• Sonuç bulunamadı

Kuranda müminlerin vasıfları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kuranda müminlerin vasıfları"

Copied!
92
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ TEMEL ĐSLAM BĐLĐMLERĐ ANA BĐLĐM DALI

KELAM BĐLĐM DALI

KUR’ÂN’DA MÜ’MĐNLERĐN VASIFLARI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

DANIŞMAN

Prof. Dr. Şerafettin GÖLCÜK

HAZIRLAYAN Mehmet ÇELĐK

(2)

ĐÇĐNDEKĐLER ĐÇĐNDEKĐLER ...i ÖNSÖZ ………...1 KISALTMALAR ...2 ÖZET .………3 GĐRĐŞ ÎMÂN VE ĐSLÂM A.ÎMÂNIN VE ĐSLÂM’IN SÖZLÜK VE TERĐM ANLAMLARI...5

1. Îmânın Sözlük Anlamı………..5

2. Îmânın Terim Anlamı………5

3. Đslâm’ın Sözlük Anlamı………8

4. Đslâm’ın Terim Anlamı………..8

B.TASDĐK VE ĐNKÂR BAKIMINDAN ĐNSANLAR………11

1.Mü’min……….…...11 2.Münafık………...………...12 3.Kâfir ………...….13 4.Müşrik ………...15 C.ÎMÂN ĐSLÂM ĐLĐŞKĐSĐ………...16 BĐRĐNCĐ BÖLÜM ÎMÂN VE ĐBADET ESASLARI A- ÎMÂN ESASLARI 1.Allah’a Îmân…………...……….18 2.Meleklere Îmân……….………...21

(3)

3.Kitaplara Îmân………...………...23 4.Peygamberlere Îmân……….………...26 5.Âhirete Îmân……….……...…28 6.Kazâ ve Kadere Îmân ………..31 B-ĐBADET ESASLARI 1.Namaz………...33 2.Oruç………...37 3.Hac………...40 4.Zekât ve Sadaka………...42 ĐKĐNCĐ BÖLÜM MÜ’MĐN VE AHLÂK A.MÜ’MĐNĐN ALLAH’A KARŞI SORUMLULUKLARI…….………….………..46

1.Takvâ..………...………...46 2.Zikir ……….………..……....49 3.Şükür ………...53 4.Đhlâs...………..56 5.Tevbe ve Đstiğfar ..………..58 6.Dua ………...60 7.Tevekkül ………...62

B.MÜ’MĐNĐN BĐREYSEL VE TOPLUMSAL SORUMLULUKLARI ………...64

1.Emânete Riayet Etme………....…...64

2.Âdil Olma………..…...66

(4)

4.Hoşgörü ve Bağışlama………..…...70

5.Sabır……….72

6.Alçakgönüllülük………...………74

7.Sözünde Durma………75

8.Güzel Söz Söyleme………...……...76

9.Đyilerle Dost Olma………77

10.Đyilikte Yardımlaşma ve Kötülüğe Karşı Koyma………..79

11.Đffetli Olma………...81

12.Arabuluculuk Yapma……….82

SONUÇ……….84

(5)

ÖNSÖZ

Đnsan davranışlarını kaba bir sınıflamaya tabi tutarsak özde iki tür davranış biçimi ile karşılaşırız. Bunlardan ilki, dengeleme, refleks, içgüdü gibi insanın iradesi dışında gerçekleşen davranışlardır ve özgür seçim içermezler. Yani ahlâkın konusunu oluşturmazlar. Daha çok otonom sinir sistemi tarafından yönlendirilen ve herhangi bir istencin etkin olamadığı bu tür davranışlar ahlâksal değerlendirmelerin dışında olmalıdır. Çünkü bunlar otomatik tepkilerden oluşan ve bireysellik taşımayan davranış biçimleridir. Đnsanların ikinci tür davranışları ise; kişinin iradesi dâhilinde gerçekleşen davranışlardır. Kişi, Allah (c.c.)’ın kendisine bahşettiği cüz’i irade sayesinde ya O’nun istediği türden davranışlar sergiler ya da nefsinin istek ve arzularına göre hareketlerde bulunur. Bu davranışlarda iradî bir tercih olması dolayısıyla, bu davranışlar ahlâk konusuna dâhil edilmektedir.

Allah (c.c.), biri iyi diğeri kötü olmak üzere insanoğluna iki yol göstermiştir. Đnsan, Yüce Yaratıcının emir ve yasaklarına uyar, O’nun buyruklarını kendine rehber edinirse iyi yolu tercih emiş olur. Aksi bir istikamet tercih edip, şeytanın ve nefsin istek ve arzularına uyarsa kötü yolu tercih etmiş olur.

Đnsanlar doğuştan temiz bir fıtrat üzere yaratılmışlardır. Bu fıtratlarını, daha sonradan kendileri özgür iradeleriyle, ya aslına uygun bir şekilde iyilikle güçlendirmişler ya da aslının tersine bir davranış sergileyerek fıtratlarını bozmuşlardır.

Đslậm’ın gayesi, genelde insanları özelde de mü’minleri dünya ve ậhiret saadetine ulaşmaları yönünde yönlendirmeler yaparak, hayatlarını fıtratlarına uygun bir şekilde sürdürerek Allah’ın rızasını kazanmalarını sağlamaktır. Kur’ân’daki yönlendirmelere baktığımızda gerek emir ve gerekse nehiy bağlamında olsun hepsinin insanın iki dünyasının (dünya ve ậhiret) inşasına yönelik olduğudur. Kur’ân ile ilgili yapılan tüm çalışmalar bu gayeye matuftur.

Bu çalışmamızda, Kur'ân-ı Kerîm'de Müminlerin Vasıflarını ortaya koymaya çalıştık. Konuyla ilgili benzer çalışmalar mevcut olmakla birlikte biz özgün bir çalışma ortaya koymaya çalıştık. Kur'ân-ı Kerîm'de müminlerin vasıfları konusu, hiç şüphesiz çok derin bir araştırma mahsulü olmayı gerektirir. Çünkü konu oldukça ciddi ve çok boyutludur. Böylesine ciddi bir konu mümkün olduğu nispette araştırmalara dayandırılarak incelenmelidir.

Çalışmam sırasında tezimi yönetme lütfunu esirgemeyen, tezimin her aşamasında ciddi desteğini aldığım danışman hocam Prof. Dr. Şerafettin GÖLCÜK başta olmak üzere, çalışmam sırasında yardımlarını esirgemeyen Değerli Hocalarım Prof. Dr. Süleyman TOPRAK ve Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK’e şükranlarımı arz ederim.

Mehmet ÇELĐK KONYA 2009

(6)

KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser

(as) : Aleyhisselam b. : Đbn Bl., : Bölüm bkz. : Bakınız c. : Cilt (cc) : Celle Celâlühü Çvr. : Çeviren D.Đ. : Diyanet Đlmihali

D.Đ.B. : Diyanet Đşleri Başkanlığı Yayınları Md. : Maddesi

M.Đ.F.A.V. : Marmara Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Yayınları Vakfı (ra). : Radiyallahü Anhü

(r.anh). : Radiyallahü Anhüma s. : Sayfa

(sav). : Sallallahu Aleyhi Vesellem Sdlş. : Sadeleştiren

T.D.V.Y. : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Trc. : Tercüme eden

Trs. : Tarihsiz

vb. : Ve benzeri/benzerleri vs. : Ve saire

(7)

ÖZET

KUR’ÂN’DA MÜ’MĐNLERĐN VASIFLARI

Tezimiz, Kur’ân âyetlerinde ifadesini bulan mü’min ve mü’min kişinin vasıfları konusunu ele almayı amaçlamaktadır. Bunun için başta Kur’ân olmak üzere tefsir, kelam, hadis ve çeşitli ilmî kaynaklardan yararlanarak bu konuya açıklık getirmeye çalıştık.

Çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde; îmân ve

Đslâm’ın sözlük ve terim anlamları, tasdik ve inkâr bakımından insanlar ve îmân

Đslâm ilişkisi işlendi. Birinci bölümde; îmân ve ibadet esasları, ikinci bölümde; mü’min ve ahlâk başlığı altında mü’minin Allah’a karşı sorumlulukları, mü’minin bireysel ve toplumsal sorumlulukları âyetler temel alınarak ele alındı.

Konuyu işlerken mümkün olduğunca anlaşılır ifadeler kullanmaya, çeşitli kaynaklardan istifade etmeye ve bilmin kıstaslarına uymaya çalıştık. Ayrıca konu bütünlüğünü sağlamaya gayret gösterdik.

(8)

SUMMARY

THE CHARACTER OF THE BELIEVERS IN QURAN

Our thesis aims at dealing with muslims and their characteristics that find an expression in quranic verses. Therefore, we tried to clarify this issue by drawing upon Quran in the first place, and Interpretation, euphemims, hadith and various theological sources.

Our work consists of an introduction and two following parts. In the introduction part, the lexical and term meanings of belief and Islam, the people in terms of acknowledgement and denial; and the relationship between belief and Islam were studied. In the first part, the essentials of belief and Islam were dealt with, while in the second part we dealt with the responsibilities of a muslim toward Allah under the title of the believer and morality and the personal and social responsibilities of a muslim by taking the verses of Quran as the basis.

Processing withour thesis, we tried to use a comprehensible language as much as we can, get use of a variety of sources and abide by the scientific criterion. Along with this, we put a maximum effort for the integrity of the issues.

(9)

GĐRĐŞ

ÎMÂN VE ĐSLÂM

A. ÎMÂNIN VE ĐSLÂM’IN SÖZLÜK VE TERĐM ANLAMLARI

1. Îmânın Sözlük Anlamı

Îmân kelimesi, eman, emniyet ve güven anlamlarına gelir. "Emn" mastarından türetilmiş olup, korkunun zıddıdır. Îmân, if’al veznindedir. Aslında "Emn"den "Eman"dır. Âmene fiilinin masdarıdır. Arapça dil kurallarına göre masdar yapmak için kelimenin başına hemze gelince "Îmân" olmuştur. Yine Arapçaya özgü bir kural gereği esreli hemzeden sonra gelen ikinci hemze "Ya" harfine çevrileceğinden, böylece bu kelime " Îmân " haline gelmiştir.1

Arap dilinde îmân; mutlak tasdik etmek, yani bir habere, bir hükme, bir şahsa, bir varlığa kesin bir şekilde, içten gelerek samimiyetle inanmak, onu doğrulamak, teyid etmek, doğru söylediğini kabullenip benimsemektir. Böylece söz konusu tasdik ile kalb huzur ve sükûna, güven ve emniyete kavuşur, rahata erer. Đfade edilen söz veya sözün sahibi de yalanlanmaktan emin olur.2

2. Îmânın Terim Anlamı

Îmân’ın tanım ve kapsamı konusunda mezhepler arasında fikir birliği bulunmamaktadır. Mâtürîdî ve Eş'arî kelâm bilginlerine göre îmân, inanılması gereken hususları kalbin tasdiki; Hanefî fıkıhçılarına göre kalbin tasdiki ve dilin ikrarı demektir. Mürcie ve Kerramiye mezhepleri

îmânı kalbin tasdiki olmaksızın sadece dilin ikrarı olarak tanımlarken, Cehmiye kalbin marifetini

îmân için yeterli görmüştür. Selefiye, Mutezile, Havaric ve Zeydiye îmânın tasdik, ikrar ve amel olmak üzere üç temel rükünden oluştuğunu ileri sürmüştür. Ancak Selefiye ameli terk edeni günahkâr mümin sayarken Mutezile ve Zeydiye îmân ile küfür arasında fısk denilen ve tevbe etmeden ölünürse küfre dönüşen bir mertebede kabul etmiş, Havaric ise kâfir saymıştır. 3

Ehl-i Sünnet âlimleri îmânı benzer ifadelerle tarif etmişlerdir. O tariflerden bir kaçı

şöyledir:

1 Gölcük, Şerafettin, Toprak, Süleyman, Kelam, Konya 1998, s.105 2 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.105

(10)

Îmân: Đslâm dininde kesin sabit bulunan ve zarûrât-ı dîniyye denilen esasları, hükümleri kalben tasdik ve kabul etmektir. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar, beden ile amel diyen de olmuştur.4 Bir başka tarifte ise şöyle denilmiştir: Hz. Peygamber’i, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye ) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. Buna göre; îmânın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki îmânın değişmeyen asli unsurudur. Îmânla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir, fakat her bilme inanmayı gerektirmez. Đnanılacak esaslarla ilgili bilgiye îmân denilebilmesi için, kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin, teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir. Îmân edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır.5

Îmân, salt zihinsel bir faaliyet olmayıp nefislerin derinliklerine nüfûz eden, kalbin çevresine giren ve kişinin iradesine dayanan bir inançtır. Başka bir ifadeyle îmân, insanın iç dünyasında karar kılmış, kalbe dayalı kesin bir bilgidir. Kalp gerçek îmândan uzak kaldığında; yani kesin bilgi derecesine varan onaylama düzeyini yitirdiğinde, onun dış görünüşte îmân ettiğini göstermesi, yapmacık ve iki yüzlülük halini alır. O halde insanın diliyle söyledikleri onun gerçek niyetini ortaya koymaz, asıl niyet kalpte gizli olandır. Onun için Kur’ân bedevilerin îmân ettiklerine dair iddialarını reddetmektedir.6

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Bedevîler “Îmân ettik” dediler. De ki: “Îmân etmediniz. (Öyle ise, “Îmân ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin.7 Henüz îmân kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”8

Bu âyet, tasdik etmenin yerinin kalp olduğunu ifade etmektedir. Çünkü âyette söz konusu edilen Bedevî Araplar, söz olarak îmân ettiklerini söylemişlerdi. Allah sözle: “Îmân ettik” demenin yeterli olmadığını, kişinin îmân etmiş sayılması için îmânın kalbe girmesi gerektiğini beyan etmektedir.9

Îmânın olmazsa olmaz şartının, ‘kalp ile tasdik’ olduğunu, Yüce Allah’ın buyruklarından anlıyoruz. Kelam bilginleri, sadece kalp ile tasdikin yeterli olup olmayacağı hususunda fikir ayrılığına düşmüş olsalar da, genelin görüşünden “kalp ile tasdikin” îmân etmiş olmanın en önemli şartı olduğunu görmekteyiz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

4 Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, Đstanbul 2005, s.249. 5

Kılavuz, Ahmet Saim, "Akaid" Md., D.Đ., Ankara 2003, c.1, s. 68.

6 Güneş, Abdulbaki, Kur’an’da Kalp Kavramının Semantik Analizi, Van 2003, s. 38. 7 Bu cümle, “Fakat Đslâm’a girdik, deyin” şeklinde de tercüme edilmiştir.

8 Hucurât, 49/14.

(11)

“Münafıklar sana geldikleri zaman: “Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah’ın elçisisin” derler. Senin kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı olduklarına

şahitlik eder.”10

Kalpleri, sözle ifade ettiklerini doğrulamadığı için “inandık” şeklindeki sözlerini âyet reddetmektedir.11

Allah (c.c.), kalp ile tasdikin önemini ifade etmek için tekrar tekrar beyanlarda bulunmuştur:

"Ey peygamber; kalpleri îmân etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve yahudilerden küfür içinde konuşanlar seni üzmesin…"12

"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini Đslâm’a açar…"13

"Kalbi îmânla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan kişi hariç, kim îmân ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse ve kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır."14

Îmânın asli unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilmediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tabi tutulması gerekmektedir. Bu sebeple ikrar, yani kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi, îmânın bir parçası değil, âdeta onun dünyevî şartıdır.15

Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir. Bir kimsenin îmân ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mü’min olduğunu gösteren belli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mü’min olarak tanınır, müslüman muamelesi görür, müslüman bir kadınla evlenebilir. Zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse, ona müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.16

Đnsanın yaratılış gayesi olan ibadet görevini yerine getirebilmesi için her şeyden önce îmân etmesi gerekir. Îmânın kabul olmasının olmazsa olmaz şartı tevhiddir. Tevhidi zedeleyen her türlü inanç ve eylem, insanı îmândan uzaklaştırır.17

Îmânın sahih olabilmesi ve hidayete ulaşma vesilesi olabilmesi için yapmamız gerekeni Yüce Allah şu âyette ifade etmiştir:

10 Münafikûn, 63/1. 11 Şimşek, a.g.e., s.14. 12 el-Maide, 5/41. 13 el-En’âm, 6/125. 14 en-Nahl, 16/106.

15 Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 69. 16 Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 69.

(12)

"Îmân edenler ve îmânlarına zulüm18 karıştırmayanlar, işte güven onlarındır. Ve hidayete erenler de ancak onlardır."19

Allah’ı tasdik edenler, O’na ihlâsla ibadet edenler, îmân ve ibadetlerini şirke karıştırmayanlar! Bunlar, ilahî azaptan emin olurlar. Bunlar, hidayet ve kurtuluş yolunu bulan kimselerdir.20

3. Đslâm’ın Sözlük Anlamı

Sözlükte itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, esenlikte ve barışta olmak anlamlarına gelir.21

Diğer bir tarif ise şöyle yapılmıştır: Đslâm, “silm” ve “selam”; kökünden türeyen bir

kelimedir. Bu şekliyle Kur’ân’ın 105 yerinde geçmektedir. “Đslâm” kelimesi, isim ve fiil halinde 10 kadar ayette geçmektedir. Silm; barış, güven ve huzur, selam da; mutluluk, esenlik ve güvenlik demektir. Đslâm ise; Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek manasınadır.

Đslâm’ı benimsemiş erkeğe müslim, kadına da müslime denir.22

4. Đslâm’ın Terim Anlamı

Đslâm, Yüce Allah'a itaat etmek, teslim olmak, Hz. Muhammed'in din adına getirdiklerinin hepsini bütün varlığıyla benimsemek ve benimsediğini göstermek demektir. Đslâm, aynı zamanda Hz. Peygamber'in getirdiği hak dinin de adıdır.23

Kur’ân’a göre Đslâm, kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, yalnız O’na kul olması, yalnız O’na ibadet etmesi demektir. Tevhidin gereği de budur. Bu anlamıyla Đslâm, yalnız son peygamber olan Hz. Muhammed’in getirdiği dinden ibaret değil, bütün peygamberlerin insanları tek Allah’a kulluk etmeye, âhirete îmân etmeye ve sâlih amel işlemeye davet etmelerinin özünde olan bir inanç sistemidir. Bu bakımdan insanlığı tevhid inancına davet noktasında, bütün Allah elçilerinin vazifesi aynıdır.24 Nitekim Kur’ân’da şöyle buyurulmaktadır:

“O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”25

Bu cümle, Hz. Peygamber’in, görevlendirildiği Đlahi emirlere hızlıca sarılışını ve o emirlerin kendine özgü olmayıp herkesin bunlarla görevli bulunduğunu ve bütün Müslümanların

18 Taberi, âyette geçen ‘zulüm’ kelimesiyle ‘şirk’ mânası kastedildiğini söylemiştir. 19 En’âm, 6/82.

20 Taberî, Ebu Cafer Muhammed b.Cerir b. Yezid b. Galib, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an, Đhtisar ve Tahkik,

Muhammed Ali es-Sâbûnî, Salih Ahmed Rıza, Trc., Mehmet Keskin, Đstanbul 1995, c. 1, s. 211.

21

Dönmez, a.g.e, c. 2., s.962.

22 Karaman, Fikret, “Đslâm” Md., Dini Kavramlar Sözlüğü, (DĐB), Ankara 2006, s. 322. 23 Dönmez, a.g.e, c. 2., s.962.

24 Karaman, “Đslâm” Md., a.g.e, s. 323. 25 En’âm, 6/163.

(13)

ona uymaları gerektiğini vurgulamaktadır.26

Hz. Peygamber Đslâm’ı, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek; Müslüman’ı ise, “Müslüman, dilinden, elinden, Müslümanların selamette kaldığı kimsedir” şeklinde tanımlamıştır. Bu duruma göre Đslâm, insanlık için vazgeçilmez değerler olan inanç, ibadet, muamelat ve ahlâk gibi temel prensipleri sosyal hayatın gereği olarak kabul eden ekmel ve evrensel bir dindir. Nitekim Cenab-ı Hakk da kullarına en uygun din olarak Đslâm’ı seçtiğini beyan etmiştir:27

“Allah katında din Đslâm’dır”28 bu gerçeği ifade etmektedir.

Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği hak din Đslâm, aynı îmân esaslarını içermesi bakımından diğer peygamberlerin getirdiği dinlerle kesişir. Fakat önceki dinlerin “Đslâm” olarak isimlendirilmesi hususunda Müslüman bilginler farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazı bilginlere göre önceki hak dinler de Đslâm olarak anılabilir. Diğer bir grup bilgine göre ise Kur’ân-ı Kerîm’deki nitelendirmeler peygamberlerle ilgilidir; “Đslâm ümmeti” ve “Đslâm dini” tabirleri ancak Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti ve onun getirdiği din için kullanılabilir; zira bu dinin ve ümmetin kendine özgü hükümleri ve özellikleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de her iki görüşe destek verecek şekilde yorumlanmaya elverişli âyetler bulunmaktadır.29 Aşağıdaki âyetler bunu örneklemektedir:

“Đsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a îmân ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız” dediler.30 “Đbrahim, ne Yahudi idi ne de Hıristiyandı, fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.”31

Evrendeki her şey mahiyeti içerisine yerleştirilmiş kanunlar çerçevesinde hareket ettiği, yani Allah’ın emrine doğrudan doğruya uyduğu için, tüm evren müslümandır. Yani Allah’ın iradesine teslim olmuştur. Bu evrensel kanunun tek istisnası insandır. Çünkü Allah’ın emrine uyup uymamakta bir seçim yapabilme kabiliyeti kendisine verilen tek varlık odur. Diğer bütün varlıkların mahiyetine “yazıldığı” gibi, bu emir, insanın kalbine de yazılmıştır.32

Allah (c.c.) kulları için en uygun din olarak Đslâmı şetçiğini şu âyetlerle beyan etmektedir: “Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak

Đslâm’ı beğendim.”33

26 Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Sdlş. Sıtkı Güle, Đstanbul 2003, c. 4, s. 147. 27 Karaman, “Đslâm” Md., a.g.e., s. 323. 28 Âl-i Đmrân, 3/19. 29 Dönmez, a.g.e, c. 2, s. 963. 30 Âl-i Đmrân, 3/52. 31

Âl-i Đmrân, 3/67. (Ayrıca bkz. Bakara 2/128-129; Yunus 10/72; Yusuf 12/101; Neml 27/38; Şûrâ 42/13; Hac 22/78; Nahl 16/36.

32 Fazlurrahman,, Ana Konularıyla Kur’an, Çvr. Alparslan Açıkgenç, Ankara 1998, s. 59. 33 el-Maide, 5/3.

(14)

“Kim, Đslâm’dan başka bir din ararsa, onunki kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir.”34

Allah katında kabul edilen din Đslâm’dan ibarettir ve Đslâm’dan başka bir din arayanın dini kabul edilmez, sonu hüsran olur. Allah’a ve Allah’tan gelene tam bir îmân ve Đslâm bulunmadıkça âhirette hiçbir amel fayda vermez. Küfür ile ölenlerin her biri, dünyada altınlar harcamış olsalar da âhirette kendilerini kurtaramazlar.35

Allah’ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği dinlerin en sonuncusu ve en mükemmeli olarak Đslâm, her çağın ihtiyacına cevap verecek ve kıyamete kadar sürüp gidecek, evrensel, bütün insanlığa hitap eden, insan yaratılış ve fıtratına uygun, hükümleri bilim ve akılla asla çelişmeyen, güçleştirmeyip kolaylaştıran, hürriyet ve adalet ilkelerini yayan, sınıf farkını ortadan kaldıran, ruhbanlığı (kendinde ilâhî iradeyi temsil özelliği gören din adamlığı kurumu) nu yasaklayan, dünya ve âhiret dengesini kurmuş olan, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan, sosyal adaleti ve barışı sağlayan bir dindir.36

Üstün vasıflarını sıraladığımız Đslâm dininin de kendine inanan ve bağlananları ilgilendiren kabul şartları mevcuttur.

Bir kişiye Müslüman muamelesi yapılmasında esas alınacak aslî ve tabiî ölçü, onun kelime-i şehadetkelime-i söyleyerek Müslüman olduğuna dakelime-ir beyanda bulunmuş olmasıdır.37

Bir kimse söz ve davranış yoluyla, kişiyi Müslüman yapan inançları açık biçimde inkâr ettiğinde Đslâm’dan çıkmış olur. Đslâm bilginleri, bir taraftan müslümanları bu konularda hassas ve dikkatli davranmaları için uyarırken, bir taraftan da bu tür söz ve fiilleri yorumlayanların hüsn-i zanna ağırlık vermelerhüsn-inhüsn-i ve hüsn-insanları hemen küfre mahkûm etmeye yönelmemelerhüsn-inhüsn-i tavshüsn-iye etmişlerdir.38 34 Âl-i Đmrân, 3/85.

35 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 2, s. 511. 36 Dönmez, a.g.e., c. 2, s. 964. 37 Dönmez, a.g.e., c. 2, s. 964 38 Dönmez, a.g.e., c. 2, s. 964

(15)

B. TASDĐK VE ĐNKÂR BAKIMINDAN ĐNSANLAR

1. Mü’min

Korkusuz, emin ve güvenli olmak; inanmak, güvenmek ve güvenilir olmak anlamındaki “e-m-n” kökünden türeyen mü’min kelimesi tasdik eden, itimat eden, inanan, boyun eğen, itaat eden; güven veren, emin kılan demektir.39

Bir başka ifadeyle mü’min kişi, Peygamber (sav)’in Allah’tan alıp haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğunu tasdik ederek inanan kimsedir. Çünkü kitabın bir kısmına îmân ederek bir kısmını reddetmenin kişiyi mü’min yapmayacağı belirtilmektedir:40 Nitekim âyet-i kerîmede

şöyle buyrulmaktadır:

“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası, dünya hayatında rüsvaylıktır. Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba iletilmektir.”41

Diğer bir tarif şöyledir: Mü’min, Hz. Peygamberin getirdiklerini kalben tasdik eden bir kişi olmanın yanında bunlara teslim olduğunu ve boyun eğdiğini diliyle ve davranışlarıyla da gösteren kişidir. Bu anlamda mü’min müslimdir. Bir başka anlatımla, kâmil bir îmâna sahip olan mü’min, sâlih ameller işleyerek Allah’a kul olmanın bilinci içinde olan kimsedir.42

Sâlih amel işlemenin ve bunun Allah’ın mü’min kullarına dünya ve âhirette getirilerinin neler olacağını aşağıdaki âyet-i kerîmeden öğrenmekteyiz:

“Allah, sizlerden îmân edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği (Đslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiç bir şeyi bana eş tutmazlar, artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.”43

Đnanç esaslarını kalp ile tasdik, dil ile ikrar edip bununla birlikte Allah’ın emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan, bütün varlığı ile Allah’ın hükümlerine teslim olan kimse gerçekten müslim ve mü’mindir. Bu hem Allah katında, hem de insanlar nazarında mü’mindir, kâmil müslümandır, mü’minin bundan aşağı dereceleri de vardır. 44

39 Karagöz, Đsmail, “Mü’min” Md., Dini Kavramlar Sözlüğü, (DĐB), Ankara 2006, s. 478. 40 Şimşek, a.g.e., s.25. 41 Bakara 2/85. 42 Dönmez, a.g.e., c. 3, s. 1459. 43 Nûr, 24/55. 44 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.130.

(16)

Peygamberin bildirdiklerinin kalp ile tasdik edip dil ile ikrar ettiği halde şu veya bu sebepten büyük günahlardan bir veya bir kaçını işleyen kimse de mü’mindir, ancak bunun îmânı kemâle ermemiştir.45

Bir de, îmân esaslarını kalp ile tasdik edip dil ile söyleyen, farz olduğunu kabul ettiği halde, amel ve itaati olmayan kimse mü’mindir. Ancak amel ve itaati yoktur.46

“Mü’min”, Kur’ân’da hem Allah’ın hem de insanların sıfatı olarak kullanılmıştır. Đnsanlar için; peygamberin bildirdiklerini doğrulayan; Allah için, yaratıklarına güven veren, onları zulümden beri kılan, îmân, emniyet ve eman verici, şek ve şüpheleri gideren, korkuda onlara güven veren demektir. Mucize vererek peygamberleri tasdik eden anlamında olduğu da söylenmiştir.47

Đnsanın sıfatı olarak mü’min; Allah’a, O’nun emirlerine, âhiret gününe, kitaplarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere îmân edip itaat eden demektir. Mü’min, sözlük anlamına da uygun olarak, hem inandığı kudretin sağladığı güvenin içinde olan, hem de kendisi başkasına güven veren kimsedir:48

2. Münafık

Kaybolmak, eksilmek, geçmek ve tükenmek anlamındaki “n-f-k” kökünden türeyen münafık, din ıstılahında, kalbi ile inanmadığı halde inkârını saklayıp, dili ile inandığını söyleyerek mü’min görünen kimseye denir. Münafığın bu davranışına nifak denir.49

Bir başka ifadeyle münafık, gönülden inanmadığı halde Allah’ı, Hz. Peygamberi ve getirdiği vahyi benimsediğini söyleyen, müslümanmış gibi gözüken kimse demektir. Münafıklar özü sözüne uymayan kimselerdir.50

Allah (cc) Kur’ân’da münafıkları şöyle tanımlamaktadır:

“Đnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler.”51

“Ey Resûl! Kalpleri îmân etmediği halde ağızlarıyla “inandık” diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar (ın hali) seni üzmesin.”52

45 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.130. 46 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.130.

47 Karagöz, “Mü’min” Md., a.g.e., s. 478. 48

Karaman, “Mü’min” Md., a.g.e, s. 478.

49 Karagöz, “Münafık” Md., a.g.e., s. 495. 50 Dönmez, a.g.e., c. 3, s. 1465.

51 Bakara, 2/8. 52 el-Mâide, 5/41.

(17)

Diliyle şehadet kelimesini veya Kelime-i Tevhidi söylediği halde, kalbi söylediğini tasdik etmeyen ve inanmayan kimse münafıktır. Münafık, sözü özüne uymayan, olduğundan farklı görünen kimsedir. Münafık, gizli kâfirdir. Asla müslüman değildir. Kur’ân’da münafıklar hakkında çok şiddetli hükümler vardır.53

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.”54

Münafık, bir kapıdan Đslâm’a girmekte, diğer kapıdan çıkmaktadır:

“Onlar inanmış olanlarla karşılaştıkları zaman ‘inandık’ derler. Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman ise, ‘biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz’ derler.”55

Bazı âlimler, münafıkların devamlı olarak müslümanlarla iç içe olmaları ve namaz kılmaları, dinî öğütler dinlemeleri sebebiyle bazen Đslâm’a ısındıklarını hatta geçici bir îmân ile inandıklarını fakat ardından tekrar küfre döndüklerini söylerler. Bu görüşte olanlar, Bakara süresinin 17-20 âyetlerinde verilen iki misalle bunun kastedildiğini ileri sürerler. Getirilen iki misalin ilkinde ateş yakıldığında çevrenin aydınlanması ve ikinci misalde şimşek çaktığında çevrelerini görür hale gelmeleri, onların geçici îmânlarıyla izah edilmiştir. Bir başka görüşe göre, bu misallerle kastedilenin, işlerine gelen âyetler indiğinde buna sevinmeleri olduğudur. Bizim bu iki misalden anladığımız; münafıkların, bu davranışlarıyla geçici bir menfaat elde ettikleri, fakat bu menfaatin çarçabuk kaybolduğunu anlatmaktır.56

Ku’ân’da münafıkların nitelikleri şöyle sıralanmıştır:

Münafıklar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinirler, Allah’ı aldatmaya çalışırlar, namaza üşene üşene kalkarlar, Allah’ı pek az zikrederler, ne mü’minlerden yana ne de kâfirlerden yana olurlar, ikisi arasında bocalayıp dururlar.57 Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar, elleri de sıkıdır.58 Yalancıdırlar, yeminlerini kalkan ederler, insanları Allah yolundan alıkorlar, gösterişlidirler, süslü konuşurlar, her gürültüyü kendi aleyhlerine zannederler.59

Peygamberimiz (s.a.v) de, münafıkların konuştuklarında yalan söylediklerini, verdikleri sözde durmadıklarını, emanete hıyanet ettiklerini, düşmanlıkta aşırı gittiklerini bildirmiştir.60 Münafık, dünyaya ait bir menfaatinden dolayı müslüman gözükür. Kendisine zahiren müslüman gözüktüğü için, Đslâm’ın hükümleri uygulanır, müslüman muamelesi görür. Ama gerçekte kalbinde tasdik olmadığı için o kâfirdir. Đnsanların inkâr bakımından en tehlikelileri münafıklardır.61 53 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.130. 54 Nisâ 4/145. 55 Bakara, 2/14. 56 Şimşek, a.g.e., s.39. 57 Bkz., Nisa, 4/139. 142. 58 Bkz., Tevbe, 9/67. 59 Bkz., Münafikûn, 63/1-4.

60 Buhari, Đman, 24; Müslim, iman, 107. 61 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.130.

(18)

3. Kâfir

Bir şeyi örtmek, perdelemek, gizlemek, uzak durmak ve nimete nankörlük etmek anlamlarındaki “k-f-r” kökünden türeyen kâfir, sözlükte, bir şeyi örten, gizleyen ve nimete, iyiliğe nankörlük eden demektir. Bu kelimenin asıl anlamı, bir şeyi örtmek, gizlemektir. Bu sebeple, gündüzü örtüp gizlediği için geceye, tohumu toprağa gömdüğü için çiftçiye ve kılıcı örttüğü için kınına kâfir denmiştir.62

Din ıstılahında ise, Hz. Peygamberi ve onun Allah’tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlayan, tevatür yoluyla bize ulaşmış bulunan hükümlerden birini ya da bir kaçını inkâr eden kişiye kâfir denir. Bu eyleme ise küfür denir. Eş’arî ve Mâturîdîlerin de içinde bulunduğu kelâm bilginlerinin çoğunluğuna göre küfür; zarurât-ı diniyyeden olduğu kesinlikle bilinen şeylerin tamamını veya bir kısmını kalben tasdik etmemek demektir. Đmam Gazzâlî (d.M.1058-ö.M.1111) küfrü, Hz. Peygamberin getirmiş olduğu şeyleri yalanlamak şeklinde tarif etmiştir.63

Kâfir kelimesi, Kur’ân’da nankörlük yapan, nimetlerin değerini bilmeyip şükrünü yerine getirmeyen kimse için de kullanılmıştır64. Bunu şu âyet-i kerîmede görmekteyiz:

“Beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük (küfr) etmeyin”65

Asıl olan kalben inkâr ve yalanlamadır, ancak mecburiyet olmadığı halde kendi isteği ile inanılması gereken şeylerden birini veya hepsini dili ile inkâr ve tekzib eden de kâfir olur.66 Îmânın zıddı olan küfür, yani Allah’ı veya Allah’ın gönderdiği peygamberleri tekzip ve inkâr etmekte de, gerçeğin üzerini örtme söz konusudur. Kur’ân’ın kelimeyi, nimetlere karşı nankörlük kullanımında da aynı anlam mevcuttur. Çünkü böyle biri, nimetlerin üzerini örtmektedir.67

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde kâfir olarak ölen insanın cehennemde ebedî azaba uğrayacağı haber verilmiştir:

“Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir.”68

“Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.”69

62 Karaman, “Kâfir” Md., a.g.e, s. 357. 63 Karaman, “Kâfir” Md., a.g.e, s. 357. 64 Dönmez, a.g.e., c. 2, s. 1051. 65 Bakara 2/152. 66 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.131. 67 Şimşek, a.g.e., s.30. 68 Bakara 2/161. 69 Bakara 2/162.

(19)

Yüce Allah Kur’ân’da kâfirlerin durumlarıyla ilgili şöyle bir tasvir ortaya koymaktadır: “Kâfirler ancak çobanın bağırıp çağırmasını işiten fakat ne dediğini anlamayan hayvanlara benzerler. Sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler.”70

“Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Artık onlar îmân etmezler.”71

“…Onlar dünyadan zevk almağa bakarlar, hayvanlar gibi yerler içerler…”72

“Gerçekten inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiç birinden fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.”73

Kur’ân-ı Kerîm, bütün iyiliklerin kaynağında îmânı görürken bütün kötülüklerin kaynağında da küfrü görmektedir. Bu sebeple kötü davranışlar Kur’ân’da daima küfür ehline nispet edilmektedir. Îmân sahibi kişinin kötülük işlemesi, ârızî bir durumdur, kalıcı değildir. Bu yaptığını iyi bir davranış olarak görmez ve farkına vardığında tevbe eder. Bu sebeple îmân sahibi kişinin işlediği bu kötülük, yapısının bir parçası haline gelmez. Hâlbuki îmânı olmayan kişinin işlediği kötülük, yapısının bir parçası haline gelir. Kalıcı bir özelliğe sahiptir. Çünkü o, bu işlediğini içine sindirmektedir ve bundan dolayı pişmanlık duyarak tevbe etmesi gibi bir durum söz konusu değildir.74

4. Müşrik

Bir şeyde ortak olmak anlamındaki şirk kökünden türeyen müşrik, sözlükte, ortak koşan, ortak yapan demektir. 75

Istılahta ise; Allah’a, ilah, rab, ma’bûd oluşunda, sıfat ve fiillerinde eşi ve ortağı bulunduğunu kabul eden kimseye denir. Başka bir deyişle müşrik, ulûhiyet özelliklerinden birini, bir başkasına veren kimsedir. Müşrik kâfirdir, ancak her kâfir müşrik değildir. Örneğin, Mecusîlikte olduğu gibi iki ilâhın varlığını kabul etmek hem şirktir hem de küfürdür. Hâlbuki âhiret gününe inanmamak sadece küfürdür, şirk değildir. Nitekim Kur’ân’da da müşriklerle Ehl-i Kitap, kâfirlerin iki ayrı zümresi olarak açıklanmıştır.76 Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: 70 Bakara 2/171. 71 Enfâl 8/55. 72 Muhammed 47/12. 73 Âl-i Đmrân, 3/191. 74 Şimşek, a.g.e., s.33.

75 Karaman, “Müşrik” Md., a.g.e, s. 506. 76 Karaman, “Müşrik” Md., a.g.e, s. 506.

(20)

“Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar, Ehl-i Kitaptan ve müşriklerden inkârcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi.”77

Şirk, insanın yücelip Allah’a ulaşmasını engelleyen, insan şeref ve haysiyetine aykırı, insanı alçaltan bir inkâr türüdür.78

Şirk, tevhidin zıddıdır. Allah’ı ulûhiyetiyle, rubûbiyetiyle ve isimleriyle birlemeyen her inanç, şirktir. Tevhid’in zıddı olmakla, îmânın da zıddı olan şirk, küfrün kendisidir. Şirkte küfrün hem nankörlük yönü, hem de inançsızlık yönü vardır. Her iki terim Kur’ân-ı Kerîm’de de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.79 Aşağıdaki âyette bunu görmekteyiz.

“Herkesin kazandığını görüp gözeten Allah inkâr edilir mi? Hâlbuki onlar, Allah’a ortak koştular. De ki: “Onların isimlerini açıklayın. Yoksa siz (bununla) O’na yeryüzünde bilmediği bir

şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa boş söz mü etmiş olacaksınız?” Hayır, inkâr edenlere hileleri güzel gösterildi ve onlar doğru yoldan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.”80

Kitap Ehli’nin şirk kapsamına girip girmediği tartışma konusudur. Gerçi hukuk açısından müşriklerle Kitap Ehli arasında fark bulunduğunu herkes kabul etmektedir. Bununla birlikte inanç bakımından onların müşrik olduklarını ifade eden âyetlerin yanında, müşriklerle birlikte fakat müşrikler dışında ayrı bir grup olduklarını belirten âyetler de vardır. Mesela şu âyetlerde onların şirklerinden söz edilmektedir:81

“Yahudiler: “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler.”82 Nitekim müteakip âyetin sonunda: “Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir”83 denilmektedir.

Müşriklerle birlikte fakat onlardan farklı bir topluluk olarak zikredildikleri âyetlerin birinde ise, şöyle denilmektedir: “Đnananlar, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Müşrikler…”84

Şirkin çok büyük bir günah olduğunu ve bağışlanmayacağını şu âyette açık olarak görmekteyiz:

“Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa gerçekten çok büyük bir günah ile iftira etmiş olur.85

77 Beyyine, 98/1. 78 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.132. 79 Şimşek, a.g.e., s.36. 80 Ra’d 13/33. 81 Şimşek, a.g.e., s.37. 82 Tevbe 9/30. 83 Tevbe 9/31. 84 Hac 22/17. 85 Nisa, 4/48.

(21)

C. ÎMÂN ĐSLÂM ĐLĐŞKĐSĐ

Îmân ve Đslâm kavramlarının anlam ve muhtevaları konusunda, Đslâm bilginleri arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Bu konuda birçok görüş ileri sürülmüştür. Bazılarına göre îmân ve Đslâm ayrı ayrı şeylerdir. Bazılarına göre de îmân ile Đslâm aynı şeylerdir. Kimine göre de, îmân islâm’ın bir cüz’üdür ya da îmân ve Đslâm birbirini tamamlayan iki kavramdır.

Sözlük anlamları itibariyle îmân tasdikten, Đslâm’da teslim olmak, i’zan ve itaatla inkıyad etmek, boyun eğmekten ibarettir. Tasdikin mahalli kalp olup, lisan onun tercümanıdır. Teslim olmak ise kalp, lisan ve azaların hepsine şamildir. Çünkü kalp ile olan her tasdik, aynı zamanda Allah’ın emirlerine ve iradesine teslim olmaktır ve isyanı, inkârı terk etmektir. Lisan ile itiraf, âzâ ve organlarla boyun eğme ve itaat da böyledir. Yani tasdik, teslim ve boyun eğme manasını ihtiva ettiği halde, Đslâm ve teslim mefhumunda kalp ile tasdik manası yoktur. Bu itibarla, sözlük anlamına göre, Đslâm mefhumu daha genel, îmân daha özeldir. Îmân, buna göre, Đslâm’ın en

şerefli cüz’ünü oluşturmaktadır.86

Îmân ve Đslâm’ı ayrı ayrı birer kavram olarak kabul edenler şu âyeti delil göstermişlerdir: “Bedeviler “îmân ettik” dediler. De ki: “Îmân etmediniz. (Öyle ise, “îmân ettik” demeyin.) “Fakat Đslâm’a girdik” deyin. Henüz îmân kalplerinize girmedi. Eğer Allah ‘a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”87

Îmân ve Đslâm terimleri Ehl-i Sünnet’e göre aynıdır, birbirinden ayrılmaz. Çünkü îmân, Allah Tâlâ’yı, haber verdiği emir ve yasaklarında tasdik etmekten ibarettir. Đslâm ise O’nun ulûhiyetine boyun eğip itaat eylemektir. Bu da ancak O’nun emir ve nehyini benimsemekle gerçekleşebilir. O halde taşıdıkları hüküm bakımından îmân islâmdan ayrılmaz ve aralarında farklılık, muğayeret bulunmaz.88

Aşağıdaki âyette de îmân ve Đslâm’ın aynı manada kullanıldığı görülmektedir.

“Musa; ey kavmim, siz gerçekten Allah’a îmân ettinizse ve O’nun birliğine ihlâsla teslim olmuş mü’minler iseniz, artık Allah’a tevekkül ediniz.”89

El-Bûtî (d.M.1929…) bu konuda; îmân ve Đslâm kavramları arasında içerik bakımından fark vardır. Ancak ikisi arasında bir gereklilik de vardır. Đslâm, insanın dış görünüşü ile yapısı ile teslim olmasıdır. Đslâm ahkâmının dünyada yürürlükte olması buna bağlıdır. Kişinin canının korunması, evlenmenin helal olması, mirasın meşruiyeti gibi. Îmân ise, bütün bu saydığımız

şeylerde en ufak bir kuşku kalmayacak biçimde, kıyamet gününde Allah’ın (c.c.) huzurunda kurtuluşun temel direkleri olan, Đslâm hakikatlerini kalbi ile tasdik etmektir. Đnsana dünya ve

86 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.109. 87 Hucurât, 49/14.

88 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.109. 89 Yunus, 10/84.

(22)

âhirette Đslâm ahkâmının uygulanabilmesi, ancak îmân ve Đslâm sıfatlarını aynı anda taşımasıyla mümkün olabileceği buradan anlaşılmaktadır. Bu da kalp ile kabullenme, dil ile itiraf etmekle meydana gelecektir 90 demiştir.

Bazı kelam bilginleri şöyle demişlerdir: Îmân ile Đslâm, bazı nasslarda müteradif, eş anlamlı, ayrı ve farklı anlamlarda, bazılarında ise mütedahil manada kullanılmıştır. Ancak din bakımından

Đslâm ile îmân birdir. Aralarında fark yoktur. Çünkü tam ve kâmil îmân; peygamberin haber verdiklerini tasdik ve kabul etmek, kalbi, sözü ve işi ile onun hak olduğunu itiraftır. Bunu yapana kâmil mü’min denir.91

Đslâm da peygamberin haber verdiği hüküm ve emirleri kabul ve bunlara bütün varlığı ile teslim olmak ve itaat etmektir ki, kalben tasdik eylediğini lisan ile söylemek ve ilâhî emirlere boyun eğmekten ibarettir. Kısacası, mü’min olup da Müslüman olmayan yahut Müslüman olup da mü’min olmayan yoktur. Yani her mü’min Müslimdir, her Müslim de mü’mindir.92

Yukarıda da zikrettiğimiz üzere bu konuda fikir birliği bulunmamaktadır. Ancak Kur’ân’da geçen mü’min ve müslim tanımlamalarından da yola çıkarak her mü’minin müslüman olacağı ancak her müslümanın mü’min mertebesine ulaşmış olmayabileceği kanaatindeyiz.

90

el-Bûti, Said Ramazan, Đslam Akaidi (yaratıcının varlığı yaratılanın görevi), Trc., Mehmet Yolcu, Hüseyin Altınalan, Đstanbul 1986, s.245.

91 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.111. 92 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.111.

(23)

BĐRĐNCĐ BÖLÜM ÎMÂN VE ĐBADET ESASLARI A- ÎMÂN ESASLARI 1. Allah’a Îmân

Kâinatı yaratan, idare eden, kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık olan Allah’a îmân, îmân esaslarının birincisi ve temelidir. Bütün ilahî dinlerde Allah’ın varlığı ve birliği (tevhid) en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün inanç esasları Allah’a îmâna ve O’nun birliği esasına dayanmaktadır.93

Allah’ın varlığı, delil getirme ya da tartışmaya ihtiyaç bırakmayacak ölçüde bir gerçektir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın varlığını tartışmaya açarak O’nun varlığını ispat yolunu seçmez. Zaten böyle bir yolun izlenmesi mümkün de değildir. Çünkü Allah, laboratuara sokulacak bir madde ya da beş duyu ile algılanabilen bir cisim değildir. Dikkatleri evrene çekerek Allah’ın varlığını ispat yolunu seçer: “Acaba onlar yaratıcısız mı yaratıldılar, yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar düşünüp hakikati anlamazlar”94 âyetinde olduğu gibi hiçbir insan, kendi kendisini yarattığını ya da yeri ve gökleri yarattığını ileri süremez/sürmemiştir. Đlahlık iddiasında bulunan firavun ve benzerleri bile böyle bir iddia ileri sürmemiştir. Đnsanın kendisi, yaratıcısı olmadığına göre çevresindeki diğer canlılar ya da cansız şeylerin yaratıcı olmayacakları ortadadır. O halde evren ya kendi kendine yaratılmıştır ya da bir yaratıcısı vardır. Kendi kendine var olmadığı, evrene hâkim olan mükemmel bir sistem ve nizamdan anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kur’ân, sık sık evrene ve evrene hâkim olan mükemmel sisteme dikkat çekmektedir95. Aşağıda verilen âyette bu duruma vurgu yapılmaktadır.

“Đnsanlar acaba deveye bakıp da biraz olsun düşünmezler mi, deve nasıl yaratıldı? Göğe bakmazlar mı, nasıl kaldırıldı? Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikildi? Yere bakmazlar mı nasıl döşendi?”96

Allah’a îmân, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. Bir başka deyişle Allah hakkında vâcip (zorunlu, gerekli), câiz ve imkânsız sıfatları bilip öylece kabul etmektir.97

93

Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 82.

94 Tûr, 55/35-36. 95 Şimşek, a.g.e., s.41. 96 Ğaşiye 88/17-20.

(24)

Allah’ı (c.c) bütün noksan sıfatlardan uzak, üstün sıfatlarıyla nitelenmiş olarak kabul edip inanmak mü’min kişilere has niteliklerdendir. Bu duruma, mü’minlerin Allah’a inancındaki teslimiyeti ifade eden şu âyet örnek olarak verilebilir:

"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize îmân edin’ diye îmâna çağıran bir davetçi işittik, hemen îmân ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al."98

Bu çağıran Rasûlullah veya Kur’ân’dır. Bu çağrı bizim kulaklarımızda, vicdanımızda etkisini gösterdi, çınladı, âlemin yaratılışı düzensiz, hikmetsiz olmadığı içindir ki bu çağrı bizde etkisini gösterdi, inanmamıza, kesin inanç sahibi olmamıza sebep oldu. Biz de îmân ettik.99

Kalpler açılmıştır. Çağrıyı algılar algılamaz karşılık verir. Bu derece şiddetli bir duyarlılık uyanır içlerinde. Đlk söz ettikleri şey de; eksiklikleri, günahları ve isyanları olur. Günahlarını bağışlaması, kötülüklerini örtmesi ve iyilerle beraber canlarını alması için Rabblerine yönelirler.100

"Đbn Abbas’tan (r.a) Rasûlüllah’ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah’ım ancak sana teslim oldum. Yalnız sana inandım. Yalnız sana dayanıp güvendim. Sana yöneldim ve senin yardımınla düşmanla mücadele ettim. Allah’ım beni doğru yoldan ayırmandan yine sana sığınıyorum. Senden başka ilâh yoktur. Sen daima dirisin. Cinler ve insanlar ise ölürler".101

Kendisine itimat ve güvenmeye lâyık kemâl sıfatlarına yalnızca Allah Teâlâ sahiptir. Ölümlü varlıkların hiçbiri bu mânada müslümanın güvenine muhatap olamaz.102

Mü’minin Allah ile olan irtibatı beşer ile olan irtibatından farklıdır. Çünkü mü’min Allah’a sonsuz bir güven ve itimat duygusuyla bağlıdır. O’nun her emrini tereddütsüz ve mutlak bir itaat bilinciyle yerine getirir, bundan da gönül hoşnutluğu hisseder. O’nun nehyettiği şeylerden ise bütün gücüyle uzak durmaya çalışır. Ancak mü’minin beşer ile olan münasebetlerinde güvensizlik ve itimatsızlık hâsıl olabilmektedir. O bakımdan mü’min ile Allah arasında çok yüce bir bağ mevcuttur. Bu kuvvetli bağın neticesinin Allah tarafından karşılıksız bırakılamayacağı ise aşağıdaki âyette ifadesini bulmaktadır.

"Allah’a îmân edip O’na sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.103

Allah'a sarılmak O'na inanmanın zorunlu bir sonucudur. Îmân sağlıklı olduğu zaman, kişi hem Allah'ın hem de O'na yönelik her şeyin kulluğunun gerçeğini anladığında önünde sadece Allah'a bağlanmaktan başka yol kalmaz. Çünkü tek başına otorite ve güç sahibi O’dur. Đşte böylelerini Yüce Allah rahmetine ve lütfuna kavuşturuyor. Âhiret hayatından önce bu dünyada

98 Âl-i imrân, 3/193. 99 Yazır, a.g.e., c. 2, s. 627.

100 Kutub, Seyyid, Fi Zilâli’l-Kur’ân, Trc., Yakup Çiçek, Ali Turgut, Abdülkerim Ünalan, M. Sait Şimşek, Cüneyt

Gökçe, Abdülaziz Hatip, Yusuf Ertuğrul, Đstanbul 1991, c.2, s.329.

101 Müslim, Kitâb’uz-Zikr, 67.

102 en-Nevevî, Muhyiddin Yahya b. Şeref, Riyâzü’s-Sâlihîn, Tercüme ve Şerh, M. Yaşar Kandemir, Đsmail L. Çakan,

Raşit Küçük, Đstanbul 1997, c. 1, s.344.

(25)

rahmetine sokuyor onları. O sonsuz âlemdeki lütuftan önce şu fani dünyada bolluk lütfediyor. Îmân, şaşkınlık, bunalım ve hiçliğin çölünde yer alan yemyeşil bir vahadır. Ruh sapıklığın kavurucu sıcağından kaçıp, îmân gölgesine sığınır. Aynı zamanda îmân, toplumsal hayat düzeninin onurluluk, özgürlük, temizlik ve doğrulukla dayandığı bir temeldir. Bu sayede insan gerçek konumunu bilir, Allah'ın kulu, O'ndan başkasının efendisi... Đslâm'ın getirdiği şekliyle îmân düzeninden başka hiçbir düzende böyle bir şey söz konusu değildir. Bu düzen, insanları kullara kulluk yapmaktan kurtarıp yalnızca Allah'a kul yapar. Đlahlık birlendiği zaman, tüm yaratıklar kullukta eşitleşir. Otorite ve hâkimiyet tek başına Allah'a verildiği zaman kişi kendisi gibi bir insanın koyduğu kanuna boyun eğmez. Böyle bir durumda ne kadar özgür olduğunu söylese de ona kulluk yapmış olur.Îmân edenlerse, hem şu andaki hayatlarında hem de âhiretteki hayatlarında Allah'ın rahmeti ve lütfu ile kuşatılırlar.104

Aşağıda verilen âyette îmânın tevhit odaklı olan niteliği ortaya konulmaktadır.

"(Ey Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O halde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Rasûlüne, o ümmî peygambere îmân edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."105

Âyette Allah’ın birliği, kudret ve hükümranlığının mutlaklığı vurgulanarak dolaylı bir

şekilde, Đslam dininin, diğer yönlerden olduğu gibi tevhid noktasından da, az çok tahrife uğrayan eski kitabî dinlerden farklı bulunduğuna ve hak din olduğuna işaret edilmektedir.106

“Öyle ise Allah’a ve Allah’ın o ümmi peygamberi olan,” yani Tevrat ve Đncilde yazılı, sahabeleri, yardımcıları ve bağlılarına rahmet ve kurtuluş yazılması kesin şekilde va’dedilmiş bulunan “O Allah’a ve Allah’ın bütün kelimelerine,” konuşmasına, kitaplarına, âyetlerine, mucizelerine îmân eden, yani davetini her türlü şüphe ve kuşkudan uzak tam bir îmânla yapan Peygamberi’ne “inanınız” “ve ona candan uyunuz ki hidayete erebilesiniz.” Yazılmış olan o rahmet ve kurtuluş yolunu dosdoğru tutmuş olasınız.107

Başka bir âyette ise şöyle buyrulmaktadır:

"Artık siz Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz nûra (Kur’an’a) îmân edin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.108

Bu âyette Kur’an’ın muhatapları Allah’a, Peygamberine ve O’nun indirdiği ışığa (Kur’an’a) îmân etmeye çağrılmaktadır.109

“O halde” o yanlış saplantılardan “Allah’a ve Peygamberi’ne,” bunları size tebliğ eden Peygamberi Muhammed (a.s)’a “ve indirmiş olduğumuz nura,” yani şuurları, basiretleri aydınlatacak, hak nuru olan Kur’ân’a îmân ediniz, inanıp gereğince amel ediniz, gösterdiği yolda,

104 Kutub, a.g.e., c.3, s.246. 105

A’râf, 7/158.

106 Komisyon, Kur’an Yolu (Türkçe Meal ve Tefsir), (DĐB), Ankara 2007, c. 2, s. 608. 107 Yazır, a.g.e., c. 4, s. 320.

108 Teğâbun, 64/8.

(26)

anlattığı huy ve ahlâkta çalışınız, emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak hak uğrunda güzel işler yapınız “ki Allah her ne yaparsanız pekâlâ haberlidir,” küçük büyük, iyi-kötü hepsini bilir, sırası gelince hepsini size haber verir.110

Đnsan ile Allah arasındaki ilişki, yaratan ile yaratılan, kul ile Rab arasındaki ilişkidir. Bunun gereği ise Allah’ın emirlerini her türlü emrin üstünde tutmak, O’nun sevgisini her türlü sevgiye tercih etmektir:111 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Đnsanlar arasında, Allah’ı bırakıp, O’na koştukları ortakları tanrı olarak benimseyenler ve onları Allah’ı severcesine sevenler vardır. Mü’minlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.”112

2. Meleklere Îmân

Melekler duyu organlarıyla algılanamayan, gözle görülmeyen, nûrânî ve rûhânî varlıklardır. Bu sebeple onlar hakkındaki tek bilgi kaynağı vahiy, âyet ve sahih hadislerdir. Melek inancı konusunda bu kaynaklarda bulunan bilgilerle yetinilmesi gerekir. Onun ötesinde bir şey söylenemez. Öte yandan meleklerin gözle görünmez, duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmeleri için bir gerekçe olamaz. Gerek akla, gerekse pozitif bilimlere dayanılarak, meleklerin var veya yok olduklarına dair kesin deliller ileri sürülemez. Çünkü melekler gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklardır. Hiçbir etki altında kalmadan düşünebilen insan aklı da meleklerin varlığını imkânsız değil, câiz ve mümkün görür. 113

Meleklere îmân, îmân esaslarından bir tanesidir. Melekler gözle göremediğimiz varlıklardır. Yani gayb âlemine ait varlıklardır. Gayba îmân, Allah indinde îmânın en makbulüdür. Çünkü asıl olan göremediğimize inanmaktır. Görünene inanmak zor bir hadise değildir.

Gayb’a îmân, dinin temel dayanaklarındandır. Mü’minlerin niteliklerinden söz edilirken onların gayb’a îmân ettikleri özenle vurgulanmaktadır. Gayb âlemi insanın beş duyusunun ötesinde olan şeylerdir. Bu yönleriyle akıl sınırlarının da ötesindedirler. En azından onlar hakkında şu veya bu şekilde hüküm vermek, akılla varılacak bir durum değildir. Müşahede âlemini basamak yaparak akıl gayb olan bir şeyin varlığı sonucuna varabilir ama nitelikleri hakkında kesin bir bilgiye varması, imkân dışıdır. Melekler konusu da gayb alanına girmektedir.114

Meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkâr etmek anlamına gelir. Çünkü dini hükümler, peygamberlere melek aracılığıyla indirilmiştir.115 110 Yazır, a.g.e., c. 8, s. 367. 111 Şimşek, a.g.e., s.71. 112 Bakara 2/165. 113 Dönmez, a.g.e., c. 3, s. 1261. 114 Şimşek, a.g.e., s.84.

(27)

Kur’ân’da meleklere îmânın farz olduğunu bildiren birçok âyet mevcuttur:

"… Asıl iyilik Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere îmân edenlerin iyi amelidir…"116

"Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler de (îmân ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îmân ettiler ve şöyle dediler: O’nun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz." Şöyle de dediler: "işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır."117

Seyyid Kutub, (d.M.1906-ö.M.1966) bu âyeti şöyle yorumlamıştır: Meleklere îmân; insan idrakinin kendisi için hazırlanan duygu ve akli araçlarla bizzat öğrenmeye imkân bulamadığı gayb gerçeğine inanmaktır. Đnsan varlığı, gaybi gerçeklerden herhangi bir şeyi bilme arzusuna sahip bir özellikte yaratılmıştır. Bunun için, insanı yoktan var eden, bünyesini, arzularını, kendisi için yararlı olan şeyleri ve kendisini ıslah edecek şeyleri hakkıyla bilen Yüce Allah, insana gaybi gerçeklerden bir kısmını göstermeyi ve her ne kadar kişisel yetenekleri buna ulaşmaya yetmese de görüşünde somutlaşması için yardım etmeyi dilemiştir. Bununla Yüce Allah, bilmedikçe bünyesinin ve fıtratının düzenlemeyeceği, elde etmediği sürece gönlünün tatmin olmayıp istikrar bulamayacağı bu gerçeklere ulaşmak uğruna enerjisini dağıtıp yorulmaktan kurtarmıştır. Fıtratına baskı yapıp, gayb gerçeklerini hayatlarından silmek isteyenlerin bazısının gülünç, hurafe ve saplantıların tahakkümüne girmesi ya da akılları ve sinirleri sürekli bunalım içinde bir yığın kompleks ve sapıklıklarla dolup taşması bunun kanıtıdır. Bütün bunlara ek olarak meleklerin gerçekliğine îmân etmek -Allah'ın katından gelen kesin gaybi gerçeklere îmân etmek gibidir- insanın varlık hakkındaki bilincinin ufuklarını genişletir, böylece varlık manzarası küçülerek müminin düşüncesinde duyularla kavranan bir duruma indirgenmez. Sonra mümin, kalbi çerçevesindeki mümin ruhlarla yakınlık kurar, Rablerine îmân noktasında onlara katılır, Rabbinden bağışlanma diler ve Allah'ın izniyle O'nun yardımıyla birlikte olur.118

Meleklerin varlığındaki hikmetin tamamını ancak Allah bilir. Bununla birlikte melek inancının insan hayatındaki yeri ve önemi göz önünde bulundurularak bazı şeyler söylemek mümkündür:

1.Meleklerin varlığına inanan kimse Allah tarafından görevlendirilmiş yüce ve gizli güçlerin gözetimi altında olduğunu, Kiramen Kâtibin adı verilen meleklerin kendisinin bütün söz ve davranışlarını olduğu gibi kaydettiklerini bilir ve bu bilinçle hep iyi şeyler yapmaya yönelir. 2.Melek inancına sahip olan kimse, kendisini iyiliğe çağıran her sese kulak verir. Çünkü bunun meleğin sesi olduğuna, şeytanın ise insanı kötülüğe çağırdığına inanır. Hz. Peygamber bu konuda şu uyarıyı yapmıştır: “Şeytan da melek de insanoğluna sokularak kalbine birtakım şeyler getirirler. Şeytanın işi kötülükle korkutup Hakk’ı yalanlamaktır. Meleğin işi ise, iyiyi tavsiye edip, Hakk’ı doğrulamaktır. Đçinde böyle bir şeyi bulan kişi onun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Şeytanınkini bulan ise, şeytandan koruması için Allah’a sığınsın.”119

116 Bakara, 2/177. 117 Bakara, 2/285.

118 Kutub, a.g.e., c.1, s.544. 119 Tirmizi, Tefsir 3.

(28)

3.Meleklere inanan kimse, meleklerin darlık ve sıkıntılı anlarda mü’minlerin yardımına yetişeceğini bildiğinden, hiçbir zaman ümidini yitirmez, hayatın zorlukları karşısında azmini ve dayanma gücünü kaybetmez.

4.Kendisine yüklenen görev itibariyle, insanın melekten üstün olduğunu göz önünde tutan kimse, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmanın bilinci içinde davranmak ve ahlakî güzelliklerini artırmak için özel bir çaba gösterir; bu düşünce ışığında kendisini bir iç kontrol ve eleştiriye tabi tutar.120

3. Kitaplara Îmân

Îmânın temel esaslarından biri de, Allah’ın peygamberlerine indirdiği kitaplara îmân etmektir:

Kitaplara îmân, Allah tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların içeriğinin tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir.121

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır.

“Ey inananlar, Allah’a, Elçisine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitab’a inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.”122

Đslâm’da îmân esasları birbiriyle bağlantılı ve birbirinden ayrılmaz olduğu için kitaplara îmân diğer esaslardan ayrılmaz. Allah’a inanmak, bizi O’nun birer yol gösterici olan peygamberler gönderdiğini kabul etme sonucuna götürür. Peygamberlere îmân da onların Allah’tan getirip tebliğ ettiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Peygamberlerin tebliğ ettikleri şeyler de Allah’ın kitaplarıdır.123

Allah (c.c.) bazı peygamberlere kitap, bazılarına da sayfalar indirmiştir. Allah (c.c.) buyruklarını bu kitap ve sayfalar vasıtasıyla kullarına iletmiş ve kullarından bunlara îmân etmelerini, bu kitap ve sayfalarda geçen buyruklarla amel etmelerini istemiştir. Bununla ilgili bir âyette şöyle buyrulmaktadır:

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler…”124

Bizler bu gün kitapların şu andaki şekillerine değil, Allah’tan gelen bozulmamış şekillerine inanmakla yükümlüyüz. Çünkü ilâhî kitaplara inanmadıkça kişinin îmânı gerçekleşmez. Đlâhî kitaplardan bir kısmı tamamen kaybolmuş, bugün için elimizde ondan hiçbir şey kalmamıştır.

120

Dönmez, a.g.e., c. 3, s. 1264.

121 Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 99. 122 Nisâ, 4/136.

123 Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 99. 124 Hadîd 57/25.

(29)

Allah’ın vahyettiği şekilde varlığını korumuş, hiçbir bozulma ve değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da bu özelliğini sürdürecek olan yegâne kitap Kur’ân-ı Kerîmdir.125

Kur’ân-ı Kerîm, kendinden önceki kitapları tasdik etmiş, fakat onların koymuş olduğu bazı hükümleri ortadan kaldırarak yeni hükümler getirmiştir. Mü’min olabilmek için, Hz. Peygambere ve ona indirilen Kur’ân’a uymayı ısrarla vurgulamıştır.126

Allah (c.c) bu hükmü şöyle ifade etmiştir:

"De ki: "Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."127

Hiç şüphesiz Allah sevgisi, kuru laflarla yapılan bir iddia olmadığı gibi, sadece gönlün aşkla dolması da değildir. Bunların yanında mutlaka Allah’ın elçisine uymak, onun getirdiği hidayet üzere yürümek ve nizamını hayata uygulamak da gereklidir. Îmân da, ne ağızlarda gevelenen laflar, ne coşan hisler ve ne de yapılan bir takım ruhsuz davranışlar değildir. Aksine îmân, Allah’a ve Resûlüne itaat ve Hz. Peygamberin getirdiği ilâhi nizama göre davranmaktır.128 Kur’ân’dan önceki kitapların, tahrif edilmiş olmaları ya da bazı hükümlerinin ortadan kaldırılmış olmasından ötürü, Kur’ân, Ehl-i Kitab da dâhil olmak üzere tüm insanlığı kendisine îmân a davet etmektedir. Ve Ehl-i Kitab’a şöyle hitap etmektedir:

"Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’ân’a) îmân edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir."129

Rabbimiz, diğer bir âyette şöyle buyurmaktadır:

“Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. Đşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’ân) gelmiştir.”130

Bununla birlikte peygamber göndermek ve kitap indirmek Allah için bir görev ve zorunluluk değildir. Fakat insanların peygamberlere ve kitaplara ihtiyaçları vardır. Gerçi insan yaratılırken birtakım yeteneklerle donatılmıştır; bu yetenekler sayesinde insan kendi gayretiyle kendisi, çevresi ve diğer yaratıklar hakkında bazı bilgiler edinebilir, birtakım gerçekleri kavrayabilir. Fakat bütün bunlar sınırlı ve kendi gücü oranındadır. Đnsanın gücünü aşan hususlarda, yeterli olmadığı konularda ilâhî yardıma, vahye ve kutsal kitaba olan ihtiyacı ortadadır. Đnsanın bu ihtiyacını en iyi bilen Yüce Allah, kuluna bir lütuf ve ikram olarak

125 Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., .c1, s. 100. 126

Kılavuz, "Akaid" Md., a.g.e., c.1, s. 100.

127 Âl-i imrân, 3/31. 128 Kutub, a.g.e., c. 2, s. 69. 129 Nisâ, 4/47.

Referanslar

Benzer Belgeler

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

İnsanlardan Allah’a dua eden ama Zeyd’e, Ubeyd’e ümit ba ğlayanlar vardır. Allah Teala yine bir kudsi hadiste şöyle buyurmuştur:.. امع لمع نم ، كرشلا نع ءاكرشلا ىنغأ انأ

Haklıya hakkını vermek, mazluma insaflı davranmak, güçsüz insanlar için güçlü insanlardan, fakirler için zenginlerden, mazlumlar için zalimlerden al ıp, hak edene hakk

Bütün mahlûkatın beyin ağırlıklarını gövdelerine oranlasak, kesinlikle insan, bedenine göre en a ğır beyine sahip olma açısından en yüksek mertebede olurdu.. Tabi balina

Bu iki doktor, çörek otu ile ilgili laboratuvar çal ışmalarında şu sonuca ulaştılar: "dört hafta boyunca günde iki kere bir gram çörek otu kullan ımı, lenf

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar