• Sonuç bulunamadı

KUR ÂN DA TEVBEKARLARIN ÖZELLİKLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KUR ÂN DA TEVBEKARLARIN ÖZELLİKLERİ"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

10. HAFTA

KUR’ÂN’DA TEVBEKARLARIN ÖZELLİKLERİ

1. Kavramsal Çerçeve 1.1. İstiğfâr Kavramı

Arapça’da (ر-ف-غ) ğ-f-r kök harflerinden türetilen ve sözlükte “bir şeyi onu kötülüklerden koruyacak şekilde örtmek, giydirmek”1 anlamlarına gelen istiğfâr, “geçmişte işlenmiş hata ve günahlardan dolayı Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmak”2 demektir. Ğufrân ve mağfiret ise

“Yüce Allah’ın (cc), kula azap erişmesinden onu koruması”3 manasına gelmektedir.

1.2. Tevbe Kavramı

Arapça’da (ب-و-ت) t-v-b kök harflerinden türeyen ve sözlükte “geri dönmek, dönüş yapmak, yönelmek”4 anlamlarına gelen tevbe, “dinde yerilmiş davranışları terk edip övgüye layık olanlara yönelmek, yanlış bir işten vazgeçip, onu bir daha işlememek üzere kesin dönüş yapmak”5 demektir.

Tevbe eden kişiye de tevvâb (ç. tevvâbîn) denir.

Tevbe kelimesi Yüce Allah’a (cc) nispet edildiğinde, “O’nun kulunun tevbesini kabul edip lütuf ve ihsanıyla ona dönmesi”6 manasına gelir.

Tevbe, mutasavvıfların da yakından ilgilendikleri bir kavramdır.7 Bu bağlamda Sehl et-Tüsterî tevbeyi “kulun günahını unutmaması” şeklinde tanımlarken, Cüneyd-i Bağdâdî “kulun günahını unutması” biçiminde anlamlandırmaktadır.8 Birinci tanımda işlenen günahlardan ders çıkarılıp geleceğe dair güvenli bir yol haritası belirleme kanaati etkinken, ikincisinde Yüce Allah tatafından bağışlandığına inanılan günahların artık geçmişte kaldığı, onlara takılıp kalmanın yersiz olduğu ve sadece Allah’ın nimet, lütuf ve ihsanına odaklanmak gerektiği düşüncesi hâkimdir.

İslâm tarihinde tevvâbîn olarak tanımlanan bir grup vardır. Bunlar, Kerbelâ Vak‘ası’ndan önce Hz.

Hüseyin’i (ra) Kûfe’ye davet eden ancak ona gerekli desteği vermeyen Kûfeliler olup, söz konusu vak‘a nedeniyle I. Yezîd ve yönetimine karşı düşmanlık besleyen grupların başında gelirler. “Hz. Hüseyin’e karşı dürüst davranmadıkları için büyük pişmanlık duyan ve işledikleri bu günahtan ancak onu şehid edenleri ve onlara emir verenleri öldürmekle kurtulabileceklerine inanan” bu gruba tevvâbîn (tevbe edenler) adı verilmiştir.9 Bunların, Hz. Hüseyin’in intikamını almak için harekete geçen ilk grup oldukları anlaşılmaktadır.

Kur’ân’a göre insan, hem iyilik hem kötülük yapma eğilimine sahiptir.10 Bir başka ifade ile insan iyi, doğru ve takdir edilen davranışlar da sergileyebilir; kötü, yanlış ve hatalı bulunan tutum ve davranışlar

1 Ezherî, “Ğfr”, 3: 2679-2680; Cevherî, “Ğfr”, 2: 203; İbn Fâris, “Ğfr”, 772; Isfehânî, “Ğfr”, 609; İbn Manzûr, “Ğfr”, 11: 64-66.

2 Ezherî, “Ğfr”, 3: 2679-2680; Cevherî, “Ğfr”, 2: 203; İbn Fâris, “Ğfr”, 772; Isfehânî, “Ğfr”, 609; İbn Manzûr, “Ğfr”, 11: 64-66; Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, 1215.

3 Isfehânî, “Ğfr”, 609.

4 İbn Fâris, “Tvb”, 158; Isfehânî, “Tvb”, 169; İbn Manzûr, “Tvb”, 2: 244.

5 İbn Fâris, “Tvb”, 158; Isfehânî, “Tvb”, 169; İbn Manzûr, “Tvb”, 2: 244.

6 Ebû İshâk İbrâhim b. es-Seri b. Sehl ez-Zeccâc, Tefsîru esmâ’illâhi’l-husnâ, nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk (Dımaşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs, 1975), 61-62; Ebu’l-Kâsım Zeynü’l-İslâm ‘Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Tahbîr fi’t-tezkîr, nşr. İbrâhim Beyûnî (Kahire: Dâru’l-Kitâbi'l-

‘Arabî, 1968), 84.

7 Tevbenin tasavvuftaki yeri hakkında geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 284-285.

8 Ebu’l-Kâsım Zeynü’l-İslâm ‘Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye fî ‘ılmi’t-tasavvuf (Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabiyyeti’l- Kübrâ, 1330H), 259; Ebu’l-Hasen Data Gencbahş Ali b. Osman b. Ali el-Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb, trc. ve thk. Muhammed Abbasî (Tahran:

Müessese-i İntişarât-ı Emir Kebir, 1338H), 381.

9 Tevvâbîn hakkında geniş bilgi için bk. İsmail Yiğit, “Tevvâbîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41:

49-50.

10 Şems 91/8.

(2)

da ortaya koyabilir. Ancak kötü ve yanlış davranışlardan uzak durup nefsini arındıran kişi kurtuluşa erer.11 Kötü işlerin peşinden koşan ve böylelikle nefsini kirleten ise ziyana uğrar,12 dünya ve ahirette perişan olur. Bu çerçevede insanların birbirlerine karşı işledikleri yanlış ve hatalı davranışlardan pişmanlık duymaları ve bunlardan vazgeçmeleri i‘tizâr13 “özür dileme”, kendisine yanlış yapılan bireyin yanlış yapan kişiyi bağışlaması ise ‘afv14 “affetme” kelimeleriyle ifade edilir.

İnsan, yaptığı yanlışta ve işlediği günahta ısrar etmez ve bundan pişmanlık duyarsa, onun için bağışlanma dileğinde bulunma ve doğru yola yönelme kapısı sürekli açıktır. Bu çerçevede Hz. Âdem (s) de bir insan olarak hata etmiş, fakat daha sonra bu hatasından dolayı pişman olmuş, bunun üzerine Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmuş ve Allah da onun tevbesini kabul buyurarak kendisini affetmiştir.15

Hz. Âdem’in tevbesinden hareketle Gazzâlî, günah işleyen kişinin, işlediği günahtan pişmanlık duyup tevbe ederse âdemiyet, günahta ısrar ederse de şeytaniyet vasfını tescil etmiş olacağını belirtir.16 Bu doğrultuda o, insan için hatadan korunmuşluğu imkânsız kabul ederken, hatadan dönmemeyi insanlıkla bağdaştıramaz.17 Gâzzâlî’nin bu düşüncesinin Hz. Peygamber’in (s), “Her insan günah işleyebilir, günah işleyenlerin en hayırlısı tevbe edendir.”18 ifadesinden mülhem olduğu anlaşılmaktadır.

Aslında tevbe kişinin imanının bir tezahürüdür; elest bezminde Yüce Allah’a verilen sözün hatırlanması ve yapılan ahdin tazelenmesidir; Kur’an’da da belirtildiği üzere19 nefsini kirlerden arındırma çabasıdır.20 Zira inancın kaynağı olan kalp, bir aynaya benzer. Bu hususta Hz. Peygamber’in (s) şu ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “Mü’min kul günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer pişman olarak bağışlanmasını dilerse bu nokta silinip kalbi cilâlanır. Günah işlemeye devam ederse siyahlık kalbini sarar.

Yüce Allah’ın, ‘Onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir’21 beyanında yer alan kir ve pas bundan ibarettir.” 22 Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s), sürekli günah işleyen ve bunlardan pişmanlık duymayan kalbi, içine konulan hiçbir şeyi tutmayan devrik testiye benzetmektedir.23 Aslında şuurlu mü’min, işlediği günah küçük bile olsa onu tepesinde dikilip üzerine düşeceğinden korktuğu bir dağ gibi görür. Buna mukabil günahı kanıksamış kişi ise onu burnunun üzerinden geçen sinek gibi kabul eder.24 Hâlbuki küçük günahlar büyük günahlar için birer basamaktır. Bu konuda Hz. Peygamber (s) Hz.

Âişe’ye (ra) hitaben şöyle demiştir: “Küçümsenen yanlış davranışlardan uzak durmaya bak! Zira Allah bu tür davranışların da hesabını soracaktır.”25

Gazzâlî, insan psikolojisini tahrip etmeleri ve Yüce Allah’a (cc) ve insanlara karşı doğurdukları sonuçları bakımından günahları üç gruba ayırır:

i. Rubûbiyyet sıfatlarına cüret ettiren günahtır. Bunun kibir, övünme, övülmeye düşkün olma, şeref ve zenginlik peşinde koşma gibi yansımaları görülür.

ii. Haset, zulüm, hile, nifak gibi şeytanî davranışlardır.

11 Şems 91/9.

12 Şems 91/10.

13 Bir örnek için bkz. Nûr 24/22.

14 Bir örnek için bkz. Tevbe 9/94.

15 Bakara 2/37; A‘râf 7/23.

16 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 234-235.

17 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 242-243.

18 İbn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 198.

19 Şems 91/9-10.

20 Bekir Topaloğlu, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 280-281 (279-283).

21 Mutaffifîn 83/14.

22 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 297; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1.

23 Müslim, “Îmân”, 231.

24 Buhârî, “De‘avât”, 4.

25 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29.

(3)

iii. Yeme içme, gazap, kin, dövme, sövme ve gasp türünden hayvanî davranışlardır.26

Bu tutum ve davranışların mü’minin dinî ve manevî hayatını tahrip ettiği ve bu tahribatın etkisinin de Gazzâlî’nin tasnifindeki sıralamaya göre çoktan aza doğru olduğu söylenebilir.

2. Kur’ân’daki Kullanımı 2.1. İstiğfâr Kavramı

Birinci bölümde mağfiret kavramının Kur’ân’daki kullanımı bahsinde de ifade edildiği üzere ğ-f-r (ر-ف-غ) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de isim ve fiil formunda 234 yerde zikredilmektedir.27 Bu çerçevedeğ-f-r kökünden türeyen sözcüklerden ر فاَغ ğâfir28 kelimesi “bağışlayıcı”, ني ر فاَغلاel-ğâfirîn29 kelimesi “bağışlayanlar”, روُفَغ ğafûr30 kelimesi de “çok bağışlayıcı” anlamında Yüce Allah’ın bir sıfatı olarak Kur’ân’da 91 defa31 kullanılmaktadır.Kur’ân’da را َفْغ تْسا istiğfar kelimesi de farklı formlarıyla 38 âyette zikredilmektedir.32

Aynı kökten türetilen kelimeler, Yüce Allah’ın “çok bağışlayıcılığı” manasında راَّفَغ ğaffâr kalıbında beş âyette,33 “bağışlaması” manasında نا َرْفُغ ğufrân kalıbında bir,34 ة َر فْغَم mağfirah “mağfiret” kalıbında 28 âyette,35 را َفْغ تْسا istiğfâr kalıbında da bir âyette36 yer almaktadır. Bunların dışında “bağışlanmayı dileyenler” anlamında da ني ر فْغَتْسُملا el-müstağfirîn kalıbında bir âyette37 Kur’ân’da zikredilmektedir.

Ğ-f-r (ر-ف-غ) kökünden türeyen kelimelerin Kur’ân’daki kullanımlarına baktığımızda, bu kelimelerin 229’unun ر فاَغ gāfir, روُفَغ gafûr, راَّفَغ gaffâr, نا َرْفُغ gufrân, ة َر فْغَم mağfiret ve رافْغ تْسا istiğfâr kalıplarında olmak üzere Yüce Allah’a nispet edildiği görülmektedir. Bunların 42’si َفْغ تْسارا istiğfar kavramı etrafında şekillenmiş olup sonuç itibariyle Yüce Allah’ın bağışlayıcı niteliğini vurgulamaktadır.

ٌدوُد َو ٌمي ح َر ي بَر َّن ا ِۜ هْيَل ا اوُُٓبوُت َّمُث ْمُكَّب َر او ُر فْغَتْسا َو “Rabb’inizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin.

Muhakkak ki Rabb’im çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.”38 âyetindeki را َفْغ تْسا istiğfâr, şirkten dolayı “mağfiret dilemek” anlamında değerlendirildiği gibi mutlak anlamda “bağışlanma dileği”39 şeklinde de anlamlandırılmaktadır.

2.2. Tevbe Kavramı

T-v-b (ب-و-ت) kökünden türeyen kelimeler de Kur’ân’da 87 yerde40 geçmektedir. Bu kökten fiiller Kur’ân’da çeşitli kalıplarda ilâ cer harfiyle veya tek başına kullanıldıkları yerlerde َباَت tâbe,41 اَباَت tâbâ,42

26 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 251-252. Geniş bilgi için bkz. Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281.

27 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Ğfr”, 611-614.

28 Mü’min 40/3.

29 A‘râf 7/155.

30 Bakara 2/225, 235; Âl-i ‘Imrân 3/155; Nisâ’ 4/43, 99; Mâide 5/101; İsrâ’ 17/44; Hacc 22/60; Fâtır 35/41; Mücâdele 58/2; v.dğr.

31 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Ğfr”, 611-614.

32 Bk. Bakara 2/199; Âl-i ‘Imrân 3/17, 135, 159; Nisâ’ 4/64, 106, 110; Mâide 5/74; Enfâl 8/33; Tevbe 9/80, 113, 114; Hûd 11/3, 52, 61, 90;

Yûsuf 12/29, 97, 98; Kehf 18/55; Meryem 19/47; Nûr 24/62; Neml 27/46; Sâd 38/24; Mü’min 40/7, 55; Fussılet 41/6; Şûrâ 42/5;

Muhammed 47/19; Feth 48/11; Zâriyât 51/18; Mümtehıne 60/4, 12; Münâfikûn 63/5, 6; Nûh 71/10; Müzzemmil 73/20; Nasr 110/3.

33 Tâhâ 20/82; Sâd 38/66; Zümer 39/5; Mü’min 40/42; Nûh 71/10.

34 Bakara 2/285.

35 Bakara 2/175, 221, 263, 268; Âl-i ‘Imrân 3/133, 136, 157; Nisâ’ 4/96; Mâide 5/9; Enfâl 8/4, 74; Hûd 11/11; R‘ad 13/6; Hacc 22/52; Nûr 24/26; Ahzâb 33/35; Sebe’ 34/4; Fâtır 35/7; Yâsîn 36/11; Fussılet 41/43; Muhammed 47/15; Feth 48/29; Hucurât 49/3; Necm 53/32; Hadîd 57/20, 21; Mülk 67/12.

36 Tevbe 9/114.

37 Âl-i ‘Imrân 3/17.

38 Hûd 11/90. İstiğfâr kelimesinin “bağışlanma dileğinde bulunmak” şeklindeki anlamıyla ilgili örnek âyetler için bk. Âl-i ‘Imrân 3/17; Tevbe 9/80; Hûd 11/3, 52, 90; Yûsuf 12/29; Mü’min 40/3, 7; Nûh 71/10.

39 Ebu’l-Ferac ‘Abdurrahmân b. ‘Ali İbnu’l-Cevzî, Nüzhetü’l-a‘yuni’n-nevâzır fî ‘ılmi’l-vucûh ve’n-nezâir, thk. Muhammed Abdülkerîm Kazım er- Râdî (Beyrut: Müessesetü'r-Risâle, 1984), 90.

40 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Tvb”, 192-193.

41 Mâide 5/39; En‘âm 6/54; Hûd 11/112; Meryem 19/60; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70, 71; Kasas 28/67.

42 Nisâ’ 4/16.

(4)

اوُباَت tâbû,43 ْمُتْبُت tübtüm,44 ُتْبُت tübtü,45 ْبُتَي yetüb,46 اوُبوُتَي yetûbû,47 َنوُبوُتَي yetûbûne48 ve اَبوُتَت tetûbâ49 fiilleri ile اوُبوُت tûbû50 emir kalıbı “yönelmek, tevbe etmek”; ‘alâ cer harfiyle birlikte َباَت tâbe;51 ُبوُتَي yetûbe(ü)52 ve ُبوُتَا etûbü53 fiilleri; ayrıca ْبُت tüb54 emir kalıbı “tevbeyi kabul etmek” manasına gelmektedir. Aynı kök harflerinden türeyen ةَب ْوَّت/ةَب ْوَّتلا tevbeh/et-tevbeh,55 ب ْوَّتلا et-tevb56 ve باَتَم metâb57 kelimeleri “tevbe”;

تاَب ئٓاَت tâibât,58 نوُب ئٓاَّتلَا et-tâibûn59 ve ني با َّوَّتلا et-tevvâbîn60 kelimeleri “tevbe edenler” manasında gelirken;

tekil olarak باَّوَت/با َّوَّتلا tevvâb/et-tevvâb61 kelimeleri “tevbeleri kabul eden” anlamında Allah’ın (cc) sıfatı olarak kullanılmaktadır.

ذَّلا اَهُّيَا آَي اوُنَمٰا َني

اًحوُصَن ًةَب ْوَت هاللّٰ ىَل ا اوُٓبوُت “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün/yönelin!...”62 âyeti ve diğer âyetlerde olduğu gibi t-v-b kökünden gelen kelimeler, Kur’ân’da َباَت tâbe ve benzer kalıplarda ىَل ا ilâ veya ْن م min cer harfleriyle veya tek başına kullanıldıkları yerlerde

“yönelmek, tevbe etmek” anlamlarına gelir. Bu anlamda tevbe kelimesi باَتَم metâb63 şeklinde isim olarak da kullanılmaktadır.

Tevbe kelimesinin ikinci bir anlamı “tevbeyi kabul etmek”tir. Bu bağlamda ilgili kelime ْن م ُمَدٰا ىٓهقَلَتَف ه ب َر

ح َّرلا ُبا َّوَّتلا َوُه ُهَّن ا ِۜ هْيَلَع َباَتَف ٍتاَم لَك

ُمي “Bu durum devam ederken, Âdem, Rabb’inden birtakım ilhamlar aldı

ve Allah onun tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”64 âyetinde olduğu gibi يَلَع ‘alâ cer harfiyle kullanılmışsa ilgili kelimenin faili daima Yüce Allah’tır ve kelimenin anlamı “tevbeyi kabul etmek” şeklindedir. Konuyla ilgili bir örnekle yetinelim

Tevvâb65 kelimesi Kur’ân’da tekil olarak “tevbeleri kabul eden” manasında Yüce Allah’ın (cc) sıfatı olarak, tevvâbîn66 ise “tevbe edenler” anlamında insanlar için kullanılmaktadır.

3. İstiğfâr-Tevbe İlişkisi

İstiğfâr ve tevbe kavramları genellikle birbirinin yerine kullanılmakta ve sık sık anlamları birbirine karıştırılmaktadır. Bu durumu ortadan kaldırma adına sözü edilen iki kavramın, Kur’ân’da birlikte kullanıldığı âyetler üzerinden bir değerlendirme yapmanın zorunlu olduğu kanaatindeyiz. Söz konusu âyetler şunlardır:

i. ْمُكْيَلَع ُفاَخَا ي ٓ ن اَف ا ْوَّل َوَت ْن ا َو ُِۜهَلْضَف ٍلْضَف ي ذ َّلُك ت ْؤُي َو ىًّمَسُم ٍلَجَا ىٰٓل ا ًانَسَح ًاعاَتَم ْمُكْع تَمُي هْيَل ا اوُٓبوُت َّمُث ْمُكَّب َر او ُر فْغَتْسا نَا َو ٍم ْوَي َباَذَع

بَك

ٍري “Rabb’inizden mağfiret dileyin, sonra O'na tövbe edin. Allah da sizi belirlenmiş bir süreye

43 Bakara 2/160; Âl-i ‘Imrân 3/189; Nisâ’ 4/146; Mâide 5/34; A‘râf 7/153; Tevbe 9/5, 11; Nahl 16/119; Nûr 24/5; Mü’min 40/7.

44 Bakara 2/279; Tevbe 9/3.

45 Nisâ’ 4/18; A‘râf 7/143; Ahkâf 46/15.

46 Hucurât 49/11.

47 Tevbe 9/74, 118; Burûc 85/10.

48 Nisâ’ 4/17; Mâide 5/74; Tevbe 9/126.

49 Tahrîm 66/4.

50 Bakara 2/54; Hûd 11/3, 52, 61, 90; Nûr 24/31; Tahrîm 66/8.

51 Bakara 2/37, 54, 187; Mâide 5/71; Tevbe 9/117, 118; Tâhâ 20/122; Mücâdele 58/13; Müzzemmil 73/20.

52 Âl-i ‘Imrân 3/128; Nisâ’ 4/17, 26, 27; Mâide 5/39; Tevbe 9/15, 27, 102, 106; Ahzâb 33/24, 73.

53 Bakara 2/160.

54 Bakara 2/128.

55 Âl-i ‘Imrân 3/90; Nisâ’ 4/17, 18, 92; Tevbe 9/104; Şûrâ 42/25; Tahrîm 66/8.

56 Mü’min 40/3.

57 Ra‘d 13/30; Furkân 25/71.

58 Tahrîm 66/5.

59 Tevbe 9/112.

60 Bakara 2/222.

61 Bakara 2/37, 54, 128, 160; Nisâ’ 4/16, 64; Tevbe 9/104, 118; Nûr 24/10; Hucurât 49/12; Nasr 110/3.

62 Tahrîm 66/8.

63 Furkân 25/71. Bu âyetteki metâb kelimesi “tevbesi kabul edilmiş olmak” manasına da gelebilir.

64 Bakara 2/37.

65 Bakara 2/37, 54, 128, 160; Nisâ’ 4/16, 64; Tevbe 9/104, 118; Nûr 24/10; Hucurât 49/12; Nasr 110/3.

66 Bakara 2/222. Tevbe kelimesinin Kur’ân’da kazandığı farklı anlamlar hakkında geniş bilgi için bk. Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 181-182.

(5)

kadar dünya nimetlerinden güzelce yararlandırsın, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını versin.

Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek o dehşetli günün azabından korkarım.”67

ii. َني م رْجُم ا ْوَّل َوَتَت َلَ َو ْمُك ت َّوُق ىٰل ا ًة َّوُق ْمُكْد زَي َو ًارا َرْد م ْمُكْيَلَع َءآَمَّسلا ل س ْرُي هْيَل ا اوُٓبوُت َّمُث ْمُكَّب َر او ُر فْغَتْسا م ْوَق اَي َو “Ey kavmim!

Rabb’inizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tevbe edin ki üzerinize bolca yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın; sakın günahkârlar olup Allah’tan yüz çevirmeyin!”68

iii. ٌدوُد َو ٌمي ح َر ي ب َر َّن ا ِۜ هْيَل ا اوُٓبوُت َّمُث ْمُكَّب َر او ُر فْغَتْسا َو “Rabb’inizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabb’imin merhameti ve sevgisi boldur’ dedi.”69

iv. َ هاللّٰ اوُدَج َوَل ُلوُس َّرلا ُمُهَل َرَفْغَتْسا َو َ هاللّٰ او ُرَفْغَتْساَف َك ُُ۫ؤآَج ْمُهَسُفْنَا اوُٓمَلَظ ْذ ا ْمُهَّنَا ْوَل َو ِۜ هاللّٰ نْذ ا ب َعاَطُي ل َّلَ ا ٍلوُس َر ْن م اَنْلَس ْرَا آَم َو ح َر ًابا َّوـَت

ًامي “Biz her bir peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine kötülük ettiklerinde sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.”70

v. ٌمي ح َر ٌروُفَغ ُ هاللّٰ َو ُِۜهَنو ُر فْغَتْسَي َو هاللّٰ ىَل ا َنوُبوُتَي َلََفَا “Hâlâ Allah’a tevbe edip O’nun bağışlamasını dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlamakta, çok esirgemektedir.”71

vi. ًاباَّوـَت َناَك ُهَّن ا ُِۜه ْر فْغَتْسا َو َك ب َر دْمَح ب ْحـ بَسَف “Rabb’ine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir.”72

Görüldüğü üzere Hûd sûresi 3, 52 ve 90. âyetlerde istiğfâr ve tevbe kelimeleri birlikte ve arka arkaya zikredilmekte; Nisâ’ sûresi 64, Mâide sûresi 74 ve Nasr sûresi 3. âyetlerde ise sözü edilen iki kelime birlikte kullanılmaktadır. Bu kapsamda istiğfâr, “önceden yapılan hata ve günahlardan dolayı özür dilemek, bağışlanma dileğinde bulunmaktır.” İşte bu istekte bulunan kişinin samimi olup olmadığının test edilişi de tevbe ile mümkündür. Çünkü tevbe, “önceki hataları yapmamak ve günahları işlememek; hatta bunların tersini, yani doğruyu yaparak bir yöneliş göstermektir.” Bu çerçevede istiğfâr, “hayatın yaşanmış kısmındaki hatalardan dolayı özür dilemeyi ve günahlar nedeniyle bağışlanma dileğinde bulunmayı kapsarken, tevbe “hayatın yaşanmakta ve yaşanacak olan kısmındaki istikamet ve kararlılığı”

ifade eder. Hâsılı her iki kavram, zaman açısından hayatın tamamını içerir.

Tevbe, sadece hatalar nedeniyle özür dilemek ya da günahlar dolayısıyla bağışlanma talebinde bulunmakla sınırlı bir kavram değildir. Elbette tevbenin içinde ve hatta öncesinde istiğfâr zaten vardır;

ancak tevbe bu istiğfârdaki samimiyetin ortaya konulma kararlılığı, yönelişi ve pratikleridir. Eğer tevbenin ileriye dönük bir yöneliş anlamı olmasaydı, o zaman ölmek üzere olan insanın tevbesinin kabulünde de bir sorun olmaması gerekirdi. Hâlbuki hem Firavun’un tevbesi73 hem de genel olarak ölüm anında yapılan tevbenin kabul edilmediği74 Kur’ân’da açıkça dile getirilmektedir.

Tevbenin hata ve günahlar nedeniyle af dilemekten yani istiğfârdan ayrılmasının en önemli gerekçelerinden birisi, “tevbenin geleceğe, istiğfârın ise geçmişe yönelik olmasıdır. Bir diğer gerekçe de şudur: ُباَس حْلا ُموُقَي َم ْوَي َني ن م ْؤُمْل ل َو َّيَد لا َو ل َو ي ل ْر فْغا اَنَّب َر “Ey Rabb’imiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”75 âyetinde de ifade edildiği üzere bir kimse başkası için tevbe edemez, ama başkası için Yüce Allah’tan af dileyebilir.

67 Hûd 11/3.

68 Hûd 11/52.

69 Hûd 11/90.

70 Nisâ’ 4/64.

71 Mâide 5/74.

72 Nasr 110/3.

73 Yûnus 10/90-91.

74 Nisâ’ 4/18.

75 İbrâhim 14/41. Benzer örnekler için bk. Nisâ’ 4/64; Hûd 11/3, 52; Mü’min 40/7.

(6)

Hulâsâ istiğfâr ve tevbe arasında zaman açısından öncelik-sonralık bağlamında doğrusal bir ilişki vardır. Bu doğrultuda istiğfâr geçmişteki hata ve günahlardan dolayı pişmanlık duymayı ve Yüce Allah’tan bağışlanma talebini, tevbe ise gelecekle ilgili yönelişi, doğru işleri yapmayı ve hata ve günahlardan uzak durma kararlılığını ifade eder.

4. Tevbenin Şartları

Kur’ân ve Sünnet’e göre makbul bir tevbenin dört şartı vardır:

i. Pişmanlık

Kur’ân’da tevbe etme hakkının bilerek ve inatla değil de bilmeden, cehaletle günah işleyen ve çirkin işlerle meşgul olan kula verildiği belirtilir.76 Buradaki cehalet kelimesini, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair “bilgi yetersizliği, bilgisizlik” olarak anlamak mümkün olduğu gibi, “insanî duyguların baskısı altındaki kalbin duyarsızlığı, hassasiyetini kaybetmesi” şeklinde anlamak da mümkündür.

Dolayısıyla bu durum, Yüce Allah’a (cc) hakiki kul, Hz. Peygamber’e (s) gerçek ümmet olmayı amaç edinen mü’minin günahlara dalmasından kaynaklanan bir gaflettir; ancak sözü edilen gaflet hali uzun sürmez.77 O, işlediği günahlar nedeniyle hemen pişmanlık duyar; bundan ötürü Rabb’inden bağışlanma dileğinde bulunur (istiğfâr) ve Yüce Allah’a samimi bir yöneliş ile birlikte kulluk adına yeni bir sayfa açmak ister (tevbe). Bu konuda Hz. Peygamber (s): “Pişmanlık duymak, tevbenin ta kendisidir.”78 buyurmaktadır.

ii. Günahı terk etmek

İnsan, beşer olması hasebiyle hata ve günah işleyen, yerilen tutum ve davranışlar sergileyebilen bir varlıktır. Ancak onun bu olumsuz tutum ve davranışlardan kurtulma, bunların affedilmesini talep etme ve yeni bir yöneliş gerçekleştirme imkânı da mevcuttur. Bireyin sözü edilen imkândan yararlanabilmesi için pişmanlık duymasının yanı sıra ivedi bir şekilde işlediği hata, günah ve çirkin işleri kesin olarak terk etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, kötü olan ve günah sayılan herhangi bir davranıştan kesin dönüş yapmak, söz konusu eylemi yapmamanın yanında, onun tersini yapacak şekilde yeni bir yön belirlemeyi de içerir. Şayet bir insan tevbe ettiyse, o artık kötü şeyleri yapmadığı gibi iyi şeylere yönelmiş ve artık onları yapıyor olmalıdır ki Kur’ân’da belirtildiği üzere79 bu dönüşün adına tevbe denilsin.

iii. Tekrar günah işlememek

Yüce Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getiren, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcayan, öfkelerini yenen, insanları affeden ve bu nitelikleri sebebiyle de Yüce Allah’ın sevgisine mazhar olan samimi Müslümanlar, çirkin bir iş yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, hemen Allah’ı hatırlayıp O’ndan bağışlanma dileğinde bulunurlar; günahları terk ederler ve asla işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.80 Onlar bilirler ki Yüce Allah, kendisine şirk koşulması hariç, -dilerse- bütün günahları bağışlar;81 hatta günahları sadece Yüce Allah bağışlar.82

Kaç defa günah işlerse işlesin veya kaç defa bağışlanma dileğinde bulunursa bulunsun, tekrar eden hata ve günahlarından dolayı Yüce Allah’tan sürekli bağışlanma talep eden kişi günahta ısrar etmiş sayılmaz.83 Bu noktada, tekrar günah işlemeyeceğine dair Yüce Allah’a söz vermesine rağmen, hata ve

76 Nisâ’ 4/17; En‘âm 6/54; Nahl 16/119.

77 Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281.

78 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29.

79 Bir örnek için bk. Nisâ’ 4/17-18.

80 Âl-i ‘Imrân 3/153.

81 Nisâ’ 4/48, 116.

82 Âl-i ‘Imrân 3/153.

83 Ebû Dâvûd, “Vitr”, 26; Tirmizî, “De‘avât”, 106.

(7)

günahları tekrar eden kulun yapması gereken şey, yine pişmanlık duyup bağışlanma dileğinde bulunmak ve yine tevbe etmektir. Bu durum, asla günahları hafife alıp sürekli günah işleme ve bunlardan dolayı bağışlanma talebinde bulunma, sonra tekrar dönüp günah işleme ve yine af dileme yolunu açık tutmak için değil, her ne şekilde olursa olsun hata yapan, günah işleyen ve İslâm’a aykırı tutum ve davranışlarda bulunan kula Yüce Allah’ın af ve mağfiret kapısının devamlı surette açık olduğunu göstermek içindir.

iv. Salih amel işleyerek geçmişteki hata ve günahların telafi edilmesi

Kur’ân’da belirtildiğine göre tevbenin kabul edilmesi, pişmanlık, günahı terk etmek ve tekrar günah işlememek şartlarının yanı sıra salih amel işleyerek geçmişte işlenen günahların telafi edilmesi ve günahkâr kişinin halini düzeltmesiyle de ilişkilidir.84 Bununla birlikte tevbeyi kabul edecek olan yegane güç, Yüce Allah’tır.85 Dolayısıyla tevbenin kabul edilmesi, O’nun ilâhî iradesine bağlıdır.

5. Nasûh Tevbe

Kabule şayan tevbe, tevbe-i nasûhtur. “Hâlis ve samimi tevbe” anlamına gelen bu ifade, “kişinin yaptığı kötülüğe kalben pişmanlık duyması, bir daha işlememe kararlılığı içerisinde olması, her türlü günahtan vazgeçmesi, diliyle ve kalbiyle Yüce Allah’tan bağışlanma talep etmesi, daha önce günahla zevk kazandırdığı bedenini bu zevkten uzaklaşma yolunda kullanması”86 şeklinde açıklanmaktadır.

Kur’ân’da “(Ey Peygamber!) Sabah, akşam ve bir de gecenin gündüze yakın ilk saatlerinde namaz kıl! Muhakkak ki iyilikler kötülükleri yok eder. İşte bunlar birer öğüttür. Bunlardan sadece öğüt almak isteyenler anlar.”87 buyrularak iyiliklerin kötülük ve günahları gidereceği ifade edilmektedir. Bu âyet müfessirlerce, samimi tevbe ile Yüce Allah’a (cc) yönelen kulun gün içerisinde işlediği günahların O’nun tarafından bağışlanabileceği şeklinde yorumlanmaktadır.88 Bu âyette iyiliklerin namazla ilişkilendirilmesinden hareketle, namazın yüz kızartıcı işlerden ve sair kötülüklerden alıkoyduğunu/alıkoyması gerektiğini belirten âyet89 dikkate alındığında, namaz ibadetinin kötülükleri/günahları yok etmesinin yanı sıra bu kötülüklerin/günahların işlenmesine de engel teşkil ettiğini söylemek mümkün olur.90 Hz. Peygamber’in (s), “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünden bir dere aksa ve o kişi bu derede her gün beş defa yıkansa, vücudunda hiç kir kalır mı? İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, beş vakit namazla günahları silip yok eder.”91 ifadesi, bu kanaatleri destekler mahiyettedir.

Başka bir âyette de Yüce Allah’ın tevbe edip inanan ve salih amel işleyen yani inancıyla uyumlu davranışlar sergileyen samimi kullarının kötülüklerini iyiliklere dönüştüreceği belirtilmektedir.92 Burada kastedilenlerin de küfür veya şirkten dönerek iman eden ve sâlih amel işleyen insanlar olduğu dile getirilmektedir.93 Dolayısıyla bu insanların seyyiatının hasenata tebdil edilmesi, kötü ve çirkin işlerden oluşan tutum ve davranışlarının bu yeni dönemde iyiliklere dönüştürülmesi şeklinde anlaşılabilir. İşte bu nedenle tevbe-i nasûh, bireyin gerçek pişmanlığını ihlâs ve samimiyetle ifade ettiği tevbe olarak tanımlanmaktadır.

İşlenen günahların tevbeden sonra amel defterinden silinmesi adına tevbekârın yerine getirmesi gereken bazı sorumluluklar vardır. Bu bağlamda sözü edilen günahlar, kul hakkıyla ilgili olmayıp sadece

84 Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70-71; v.dğr.

85 Tevbe 9/15, 27; Ahzâb 33/24; v.dğr.

86 Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, 5: 181.

87 Hûd 11/114.

88 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 12: 171-174; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, 7: 250-252.

89 ‘Ankebût 29/45.

90 Muhammed Tâhir İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr (Tunus: Dâru Sahnûn, 1997), 12: 180; Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali -Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri- (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015), 317.

91 Buhârî, “Mevâkît”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 283.

92 Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70-71; v.dğr.

93 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 19: 58-61.

(8)

ilâhî haktan ibaretse ve bunların içerisinde kazası mümkün farz ibadetler varsa bunlar kaza edilmelidir.94 Şayet bu günahlar kul hakkına yönelik ise o zaman Hz. Peygamber’in (s) şu uyarısı istikametinde hareket etmek gerekir: “Müslüman kardeşinin malına, şeref, haysiyet ve namusuna yönelik günah işleyen kişi, altın ve gümüşün bulunmadığı gün gelmeden önce ondan helallik dilesin. O gün, dünyada kötülük yapan kimsenin sevapları varsa haksızlığı kadar alınıp mağdura verilir, yoksa onun günahlarından alınıp berikine yüklenir.”95 Bu çerçevede, insanlara karşı yapılan kötülükler helallik sırasında hak sahibine bildirilir ve onun rızasını alacak şekilde helallik dilenir. İşlenen kötülük maddî ya da manevî bir zarara yol açılmışsa o zarar tazmin edilir. Şayet işlenen kötülük, kişinin şeref ve haysiyetine yönelik olup muhatabın bundan haberi yoksa -tercih edilen kanaate göre- bunları bildirip kişiyi üzmek yerine genel anlamda özür dilenerek bağışlanma talebinde bulunulur. Buna mukabil işlenen kötülük, kişinin gıyabında yapılan onur kırıcı ve alçak düşürücü konuşmalardan ibaret ise bu konuşmaların aksinin aynı mecliste yapılması ve böylelikle muhatabın onur, izzet ve itibarının telâfi yoluna gidilmesi zorunluluktur.96 Hak sahibinin bulunamaması veya kendisine ulaşılamaması durumunda malî ödemeler onun vârislerine yapılır. Onların da bulunamaması halinde ise -tercih edilen görüşe göre- hak sahibi adına hayır ve hasenat yollarında harcamada bulunulur ya da devlete verilir.97

Tevbeye konu günahların doğrudan toplum hayatına veya bir toplumu oluşturan insanlara yönelik olması durumunda, bunlardan dolayı Yüce Allah’tan (cc) bağışlanma dileme ve tevbe etme hakkında yapılan şu değerlendirme oldukça dikkat çekicidir:

Bu günahların affa uğraması için mutlaka telâfi edilmesi gerekir. Meselâ bir yerde çalışan kişinin rüşvetle iş görmesi ya da yolsuzluk yapması durumunda haksızlıkla elde edilen bu kazancın hak sahibine iade edilmesi gerekir… İslâm’da kötü davranışlara ait cezaların bir amacı da ibret teşkil edip suç ve günahları ortadan kaldırmaktır. Tevbenin de böyle bir hedefi vardır. Buna göre sosyal hayatın bozulmasına yol açan günahların telâfisinin de sosyal bir nitelik taşıması gerekir. Tevbe edecek kimse, haklarına tecavüz ettiği kişilerin haklarını iade etmeli, bu kişilerden alenen özür dilemeli ve kendisi gibi davranan kimseleri de uyarmalıdır. Emanet ve güven esasına dayalı olarak sosyal alanda ve kamu yönetiminde yetki ve sorumluluk üstlenen kimselerin suistimalde bulunması Kur’ân’da ‘hıyanet’

kavramıyla ifade edilmektedir. Etkisi ve tahrip alanı çok geniş olan bu günahların tevbesi ve telâfisi imkânsız denecek kadar zordur.98

Bütün bunlar, tevbekârın tevbesindeki samimiyeti tutum ve davranışlarla ortaya koyması ve bir daha günah ve kötülüğe dönmemesi bakımından önem arz etmektedir. Zira tevbe bir iddiadır; dolayısıyla bu iddianın eylemle ispat edilmesi gerekmektedir.

6. Diğer Dinlerde Tevbe

Yüce Allah’ın katında makbul dinin İslâm olduğu Kur’ânî bir gerçekliktir.99 Buna rağmen günümüzde insanlarının din olarak kabul ettikleri, kaynağı ve özü itibariyle semavî ya da beşerî olan dinler de vardır. Bu kapsamda özü itibariyle semavî olan ancak daha sonradan insanlar tarafından tahrif edilmiş dinlere Yahudîlik ve Hıristiyanlık örnek verilebilir. Kaynağı itibariyle beşerî olan dinlere ise Hinduizm, Budizm, Sihizm, Bahâîlik, Konfüçyüsçülük, Cainizm (Jainizm), Şintoizm ve Taoizm gibi dinî algı ve inanışları örnek vermek mümkündür.

94 Ebû ‘Abdillâh Şemseddîn Muhammed İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’t-tevbe, nşr. Sâbir el-Betâvî (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992), 204-215.

95 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 435, 506; Buhârî, “Rikak”, 48; “Mezâlim”, 10.

96 Ebu’l-Hasen b. Ahmed Kâdî ‘Abdulcebbâr, Şerhu’l-usûli’l-hamse, nşr. ‘Abdulkerîm Osman (Kahire: yy., 1988), 799; İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’t-Tevbe, 119-121.

97 Kâdî ‘Abdulcebbâr, Şerhu’l-usûli’l-hamse, 799; İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’t-tevbe, 216-220; Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281-282. İşlenen günahların tevbeden sonra amel defterinden silinmesi adına tevbekârın yerine getirmesi gereken bazı sorumluluklar hakkında geniş bilgi için bk. Emine Gümüş Böke, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 283-284.

98 Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 282.

99 Âl-i ‘Imrân 3/19.

(9)

Tevbe konusunda bütün dinler İslâm diniyle aynı anlayışa sahip değildir. Bu çerçevede Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavî dinler işlenen kötü fiil ve günahlardan dolayı tevbeye yönelirken, Çin ve Hint coğrafyasındaki yaygın dinlerin, tevbeden ziyade kötü fiilin sonuçlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve tevbenin bir unsuru olan kefâret türü uygulamaları önemsediği görülmektedir. İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta tevbe ile her türlü günahın sonuçlarının ortadan kalkacağı inancı hâkimdir (İslâm’a göre şirk ve kul hakkı hariç) ve bu inanç doğrultusunda tevbe adeta dinî hayatın merkezinde yer almaktadır.

Hint ve Çin kökenli dinler ise, bireysel kurtuluşu ön planda tutmakta ve tevbe gibi dinî uygulamalara daha az yer vermektedir.100 Bütün bunlar, günümüzde mensubu olan dinlerin neredeyse tamamında bir tevbe anlayışının var olduğunu ve bu amaçla yapılan bazı uygulamaların yer aldığını göstermektedir.

7. İlgili Âyetin Yorumu

Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette101 “ني با َّوَّتلا ُّب حُي” yuhıbbü’t-tevvâbîn ifadesi geçmektedir.

7.1. Bakara Sûresi 2/222

َكَنوُلَٔـْسَي َو حَمْلا نَع

حَمْلا ي ف َءٓاَس نلا اوُل زَتْعاَف ىًذَا َوُه ْلُق ضي َلَ َو ضي

ْرُهْطَي ىهتَح َّنُهوُب َرْقَت ْن م َّنُهوُتْاَف َن ْرَّهَطَت اَذ اَف َن

با َّوَّتلا ُّب حُي َ هاللّٰ َّن ا ُ هاللّٰ ُمُك َرَمَا ُثْيَح ر هَطَتُمْلا ُّب حُي َو َني

َني

Sana kadınların ay halini soruyorlar. De ki: ‘O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) ay halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Muhakkak ki Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.’

Bu âyetin iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

i. Yahudiler, kadınları hayız olunca onlarla birlikte yemez, içmez, oturup kalkmaz ve evlerde birlikte bulunmazlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Bakara sûresi 222. âyeti indirdi. Bu âyet inince Hz. Peygamber (s), hayız halindeki kadınlarla yenilip içilmesini, evlerde birlikte bulunulmasını ve cinsel ilişki dışında onlarla yapılabilecek her şeyin yapılmasını emretti…102

ii. Yahûdîler ve Mecûsîler, kadın hayızlı iken ondan son derece uzak dururlar, Hıristiyanlar ise bu özel günlerinde kadınlarla cinsel ilişkide bulunurlardı. Câhiliyye dönemindekiler de kadın hayızlı olduğu zaman, onunla aynı sofraya oturmaz, verdiği şeyleri yemez, içmez, onunla aynı yatakta yatmaz, Yahûdîler ve Mecûsilerin yaptığı gibi aynı çatı altında barınmak istemezlerdi. Bakara sûresi 222. âyet indirilince, Müslümanlar âyetin zahirine sarılarak hayız olan kadınları evlerinden çıkarıyorlardı. Bedevîlerden bir grup kimse, ‘Ya Rasûlallâh! Soğuk çok fazla, elbiselerimizse çok az! Elbiseleri dışarı attığımız kadınlara versek, evde kalanlar bu sefer soğuktan üşürler. Elbiseleri kendimize alıkoysak, hayızlı olan kadınlar soğuktan ölürler!’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (s): ‘Ben size kadınlar hayızlı oldukları zaman, onlarla cinsel ilişkide bulunmamanızı emrettim; yoksa Acemlerin yaptığı gibi onları evlerinizden çıkarmanızı emretmedim’ buyurmuştu. Yahûdîler bunu duyunca şöyle dediler: ‘Bu adamın bize muhalif davranmadığı hiç bir mesele yoktur.’ Sonra, ‘Abbâd b. Beşîr ile Useyd b. Hudayr Hz. Peygamber’e gelerek ona bu durumu haber vermişler ve ‘Yâ Rasûlallah, hayızlı iken onlarla cinsel ilişkide bulunmayalım mı?’

demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in yüzünün rengi değişmişti; bu iki zât da onun kendilerine kızdığını zannederek kalkıp gitmişlerdi. Tam o sırada Hz. Peygamber’e bir süt hediye ve ikram edilmişti.

Bunun peşinden Hz. Peygamber o iki kimseye haber salarak bu sütü onlara ikram etmişti. Böylece kendi- sinin onlara kızmadığını göstermişti.”103

100 Diğer dinlerdeki tevbe anlayışı hakkında geniş bilgi için bk. Mehmet Katar, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 285-288.

101 Bakara 2/222.

102 Bennâ, Minhatü’l-ma‘bûd, 2: 14; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 45-46.

103 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 6: 63.

(10)

iii. Araplar, kadınları hayız olduğunda onlarla mutad yoldan değil de arka yoldan cinsel ilişkide bulunurlardı. Hz. Peygamber’e (s) bunu sordular ve bu soru üzerine “Sana kadınların ay halini soruyorlar.

De ki: O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) ay halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Muhakkak ki Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” âyeti indirildi.104

Bu âyetin sebeb-i nüzûlüne dair rivayetlerin, âyetin muhtevasıyla oldukça uyumlu olduğu görülmektedir.

Ay halindeki kadınlarla ilgili olarak erkeklere yönelik yasaklama ve sonrasında zikredilen serbestliğin gündeme getirildiği bu âyette öne çıkan hususlar şunlardır:

 Bu âyette, Medine’de bazı insanların kadınların ay hali hakkında Hz. Peygamber’e yönelttikleri soruya cevap verilmektedir. Bu konu, aile hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi adına önemli bir konudur. Bu çerçevede, sözü edilen dönemde karı-koca ilişkileri bağlamında neyin serbest, neyin yasak olduğu açıklanmaktadır.

 Âyette, kadınların bu özel günlerinin kendileri için bir eza hali olduğu ifade edilmektedir. Bu durum, kadınların ay halinin esasında onlar için bedensel anlamda süreklilik arz etmeyen/geçici bir rahatsızlık sebebi olduğunu ortaya koymaktadır.

 Âyette, ay halindeki bir kadınla ilgili neyin yasak olduğu bildirilmektedir. Bu yasak, ilgili dönemde cinsel ilişki yasağıdır. Âyetten anlaşıldığına göre aslında bu yasak, erkeklere yöneliktir. Zira ay halindeki kadınlardan uzak durmak ve temizleninceye kadar -cinsel ilişki bağlamında- onlara yaklaşmamak erkeklere emredilmektedir. Hemen ifade edelim ki burada sözü edilen temizlikten kasıt, ay halindeki kadınların kirli oluşları veya cünüp sayılmaları değil, dinin her çeşidini pis saydığı kan akışının kesilmesi,105 yani kan akışı nedeniyle yaşanan maddî kirlenmenin sona ermesidir.

 Âyette Yüce Allah, ay halindeki kadınlar temizlendiklerinde yani ay hali demek olan kan akışı sona erdiğinde artık o dönemde yasak olan kadınlarla cinsel ilişkinin yapılabileceğini hükme bağlamaktadır.

Âyette geçen “Allah’ın emrettiği yerden” ifadesinden kasıt, kadının, adına ferc denilen ve neslin devamı sağlanan cinsel organıdır.

 Âyetin son kısmında Yüce Allah, insanlardan daha önce yaptıkları yanlışlıklardan dönenleri, tevbe ederek günahlardan arınmak isteyenleri, yani İslâm ahlâk ve terbiyesine aykırı davranışlardan ve her türlü pislikten arınmaya çalışanları sevdiğini haber vermektedir.106

 Âyetteki نيباَّوَّتلا et-tevvâbîn ve ر هَطَتُمْلاني el-mütetahhirîn kelimelerinin müzekker (eril) kalıpta getirilmeleri, hitabın sadece ay halindeki kadınları değil, bütün mü’minleri kapsadığını göstermektedir.107

 Daha önce de belirtildiği üzere باَّوَّتلا/با َّو ت et-tevvâb/tevvâb kelimeleri Kur’ân’da 11 defa geçmekte ve Yüce Allah’ın bir sıfatı olarak “tevbeleri yani yönelişleri çok kabul eden” anlamına gelmektedir. Bu kelimenin çoğulu olan با َّوَّتلاني et-tevvâbîn ise Kur’ân’da sadece bu âyette geçmekte, kullar için kullanılmakta ve “çokça tevbe edenler, Yüce Allah’a çokça yönelenler” manasını ifade etmektedir.

 Kur’ân’da sadece bu âyette geçen ر هَطَتُمْلاني el-mütetahhirîn kelimesi “temizlenenler” manasına gelmektedir. Bu kelime, bağlam gereği ay hali nedeniyle gelen kanı temizleyenler başta olmak üzere, inanç ve ahlâka dair tüm kötülük, çirkinlik ve pisliklerden arınmayı gerçekleştirenleri kapsamaktadır. Bu kelimenin şeddeli hali olan ني ر هَّطُمْلا el-muttahhirîn kalıbı ise Kur’ân’da bir yerde geçmekte108 ve

“arınanlar, temizlenenler” manasında aynı anlamda kullanılmaktadır.

104 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 224; ‘Abdurrahman b. Kemâl Celâlüddîn es-Suyûtî, Lübâbü’n-nükûl fî esbâbi’n-nüzûl (Beyrut: Dâru'l-Kütübi’l-

‘Ilmiyye, 1991), 1: 56. Bakara sûresi 222. âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında geniş bilgi için bk. Çetiner, Esbâb-ı Nüzûl, 1: 93-94.

105 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 385.

106 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 390-391.

107 Zemahşerî, Keşşâf, 1: 263.

108 Tevbe 9/108.

(11)

Hulâsâ Bakara sûresi 222. âyette, kadınların ay halinin kendileri için bir eza ve bedensel bir sıkıntı olduğu, dolayısıyla bu halden temizleninceye kadar kendilerinden uzak durulması yani cinsel ilişki kurulmaması gerektiği, temizlendiklerinde ise Yüce Allah’ın helal kıldığı yoldan ilişki kurulmasının caiz olduğu bildirilmektedir. Âyetin son kısmında ise, Yüce Allah’ın tevbe edip kendisine yönelenleri ve her türlü pislikten arınmak isteyenleri sevdiği ifade edilmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Muhsin olan Yüce Allah, bir kere daha isminin gereğini yapmış “İhsan Edenlerin En Güzeli” oldu- ğunu göstermişti.... SÖZÜNE

Mülk kavramının daha çok siyâsî bir içerik taşıdığını iddia edenler olmuşsa da 82 aslında mülk ve hükümranlık kavramları Kur'ânî manada bütünüyle

Bunun için insanoğlu yalnız O’na ibadet etmek ve her şeyden daha çok O’nu sevmek durumundadır.. Her şeyde bize örnek olan Peygamberimiz Allah’ı sevmede de bize en

Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim

Senin Said (NOT: Burada herkes kendi nefsini düşünüp kendi adını zikretmesi gerekmektedir. dersdunyasi.net) ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, ...” bölümündeki not

Üçüncü şartımızın anlamı şudur; Yani kelime-i tevhidi söyleyen kimse; diliyle ve kalbiyle bu kelimenin gerekli kıldığı her şeyi, her haberi, Allah ve

“Ne kadar az şükrediyorsunuz!” kısımları söz konusu nimetlerin kıymetinin bilinmediğini göstermektedir. Bağlamını da göz önüne alarak, ayetlerdeki ef’ide kelimesi

Filibeli Ahmed Hilmi bilindiği gibi materyalizm ve pozitivizme karşı mücadele etmiş, ruhun ve Tanrı’nın inkâr edildiği bir düzlemde öncelikle insanda ruhun