine bu modelde net varlıklar pozitif olmadıkça (net varlıklar toplam varlıklardan bağlı olmayan borçların çıkarılmasıyla bulunur), hükü-metler yurtiçi bankacılık sektörüne yönelik bir likidite sigortası uygulamasına başla-yamayacaklardır.

Dooley’in modeline (1997) benzer şekilde; Krugman (1999), yeterli bir banka-cılık denetleme ve düzenleme sistemine sahip olmayan bir ülkede finansal sektöre yönelik hükümet garantilerine bağlı ahlaki tehlikenin sonucu olarak sabit döviz kuru rejiminde çöküş olabileceğini savunmuştur.

Finansal Kırılganlık Yaklaşımı: Üçüncü kuşak kriz modellerinde ikinci

önemli yaklaşım, krizleri bankalardan kaynaklanan likidite sıkışıklığının bir sonucu olarak gören finansal kırılganlık yaklaşımıdır. Döviz krizlerine ilişkin literatürde, bankacılık krizleri ilk defa bu yaklaşım ile ele alınarak, kırılgan bir yapıya sahip bir finansal sektörün yaratabileceği sonuçlar incelenmiştir. Sistematik bankacılık krizleri kaynakların daha az etkin kullanımına neden olacaktır. Doğrudan bütçe üzerine olan etkilerinin yanında, istikrar programlarında sapmalar veya yapısal reformlarda ge-cikmeler gibi ek maliyetleri de olacaktır. Bunun yanı sıra, derin bir finansal sisteme sahip olmayan gelişmekte olan ekonomilerde ve geçiş ekonomilerinde, finansal sis-temin neredeyse tamamına yakınını bankacılık kesimi oluşturmaktadır ve bu durum bankacılık kesiminin önemini daha da artırmaktadır (Aktaran: Özdemir, 2007: 34).

Bilanço Denkliği Yaklaşımı: Bilanço denkliği yaklaşımı, yıllık üretim, mali

denge, cari işlemler dengesi gibi akım değişkenlerle ilgilenen geleneksel analizlerin aksine, borç, döviz rezervleri gibi ekonominin stok değişkenleri ile ilgilenmektedir (Allen vd, 2002: 12). Krugman (1999) çalışması, bilanço denkliğindeki bozulmaların, finansal krizler üzerinde önemli bir etkiye sahip olabileceğini vurgulayan ilk çalış-malardan biridir. Bu çalışmaya göre, yabancı para cinsinden borçlanmaların kurdaki hareketler neticesinde çok önemli meblağlara ulaşması başta Endonezya olmak üzere Asya ülkelerinde özel sektörün kırılganlığını artırarak Asya krizinin gelişiminde önemli bir etken olmuştur. Sermaye yapıları, azalan satış oranları, yüksek faiz oran-ları ve döviz kuru değer kayıporan-ları gibi faktörlere bağlı olarak finansal durumoran-ları

(26)

aşı-nan firmaların bu bilanço problemleri, bir noktadan sonra bankaların geri ödenmeyen kredilerinde önemli artışlara sebep olmuştur (Aktaran: Özdemir, 2007: 36).

1.3. Finansal Kriz Türleri

Finansal krizler genel olarak para, bankacılık, dış borç ve sistematik krizler olmak üzere dört başlık altında incelenmektedir. Ayrıca finansal krizler, kaynaklan-dıklara sektöre göre: özel-kamu ve bankacılık-şirket krizleri; dengesizliklerin yapısı-na göre: akım dengesizlikler (cari hesap ve bütçe dengesizlikleri) ve stok dengesiz-likler (varlıklar ve yükümlülüklerin uyumsuzluğu) ve bu dengesizdengesiz-liklerin kaynaklan-dığı finansmanın vade yapısına göre: likidite krizi ve borç ödeyememe krizi şeklinde de sınıflandırılabilmektedir. Ancak uygulamada ve özellikle gelişmekte olan ekono-milerde yaygın olarak görülen finansal krizler temel itibariyle; para, bankacılık, dış borç ve sistematik finansal krizler olarak isimlendirilmektedir (Korkmaz ve Tay, 2011: 112).

1.3.1. Para Krizleri

Para krizleri, spekülatif fonların çok hızlı bir şekilde ülkeyi terk etmeye başla-ması ve merkez bankasının desteklerine rağmen mevcut döviz kurunun sürdürüleme-yerek, ulusal paranın devalüe edilmesi veya tamamen dalgalanmaya bırakılması şek-linde ortaya çıkan krizler şekşek-linde tanımlanmaktadır (Ekşi, 2007: 6).

Para krizlerinin temelde iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, hükümetle-rin uyguladığı yanlış politikalarla ilgilidir. Eğer ülkede sabit kur politikası uygulanı-yorsa, bütçe açıklarının finansmanı açısından para basılması enflasyonun artmasına neden olarak yabancı paraya olan talebi artırmakta ve ülkenin döviz rezervlerini azaltmaktadır. Bu durum da beraberinde spekülatif atakları getirmektedir. İkinci ne-den ise, sabit kur politikası izleyen hükümetlerin kendi para birimlerinin değerini korumak için para politikalarını uygulama mecburiyetinde kalmaları sonucu faiz oranlarının yükselmesi ve böylece ekonominin yavaşlamasıdır. Dolayısıyla ulusal para aşırı değerlenmiş olmakta ve para üzerinde spekülatif ataklar meydana gelmek-tedir (Uslu, 1999: 427). 1990 sonrası dönemde gelişmekte olan ülkelerde yaşanan para krizlerinin genelinde, krizi tetikleyen unsur yüksek sermaye hareketliliğidir.

(27)

Teorik olarak, sermaye akımlarındaki bir tersine dönme para krizlerini başlatabil-mekte ve dış finansman kaynaklarının tükenmesinden dolayı cari işlemlerdeki açık-larda bir azalmayı da beraberinde getirebilmektedir. Sermaye hesabı krizlerinin en önemli iki bileşeni, yüksek miktarlardaki sermaye girişleri ve bu sermaye içerisinde kısa vadeli kredilerin ağırlığının yüksek olmasıdır. İşte söz konusu bu iki faktör para ve bankacılık krizlerine neden olmaktadır (Delice, 2003: 60).

Para krizlerine yönelik olarak farklı sınıflandırmalar yapılmaktadır. Bunlardan bir ayrıma göre, para krizleri ödemeler dengesi krizi ve döviz krizi şeklinde iki alt başlık altında incelenmektedir. Sabit kur sistemi uygulayan ülkelerdeki para krizleri ödemeler dengesi krizi olarak adlandırılmakta ve döviz rezervi azalmaları üzerine yoğunlaşılırken, esnek kur sistemi uygulayan ülkelerdeki krizler döviz krizi olarak nitelendirilmekte ve rezerv azalmaları yerine kur değişmelerine odaklanılmaktadır (Kibritçioğlu, 2001: 175).

Başka bir ayırıma göre ise para krizleri üç ayrı kategoride değerlendirilmekte-dir. Birinci kuşak modelleri olarak bilinen ilk kategoride, para krizleri tutarsız makro ekonomi politikalarının kaçınılmaz bir sonucu olarak görülmektedir. Örneğin Krug-man, para krizlerinin artan bütçe açıklarının bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. İkinci kategoride ise, ülkelerin uluslararası rezervlerinin tükenmesiyle, para otoritele-rinin sabitlemeyi terk etmeleri yer almaktadır. Bulaşma modelleri olarak tanımlanan üçüncü kategoride ise para krizleri, yerel ekonomi ile diğer ülkeler arasındaki ilişki çerçevesinde açıklanmaktadır (Aktaran: Ekşi, 2007: 7).

1.3.2. Bankacılık Krizleri

Bankacılık krizleri, genellikle bankaların gerçek veya potansiyel iflasları ve as-li fonksiyonlarını yerine getirmedeki başarısızlıkları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Mevduat bankalarının işlem yaptıkları finansal araçları çevirme kabiliyetlerini kay-betmeleri veya ani fon geri çekilişlerine maruz kalmaları durumunda nakit sıkıntısı ve hatta geri ödeyememe durumuna düşmeleri sonucunda ortaya çıkan bankacılık krizi olarak tanımlanmaktadır (Varlık, 2002:163).

(28)

Bankalar parasal işlemlere aracılık eden ve borç ve yükümlülükler ihraç eden kuruluşlar olduğu için çok likit yükümlülüklere ve borçlara sahiptir. Ancak, bankala-rın varlıkları yükümlülükleri kadar likit değildir. Dolayısıyla, güven unsurunun çok önemli olduğu bankaların yapısı, varlık ve yükümlülükleri arasında ki bu dengesizlik nedeniyle istikrarsızlığa her zaman açıktır. Bankacılık sektörü yüksek riskle çalışan bir sektördür. Bankaların karşı karşıya olduğu risklere ilişkin çok çeşitli sınıflandır-malar olmakla birlikte, genel olarak likidite riski, kredi riski, faiz oranı riski, kambi-yo riski, operaskambi-yon ve teknoloji riski, yasal düzenleme riski ve ülke riskinden söz edilebilir. Bankaların tek tek karşılaştığı risklerin yanı sıra sistemik risk de söz konu-sudur. Sistemik risk ise tek tek bankaların ödeme güçlüğü içine girmesine veya ifla-sına yol açabilen, daha sonra da sistemin tamamına yayılarak bankacılık krizlerinin çıkmasına neden olabilen risktir. Eğer riskin ortaya çıktığı anda alınacak önlemler yetersiz kalırsa kriz kaçınılmaz hale gelmektedir. Bazı bankalara olan güvenin kay-bolması veya bankaların ödeme güçlüğü ile karşılaşması halinde bankalardan bir mevduat çekilişi yaşanması kaçınılmazdır. Bu mevduat çekilişlerini bankalar varlık-larını çok düşük fiyattan nakde çevirerek veya çok yüksek maliyetle borçlanarak kar-şılayabilirler. Bankaların aldığı önlemlerin yetersiz kalması ve merkez bankalarının da son kredi verme mercii olarak sorunu çözememesi durumunda birçok banka iflas-la karşıiflas-laşabilir ve sonuçta bir bankacılık krizi ortaya çıkabilir. Bankacılık krizinin nedenleri genellikle şu şekilde belirtilmektedir (Günal, 2007: 229-230):

Makroekonomik Şoklar: Makroekonomik istikrarsızlık bankacılık sektörü

dengesizliklerinin temel nedeni olarak gösterilmektedir. Varlık fiyatlarının özellikle emlak fiyatlarının altüst olması, faiz oranlarındaki keskin artışlar, döviz kurundaki düşüş veya süregelen durgunluk bankacılık sektörünü de etkileyebilmektedir. Aslın-da belirtilen ilişkiler birbirleriyle ilişkilidir. Bu zorluklara ek olarak geçiş ekonomile-rinde nispi fiyatlardaki fiyatlarda ki sert kaymalar veya sübvansiyonların kaldırılması bankacılık sektörünün etkisinin fazla olduğu sektörlerde daha fazla hissedilebilmek-tedir. İçsel makroekonomik bozukluklar ekonominin genişleme döneminde de görü-lebilir. Bankalar bu dönemde iyimser havanın da etkisi ile yeni projelere kaynak sağ-lar. Borçlanma sürecinde gayrimenkul sahipleri varlıklarının fiyatını yükseltince tü-ketimin refah etkisi ile birçok iktisadi faaliyetin karlılığı artar (Coşkun, 2001: 42).

(29)

Dolarizasyon ve Açık Pozisyon: Günümüz iktisat literatüründe kısmi

dolari-zasyon, para talebi dinamikler ile özellikle de dolarizasyon ve enflasyon arasındaki ilişki çerçevesinde “para ikamesi” kavramı olarak ilişkilendirilmiştir. Bu kapsamda dolarizasyon ya da zaman zaman aynı anlamda kullanılan para ikamesi, ödeme ve hesap birimi olarak işlemlerde yabancı para cinsinden varlıkların kullanılmasıdır (Serdengeçti, 2005: 3).

Öte yandan özellikle gelişmekte olan piyasalarda yakın geçmişte sıkça yaşanan bankacılık krizleri, iktisat literatürüne varlık dolarizasyonunun yanı sıra “yükümlülük dolarizasyonu” kavramını da eklemiştir. Yükümlülük dolarizasyonu; ülkedeki ban-kacılık ve kamu kesimi dahil olmak üzere tüm ekonomik birimlerin, yabancı para cinsinden büyük miktarda yükümlülüklerinin bulunmasıdır. Bankaların, döviz kurla-rında yaşanan ani değişikliklerden dolayı da zarara uğrama riskleri bulunmaktadır. Bankaların kriz zamanında, açık pozisyonda yakalanmaları döviz cinsinden borçları-nın artmış olduğunu göstermektedir. Böylece, bankaların ödemekle yükümlük olduk-ları borçolduk-ları da kendiliğinden artmış olacaktır (Çinko, 2009: 71).

Uluslararası Faiz Oranındaki Dalgalanmalar: Uluslararası faiz oranındaki

dalgalanmalar, gelişmekte olan ülkelerin fon maliyetlerini etkilemekte ve yatırımla-rın nispi önemini de değiştirmektedir. Uluslararası faiz oranındaki hareketler, ülkele-re giülkele-ren özel sermaye haülkele-reketlerindeki artışta dalgalanmaya neden olmaktadır. Ülke-ye giren yabancı sermaÜlke-ye girişlerinin Ülke-yeterince sterilize edilmemesi, banka mevduat-larını aşırı derecede yükseltmekte ve bankaların mevduatmevduat-larının daha az güvenilir krediler şeklinde kullanılmasına neden olmaktadır. Örneğin, Güney Doğu Asya Kri-zi’nde ülkeye giren yabancı sermayenin açık piyasa işlemleriyle yeterince emilme-mesi, bankaların ödünç verilebilir fonlarının riskli yatırımlara yönelmesini sağlamış-tır. Genişleme süreci sona erdiğinde ise, istikrarsızlık kaynakları finansal sistemi olumsuz yönde etkilemeye başlamaktadır. Güven kaybı sonucunda sermaye hareket-lerinin beklenmedik şekilde ülkeyi terk etmesi ve banka mevduatlarında ki ani çeki-lişler, bankalarının varlıklarının zarar görmesine neden olacaktır. Reel döviz kurla-rındaki volatilite, bankaların yükümlülükleri ve varlıkları arasında döviz kuru ve va-de uyumsuzluğu olduğunda bankalar üzerinva-de doğrudan etkiye neva-den olurken; kredi

(30)

talep eden banka müşterilerinde dolaylı olarak büyük kayıplara yol açmaktadır. Yapı-lan birçok araştırmada enflasyon oranındaki yüksek değişkenliğin, reel döviz kurun-daki artışın ve devalüasyon riskinin bankaların yükümlülüklerini artıracağından kı-rılganlığa neden olacağı ifade edilmektedir (Karagül ve Masca, 2013: 46).

Sermaye Akımlarındaki Ani Durulmalar: Ülke faiz oranlarındaki artışın

so-nucunda karlılığın azalması ve ülkeye duyulan güvenin kaybolması soso-nucunda bek-lenmedik bir şekilde sermaye çıkışı yaşanabilir. Ani mevduat çekilişleri bankaların karşı karşıya kaldığı en önemli problemlerden biridir (Çinko ve Ak, 2009: 72).

Gelişmekte olan ülkelerde sermaye akımlarındaki ani durmaları inceleyen teo-rik modeller, genellikle uluslararası sermaye piyasalarındaki aksaklıklara ilişkin iki varsayım üzerine kurulmaktadır. Bu varsayımlardan birincisi, piyasada borçluların borçlanma kısıtlarına tabi olmalarıdır. İkincisi ise, piyasada eksik bilgiden kaynakla-nan bilgi maliyetinin olması ve borçlunun bir risk primi ile karşılaşmasıdır (Varlık, 2006: 79).

Banka Yönetimi Problemleri: Bankacılık krizlerinin altında yatan bir diğer

neden ise yönetim ve düzenleme konusunda yaşanan problemlerdir. Bu problemler daha çok ülkelerin finansal yapılarının liberalleşmesi sürecinde bankaların yeni iş sahalarına girmesi ve kendileri ile ilgili olmayan yatırımlara yönelmesi durumunda ortaya çıkmaktadır (Erdoğan, 2006: 27).

Bankaların iyi kredi ve iç risk yönetimi sistemlerini korumalarını sağlama ban-ka yöneticileri ve müdürlerin işidir. Yetersiz yönetim sıklıkla banban-ka iflaslarının önde gelen nedeni olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla bankaların varlıklarını sürdüre-bilmesi ve karlılıklarının artırılmasında tutarlı, gelişmelere kolay uyum sağlayabilen ve hızlı, doğru kararlar alabilen profesyonel bir yönetim şarttır. Banka yöneticileri mali piyasalardaki gelişmeleri iyi analiz edebilmeli, kaynakları doğru kullanabilmeli, doğru stratejik planlar yapabilmelidir (Uyar, 2003: 57-58).

(31)

1.3.3. Dış Borç Krizleri

Bir ülkenin kamu veya özel kesime ait dış borçlarını ödeyememe durumu dış borç krizi olarak adlandırılmaktadır (Delice; 2003: 61). Alınan dış borçların verimli alanlara yönlendirilememesi, bu borçların tüketim finansmanında kullanılması veya verimsiz, geri dönmesi yüksek risk taşıyan uzun vadeli yatırımlara aktarılması nede-niyle, bu borçların geri ödeme vadesi geldiğinde ekonomik sistemin bütün olarak sıkıntıya düşmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır (Ekşi, 2007: 10).

Dış borç krizlerinin özellikleri şunlardır (Çalışkan; 2003: 226):  Dış borçların geri ödenmesinde yaşanan güçlük geçici bir süreçtir.

 Ülke borçlarını geri ödeme gücüne sahip olduğu halde yükümlülüklerinden kaçınmak isteyebilir. Ülke kıt kaynaklarını yatırım ve üretim gibi alanlara tahsis edip, bunun cezai yaptırımına katlanmak suretiyle geri ödemelerini askıya alabilmek-tedir. Bu durum kıt kaynakların öncelikli alanlara tahsis ve tercihi olarak da değer-lendirilmektedir.

 Dış borç krizi borçlu ülkenin beyanı ile başlamaktadır.

 Bir ülkede başlayan likidite krizi küresel anlamda finansal sisteme önemli za-rarlar verebilirken, dış borç krizi ile karşı karşıya kalan bir ülkenin sadece alacakları bu durumdan olumsuz etkilenmektedir.

Özellikle ülkelerin dış borçlarını çevirmek ve dış kredi bulma konusunda sıkın-tıya düşmesi nedeniyle yükümlülüklerini ertelemesi şeklinde ortaya çıkan dış borç krizi, kamu sektörünün ödeme yükümlülüğünü yerine getiremeyeceği şeklinde bir risk algılaması sonucunda özel sermaye girişlerinde bir sıkıntıya yol açabilmektedir (Doğan, 2005: 5).

1.3.4. Sistematik Finansal Krizler

Sistematik finansal krizler, finansal sistemde ortaya çıkan ve finansal sistemin varlık değerlemesi, kredi tahsisi ve ödemler gibi önemli fonksiyonlarını olumsuz

(32)

etkileyen bir şok biçimde tanımlanmaktadır. Bu tür krizler ekonomik, siyasal, hukuk-sal ve sosyal yaşamın yapısından kaynaklanmaktadır. Sistematik finanhukuk-sal krizler bir döviz krizini kapsarken; döviz krizleri her zaman sistematik finansal krizlere yol aç-mamaktadır. Sistematik finansal krizlerin temelinde likidite sorunları olmakla birlikte, ülke borcunun aşırı artması, mevduat sigorta sisteminin kötüye kullanılması, Merkez Bankası’nın piyasaya likidite sunmadaki başarısızlığı ve finans kesiminin dışından kaynaklanan şoklar krizin göstergeleri olarak sıralanmaktadır (Doğan, 2005: 5-6)

Sistematik finansal krizlerde bir yayılma süreci vardır. Bir ülke, kurum veya iş-letmedeki sorunlar neoliberal sistemin bir sonucu olarak diğer ülke, kurum ve işlet-melere kolaca yayılmaktadır. Örneğin Asya krizinde başlangıçta şirket iflasları Kore ve Tayland’da gözlemlenirken, bu durum kısa bir süre sonra bölge ülkelerin finansal piyasalarına yayıldığı görülmüştür (Özer, 1999: 35).

Para ve bankacılık krizlerini de içine alan sistematik finansal krizler, finansal sistemin temel fonksiyonlarını etkin olarak yerine getiremediği ve ekonomik faaliyet-leri büyük ölçüde olumsuz etkileyen krizler olarak da görülmektedir (Delice, 2003: 62).

1.4. Finansal Krizin Nedenleri

Finansal krizlere neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir:  Finansal Liberalizasyon

 Sabit Döviz Kuru Sistemleri  Aşırı Borçlanma

 Enflasyon

1.4.1. Finansal Liberalizasyon

Finansal liberalizasyon kavramı 1970’lerin başında Bretton-Woods sisteminin yıkılması ve devletin ekonomiye müdahalesine bir tepki olarak McKinnon (1973) ve Shaw (1973) önderliğinde ortaya çıkmıştır. McKinnon ve Shaw finansal kesimdeki

(33)

liberalleşmenin ekonomik büyümeyi artırıcı etkilerinin olacağını iddia etmişlerdir (Kayacan, 2004: 35).

Teorik temellerini Stanford Okulu’nun tanınmış iktisatçılarından McKinnon (1973) ve Shaw (1973)’ın çalışmalarından alan finansal liberalizasyon kuramı Neo-klasik finans teorisinin gelişmekte olan ülkelere uyarlanmış versiyonudur (William-son ve Mahar, 1998:8). Finansal baskı ekolünün temsilcileri olan McKinnon-Shaw ve takipçilerine göre hükümetlerin finans piyasaları üzerinde uyguladıkları finansal baskı politikaları ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Finansal baskı ise piyasa denge faiz oranı altında bir tavan belirlenerek reel faizlerin yükselmesinin önlenmesi olarak adlandırılmaktadır (Atamtürk, 2003: 43).

Finansal liberalizasyon; genellikle hükümetlerin gelişmiş ülkelerin uluslararası finansal faaliyetlerini kendi ülkelerine çekmek için bankacılık ve finans sistemi üze-rindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı ya da önemli ölçüde azalttığı deregülas-yon uygulamalarının bir sonucu olarak gösterilmekte ve ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açılma süreci olarak tanımlanmaktadır (Durusoy, 2004: 1). Bu-nunla beraber finansal liberalizasyon kredi kontrollerinin kaldırılması, faiz oranları-nın serbest piyasada belirlenmesi, bankacılık ve geniş anlamda finansal sektöre giriş serbestliği, banka özerkliği, bankaların özel mülkiyeti, uluslararası sermaye hareket-lerinin liberalizasyonu olarak tanımlanabilir (Kar ve Taş, 2003: 180).

1980’lerin ortalarından itibaren yükselen küresel finansal dalga sermayenin ka-zanç alanı genişletmiştir. Bu bağlamda sermayenin yeni kaka-zanç alanını daha çok ge-lişmekte olan ülke ekonomileri olmuştur. Gege-lişmekte olan ülkeler dayatılan yapısal uyum programları liberalizasyon, deregülasyon ile uluslararası mal ve sermayeye karşı geliştirdikleri politik araçlar zayıflatılmış; bu ülke ekonomilerinin küreselleşti-rilmesi hedeflenmiştir. Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelen serma-ye akımları bazı ülkelerde yüksek büyüme oranlarını gerçekleştirmişse de kalıcı ol-mamış; aksine bu ülkelerin ekonomilerini kırılganlaştırmış, kriz üretir yapısını oluş-turmuştur (Bakırtaş ve Karbuz, 2004: 98).

(34)

Finansal serbestlik politikalarının gündeme geldiği 1970’lerin başından itibaren yapılan akademik araştırmalar, 1980’lerde dünya ülkelerinin büyük bir kısmında finansal sistemlerin ciddi bir şekilde deregülasyonu ile sonuçlanmıştır. Finansal piya-saların daha etkin ve baskılanmamış bir ortamda müdahalelerden uzak bir şekilde çalışması sonucuna yönelik liberalizasyon uygulamaları beraberinde ciddi riskler de getirmiştir. Faiz kontrollerinin kalkması, zorunlu rezervlerin azaltılması, piyasaya girişin hem yerli bankalar hem de yabancı bankalar için kolaylaştırılması, yerli para-nın konvertibilitesinin sağlanması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi iç ve dış finansal deregülasyon uygulamaları bankacılık sisteminin faiz, döviz kuru, likidite ve ödeyebilirlik risklerini önemli ölçüde artırmıştır (Karabulut, 2002: 41).

McKinnon-Shaw hipotezi olarak bilinen finansal serbestlik politikaları her za-man olumlu sonuçlanmamaktadır. Örnek olarak, Latin Amerika’daki finansal baskı sürecinin ardından ağırlık kazanan ulusal sermaye piyasalarının liberalizasyonuna yönelik uygulamalar 1980’li yıllarda başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Turgut, 2007: 40). Finansal baskının kaldırılarak kurumsal düzenlemeler yapılmadan finansal liberali-zasyon politikalarına ağırlık verilmesi, finansal piyasaları krize açık hale getirmiştir (Williamson ve Mahar, 2002: 47). Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin makro ekonomik koşulları sağlamadan finansal serbestleşmeye geçmesi ülkeye yarardan çok zarar getirdiği düşünülmektedir. Kısa vadeli sermaye akımları yüksek faizler sunularak cazip duruma getirilmektedir. Bu durum da kriz riskini artırmaktadır (Eren ve Süslü, 2001:665).

1.4.2. Sabit Döviz Kuru Sistemleri

Sabit döviz kur sisteminde, ulusal paraların diğer ulusal paralarla değişim oran-ları yani diğer dövizler cinsinden fiyatı resmi otoriteler tarafından belirlenir ve ulus-lararası ödemelerde belirlenen bu fiyatlar esas alınır. Döviz arz veya talebinde her-hangi bir değişiklik olup olmaması, döviz kuru üzerinde etkili olmamaktadır. Serbest bir döviz piyasasının mevcut olmadığı bu sistemde, döviz kurları sadece, gerek gö-rüldüğü takdirde, hükümetler tarafından yükseltilir ya da düşürülürler (Arslan, 2005: 64).

(35)

Bu sistemde, döviz talebinde meydana gelen bir değişiklik, faiz oranları aracı-lığıyla ekonomik faaliyetleri etkilemektedir. Döviz kurunun değerlendiği durumda ithalat artarken, ihracat azalmakta ve bunun sonucunda bozulan cari işlemler dengesi dövize olan talebi artırmaktadır. Döviz kuru sabitlendiği için Merkez Bankası artan döviz talebini piyasaya döviz satıp karşılığında yerli parayı çekerek karşılayacaktır. Bu politika sonucu daralan para arzı faiz oranlarını artırıcı etki yapacak ve böylece ekonomik faaliyetler de yavaşlayacaktır (Gök, 2006: 132).

Sabit döviz kuru sisteminin temel avantajı, beklenen kura ilişkin bir bilgi sağ-ladığı için kur riskini azaltmaktır. Bunun sonucu olarak, yabancı yatırımlar ve ulusla-rarası işlemler artar, azalan belirsizlik dolayısıyla sadece yabancı yatırımların gelişini değil, yerel ekonomik birimlerin uluslararası piyasalara girişimini de kolaylaştırır. Sistemin dezavantajları ise; sabit kurun sürdürülebileceğine ilişkin güven ortamı çok önemlidir. Bu güven zedelendiğinde ülke ekonomik krizlere açık hale gelir. Bir diğer dezavantajı, yerel paranın sabitlendiği yabancı ülkenin parasal politikalarından doğ-rudan etkilenme şeklinde ortaya çıkar. Bağlı olunan para cinsinin değerindeki ani değişimler ekonomiyi bir bütün olarak etkiler. Ayrıca, kur istikrarı hedefi olduğu için bağımsız bir para politikası uygulamak son derece güçleşir (Gök, 2006: 133).

Kriz yaşayan ülkelerin hemen hemen hepsinde sabit kura dayalı istikrar prog-ramlarının risk etkisi bulunmaktadır. Bu risklerden ilki, bu tür programların sadece bankacılık sektörünü değil, toplumun tüm kesimlerine dövizle borçlanmaya yönlen-dirmesidir. İkincisi ve daha önemlisi ise reel döviz kurunun aşırı değerlenmesi tasar-ruflar aleyhine tüketimi ve ithalatı artırmaktadır. Bu da cari açık problemine neden olmaktadır (Turgut, 2007: 40). Cari açığın yaklaşmakta olan bir krizin temel göster-gesi olduğu Stanley Fischer tarafından şöyle açıklanmaktadır: Gerçekleşen ve bekle-nen cari açık büyükse ülke devalüasyona davetiye çıkarıyor demektir (Fischer, 1988: 15). Ayrıca cari açık/GSYİH oranının %4’ü bulmasının bir ülkeyi kriz bakımından tehlikeli bölgeye taşıyacağı belirtilmektedir (Dombusch, 2001: 3).

1990’lı yıllardaki deneyimler, sabit kur politikası izleyen ve sermaye hareketle-rine açık olan gelişmekte olan ekonomilerde parasal krizlerin arttığı görülmektedir (Mishkin, 1999: 8). Sabit kur nedeniyle sabit kur akımlarının sterilize edilememesi

(36)

reel kuru aşırı değerli duruma getirirken, sabit kur sistemi, yüksek faiz düşük kur politikası uygulayan ülkelerde kısa vadeli fonların yönetimini kolaylaştırmaktadır. Sabit kur sisteminde kurun sabitliği uluslararası rezervler yardımıyla sağlanmaktadır. Ancak spekülatif ataklar nedeniyle ulusal paraya olan talep azalarak yabancı paraya talep arttığında uluslararası rezervler azalacağından kurun sabitliği korunamamakta-dır. Sabit döviz kuruna dayalı istikrar politikalarının uygulanmasıyla ilgili yapılan çalışmalar, gelişmekte olan ülkelerde, yerli paranın aşırı değerlenmesi, dış talebe dayalı bir büyüme artışı ile dış ticaret açığının artması olarak belirtilmektedir. Dış ticaret açığının sürdürülemez boyutlara gelmesi, kaybolan rekabet gücü ve reel sek-tördeki yıpranma ekonomideki daralma sürecini hızlandırmaktadır. Bu süreç ne ka-dar uzun yaşanırsa uluslararası rekabeti arttırmak ve reel sektöre yatırımları teşvik etmek için gerekli olan devalüasyon oranı o kadar büyümektedir. Bütün bunlar finan-sal krizi tetikleyen unsurlar olarak görülmektedir (Turgut, 2007: 41).

1.4.3. Aşırı Borçlanma

Gelişmekte olan ülkelerde uygulanan kamu harcamalarına dayalı genişletici maliye politikaları finansal krizlerin en önemli nedenlerinden birisidir. Kamu kesimi borçlanma gereğinde ortaya çıkan aşırılık ülkelerde yatırım yapan kişi ve kurumlar için geleceğe yönelik belirsizlik riskini artırmaktadır (Arıcan, 2002: 25).

Aşırı borçlanma ile ülkeler borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlanmak zorunda kalmakta ve bir borç kısır döngüsü sürecine girmektedirler. Bu süreç sonun-da faiz yükünün aşırı derecede artması nedeniyle bütçe giderleri karşılanamayacak boyutlara ulaşmaktadır. Sürekli olarak artan kamu harcamalarının finansmanı için alınan borçlar ve bu borçlanma ile sağlanan fonların verimli yatırımlarda değil de günübirlik düşüncelerle kullanılması ülkeleri borç kısır döngüsüne sokarak, borcun her devredişinde faizlerin bir kısmının borç stokuna eklenmesi sonucunu ortaya çı-karmaktadır (Erdoğan, 2006: 5).

Finansal krizlerin bu gibi olumsuzlukları neticesinde ülkeler için borç yönetimi bir zorunluluk haline gelmektedir. Borçlanma ile teknolojik altyapılarını geliştirmek isteyen ülkeler, borçlanmanın olumsuz etkilerinden korunmak için risk faktörlerini

(37)

ölçebilecek profesyonel kadroları istihdam ederek ve teknolojik donanıma sahip uz-manlaşmış birimler kurarak borç yönetiminde başarılı olmayı hedeflemektedirler (Ateş, 2002: 2).

Etkin borç yönetimi olmak koşuluyla borçlanmanın kriz dönemlerinde etkili bir politika aracı olduğu kabul edilmektedir. Borç yönetimi, dünyanın pek çok ülkesinde belirli kriz (enflasyon ve deflasyon) dönemlerinde iyi bir kriz önleme aracı olmuştur. Buna karşın, günümüzde borçlanmanın krizi önlemedeki olumlu etkilerinden daha çok onun krizi tetikleyen yönü üzerinde durulmaktadır. Örneğin, Latin Amerika, gü-ney Asya ve Rusya krizleri neticesinde ülkelerin borç stokları artmış ve dolayısıyla borçlanma sadece bu borçların çevrilebilmesi için gündeme getirilmiştir (Meriç, 2003: 13).

1.4.4. Enflasyon

Enflasyon belirli fiyat düzeyinde toplam talebin toplam arzdan daha fazla ol-ması demektir. Bu durumda, fiyatlar genel düzeyi yükselmeye başlayacaktır. Bu ne-denle enflasyon fiyatlar genel düzeyindeki devamlı bir artış olarak tanımlanabilir. Para miktarındaki artışların, mal ve hizmet üretimindeki artışlardan daha fazla olması enflasyonun önemli bir nedenini oluşturmaktadır. İki tür enflasyondan söz edilebilir: Talep Enflasyonu ve Maliyet Enflasyonu. Talep enflasyonu, tam istihdamdaki bir ekonomide, toplam talepte ortaya çıkan bir artış, birçok mal ve hizmetin piyasasında aşırı talep yaratarak fiyatları yükseltmektedir. Böylece ekonomi tam istihdamda iken hem mal ve hizmet hem de üretim faktörü piyasalarında görülen talep artışları enf-lasyona neden olmaktadır. Maliyet enflasyonu ise maliyetlerin yükselmesi daha son-ra fiyat artışları nedeniyle talebin yükselmesi biçiminde oluşan enflasyon süreci ola-rak ifade edilmektedir (www.ekodialog.com 15.08.2013).

Fiyat istikrarının sağlanması ekonomik istikrarın sağlanması için de hayati önem taşımaktadır. Çünkü bir ekonomide sağlıklı bir para politikasının uygulanabil-mesinin başlıca koşulu paranın asli fonksiyonlarını rahatlıkla yerine getirebilmesine bağlıdır. Bu durum para biriminin değerini zaman içerisinde korunması gerektiğinin önemine işaret etmektedir (Şimşek, 2004: 64).

(38)

Güçlü bir para birimine sahip olmayan ekonomilerde enflasyon ortaya çıkabilir. Enflasyon ekonominin temel değişkenlerine zarar vererek geriye dönük bekleyişleri güçlendirmekte dolayısıyla ekonomiyi enflasyon sarmalına sokarak enflasyonun gi-derek kronik bir hal almasına katkıda bulunmaktadır. Ayrıca, diğer ülkelere kıyasla yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerde sabit kur sisteminin uygulanması, paranın dış değerini reel olarak yükselterek cari işlemler bilançosunu olumsuz şekilde etki-lemektedir (Çağlar, 2003: 149).

Enflasyonu kontrol altına almak için çeşitli mekanizmalar bulunmaktadır. Bu mekanizmalardan biri olan borçlanma; enflasyonu baskı altına almak ve büyümeyi sağlamak konusunda kısa vadede işe yarasa da, reel üretime katkıda bulunmadığı zaman uzun vadede ülkeyi krize açık hale getirmektedir. Bu nedenle, enflasyonu sermaye hareketleri ile baskı altına almak yerine ekonomik dengeleri birbiri ile uyumlu hale getirecek ve bu dengeleri sağlayacak tedbirleri uygulamak önem ka-zanmaktadır (Çağlar, 2003: 151).

1.5. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri

Finansal krizler aniden ortaya çıkmış gibi görünseler de öncü göstergeler ola-rak nitelendirilen bir takım ekonomik olaylar sonrasında cereyan etmektedir. Likidite krizlerinin sinyallerini vermesi ile gerçekleşmesi arasındaki süre reel sektörden kay-naklanan krizlere nazaran daha kısadır. Krize işaret eden göstergeler finansal ve reel sektöre ait mevcut bilgiler arasında yer almaktadır. Söz konusu bilgi ve veriler, anali-tik bir biçimde incelendiğinde, sistemin krize dönüşecek zaafiyetlerinin belirlenme-sine katkıda bulunmaktadır (İpeker, 2002: 26).

Krizlerin önceden belirlenmesinde kullanılan öncü göstergelerin seçilmesinde ülkelerin temel makroekonomik özellikleri göz önüne alınarak, olası krizlerde etkili olacağı düşünülen faktörler önemli rol oynamaktadır. Krizin temel nedeninin, mali sorunlar olduğu düşünülüyorsa, kurulan modellerde, mali açıklar, kamu harcamaları ve bankacılık kesimi kamu kredileri temel olarak alınmaktadır. Sorunun finans sektö-ründen kaynaklandığı düşünülüyorsa; özel sektör kredileri, parasal büyüklükler, sek-törün dış borç durumu, faiz hadleri ve borsa fiyatları öncü göstergeler olarak öne

(39)

çıkmaktadır. Aynı şekilde kriz dış ekonomik ilişkilerden kaynaklanan sorunlardan kaynaklanıyorsa, cari işlemler açığı, reel döviz kuru, iç ve dış faiz hadlerindeki fark-lılıklar, yabancı sermaye akımlarının vadesi gibi göstergeler öncü olarak kullanıl-maktadır (Tosuner, 2005: 44).

Finansal krizlere yol açan bu göstergelerin belirlenmesinde ülke ekonomileri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu göstergeler ortaya koyulurken her bir ekonomi kendi içerisinde mikro temelde değerlendirilmekte ve makro unsur-lar da hesaba katıunsur-larak bir analiz yapılmaya çalışılmaktadır. IMF(International Mone-tary Fund) bazı göstergeleri birçok ülkede test etmiş ve bunların içinden birkaçını erken uyarı sinyalleri olarak kabul etmiştir. IMF tarafından benimsenen başlıca öncü göstergeler; reel kur, kısa vadeli sermaye hareketleri, kredi genişlemesi, enflasyon, para arzı/rezerv oranı, ihracat hacmi, cari açık, bütçe açığı, kamu harcamaları, banka-ların döviz pozisyonları, bankabanka-ların tahsili gecikmiş alacakları, yurtiçi faiz oranları, iç-dış faiz farkı, borsa endeksleri olarak özetlenmektedir (Ateş, 2002: 26).

Finansal krizlerin doğacağına ilişkin ön göstergelerin başında reel kurun aşırı değerlenmesi, M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranında ve cari açıkların milli gelire (GSMH) oranında aşırı yükselmeler gelmektedir (Eren ve Süslü, 2001: 662). Literatürde genel kabul görmüş öncü göstergeler şunlardır (Uygur, 2001: 14):

 Uluslararası Rezervler  Reel Döviz kurundaki Artış  Rezerv Yeterliliği (M2/R)  Cari Açık

1.5.1. Uluslararası Rezervler

Ülkedeki mevcut döviz rezervlerini yüksek tutmak finansal krizlerden korun-mada önemli rol oynamaktadır. Çünkü döviz üzerinden yapılacak ataklara karşı mev-cut rezervler kullanılarak müdahale etme imkanı bulunmaktadır. Ancak döviz içeriği de bu konuda büyük önem taşımaktadır. Çünkü sıcak para diye tabir edilen portföy

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneklemi oluşturan ilköğretim öğrencileri, okudukları kitapları en fazla sınıf kitaplığından temin etmektedir; bunu okul kütüphanesi izlemektedir. Elde edilen

1- İnternal Karotis Arter stenozunda anlamlı Doppler parametresi olan Pik Sistolik Volüm ve bu çalışmada kullanılan Sonografik NASCET İndeks’in seçicilik, duyarlılık ve

li sanatçımız Hakkı Anlı nın çeşitli. dönemlerinde yaptığı sovut

Qulha ülkesi ile ili~kili olarak yaln~zca ikinci sefer kayd~ndaki "demir bir mühür haz~rlatt~m" ifadesi Kuzeydo~u Anadolu için çizilen genel çerçevenin d~~~na

Transoleic asit en yüksek değerini % 18,09 ile bahar ayında en düşük değerini ise %11,65 ile kış ayında olup en yüksek doymamış yağ asidi çeşidi olarak

Türkiye turizmi için bu derece önemli bir destinasyon olan İstanbul ilinde mesleğini icra eden seyahat acentası çalışanlarının serbest zaman doyumlarının iş ve

Anketin ilk kısmı olan bilgi ölçeği bölümünde yalnızca „„AIDS hastasının öksürmesi hastalığı bulaştırabilir‟‟ ifadesine verilen yanıtlar iki

The researchers analyzed the sixth unit (Geometry and Cartesian axes) of the grade six mathematics book from the British International School, and identified the