• Sonuç bulunamadı

Kur'an'ın hedeflediği müslüman tipi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur'an'ın hedeflediği müslüman tipi"

Copied!
108
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI TEFSİR BİLİM DALI

KUR’ÂN’IN HEDEFLEDİĞİ MÜSLÜMAN TİPİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. İSMET ERSÖZ

HAZIRLAYAN MUHAMMET ŞENGÜL

(2)

KUR’AN’IN HEDEFLEDİĞİ MÜSLÜMAN TİPİ

Müslüman, İslâm’a inanan, Allah’a itaat eden, boyun eğen, bağlanan, kendini Allah’a veren, din olarak İslâm’ı seçen kişinin adıdır. Müslüman olmanın ilk şartı kişinin Allah’a inanmasıdır. Müslümanın sahip olduğu inanç, sadece kalbinde var olan bir inanç değildir. Bu inanç mutlaka kişinin davranışlarını da şekillendir.

İbadet, Yüce Allah’ın razı olduğu davranışlar doğrultusunda müslümanın yaptığı her türlü davranışı içine alır. “İslâmın şartları” olarak ifade edilen namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak ve hacca gitmek, başlıca ibadetlerdir. Bunların dışında, kişinin Allah rızasını kazanmak maksadıyla kendisi, ailesi ve insanlık için yaptığı bütün davranışlar da ibadet olarak değerlendirilir.

İbadetler sadece belirli hareketlerin taklit edilmesinden ve tekrarından ibaret değildir. İbadetler esnasında yapılan hareketlerin tamamı müslümana maddi ve manevi faydalar sağlar.

İslâm Dini’nde insanların davranışlarını nitelendirmek için kullanılan ahlâkın kaynağı, Allah’ın kitabı Kur’ân ve Resulü’nün sünnetidir. Bu iki kaynaktan beslenerek ortaya çıkan ahlâk, güzel ahlâkı oluşturur.

(3)

THE TYPE OF MOSLEM WHICH IS AIMED BY QUR’AN

Moslem is the name of the person who is attached to Allah and who chooses Islam as a religion. To be Moslem, believing Allah is the first rule. This belief not only exists in Moslem’s heart, but also exists in his/her behaviours.

The worship includes all the attitudes that Allah consents. To perform namaz, to give zakat, to fast, to go on a piligrimage to Mecca are all the main worships. To gain Allah’s satisfaction, all the behaviours that are performed for one’s own benefits and for his/her family’s benefits and also for humanity are worships.

Worships don’nt consist in imitating and repeating the certain movements. All the movements that are done during the worship provide physical and spiritual benefits.

In the religion of Islam Qur’an –the book of Allah- and the Prophet

Muhammed’s Sunnah are the sources to qualify the people’s behaviours. The ethic which is occured by these two sources occurs perfect ethic.

(4)

ÖNSÖZ

Müslüman ve Kur’ân birbirinden ayrılmayan iki parçadır. Müslüman Kur’ân’dan beslenir, ilhamını Kur’ân’dan alır. Kur’ân’ın hedefinde de Allah (cc)’ın razı olduğu insan tipini ortaya çıkarmak vardır. Kur’ân’ın ortaya koyduğu bu insan tipinin adı “Müslüman”dır.

“Kur’ân’ın Hedeflediği Müslüman Tipi” isimli bu çalışma, giriş ve dört ana bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde “İslâm ve Müslüman” kavramları üzerinde duruldu. Kur’ân’da yer alan âyetler ve Peygamber (sas)’in hadisleri doğrultusunda bu kavramlar ortaya konmaya çalışıldı. Yine bu bölümde, “İman” kavramının açılımı yapılarak, Kur’ân’da inanılması istenen inanç esasları ve bu esaslar ile ilgili temel konular üzerinde duruldu. İman esaslarıyla ilgili ayetler çerçevesinde İman esasları açıklandı.

İkinci bölümde, ibadet kavramı ve Kur’ân’da yer alan ibadetler açıklanarak bu ibadetlerin Müslüman şahsiyetinin oluşumundaki etkisi ortaya konuldu. Bu ibadetlerin, fert ve toplum hayatında ne gibi etkilerinin bulunduğu, ibadetlerin müslümana neler kazandıracağı açıklandı.

Üçüncü bölümde ise “Ahlâk” kavramı ve Kur’ân’ın temellendirdiği ahlâki davranışlar incelendi. Ahlâki davranışlar açıklanırken Müslümanda bulunması gereken, övülen ahlâki davranışlar ve Müslümanın kaçınması gereken, kötülenen ahlâki davranışlar ayrı ayrı ele alındı. Övülen ahlaki davranışların müslümanın yerine getirmesi gereken davranışlar, kötülenen ahlaki davranışların ise müslümanın kaçınması gereken davranışlar olduğu belirtildi.

Bu alanda yapılan benzer çalışmaları değerlendirirken bu çalışmaların daha çok belli konular hakkında veya Kur’an’daki bazı kavramların açıklamaları üzerinde yoğunlaştığını gördük. Bu çalışmalar arasında Kur’ân’ın bazı sûrelerinde yer alan müslümanın özellikleriyle ilgili âyet açıklamaları türü çalışmalar da mevcuttu. Bu çalışmada ise Kur’an’daki ayetlerin geneli çerçevesinde müslümanın inancının, ibadetlerinin ve ahlakının nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalıştık.

(5)

Bu çalışmada müslümanın kim olduğunu, Allah (cc)’ın istediği Müslüman tipinin ne gibi özellikleri bulunduğunu, Kur’ân-ı Kerim’de yer alan âyetler ışığında ve Allah Resulü Hz. Muhammed (sas)’in hadisleri doğrultusunda açıklamaya çalıştık.

Bu çalışmalarımız esnasında rehberlik edip yardımlarını esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. İsmet ERSÖZ’e, katkıları bulunan diğer hocalarıma ve çalışmamıza teknik yönden desteği bulunan herkese teşekkürlerimi sunarım.

Muhammet ŞENGÜL Bartın - 2006

(6)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ... I İÇİNDEKİLER... III KISALTMALAR... IV

GİRİŞ...1

1. Konunun Sunulması ve Amacı ...1

2. Araştırmanın Kaynakları...1 BİRİNCİ BÖLÜM İMAN VE İSLAM ...3 1. İslâm ...4 1.1. Müslüman...6 2. İman ...8 2.1. Allah’a İnanmak...10 2.2. Meleklere İnanmak...15 2.3. Kitaplara İnanmak ...16 2.4. Peygamberlere İnanmak...20

2.5. Âhiret Gününe İnanmak ...22

2.6. Kadere ve Kazaya İnanmak...25

İKİNCİ BÖLÜM İBADET AÇISINDAN KUR’ÂN’IN HEDEFLEDİĞİ MÜSLÜMAN TİPİ...28

1. Namaz Kılmak ...31 2. Zekât Vermek ...34 3. Oruç Tutmak...37 4. Hacca Gitmek ...39 5. Dua Etmek ...42 6. Tevbe Etmek...44 7. Cihad Etmek ...46 8. Allah’a Şükretmek ...48 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM AHLÂKİ YÖNDEN KUR’ÂN’IN HEDEFLEDİĞİ MÜSLÜMAN TİPİ...50

1. Övülen Ahlâki Özellikler...53

1.1. Adâletli Olmak...53

1.2. Doğru Olmak...55

1.3. İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırmak ...58

1.4. Güvenilir Olmak...60

1.5. Sabırlı Olmak ...62

1.6. Cömert Olmak ...64

1.7. Anne ve Babaya İtaat etmek ...66

1.8. Affedici Olmak...68

1.9. İffetli ve Hayâlı Olmak ...69

2. Kötülenen Ahlâki Özellikler ...71

2.1. İsrâf Etmek ...71 2.2. Kibirlenmek ...74 2.3. Alay Etmek ...76 2.4.Yalan Söylemek ...78 2.5. İkiyüzlü Olmak...80 2.6. Gıybet Etmek ...84 2.7. Cimrilik Etmek...86 2.8. İftira Etmek...90 2.9. Zanda Bulunmak ...92

2.10. Boş İşlerle Uğraşmak ...94

SONUÇ...97

(7)

KISALTMALAR

a.g.e. :Adı geçen eser

as : Aleyhi’s-Selam

c. : Cilt

çev. : Çeviren

DİA :Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

h : Hicri

Hz. : Hazreti

İA : Milli Eğitim İslam Ansiklopedisi

md. :Madde

ra : Radıyallahu anh

s. : Sayfa

sas : Sallallâhu Aleyhi ve Selem

thk : Tahkik eden

tsz. : Tarihsiz, baskı tarihi yok

(8)

GİRİŞ 1. Konunun Sunulması ve Amacı

Allah Teâla’nın, kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerim vasıtasıyla oluşturmak istediği bir insan tipi vardır. Kur’ân’ın oluşturduğu bu insan, tarihin her döneminde “Müslüman” diye isimlendirilmiştir.

Kaynağını Kur’ân’dan alarak “Müslümanım” diyenin insanın yanı sıra Kur’ân’dan değil de farklı kaynaklardan beslenerek ortaya çıkan, hayatını kendi arzularına göre şekillendiren kişi de kendisini “Müslüman” olarak tanımlamaktadır. Bunun sonucunda, Kur’ân’ın rehberliğinde şekillenen insanın düşüncesi ve yaşantısı başka, diğer insanın düşüncesi ve yaşantısının başka olduğu görülür.

Kur’ân’a bakıldığında doğru bir inanca sahip olmadan müslüman hayatının oluşamayacağı görülür. Sağlam bir inanca da Kur’ân’da anlatılan bütün inanç esasları, herhangi bir şüpheye yer bırakılmaksızın, tam bir teslimiyetle kabul edilerek sahip olunur.

Bu inanç üzerine müslüman, Allah (cc)’ın istemiş olduğu ibadet hayatını oluşturur. İnancın ve ibadetlerin etkisiyle müslümanın ahlâk yapısı oluşur. Bu şekilde Kur’ân’ın hedeflediği davranışlar ortaya çıkar.

Bu çalışmada müslüman şahsiyetinin davranış özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. Müslümanın özelliklerini ele alırken bunları iman, ibadet ve ahlâk açısından değerlendirdik. Bu üç kavramın birbirleriyle ilişkilerini inceledik. Müslüman hayatının oluşumundaki inanç ve ibadetlerin, ferdî ve toplumsal hayattaki etkilerini ortaya koymaya çalıştık.

2. Araştırmanın Kaynakları

Bu çalışmada Kur’ân’ın oluşturmak istediği müslüman tipini âyetlerin ışığında ortaya koymaya çalıştık. Âyetleri çeşitli tefsirlerdeki açıklamalar doğrultusunda ele aldık. Bu araştırma esnasında Fahruddin er-Razi’nin (606/1209) “Mefâtihu’l Ğayb”ı,, Kurtubi’nin (671/1273) “el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân”ı, İmadüddin İbn Kesir’in (774/1373) “Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim”i gibi klasik

(9)

tefsirlerden yararlandık. Ayrıca, son dönemde yazılmış olan tefsirlerden de istifade ettik.

Kur’ân’da amaçlanan insan tipinin oluşabilmesi için Allah Resulü Hz. Muhammed (sas)’in sözlerinin ve davranışlarının da bilinmesi gerekmektedir. Çünkü Resulüllah (sas)’ın İslam Dini’ni anlama ve yaşama biçimi müslümanlar için örnek teşkil etmektedir. Bundan dolayı, gerektiğinde hadis kitaplarına da müracaat ettik.

Âyetlerde geçen kavramların açıklamaları için İbn Manzûr’un (771/1311) “Lisânü’l-Arab”, Râğıb el-İsfehâni’nin “el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân” isimli eserlerinden yararlandık. Yine, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan “İslâm

Ansiklopedisi”nden ve Milli Eğitim Yayınevi’nin Türkçe’ye kazandırdığı “İslam Ansiklopedisi”nden istifade ettik.

Yararlanılan kaynaklarla ilgili bilgiler verilirken dipnotlarda yer alan açıklamalar kısa tutulmaya çalışıldı. Bibliyografya bölümünde dipnotlardaki bu bilgilerle ilgili geniş açıklamalara yer verildi. Konular işlenirken verilen âyet meallerinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 2005 yılında üçüncü baskı olarak hazırlanan Kur’ân-ı Kerim Meâli’ne müracaat edildi.

Müslümanlık, sadece müslüman olduğunu söylemekle ve müslüman olarak doğmakla gerçekleşen bir durum değildir. Bütün benliğiyle Allah (cc)’a bağlanan ve hayatının her alanında O’nun istediği gibi yaşayan kişinin hayatı, Kur’ân’ın hedeflediği “müslüman hayatı”dır.

(10)

BİRİNCİ BÖLÜM

(11)

1. İslâm

İslâm; sözlükte, “boyun eğmek, teslim olmak, kurtuluşa ermek, itaat etmek,

barış yapmak,1 güven ve huzur duymak, açık ve gizli felaketlerden uzak olmak”2

gibi anlamlara gelen “silm” kökünden türemiş bir kelimedir.

Dini bir terim olarak İslâm, “Kalpteki inancı dille ifade edip fiillerle gereğini

yerine getirmek suretiyle Allah (cc)’a takdir ve hükmettiği her hususta boyun eğip teslimiyet göstermektir,”3 şeklinde tarif edilmiştir. Yüce Allah (cc)’ın, Allah Resulü Hz. Muhammed (sas)’e göndermiş olduğu buyrukların hepsini kalp ile tasdik, dil ile

ikrar ederek, gönül huzuru içerisinde benimsemek ve kabul etmek demektir.4

Genel manada İslâm, Yüce Allah (cc)’ın ilk peygamber Hz. Âdem (a.s)’den son peygamber Hz. Muhammed (sas)’e kadar gönderdiği bütün dinlerin ortak adıdır.

“İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etti. Yakup da öyle: ‘Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm‘ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün.’ dedi.”5

Özel manada ise İslâm, Allah (cc)’ın son peygamber Hz. Muhammed (sas) aracılığı ile gönderdiği son dinin adıdır.

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”6

İslâm kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de sekiz yerde geçmektedir.7 Buralarda;

fıtrat, 8 Hz. Muhammed (sas) tarafından tebliğ edilen son din 9 ve ilk

peygamberlerden son peygamberlere kadar bütün peygamberlerin dininin genel adı10

olarak kullanılmaktadır. İslâm kelimesi, aynı kökten türeyen değişik kullanımları ve

anlamlarıyla birlikte yüz kırk yerde daha karşımıza çıkmaktadır.11

1 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “slm”md.c.II, s.192 2 Rağıb, Müfredât, “slm”md, s.421

3 Rağıb, Müfredât.,”İslâm”md, s.423

4 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “İslâm”md, c.II, s.192 5 Bakara 2/132

6 Maide 5/3

7 Abdulbaki, el-Mu’cemu’l Mufehres, “İslam”md, s.307 8 Âl-i İmrân 3/83

9 Âl-i İmrân 3/19 10 Yûsuf 12/101

(12)

Buhâri (256/870)’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Resulü (sas) İslâm’ı şu şekilde tarif etmiştir:

“İslâm beş şey üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hac etmek, ramazan orucu tutmak.” 12

Bu Hadis-i Şerif’te, İslâm binasının beş temel esas üzerine kurulu olduğu bildirilmektedir. Bir bina sadece temelden ibaret olmadığı gibi bu beş esas da İslâm’ın bütünü değildir. Kur’ân’a ve Resulüllah (sas)’ın diğer hadislerine bakıldığında görülecektir ki bu beş esastan başka İslâm’la ilgili olarak ahlâktan, siyerden, fertten, toplumdan, kısaca insan hayatının her alanından

bahsedilmektedir. 13 Bu beş esas ise İslâm binasının en önemli unsurlarını

oluşturmaktadır.

İslâm, insanların hayat boyu uyacakları kuralları belirleyen bir sistemdir. Bu

sistemin sahibi Allah (cc)’tır. “Şüphesiz Allah (cc) katında din İslâm’dır.”14 Dinin

aslı İslâm’dır. İslâm’a girmek; ona inanmak, ona tabi olmaktır.15 Yüce Allah bu

sistemde insanların dünya hayatında uyacakları kuralları belirlemiştir. İnsan İslâm’ın kurallarına uyduğunda İslâm’ı kabul etmiş sayılır. Bunun dışındaki kuralara uyduğunda ise İslâm’ı kabul etmemiş olur. Allah (cc), İslâm’ın dışındaki bu yaşantıyı kabul etmeyeceğini bildirmektedir. “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o

din) ondan kabul edilmeyecek ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”16 Allah (cc) katında İslâm’dan başka makbul din yoktur. Allah (cc)’ın kişiyi Müslüman olarak kabul etmesi için amellerini O’nun rızası için yapması ve Allah

(cc)’ın da bu amelleri kabul etmesi gerekir.17 Allah (cc)’a ve Allah (cc)’tan gelene

tam bir iman ve teslimiyet duyulmadan yapılan hiçbir amel âhirette fayda sağlamaz. Kur’ân-ı Kerim’de “İslâm” ve “İman” kavramları kimi zaman eş anlamlı ve

birbirinin yerine,18 kimi zaman da birbirinden farklı olarak kullanılmıştır.19 İslâm ve

iman kavramları birbirlerini tamamlayan anlamlara sahiptir. Bu iki kelime Kur’ân’da

12 Buhâri, “İman”, 1

13 İslamoğlu Beşir, Kur’ân’da Mü’minlerin Özellikleri, s.52 14 Âl-i İmrân 3/19

15 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.VIII, s.110 16 A’li İmran 3/85

17 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.VIII, s.110 18 Zâriyat 51/35; Yûnus 10/84

(13)

küfrün karşıtı olarak kullanılmaktadır. Her ikisi de cehennem azabından kurtulmak

isteyen ve hidâyeti seçen insanın özellikleridir.20

İslâm’ı kabul etmeyenleri, İslâm dışı tutum ve davranış sistemlerini nitelemek için “Cahiliye” kavramı kullanılır. İslâm kültüründe “Cahiliye” kavramı, İslâm’dan önceki dönemi ve yaşantıyı ifade etmek için de kullanılır. “ Onlar hâlâ cahiliye

devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir.”21 İslâm’ın yolundan ayrılan ve ona karşı olan

her yol cahiliye yoludur. Allah (cc)’ın her şeyi kuşatıcı, her hayrı içine alan ve her türlü çirkinliği, fuhşiyatı yasaklayan, insanlara iki dünya saadeti sağlayan İslâm sistemi dışındaki tüm sistemler bu âyetle reddedilmektedir.

1.1. Müslüman

Müslüman, “İslâm’a inanan, Allah (cc)’a itaat eden, boyun eğen, bağlanan,

kendini Allah’a veren, din olarak İslâm’ı seçen kişinin adıdır.” 22 Müslüman, Allah

(cc)’a dayanarak kendisini O’nun iradesine teslim eden kişidir. Kendisini, herhangi bir karşılık beklemeden Yüce Allah’ın terbiyesine, kontrolüne ve yönlendirmesine bırakandır.

Bütün dinlerin ve ideolojilerin inşa etmek istediği, ahlâki değerlerle donanmış bir insan tipi vardır. İslâm Dini’nin oluşturmak istediği bu insan tipinin adı

Müslüman’dır.23 Nasıl ki İslâm ismi Hz. İbrahim (a.s)’in dini ve daha sonraları bütün

insanların dinlerini ifade etmek için kullanılıyorsa, Müslüman ismi de bütün peygamberlerin getirdiklerini kabul eden kişiler için kullanılmaktadır. Yakup (a.s), oğullarına kendisinin ardından nasıl kulluk edeceklerini sorduğunda oğullarının;

“ Müslümanlar olarak,” cevabını vermeleri buna işaret etmektedir.24 “Yoksa siz

Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, ‘Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?’ dediği, onların da, ‘Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş Müslümanlarız,’ dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?”25 Burada

özellikle Müslüman kavramı bir aidiyet ifadesi olarak kullanılır. İslâm sadece bir

20 İzutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s.51 21 Mâide 5/50

22 Ece Hüseyin, İslâm’ın Temel Kavramları, s.461 23 Sert Emin, Kur’ân’da İnsan Tipleri, s.178 24 Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ân’i Kavramlar, s.24 25 Bakara 3/133

(14)

dine mensup olmayı değil, bir hayat tarzını ifade etmektedir. “Nasıl kulluk edecekseniz?” sorusunun cevabının “Müslüman olarak” olması bunu göstermektedir.

Müslüman, Allah Tealâ’nın kendisinden istediği dini görevleri bir bütün olarak kabul eder. Dinin bir kısmına uyup bir kısmına dikkat etmemek İslâm değildir. İslâm bir bütün olarak kabul edilip, bu kabuller de hayata yansırsa tam bir teslimiyet

gerçekleşir.26 Bu teslimiyetin de bilinçli bir teslimiyet olması gerekir. Neye, niçin

inandığını; neyi, niçin kabullendiğini bilmeden gerçekleşen teslimiyet, doğru bir teslimiyet değildir.

Müslüman olmak, insanın her yönüyle Allah (cc)’ın iradesine teslim olmasını gerektirir. Her yönüyle Allah Teâla’nın iradesine teslim olmak, O’nun çizdiği doğrultuda hareket etmek suretiyle varlığı devam ettirmektir. Bu açıdan bakıldığında bütün kâinat ve içindeki her şeyin O Yüce Yaratıcı’nın koymuş olduğu kurallara itaat ettiği görülür. Tüm bunlar, O’nun çizdiği yörüngeden bir an olsun çıkmaz. Onun için Güneş, Ay ve yıldızlar hepsi müslümandır; çünkü İslâm her yönüyle Allah (cc)’a itaat etmektir.

İslâm’a göre yaşamak insana huzur verdiği gibi, hayatı değerli de kılar.

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”27 Bu âyette övgüyle bahsedilen Müslümanda şu dört özelliğin bulunması gerekir:

a. Kalp ile gerçek inancı tasdik etmek. b. Diliyle Müslüman olduğunu söylemek

c. Salih amel işleyerek inancına uygun davranmak.

d. Allah’ın dini ile ilgili konuları yerine getirmekle meşgul olmak.

İşte bu özelliklerle vasıflanan kişi insanların en şereflisi ve en faziletlisidir.28

Bir şahıs, müslüman olduktan sonra başkalarını da İslâm’a çağırır. Allah (cc)’a karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirir. Kendisine ve dinine herhangi bir söz gelmesin diye davranışlarına dikkat eder. İşte bu durum müslümanın vardığı en yüce

mertebedir.29

26 İzutsu, Kur’ân’da Dini ve Ahlâki Kavramlar, s.23 27 Fussilet 41/33

28 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.XXVII, s.108 29 Mevdudi, Tefhimu’l Kur’ân, c.V, s.192

(15)

Ne yazık ki, müslüman olmak artık öyle bir hal almış ki, insanların çoğu, ya kimliklerinde “Dini İslâm’dır” yazılı olduğu için ya da müslüman anne ve babaların

çocukları oldukları için müslümandırlar.30 Aslında bu iki grup da müslüman olmanın

ne demek olduğunu, müslüman olmakla neleri kabullendiklerini bilmiyorlar. Bakıldığı zaman bu insanların yaşadıkları hayat tarzının başka, Allah (cc)’ın istediği hayat tarzının başka olduğu görülür. Yine müslüman olmak, hayatın bir bölümünde Allah (cc)’a teslimiyet gösterilerek, diğer bölümünde ise kendi istediği bir hayatı yaşamakla mümkün olmaz. Kişinin, doğumundan ölümüne kadar Allah (cc)’a kulluk bilinci içerisinde olması gerekir.

“De ki: ‘Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi.’ Bana, müslümanların ilki olmam da emredildi.”31

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece

sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.”32

“Müslümanım,” diyen bir insanın söyledikleriyle yaptıklarının uyumlu olması şarttır. Bunun için, Allah (cc)’ın Kutsal Kitabı’nda çerçevesini çizdiği; Resulü’nün yaşayarak insanlara gösterdiği “Müslüman” modelini gerçekleştirmek gerekir.

2. İman

İman, sözlükte “güven içinde bulunmak, sükûnet ve huzura kavuşmak,

korkusuz olmak” anlamına gelen “emn” kökünden türeyen bir kelimedir.33 İman

doğrulamak anlamına gelir. Zıddı yalanlamaktır.34

Dini bir terim olarak İman, Yüce Allah’ın peygamberler vasıtasıyla gönderdiklerinin hak ve gerçek olduğunu, herhangi bir şüpheye yer bırakmaksızın doğrulamak, kabul etmektir. Bu inancı doğrulayan iman sahibi kimseye mü’min denir.

“Emn” kelimesinden türeyen iman kelimesi değişik kullanımlarıyla beraber

Kur’ân-ı Kerim’de sekiz yüzden fazla yerde geçmektedir.35

30 Yeken Fethi, Müslüman Olmam Neyi Gerektirir, s..9 31 Zümer 39/11-12

32 Âl-i İmran 3/102

33 Râğıb, Müfredât, “emn”md, s.90

34 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “emn”md, c.1, s.107 35 Abdulbaki, el-Mu’cemu’l Mufehres, s.81. - 93

(16)

Kur’ân’da inanılması istenen esaslara “İmân esasları” denir. Bu esaslar Nisâ Sûresi’nde şu şekilde yer almaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.”36

Allah (cc), bu esasları Kur’ân’ın değişik sûrelerine yaymıştır. Öncelikli olarak inanan insanın bu esasları kalbine yerleştirmesi, bu esasları özümsemesi gerekir. Bunlar arasında Allah’a ve âhirete imanın önemli bir yeri vardır. Diğer esaslar da bunların tamamlayıcıları niteliğindedir. Hz. Peygamber (sas)’in hadislerindeki iman

tanımlamalarında bu esaslara “Kadere iman” da eklenmiştir.37

“ Bana imandan haber ver”, dedi. Resulüllah (sas):

‘Allah’a, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman; bir de kadere, hayrına ve şerrine inanmandır,’ buyurdu.”38

İman, Allah (cc)’tan gelen şeyleri kalp ile tasdik etmek, dil ile söylemek ve

organlarla da davranışa dönüştürmek, amel etmektir.39 İmanın kökü bilgi, gövdesi

inanç, meyvesi sâlih ameldir. Öncelikle kişi, neyi kabul ettiğini, neyi reddettiğini bilir. Bu bilgi üzerine kabullerini kalbi ile doğrular; fakat iman sadece kalpte kalmaz; filizlenip tomurcuklanıp meyveye dönüşür, davranışlarına yansır. Böylelikle inanca uygun davranış olan “salih amel” meydana gelir. Eğer inandığını söyleyen insanın bu inancı hayatına yansımıyorsa, eyleme dönüşmüyorsa bu inanç sorgulanır. Allah (cc), inanıp da bu inançlarını davranışa dönüştürmeyenlerin yeniden inanmalarını istemiştir: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba

ve daha önce indirdiği kitaba iman edin”40 Burada Yüce Allah’ın iman edenlerden yeniden inanmalarını istemesinin nedeni; insanın tüm kalbi ile inanması, zevklerini, hayat biçimini, insanlarla olan ilişkilerini ve tüm gayretini Allah (cc)’ın razı olduğu

bir biçime dönüştürmesi içindir.41

Kur’ân’da iman ve amel birçok yerde birlikte zikredilir ve imandan sonra salih amele vurgu yapılır. “Şüphesiz iman edip salih amel işleyenler için kesintisiz

36 Nisâ 4/136

37 Gölcük Şerafeddin, Allah, Kur’ân, İnsan, s.78 38 Müslim, “İmân”, 1

39 Râğıb, Müfredât, s.91 40 Nisâ 4/136

(17)

bir mükâfat vardır.”42 “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak,

iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)”43 Allah (cc) burada, kurtuluşa ermenin reçetesini öncelikle iman etmeye bağlamaktadır. İnancın yanı sıra mü’minin inancına uygun davranması; yani salih amel işlemesi gerekir. Mü’mine sadece kendi kurtuluşu da gerçek kurtuluşu sağlamaz. İnanan kişi inandığı doğruları ve hakikatleri çevresindekilere tavsiye ederek, bu süreçte karşılaşılan güçlüklere sabretmeleri gerektiğini bildirir.

İman, insanı Allah (cc)’ın razı olduğu bir hayatı yaşamaya sevk eder. Bu açıdan bakıldığında iman, ibadet ve ahlâk birbirleriyle ilişkili olan konulardır. İnanmayan kişi ibadet yapmaz. İbadetlerini gereğince yerine getirmeyen kişi ise kötü davranışlardan uzak durmaz. İman ve ibadetlerin yönlendirmesi sonucu oluşan hayatta insan gerçek değerini bulur. İnsandaki sıkıntı ve rahatsızlığın yerini huzur ve

mutluluk alır.44 Toplum içerisindeki ilişkiler düzelir, kötülükler ortadan kalkar.

Böylece sorumluluklarını bilen ve onları gerçekleştirmeye çalışan bir insan ortaya çıkar ki, o kişi “mü’min kişi”dir.

2.1. Allah’a İnanmak

Allah’a inanmak, insan ile yaratıcısı arasındaki en şerefli bağı oluşturur. Bu bağ, kulun yaratıcısını tanıyıp bilmesi ve hayatını ona iman bilinciyle yaşaması sayesinde kurulur. Yeryüzünde en şerefli varlık insandır. İnsanın en şerefli yeri kalptir, kalbin de en şerefli meyvesi imandır.

Kur’ân-ı Kerim’de, “Ey İman Edenler!” hitabının devamında ilk olarak Allah (cc)’a iman şartı gelmektedir. “Ey İman Edenler! Allah’a, Peygamberine,

Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.”45 Âl-i İmran Sûresi’nde bu esaslara âhiret gününe iman da

eklenmiştir.46

42 Fussilet 41/8 43 Asr 103/1-3

44 Kılıç Recep, Âyet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlâk, s.12 45 Bakara 3/285

(18)

İslâm, Müslüman’dan öncelikle yaratıcısı olan Rabbi’ni gereği gibi tanımasını, O’na iman edip bağlanmasını istemektedir. Müslüman, Rabbi’ni tanıdığında O’nun gücünü, kudretini hissedecek ve bu sayede O’nun yardımına

muhtaç olduğunu bilecektir.47

Kur’ân’a göre Allah (cc), sadece üstün varlık değil; aynı zamanda insanların O’nu var olarak kabul edecekleri “Vacibu’l Vücud” olan tek varlıktır. Kâinatta kendisine karşı denk olabilecek hiçbir şey yoktur. “O, yeri sizin için döşek, göğü de

bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.”48 Kur’ân’ın ortaya koyduğu

sisteme göre Allah (cc), Yunan felsefesindeki gibi kendi başına olan, insandan uzak duran ve insanın işlerine karışmayan bir varlık değildir. Bilakis her an ve her durumda insanla iç içedir. “Göklerde ve yerlerde bulunanlar, (her şeyi ) O’ndan

isterler. O, her an yeni bir ilahi tasarruftadır.”49

Allah (cc) dua edenin duasına icabet eder, isteyenin istediğini verir. Yardıma

ihtiyacı olanın sıkıntısını giderir, hasta olana şifa verir.50 Bu âlem Allah (cc)’ın emri

ve isteği ile her an değişmektedir. Biri doğarken biri ölmekte, biri batarken diğeri

yükselmekte; yani her an değişim devam etmektedir.51

Allah (cc)’a iman, şu iki hususu ifade eder: a. Allah (cc)’ın varlığına iman

b. Allah (cc)’ın birliğine iman

Allah (cc)’ın varlığına iman konusunda çok sayıda düşünür, inanmanın fıtrî olduğunu, bozulmamış insan tabiatının yaratılışı gereği inanmaya yatkın olduğunu açıklamıştır. Yine de ortaya çıkan bazı sorular çerçevesinde Allah (cc)’ın varlığı ile

ilgili deliller ortaya koymuşlar, değişik ispat yöntemleri geliştirmişlerdir.52 Kur’ân

incelendiğinde ise özellikle “Allah (cc)’ın birliği” konusu üzerinde fazla durulduğu ve dikkatlerin daha çok “Bir Allah (cc)” düşüncesine çekildiği görülmektedir ki bu da Tevhid inancıdır.

47Haşimi, Müslüman Şahsiyeti, s. 15 48 Bakara 2/22

49 Rahmân 55/29

50 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, c.IV, s.274 51 Mevdudi, Tefhimu’l Kur’ân, c.VI, s.78 52 Aydın Mehmet, Din Felsefesi, s.19.

(19)

Sözlükte tevhid, “Bir şeyin bir olduğuna hükmetmek, onu bir olarak bilmek, bir şeyi diğerlerinden ayırarak onu tek kılmak, birlemek” gibi anlamlara gelmektedir.”

Kavram olarak tevhid, “mutlak anlamda Allah (cc)’ın bir olduğunu bilmeyi, O’ndan başka ilah bulunmadığına, ortağı ve benzeri olmaktan uzak bulunduğuna

inanmayı” ifade eder.53 Tevhid inancı, Allah (cc)’a iman düşüncesinin dayandığı

temel ilkedir. Tevhid olmadan inançtan, mü’minlikten ve amelden söz edilmez. “De

ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir.’ ‘Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).’ ‘Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”54 Kendisine ibadet edilen ve başkaları da kendisine ibadet etmeye çağırılan Allah (cc) birdir, tektir, ortağı yoktur. Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde

benzeri yoktur.55

Ehad (bir) olmak; sadece Allah (cc)’a ait, özel bir sıfattır. Varlıklar arasında hiç kimse bu sıfatı taşımaz. “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O

Rahmân’dır, Rahîm’dir.”56 Allah (cc)’ın ilahlığında tek olması demek Allah (cc)’tan

başka tapılacak yoktur demektir57

Allah (cc)’ın bir olması sayı yönünden bir olma değil, eşinin ve benzerinin olmaması yönünden bir olmadır. Kur’ân-ı Kerim insanın dikkatini Allah (cc)’ın bir olduğu konusuna ısrarla çeker. Böyle bir ısrarın sebebi ise insanın her an Rabbini birden fazla kabul edebileceği, O’na ortaklar koşabileceği tehlikesine karşı uyanık

tutmak içindir.58

Tevhid düşüncesinin bir gereği olarak Müslüman; göklerin, yeryüzünün ve bunların arasında bulunan her şeyin idaresini sadece Allah (cc)’a verir, O’ndan

başkasını, kulluk edilmeye lâyık görmez.59 Bu konularda sadece Allah (cc)’a

hasredilmesi gereken özellikler başkalarına verilirse Allah (cc)’a ortak koşulmuş olur ki bu da şirktir.

53 Ece Hüseyin, İslâm’ın Temel Kavramları, s.717 54 İhlas 112/1-4

55 Sabuni, Safvet’üt-Tefasir, C.III, s.620 56 Bakara 2/163

57 Elmalılı, Hak Dini, c.X, s. 80

58 Gölcük Şerafeddin, Allah, Kur’ân, İnsan, s.54 59 Dihlevi, Hüccetullâhi’l Bâliğa, c.I, s.54

(20)

Şirk, Allah (cc)’ın sıfatlarını, özelliklerini Allah (cc) dışında başka varlıklara vermektir. Bu davranış ise Allah (cc)’ı saymamak, O’nun eşsizliğini, yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu önemsememektir. Allah (cc), şirk dışında diğer günahları affedebileceğini; fakat kendisine yapılan bu saygısızlığı affetmeyeceğini şu âyette ifade etmektedir:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan ( günah )ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.”60

Allah (cc)’a inanmak, dini sadece O’na has kılmayı gerektirir. “(Ey

Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitap’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et. İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır.”61 Dini Allah (cc)’a has kılmak, hiçbir şirkin karışmadığı temiz ve halis tevhid dinini, tam

manasıyla yaşamaktır. Halis ibadet ve itaat ancak Allah (cc)’a yapılır.62 Dini Allah

(cc)’a has kılmak; yalnız Allah (cc)’a ibadet etmekle, dinde, diyanette samimiyet göstermekle ve hayatın baştan sona bu tevhid esasına göre düzenlenmesiyle mümkün olur.63

Allah (cc)’a imanın gereklerinden birisi de, “Allah (cc)’tan korkmak, Allah (cc)’tan sakınmak” olarak Türkçe’ye çevrilen Takvalı olmaktır.

Takva sözlükte, “Korkma, sakınma, Allah (cc) korkusuyla günahtan kaçınma, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme, Allah (cc)’ın himayesine girmek, emrini tutup azabından koruma” anlamlarına gelen “vky” kökünden türeyen

bir terimdir.64 Bu şekilde davranan takva sahibi kimselere “muttaki” denir.

Bu tanımlamalardan yola çıkılarak takva sahipleri için, “Allah (cc)’a karşı sorumluluğu konusunda dikkatli olan, sorumluluk bilinci duyan” ifadeleri de

kullanılmaktadır.65

Kur’ân-ı Kerim’de takvalı olmak ile ilgili olarak Allah Teâla şöyle buyurmaktadır. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak

60 Nisâ 4/48 61 Zümer 39/2-3

62 Elmalılı, Hak Dini, c.VI, s.487

63 Kutub Seyyid, Fizılâl-il-Kur’ân, c.XII, s.421 64 Rağıb, Müfredât, s.888

(21)

gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” 66 Allah (cc)’tan gereği gibi sakınmak, Allah (cc)’a karşı gelmeden O’na itaat etmek, O’nu sürekli hatırlayıp hiçbir zaman unutmamak, O’na nankörlük etmeyip sürekli şükretmektir. Göz açıp kapayıncaya kadar bile Allah (cc)’a karşı olan sorumlulukları yerine

getirmekten vazgeçmemektir.67

Kur’ân’ın ikinci sûresi olan Bakara Sûresi’nin ilk âyetlerinde Allah (cc)’a karşı gelmekten sakınanların kimler oldukları ve bu özelliklere sahip olan kişilerin kurtuluşa erdikleri haber verilmektedir. “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.

Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Âhirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.”68

Allah (cc) katında en değerli insan, O’ndan sakınan, O’na karşı olan sorumluklarını bir an olsun aklından çıkarmayan takva sahibi insandır. “Allah

katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”69

Takva, inanan insanların toplanma ve yardımlaşma noktasıdır. “İyilik ve

takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”70

Müslüman takvanın gereği olarak nasıl bir hayat yaşanması gerekiyorsa öyle yaşar. Hayatını en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. İbadetlerinde samimi davranır. Hüküm gününü ve Rabbine vereceği hesabı aklından çıkarmaz. Allah (cc)’ın her an kendisini gördüğünü ve yaptığı her şeyin kayıt altına alındığını bilir. Yaptığı hatalardan dolayı O’na sığınır, bağışlanma diler.

Gerçek Müslüman’ın Rabbiyle ilişkisi; kökleşmiş sadık bir iman, sürekli salih amel, daima O’nun rızasını gözetmek, O’na olan kulluğunu kuvvetlendirmek ve

66 Âl-i İmrân 3/102

67 Kurtubi, el-Cami’li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.IV, s.101 68 Bakara 2/2-5

69 Hucurât 49/13 70 Mâide 5/2

(22)

Allah (cc)’ın “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım,”71

âyetiyle çizdiği hayattaki varlığının hedefini geçekleştirmektir.72

2.2. Meleklere İnanmak

İslam Dini’nin iman esaslarından biri de “meleklere iman”dır. Allah (cc), meleklerin varlığını Kur’ân’da haber vermekte ve birçok âyette meleklerden bahsetmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de; “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene

iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler,”73 âyetiyle meleklere iman, inanılması istenen esaslar arasında yer almaktadır.

Meleklerin varlığına iman, peygamberlere imanın olmazsa olmaz şartıdır. İnsanla Allah (cc) arasında karşılıklı bir iletişim vardır. Allah (cc)’tan insanlara

doğru olan bu ilişki meleklerle sağlanır.74 Allah Teâla dilekleri olan vahyi insanlara

melekler aracılığıyla bildirir. Bu açıdan incelendiğinde melek kelimesi “haberci,

elçi” anlamlarına gelmektedir.75 Bu iletişimi sağlayan, vahyi getiren melek de vahiy

meleği, “Cebrail (as)”dir.

Melekler, özellikleri ve görevleri bakımından diğer varlıklardan farklı olarak yaratılmışlardır. Melekler duyu organlarıyla algılanamayan varlıklardır. Çünkü insan gözü onları görebilecek özellikte yaratılmamıştır. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Onların yemek, içmek, uyumak, evlenmek, erkeklik, dişilik gibi özellikleri yoktur.

Günah işlemezler.

Melekler hakkındaki bilgilerimiz vahye ve Hz. Peygamber (sas)’in açıklamalarına dayanır. Kur’ân’da melekler ve onların yaptıkları işlerden haber verilir. Kul ile Allah (cc) arasındaki iletişimi sağlamak, onların en önemli görevidir.

Bunun yanı sıra mü’minlere yardım eden,76 Allah (cc)’ın azap hükmünü yerine

getiren,77 peygamberlere ve Allah (cc)’ın seçkin kullarına müjdeler getiren,78

insanların yaptığı iyilikleri ve kötülükleri yazan,79 insanların iyiliklere ulaşmaları

71 Zariyat 51/56

72 Haşimi, Müslüman Şahsiyeti, s.35 73 Bakara 2/285

74 İslamoğlu Mustafa, İman Risalesi, s.269 75 Ünal Ali, Kur’ân’da Temel Kavramlar, s.228 76 Âl-i İmran 3/124-125

77 Hud 11/81

78 Hud 11/69-74; Meryem 19/17-19 79 İnfitar 82/7-11

(23)

için çalışan,80 Allah (cc)’ı öven,81 cennet ve cehennemde görevli olan82 melekler de vardır.

Bu görevlerinden dolayı vahiy getiren melek Cebrail, kâinattaki olayları düzenleyen melek Mikail, kıyamet kopacağı esnada sura üflemekle görevli olan melek İsrâfil, ölüm anında canlıların ruhunu alan melek Azrail diye isimlendirilmişlerdir. Bunlara “dört büyük melek” de denmektedir. Bunların dışında insanların sağında ve solunda bulunup sevap ve günahları yazan Kirâmen Kâtibin, ölümden sonra insanları kabirde sorguya çeken Münker ve Nekir, arşı taşıyan Hamele-i Arş, Allah (cc)’a yakın olan Mukarrabun ve İlliyyun, Cennet ve Cehennem

işlerini yürütmekle görevli olan Cennet ve Cehennem melekleri de vardır.83

Allah (cc) kendisine inanan ve bu inancı uğruna yola koyulan Müslüman’ı gaybi güçler ve ordularla destekler. “Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten

sakındığınız takdirde onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.”84 Âyetteki bu gaybi destekleme meleklerle sağlanır.

Melek, her çeşit güzelliğin ortak adıdır.85 Bunun içindir ki imanlı, ahlâklı bir hayat

sürdüren ve etrafına iyilikler, güzellikler saçan kişiler için “melek gibi insan” ifadesi kullanılır. Bu ifade meleklerin özelliklerinden gelmektedir.

Meleklere iman eden müslüman her an Allah (cc)’ın yardım ve desteğinin kendisiyle beraber olduğunu bilir; çünkü Yüce Allah’ın görevlendirmiş olduğu melekler sürekli onunla beraberdir. İnsanları çeşitli kötülüklerden korur ve Allah (cc)’ın insan hakkındaki dileklerini hemen yerine getirirler. Meleklerin sürekli kendisini kontrol ettiğine inanan insan kendisine çeki düzen verir. Melekler, insanların yaptıklarını sürekli kaydetmekte, en ufak noktayı bile kaçırmamaktadırlar. Dolayısıyla bu bilinç, insanın davranışlarını kontrol etmesini, günahlardan uzaklaşmasını ve sürekli olarak iyi ve güzel ameller sergilemesini sağlar.

2.3. Kitaplara İnanmak

Kur’ân’ın, müslümanların inanmasını istediği esaslardan biri de “Kitaplara iman”dır. Kitaplara inanmak iki şekilde olur:

80 Ahzab 33/43 81 Zümer 39/75 82 Tahrim 66/6

83 Gölcük Şerafeddin, Toprak Süleyman, Kelam, s.359- 361 84 Âl-i İmrân, 3/125

(24)

a. İcmali olarak bütün kitaplara inanmak.

b. Tafsili olarak Kur’ân’da zikredilen ilahi kitaplara ayrı ayrı inanmak ve her birinin Allah (cc)’ın kelamı olduğunu kalp ile tasdik etmek.

Dolayısıyla Allah (cc)’ın insanlara Hz. Âdem (as)’den bu yana gönderdiği

bütün kitaplara inanmak farzdır.86 Önceki kitaplara iman, onların hepsinin Allah

(cc)’tan geldiğini, doğru olduğunu ve Kur’ân-ı Kerim’in gönderilişindeki gayeyi kendi dönemlerinde gerçekleştirmek için gönderilmiş bulunduklarını tasdik etmektir.

Kur’ân-ı Kerim’e iman ise; O’nun tamamıyla Allah Teâla’nın kelamı olduğunu, her kelimesinin doğru ve mahfuz bulunduğunu kabul etmektir. Mü’min; Kur’ân’ın içindeki her emre itaat etmenin insanlar için farz olduğunu ve bu emirlerin yerine getirilmesi gerektiğini, reddedilenlerden de kaçınılması gerektiğinin bilincindedir.

Allah (cc), insanlara doğru yolu bulmaları için peygamberler göndermiştir. Peygamberler, kendi dönemlerinde vahyi insanlara bildirip onların doğru yola girmelerini sağlamışlardır. Doğal olarak peygamberler de birer insandırlar. Doğarlar, yaşarlar ve bu dünyadan ayrılırlar. Allah (cc), peygamberlerin vefatlarından sonra insanlar doğru yoldan uzaklaşmasın, sorunlarına Allah (cc)’ın razı olduğu çözümler bulabilsin diye, peygamberlerle beraber kitaplar da göndermiştir. İnananlar da her

dönemde karşılaştıkları problemlere bu kitaplara bakarak çözüm bulmuşlardır.87

Kur’ân insan hayatına yön ve anlam verir. İnsan, merak ettiği, çözümünü

aradığı birçok sorunun cevabını Kur’ân’da bulabilmektedir.88 “Ben kimim?”,

“Nereden geldim, nereye gidiyorum?”, “Dünyadaki hayatın gerçek amacı nedir?” gibi soruların doğru ve kesin cevapları da yine Kur’ân’da mevcuttur.

Kur’ân’ın hedefinin insanı en doğru yola götürmek olduğu Kur’ân âyetlerinin pek çoğunda yer alan açık ifadelerle ortaya konmuştur. “Gerçekten bu Kur’ân en

doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükafat olduğunu ve âhirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.”89

86 Gölcük Şerafeddin, Toprak Süleyman, Kelam, s. 306 87 Bakara 2/213; Nisâ 4/105

88 Sert Emin, Kur’ân’da İnsan Tipleri, s.176 89 İsrâ 17/9-10

(25)

Hayat tarzını ancak Kur’ân tespit eder. Kur’ân’ın dışındaki bütün hayat modelleri yanlıştır ve sapıklıktır. Yüce Allah “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.

Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir,”90 “Bu (Kur’ân) da bizim

indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin,”91 buyurmuştur. İyi bir Müslüman olabilmek için bu âyetlerde istenen hayatı, Allah (cc)’ın gösterdiği biçimde yaşamak gerekmektedir. Hayatı Allah (cc)’ın gösterdiği biçimde yaşamak da O’nun kitabında gösterdiği yolda

yürümekle gerçekleşir.92

Kur’ân kelimesi, “okumak” anlamına gelen “kre” kökünden türemiştir.93

Müslümanlar arasında Kur’ân denilince akla hemen okumak gelir. İki türlü okuma vardır:

a. Allah (cc)’ın kelamını, yani yazılı âyetlerini ezberden veya yüzünden okumak, kavramak ve yaşamaktır.

b. Allah (cc)’ın yazılı olmayan kevnî âyetlerini incelemek, düşünmek ve onlardan ibret almaktır. Yüce Allah, kevnî âyetleri okumak suretiyle müslümanları yaratılmış âyetleri görüp geçme yerine durup düşünmeye, inceleme ve

değerlendirmeye teşvik eder.94

Nasıl ki Kur’ân’ın cümlelerini oluşturan âyetler insanlara, var olan her şeyin Allah (cc) tarafından yaratıldığını ve halen O’nun kontrolünde devam ettiğini işaret ediyorsa kâinattaki bu düzen, bu eşsiz güzellik, bu mükemmel işleyiş de bu işlerin kendiliğinden gerçekleşmediğini, mutlaka bir gücün bu düzeni sağladığını gösterir. İşte o güç de Allah (cc)’tan başkası değildir. Çevrede Allah (cc)’ı gösteren bu işaretler “Kevnî âyetler”dir

Kur’ân’ın indirildiği ilk dönemlerde müslümanlar kendilerine gelen âyetleri okudular, anlamaya çalıştılar, anlayamadıklarını Allah Resulü (sas)’ne sordular ve hayatlarına aktardılar. Onlar için Kur’ân bir hayat kitabı, bir yaşam kılavuzu idi. Kur’ân’ı öncelikle kendileri için okuyorlardı. Allah (cc), “(Aklen ve fikren) diri

olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için

90 Bakara 2/2 91 En’âm 6/155

92 Mevdudi, Gelin Müslüman Olalım, s. 57 93 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “kre”md, c.III, s.42 94 Duman Zeki, Kur’ân ve Müslümanlar, s.11-12

(26)

Kur’ân’ı indirdik”95 buyurarak, Kur’ân’ın yaşayanlar için yani şu anda dünyada bulunanlara indirildiğini ifade etmiştir. Fakat ilerleyen dönemlerde Kur’ân’a yaklaşımlar indiriliş amacından uzaklaşmıştır. Artık Kur’ân; yol göstermek, rehber olmak, insanları uyarıp müjdelemek için indirilen bir kitap olmaktan çıkmış, sadece ölülere okunan, okunduğunda sevap kazanılan bir kitap haline gelmiştir. Müslümanlar artık Kur’ân’dan hayatları için yol göstericilik yapmasını beklemiyorlar. İnançlarının, ahlâklarının, uygulamalarının nasıl olması gerektiğini

öğrenmek için Kur’ân okuyup ona danışmıyorlar.96

Müslümanlar son dönemde, Kur’ân’ı sadece ölümden sonraki hayat için sevap kazanmak ve bu dünyadan göç etmiş yakınlarının günahlarının bağışlanması için okur hale gelmişlerdir. Bu da Kur’ân’ı indiriliş amacından ve bu hayattan uzaklaştırmaktadır. Bu durumu Milli Şair Mehmet Akif Ersoy, şu dizelerinde veciz bir şekilde ifade etmektedir:

Lafzı muhkem, yalnız anlaşılan, Kur’ân’ın Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mânânın; Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına Yâhut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için! 97

Müslüman, Kur’ân’ı Yüce Allah sanki ilk defa kendisine indiriyormuş gibi okur. Kişi Kur’ân’ı bu şekilde okuduğunda öncelikli muhatabı kendisi olacaktır. Böylece Kur’ân’ı daha dikkatli okuyacak, Allah (cc)’ın oradaki hitaplarına kendisini muhatap kabul edecektir. İstenilenleri yerine getirecek, uzaklaşılması istenenlerden de uzak duracaktır. Bu şekilde Kur’ân, bireysel ve toplumsal dertlere şifa olur.

“Eğer biz onu başka dilde bir Kur’ân yapsaydık onlar mutlaka, ‘Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi? derlerdi.’ De ki: O, inananlar için bir hidâyet ve şifâdır.”98

95 Yâsin 36/70

96 Mevdudi, Gelin Müslüman Olalım, s. 54 97 Ersoy Mehmet Akif, Safahat, c.1, s..330 98 Fussilet 41/44

(27)

Kur’ân, cehalet, ahlâksızlık, şüphecilik gibi kalplerdeki hastalıklara ve şeytanın

kışkırtmalarına karşı şifa kaynağıdır.99

Allah (cc), Kur’ân gibi bir rehberle insanı kendine yaklaştırır. Müslüman, Kur’ân okuduğunda Allah (cc)’la konuşmuş gibi olur. İnsanın dünya ve âhiret mutluluğunun kaynağı Kur’ân’dır. Kur’ân’daki bütün emir ve yasaklar insanın yücelmesi için konmuştur. Bunların her biri uygulandığında insanın bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını giderdiği görülür. İnsan Kur’ân’la; yüksek faziletlerin, imrenilen bir ahlâkın, paha biçilmez ibadetlerin, en güzel temiz inançların sahibi olur. İnsan Kur’ân’da kendini okur, kendini bulur. Gerek fert gerekse toplum, tarih ve istikbal

olarak Kur’ân insanı okur ve anlatır.100

Kur’ân’ın temel gayesi, adil ve ahlâki temele dayalı yaşanabilir bir toplum oluşturmaktır. Bu ise ancak Kur’ân-ı Kerim anlayarak okunduğunda ve öğrenilenler hayata geçirildiğinde gerçekleşir.

2.4. Peygamberlere İnanmak

Peygamberlere İman, ilk peygamber Hz. Âdem (as)’den son peygamber Hz. Muhammed (sas)’e gelinceye kadar bütün peygamberlerin Allah (cc) tarafından gönderilmiş olduklarını kabul etmektir.

Peygamberler Allah (cc) tarafından seçilmiş kişilerdir. Getirdikleri kendilerinin değil Allah (cc)’ın sözüdür, Allah (cc)’ın istekleridir. Peygamberin getirdiğinin kendi sözü olmadığı, söylediğinin vahiy olduğu gerçeği Necm Sûresinde şu şekilde ifade edilmektedir:

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’ân ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”101 Resulüllah (sas) sadece kendisine vahyolunanı

bildirir, Allah (cc) adına hiçbir zaman kendi hevasından bir şey söylemezdi.

Müslüman için Hz. Peygamber (sas)’in hayatı, Kur’ân’ın yaşayan tefsiri

gibidir.102 Resulüllah (sas)’a bakıldığında Kur’ân’ın insan davranışına yansıması

görülür. Allah Resulü (sas) Kur’ân’ı sadece insanlara aktarmakla kalmamış, onun

99 Râzi, Mefatihu’l Ğayb, c.XVII, s.116

100 Gölcük Şerafeddin, Allah, Kur’ân, İnsan, s.76 101 Necm 53/1-4

(28)

nasıl anlaşılacağını, yaşantıya nasıl geçirileceğini anlatarak ve yaşayarak göstermiştir. O, müslümanlar için en güzel örneği oluşturmaktadır.

“Andolsun, Allah’ın Resulün’de sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”103

Âyette geçen “üsve,” uyulacak, arkasından gidilecek, numune-i imtisal demektir. Hz. Muhammed (sas), din ve ahlâkın sadece teorik yönünü tebliğ etmekle kalmamış, hayatın her sahasındaki uygulamaları ile insanlığa güzel bir örnek

olmuştur.104 Muhakkak ki insanlar hayatın her döneminde ve her alanında, hataya

düşmeyeceğinden emin oldukları, en doğru bilgilere sahip önderlere ihtiyaç

duyarlar.105 Bu konuda peygamberler, insanların hatasız ve en doğru örnekleridir.

Hz. Peygamber (sas), tarihin insan anlayışı ve yaklaşımının en fazla bozulduğu bir dönemde gelmiş ve örnek yaşayışıyla etrafında bir iman halkası oluşturmuştur. Cahiliye dönemi insanları da bu sayede “Asr-ı saadet insanları” haline

dönüşmüştür.106 Asr-ı saadet denilen bu mutluluk çağı, insanların peygamberlere

itaatleriyle gerçekleşmiştir.

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”107 Allah Teâla bu âyette Resulüne itaat edenin kendisine itaat etmiş olduğunu, Resule isyan edenin de kendisine isyan

etmiş olduğunu haber veriyor. Bilindiği gibi elçiye itaat, elçiyi gönderene itaattir.108

Bir hükümdar vekilinin otoritesini kabul etmeyen kimse, aslında bizzat hükümdarın otoritesini kabul etmemiş sayılır ve hükümdara karşı gelmiş olur. Allah (cc)’ın Resulüne iman etmeyi reddeden kimse de Allah (cc)’ın emirlerine uymayı reddetmiş sayılır ve Allah (cc)’a âsi olur.

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni

hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”109 Allah Resulü (sas)’nün her

103 Ahzâb 33/21

104 Elmalılı, Hak Dini, c.VI, s.304

105 Dihlevi, Hüccetullâhi’l-Bâliğa, c.I, s.312 106Sert Emin, Kur’ân’da İnsan Tipleri, s. 178 107 Nisâ 4/80

108 Elmalılı, Hak Dini, c.III, s. 34 109 Nisâ 4/65

(29)

konudaki hükmüne boyun eğmek gerekmektedir. Boyun eğmedikçe iman

gerçekleşmez.110

Müslüman her konuda Peygamber (sas)’i öncelikli kılar. Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.s.) zamanında yaşayan sahabeler, O’nunla birlikte yürürken önüne geçmezlerdi. O bir konuda fikir beyan etmedikçe, sahabiler de açıklamada bulunmazlardı. Allah (cc)’ın bu konudaki emrine karşı gelmemek için saygısızlık etmekten titizlikle kaçınırlardı.

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı

gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.”111 Müslümanların; din ve dünya işleri ile ilgili olarak, Allah (cc)’ın ve Resulünün yol göstericiliğini bir tarafa bırakmaları, davranışlarında

ve konuşmalarında kendiliğinden karar almaları yasaklanmaktadır.112 Müslüman her

konuda öncelikle Allah (cc)’ın ve peygamberinin o konuda ne söylediğini araştırır. Peygamber kıssaları, Kur’ân’da yer alan başlıca konular arasındadır. Kur’ân’da ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem (as)’den Hz. Muhammed (sas)’e kadar gönderilmiş tüm peygamberin hayatından kesitler yer alır. Bu kıssalar hikâye gibi okunsun diye değil, ibret alınsın, ders çıkarılsın diye anlatılmıştır. Peygamber kıssaları, inanç toplumuna ait özelliklerin tarihin hiçbir devrinde değişmediğini vurgular. İnanan insan bu kıssalardan nasibini alır, kendine güven duygusu gelir. Allah (cc)’ın yardımının her zaman peygamberler ve onlarla birlikte olanların üzerinde olduğunu anlar. İnanmayanların hayatlarının nasıl bir sonla biteceğini öğrenir. Bu örnekler doğrultusunda Müslüman kim gibi olacağına karar verir. Kendisi için hayırlı olan ve örnek alması istenen Peygamberleri örnek alır, onlar gibi olmaya çalışır. Peygamberlere ve mücadelelerine karşı çıkan ve Allah (cc)’ın gazabına uğrayan kişilerin yaptıkları yanlışlıkları yapmaktan uzak durur.

2.5. Âhiret Gününe İnanmak

Âhiret kavramı, “son, son olan ve sonrakiler” gibi anlamlara gelir.

110 Râzi, Mefatihu’l Ğayb, c.IX, s.132 111 Hucurât, 49/1-2

(30)

Terim olarak, dünya hayatının son bulmasıyla başlayan, mahşerde yeniden dirilişle devam eden ve bundan sonra da ebediyen devam edecek olan hayat anlamına gelir. Ebedi hayat karşılığında da kullanılır. Âhiret gününe “kıyamet günü, hesap günü, diriliş günü, din günü, ceza günü, toplanma günü, ebedi âlem, gerçek hayat”

gibi isimler verilmiştir.113

Âhirete iman, yaşanılan bu dünyanın ve içindeki varlıkların yok olmasıyla başlayacak ve yeniden dirilme ile devam edecek olan sonsuz hayatı kabul etmektir. Kur’ân’da Allah (cc)’a imandan sonra âhiretin varlığına ve herkesin mutlaka bu hayatı yaşayacağına sık sık dikkat çekilmektedir:

“Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedi olarak kalacakları,

içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler vaad etti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.”114

“Allah erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî

kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”115

Âhirete imanla ilgili konular Kur’ân-ı Kerim’de geniş yer tutmaktadır. Bunun sebebi, insanın âhirete imanı hiçbir zaman aklından çıkarmaması, ölüme ve öldükten sonraki hayata hazırlıklı olmasını sağlamaktır. Tüm bu uyarılara ve dikkat çekmelere rağmen insanlar âhireti önemsememekte, onun için gerekli hazırlıkları yapmada

gevşek davranmaktadırlar.116

Âhiret inancı, bu dünyayı mutlak geleceğe göre ayarlamak için mükemmel bir imkân sunmaktadır. Aklını iyi kullanabilen, geleceğini düşünen insanlar; bu geçici hayattan daha fazla, ebedi hayata yatırım yapmaya çalışırlar. Dünya hayatı geçici, âhiret hayatı ise ebedi bir hayattır. “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak

(geçici) bir yararlanmadır. Âhiret ise ebedi olarak kalınacak yerdir.”117

Kur’ân’ın âhiret düşüncesi bu dünyadan uzakta kalan bir düşünce değildir. Tersine insanın âhiret hayatıyla bu dünya yakından ilgilidir ve iç içedir; çünkü âhiret mutluluğunun yolu bu dünya hayatından geçmektedir. Cennet ve cehennemin varlığı

113 Ece Hüseyin, İslâm’ın Temel Kavramları, s.36 114 Tevbe 9/72

115 Tevbe 9/68

116 Gölcük Şerafeddin, Allah, Kur’ân, İnsan, s.100 117 Mü’min 40/39

(31)

insan hayatında ahlâki yönde kendisini gösterir. Âhiret düşüncesi, insanın bu

dünyadaki tüm davranışlarını etkiler.118

Ölümden sonraki bir hayatın varlığına inanmak ve dünya hayatına göre âhirette mutlu veya mutsuz bir geleceğin kendisini beklediği düşüncesi insan hayatına yön verir. Eğer insan Allah (cc)’a karşı sorumluluklarına dikkat etmiyor, ibadetlerinde vurdumduymaz hareket ediyorsa bu onun âhirete iman konusundaki zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Bu psikoloji, ölümden sonra yeni bir hayatın olduğuna inanmayan insanın psikolojisidir. “Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: ‘İlk

ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”119

Âhirete iman, insanı iyilik yapmaya, kötülüklerden kaçınmaya ve sorumluluklarını gerçekleştirmeye teşvik eden itici bir güçtür. İnsanın Rabbi tarafından gözetim altında olduğunu bilmesi, davranışlarını kontrol etmesini sağlayacaktır. Yapılanların karşılığının olumlu veya olumsuz olarak görüleceği

inancı insanı bilinçli davranmaya sevk edecektir. 120 Çünkü ölüm düşüncesi,

insanoğlunun ruhuna çeki düzen veren bir güce sahiptir.121

Âhirete iman, mü’min ile kâfirin dünyaya bakışını farklılaştırır. Mü’min âhirete inandığı için dünyayı bir imtihan yeri olarak kabul eder ve ona göre çalışır. Kâfir ise, âhirete iman etmediği için, hayatı sadece bu dünyadan ibaret sayar ve çalışmasını da hep bu dünya için yapar. “Derler ki: ‘Hayat ancak dünya hayatımızdır.

Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.”122 Küfür ve isyanlar, inkârcılarda artık devamlı bir huy haline gelmiştir. İçinde bulundukları bu durumdan geriye de

dönemezler.123 Âhirette ise dünyada işlemiş oldukları amellerin boş olduğunu

görürler; ama artık iş işten geçmiştir. Dünyaya dönüp hayatı yeniden düzenleme imkânı kalmamıştır. “Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri

boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını çekerler.”124

Ölümden sonraki hayatı hesaba katarak yaşayanlar ise, Rableri tarafından kendilerine verilen nimetlerle karşılaşırlar. “Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile

Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) ‘Allah’a ve

118 İzutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s.82 119 Duhân 44/34-35

120 Sert Emin, Kur’ân’da İnsan Tipleri, s.121 121 Cüceloğlu Doğan, Savaşçı, s. 224 122 En’âm 6/29

123 Elmalılı, Hak Dini, c.III, s.411 124 A’râf 7/147

(32)

âhiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır’ (diye hükmedilmiştir).”125

Dünya hayatı aldatıcıdır, insana hoş gelir. İnsanı dünyaya gönderiliş amacından uzaklaştıracak oyun ve eğlencelerle süslenmiştir. Âhiretteki mutluluk ise, dünya hayatının oyun ve eğlencesine kapılmadan, âhireti kazanma yolundaki çalışma neticesinde elde edilmektedir. “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan

ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”126

2.6. Kadere ve Kazaya İnanmak

Kader, sözlükte “ölçmek, tahmin etmek, ölçüp takdir ederek tayin etmek, güç

yetirmek, kudret”127 gibi anlamlara gelir.

Dini bir terim olarak kader, Allah (cc)’ın ezelden ebede kadar olacak şeyleri, ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesidir.

Kadere İman, Allah (cc)’ın yarattığı bütün mevcudat için bir gaye, bir düzen, bir zaman ve mekân tayin ettiğine, hiçbir şeyi gayesiz, ölçüsüz ve başıboş

yaratmadığına iman etmektir.128

Kaza ise, Yüce Allah’ın ezelde irade ve takdir ettiği şeyleri, yeri ve zamanı gelince, ezeldeki bilgi takdirine uygun olarak meydana getirmesi, yaratmasıdır.

Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında, “kadere iman”ın, iman esaslarının sıralandığı âyetlerde yer almadığı görülür. Ancak hadis-i şeriflerde yapılan iman tanımlamalarında, “kadere, hayır ve şerrin Allah (cc)’tan geldiğine iman” da iman esasları arasında yer almaktadır.

“Bana imandan haber ver,” dedi. Resulüllah (sas):

‘Allah’a, Allah’ın Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Âhiret Gününe inanman, bir de kadere; hayrına ve şerrine inanmandır,’ buyurdu”.129

Kâinatta meydana gelen her şey Allah (cc)’ın dilemesi ve takdiri ile gerçekleşir. O’nun bilgisi ve takdiri dışında hiç bir şey gerçekleşmez. “Allah, her

125 Bakara 2/62 126 Ankebût 29/64

127 Macdonald D.B., “Kader”, İA, VI, 41 128 İslâmoğlu Mustafa, İman, s.189 129 Müslim, “İmân”, 1

(33)

dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O’nun katında bir ölçü iledir.”130 Başından sonuna kadar her şey ölçülmüş, bilinmiş

ve takdir edilmiştir. O’nun ilmi ile kuşatılmayan hiç bir şey yoktur.131

Allah (cc) ileride var olacak her şeyi önceden bilip tayin ve tespit etmiştir. Gerçekleşecek bu olayları Levh-i Mahfuz’da kayıt altına almıştır. “Yeryüzünde ve

kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.”132 Başarılar Allah’(cc)’ın lütfu olduğu gibi bütün musibetler de Allah

(cc)’ın ezeli ilminde yazılmış bir takdiridir.133

Allah (cc), insan için bir kader belirlemiştir; fakat bu kader insanı mutlaka o şekilde davranmaya iten bir kader değil, insanın tutum ve davranışlarının sonucu olarak ortaya koyduğu bir neticedir. Allah (cc); insanı yaratmış, ona akıl, irade ve güç vermiştir. İyinin ve kötünün ne olduğunu ona bildirmiş, iyiliği ve kötülüğü seçme özgürlüğü vermiştir. İnsana takip etmesi gereken yolu göstermiş, onu dikkatli olması gereken noktalarda uyarmıştır. İnsan, bu hareketleri neticesinde dünya ve âhirette kendisini nelerin beklediğini bilir. Aklı ve özgür iradesiyle Allah (cc)’ın uyarılarını dikkate alarak veya bu uyarıları göz ardı ederek hayatını şekillendirir. Bilgisi ve gücü dâhilinde hayatını iyiye yönlendirmeye, kendisine zarar verecek ve sıkıntıya sokacak hususlardan uzaklaşmaya çalışır.

İnsan bu hayatta ve âhirette kendi eylemlerinin neticesi olan karşılığı bulur. Allah (cc) da İlim sıfatının gereği olarak insanın hangi süreçlerden geçeceğini, başına nelerin geleceğini ve kendisini nasıl bir son beklediğini önceden bilir. Bu bilgisine uygun olarak insanın alın yazısını, kaderini takdir eder.

İnsan her konuda geleceğini takdir etme gücüne sahip değildir. İnsanın iradesi sınırlı bir irade (cüz-i irade)’dir. Sadece seçme hürriyetine; yani iradesine dayalı olaylarda kaderini yaşar, kaderini yönlendirir. Seçme hürriyetinin olmadığı olaylarda ise Allah (cc)’ın takdirine (Külli İradesine) tâbi olur.

Müslümanların kadere olan inançlarının bir sonucu da tevekküldür. Tevekkül; insanın kendisine yüklenmiş bütün görevleri yerine getirdikten, bütün tedbirleri

130 Ra’d 13/8

131 Elmalılı, Hak Dini, c.V, s.129 132 Hadid 57/22

(34)

aldıktan sonra işin sonucunu Allah (cc)’a bırakması, O’na güvenip, sonuçtan endişe

etmemesidir.134

Tevekkül, hiçbir zaman, herhangi bir gayret göstermeksizin, “Allah (cc) dilerse olur, dilemezse olmaz” düşüncesiyle bir kenara çekilip beklemek değildir. Müslüman, ilâhi kanunlar çerçevesinde elinden gelen gayreti gösterir, çalışmalarını yapar, tedbirini alır. Sonra da Allah (cc)’a dayanıp, işlerin neticesini O’na havale eder. İşlerinin sonucunun hayırlı ve bereketli olması için dua eder.

“Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na

döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”135

“Onu, beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O

kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir.”136 İnsan, başına gelen

herhangi bir şeye karşı Allah (cc)’ın kudretine dayanıp yapacağı işte kendini O’nun

emrine teslim ederse Allah (cc) ona yeter.137

Kader ve Kaza’ya iman eden Müslüman, karşılaştığı her olayın tesadüfen olmadığını, Allah (cc)’ın bilgisi dâhilinde olduğunu bilir. Allah (cc) bir şeyin olmasını takdir etmişse onu engellemeye kimsenin gücünün yetmeyeceğine, bir şeyin de olmamasını takdir etmişse onu da kimsenin olduramayacağına inanır. Başına

gelen nimetlere ve sıkıntılara razı olur.138 Karşılaştığı sıkıntılara isyan etmeyip

sabreder. Allah (cc)’a isyan etmez, taşkınlık yapmaz; kaybettiklerine üzülmez.

Kadere iman eden bir kimse çalışmalarında başarılı olmadığında veya felaketlerle karşılaştığında karamsarlığa düşmez. Allah (cc)’ın her işinde bir hayır olduğunu bilir ve Allah (cc)’ın takdirine boyun eğer. Bu düşünce insana rahatlık verir, üzüntüsünü giderir.

134 Ece Hüseyin, İslâm’ın Temel Kavramları, s.710 135 Hûd 11/123

136 Talâk 65/3

137 Elmalılı, Hak Dini, c.VIII, s.115 138 Haşimi, Müslüman Şahsiyeti, s.17

(35)

İKİNCİ BÖLÜM

İBADET AÇISINDAN KUR’ÂN’IN HEDEFLEDİĞİ MÜSLÜMAN TİPİ

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafza-i Celâl; ‘teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın herc-ü merçliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı

Toplumun güven ve huzurunu korumak için mü’minler gıyablarında dahi olsa birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet etmeli ve birbirleri hakkında hüsn-ü zann 378

Âdem (s) de bir insan olarak hata etmiş, fakat daha sonra bu hatasından dolayı pişman olmuş, bunun üzerine Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmuş ve Allah da

* Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tercüme çabalarına, esas itibariyle imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde, batılılaşma/moderleşme çabalarının en

Hanefilerde meşhur olan görüşe göre zekâtın hemen farz kılındığı anda ödenmesi şart değildir. Mal sahibi kendisinden istenmedikçe zekatını ödemeyı farz

Dünyevî küçük bir işi sebebiyle, küçük bir amirin huzuruna çıkıncaya kadar çok zorluklar ve engellerle karşılaşan insan için, bütün âlemlerin Rabbi olan

Ayette Hz. Mûsâ’ya dokuz tane mucize verildiğinden bahsedildiği halde bu mucizeler hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Çünkü Kur’ân’ın daha önce farklı

278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından Kur’an’ın başka