• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: KURAMSAL AÇIDAN FİNANSAL KRİZLER

1.5. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri

Finansal krizler aniden ortaya çıkmış gibi görünseler de öncü göstergeler ola- rak nitelendirilen bir takım ekonomik olaylar sonrasında cereyan etmektedir. Likidite krizlerinin sinyallerini vermesi ile gerçekleşmesi arasındaki süre reel sektörden kay- naklanan krizlere nazaran daha kısadır. Krize işaret eden göstergeler finansal ve reel sektöre ait mevcut bilgiler arasında yer almaktadır. Söz konusu bilgi ve veriler, anali- tik bir biçimde incelendiğinde, sistemin krize dönüşecek zaafiyetlerinin belirlenme- sine katkıda bulunmaktadır (İpeker, 2002: 26).

Krizlerin önceden belirlenmesinde kullanılan öncü göstergelerin seçilmesinde ülkelerin temel makroekonomik özellikleri göz önüne alınarak, olası krizlerde etkili olacağı düşünülen faktörler önemli rol oynamaktadır. Krizin temel nedeninin, mali sorunlar olduğu düşünülüyorsa, kurulan modellerde, mali açıklar, kamu harcamaları ve bankacılık kesimi kamu kredileri temel olarak alınmaktadır. Sorunun finans sektö- ründen kaynaklandığı düşünülüyorsa; özel sektör kredileri, parasal büyüklükler, sek- törün dış borç durumu, faiz hadleri ve borsa fiyatları öncü göstergeler olarak öne

çıkmaktadır. Aynı şekilde kriz dış ekonomik ilişkilerden kaynaklanan sorunlardan kaynaklanıyorsa, cari işlemler açığı, reel döviz kuru, iç ve dış faiz hadlerindeki fark- lılıklar, yabancı sermaye akımlarının vadesi gibi göstergeler öncü olarak kullanıl- maktadır (Tosuner, 2005: 44).

Finansal krizlere yol açan bu göstergelerin belirlenmesinde ülke ekonomileri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu göstergeler ortaya koyulurken her bir ekonomi kendi içerisinde mikro temelde değerlendirilmekte ve makro unsur- lar da hesaba katılarak bir analiz yapılmaya çalışılmaktadır. IMF(International Mone- tary Fund) bazı göstergeleri birçok ülkede test etmiş ve bunların içinden birkaçını erken uyarı sinyalleri olarak kabul etmiştir. IMF tarafından benimsenen başlıca öncü göstergeler; reel kur, kısa vadeli sermaye hareketleri, kredi genişlemesi, enflasyon, para arzı/rezerv oranı, ihracat hacmi, cari açık, bütçe açığı, kamu harcamaları, banka- ların döviz pozisyonları, bankaların tahsili gecikmiş alacakları, yurtiçi faiz oranları, iç-dış faiz farkı, borsa endeksleri olarak özetlenmektedir (Ateş, 2002: 26).

Finansal krizlerin doğacağına ilişkin ön göstergelerin başında reel kurun aşırı değerlenmesi, M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranında ve cari açıkların milli gelire (GSMH) oranında aşırı yükselmeler gelmektedir (Eren ve Süslü, 2001: 662). Literatürde genel kabul görmüş öncü göstergeler şunlardır (Uygur, 2001: 14):

 Uluslararası Rezervler  Reel Döviz kurundaki Artış  Rezerv Yeterliliği (M2/R)  Cari Açık

1.5.1. Uluslararası Rezervler

Ülkedeki mevcut döviz rezervlerini yüksek tutmak finansal krizlerden korun- mada önemli rol oynamaktadır. Çünkü döviz üzerinden yapılacak ataklara karşı mev- cut rezervler kullanılarak müdahale etme imkanı bulunmaktadır. Ancak döviz içeriği de bu konuda büyük önem taşımaktadır. Çünkü sıcak para diye tabir edilen portföy

yatırımlarının genişlettiği bir rezerv büyüklüğü güvence olmaktan öte krizin en bü- yük tetikleyicilerinden birisini oluşturmaktadır (Çonkar ve Ata, 2003: 15).

Özellikle iç borçlanmanın zor olduğu dönemlerde ülkelerde faiz oranları yük- sek seyretmekte bu da bir kur arbitrajı ortamını hazırlayarak kısa vadeli spekülatif sermayeyi ülkeye çekmektedir. Merkez Bankası bu para ile hem uluslararası rezerv- lerini artırmakta hem de ülkedeki cari açığın finanse edilmesinde bu sermayeyi kul- lanmaktadır. Mobilitesi yüksek olan bu sermaye ülkedeki makroekonomik kırılganlık ile oldukça yakın ilişki içerisinde olup makro değişkenlerde yaşanacak bir problemde ülke ekonomisinden dışarı kaçabilmektedir. Bu da finansal krize sebep olmaktadır (Erdoğan, 2006: 11).

Gelişmekte olan ülkelerin portföylerindeki uluslararası rezervler ile bu ülkele- rin bankacılık ve döviz krizlerine olan kırılganlıkları arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu anlamda, Dış Borç/GSMH oranı, Cari İşlemler Açıkları/GSMH oranı, döviz kurlarındaki dengesizlikler gibi erken uyarı göstergelerinin, ülkelerin düşük seviyelerde döviz rezervlerine sahip oldukları durumlarda daha anlamlı ve güvenilir göstergeler oldukları düşünülmektedir (İpeker, 2002: 61).

1.5.2. Reel Döviz Kurundaki Artış

Gelişen ülkeler genellikle sabit döviz kuru politikası uyguladıklarından yerli paranın reel olarak belirli bir düzeyin üzerinde değer kazanması kriz beklentilerinde önemli bir faktör olarak görülmektedir. Ulusal paranın bir yıl içerisinde en azın- dan %10 değer kazanması spekülatörler tarafından ekonominin fazla ısındığının gös- tergesi olarak değerlendirilmektedir. Ülke parası yabancı para birimlerine karşı değer kazandığı ölçüde ülkenin ihracatı o ölçüde zorluklarla karşılaşmaktadır. Ülke parası reel olarak değer kazandıkça ülkenin ihracatında rekabet avantajı bakımından ciddi sıkıntılar belirmektedir. Reel döviz kurundaki aşırı artış sonucunda ithalat artarken ihracat azalma eğiliminde olduğundan cari denge bozulmaktadır. Bu durum ise ülke- ye yönelik spekülatif saldırılara karşı Merkez Bankasının elini zayıflatmakta ve fi- nansal sistemin kırılganlığını artırmaktadır (Turgut, 2007: 43).

1.5.3. Rezerv Yeterliliği (M2/R)

Finansal bir krize karşı en önemli savunma aracı ülkedeki mevcut rezervlerin yüksekliğidir. Çünkü döviz üzerinden oluşturulacak ataklara karşı mevcut rezervler kullanılarak müdahale imkanı bulunmamaktadır. Bununla birlikte döviz rezervlerinin de kompozisyonu da büyük önem taşımaktadır. Çünkü sıcak para olarak adlandırılan portföy yatırımlarının genişlettiği bir rezerv büyüklüğü güvence olmaktan öte bir risk faktörü olarak düşünülmektedir (Çonkur ve Ata, 2003: 14).

Nitekim rezerv yeterliliğinin göstergesi geniş anlamda para arzının (M2) döviz rezervlerine oranıdır. Bu oran ilk kez Tekila Etkisi, Meksika’da patlak veren 1994 Krizi ile birlikte yabancı sermaye güçleri yatırımlarını Arjantin, Brezilya ve Şili’den de çekmeye başlayınca kriz Latin Amerika ülkelerine yayılıp oradan da Filipinler’e hatta Polonya’ya kadar ulaşması, ile ilgili çalışmasında Merkez Bankalarının parala- rını tüm nakit parasal varlıklar stokuna karşı savunma amacıyla hazır olması gerekti- ğini ifade eden G. Calvo (1994) tarafından kullanılmıştır. Bu oranın yüksek olması finansal krizin boyutunun tahmini konusunda yardımcı olmakta ve Calvo’nun hipo- tezini desteklemektedir. Bu oranın krizi öngörmedeki yeterliliği Şili (1982), İsveç ve Finlandiya (1992), Meksika (1994) ve Asya (1997) krizleri olmak üzere pek çok krizde ampirik olarak doğrulanmıştır (Arıcan, 2002: 31).

1.5.4. Cari Açık

Bir ülkenin krize girme riskini belirleyen önemli faktörlerden birisi cari açıkla- rın GSMH’ya oranıdır. Cari açığın krizin en önemli göstergesi olduğu düşünülmek- tedir. Cari açık GSYH oranının %4’ü bulması bir kriz belirtisi olarak görülmektedir. Türkiye için sürdürülebilir cari açık oranının en fazla %3,5 olacağı ifade edilmekte- dir (Uygur, 2001: 22).

Gelişmekte olan ülkelerdeki mali krizler farklı nedenlere dayanmış olabilir, an- cak hepsinin ortak özelliği kriz sürecine girilmeden önce ekonomilerinde ciddi bir büyüme olmasıdır. Faizlerin ve dolayısıyla arbitraj olanaklarının yüksekliği ülkeye yoğun bir sermaye/portföy yatırımının girmesine neden olmaktadır. Bu durum, mali

varlıkların fiyatlarında spekülatif şişkinliklere yol açarak, dış mali yatırımları daha da özendirici bir etki sağlamaktadır (Seyidoğlu, 2003: 5).

Kısa süreli sermaye akımları nedeniyle aşırı kredi genişlemesinin yol açtığı za- afları bünyesinde barındıran ve aynı zamanda sabit veya kontrollü kur sistemlerini izleyen ülkeler spekülatörlerin dikkatini çekmektedir. Böyle bir durumda, kura yöne- lik spekülatif hareketler başlamaktadır. Bu aşamada Merkez Bankası kuru savunmak için faiz oranlarını yükseltme yoluna gitmektedir. Bu aşamada yükselen faiz oranları finansal sistemin zayıflıklarını daha da artıracak ve finansal krizlere neden olabile- cektir (Erdoğan, 2006: 15).

Cari açığın yaklaşan bir krizin en önemli göstergesi olduğu söylenmekle birlik- te, cari açığın tek başına bir kriz nedeni olmadığı da bilinmektedir. Bu aşamada önemli olan cari açığın ne boyutta olduğu değil, bu açığın nasıl finanse edildiğidir. Bir başka deyişle, ülkeler cari açığı sürdürülebilir biçimde finanse edebildikleri süre- ce bu açığın krize yol açması beklenmemektedir (Erdoğan, 2006: 15).

Benzer Belgeler