• Sonuç bulunamadı

2. Kötülenen Ahlâki Özellikler

2.1. İsrâf Etmek

İsrâf, “serefe” kökünden türeyen bir kelime olup sözlükte, “insan

fiillerinde sınırı aşmak, haddi aşmak, aşırı olmak”119 anlamına gelmektedir.

113 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, c.III, s.38 114 Kılıç Recep, İnsan ve Ahlâk, s.55

115 Buhâri, “Edeb”, 28 116 Bakara 2/168-169

117 Sert Emin, Kur’ân’da İnsan Tipleri, s.363 118 Haşimi, Müslüman Şahsiyeti, s.218 119 Rağıb, Müfredât, “srf”md., s.407

Genel olarak isrâf, “ inanç, söz ve davranışta dinin, aklın veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkma, özellikle mal veya imkânları, meşru olmayan

amaçlar için saçıp savurma”120 anlamında kullanılmaktadır. İsrâf eden kimseye

“müsrif” denir.

İsrâf kavramı Kur’ân-ı Kerim’de farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bazı

âyetlerde isrâf, “şirk, küfür ve zulüm”121 anlamında; bazı âyetlerde “insanın

günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi”122 anlamında; bazı

âyetlerde “helal kılınmış güzel nimetlerin haram sayılması”123 veya “masum bir

kimsenin haksız yere öldürülmesi”124 anlamında ve bazı âyetlerde de “kişinin

kendine ait veya sorumluluğu altındaki mal ve imkânları gereksiz yere

harcaması”125 anlamında kullanılmaktadır.

Fakat isrâf, zamanla ferdî harcamalardaki aşırılığı ifade eden bir anlama

dönüşmüştür. Kur’ân’da isrâf yerine “tebzir” kelimesi de kullanılmaktadır.126

İsrâfın zıddı cimriliktir.

Allah (cc) insanlara, hayatlarını devam ettirebilmeleri, yeryüzünde rahatça yaşayabilmeleri için çeşitli nimetler vermiştir. Bütün nimetleri insanların kullanımına sunmuş ve bunlardan en güzel biçimde istifade etmelerini istemiştir. Allah (cc) insanlardan, verdiği bu nimetleri saçıp savurmadan dengeli bir şekilde harcamasını istemektedir. “O, çardaklı, çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri çeşit

çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürü) verin, fakat isrâf etmeyin. Çünkü O, isrâf edenleri sevmez.”127 Bu âyette, saçıp savurarak yemek, verilmesi gerekenden fazla öşür vermek, isrâf olarak değerlendirildiği gibi fakirin hakkı olanı vermemek

de isrâf olarak değerlendirilmektedir.128 Çünkü bunların hepsi haddi aşmadır,

dengesizliktir.

120 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “srf”md., c.II, s.136 121 A’raf 7/81; Yûnus 10/83; Şuara 26/151-152 122 Zümer 39/53

123 A’raf 7/31-32 124 İsrâ 17/33 125 İsrâ 17/26-29

126 Kallek Cengiz, “İsrâf”, DİA, XXIII/179 127 En’âm 6/141

Allah (cc) İsrâ Sûresi’nde, harcamaların belirli bir denge içerisinde yapılmasını istemekte ve harcamalardaki ölçüyü göstermektedir: “Akrabaya,

yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver. Fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”129 Allah Teâla; akrabaya, yoksula ve yolda kalmışlara malın harcanması gerektiğini belirttikten sonra, geri kalanın gereksiz yere harcanmamasını emretmektedir. Malı gereksiz yere, zevkine harcamak malı isrâf etmektir, haddi aşmaktır. Şeytan; yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, insanları doğru yoldan uzaklaştıran varlıktır. Bu âyetlerde Allah (cc), saçıp savurarak haddi aşan insanı şeytana benzeterek, “onun kardeşi” diye nitelemektedir. Çünkü şeytan, Rabbine karşı nankörlük etmiştir. Sahip olduklarını gereksiz yere harcayan insan da Rabbinin nimetlerine nankörce

davranmıştır.130

İsrâf sadece, Allah (cc)’ın vermiş olduğu nimetleri gereksiz yere harcamak, saçıp savurmak değildir. Allah (cc)’ın insanlar için helal kıldığı nimetleri kullanmamak, onlardan faydalanmamak ve onları kendisine yasak kılmak da

isrâftır, haddi aşmaktır.131 Allah (cc), Â’raf Sûresi’nde bu konu ile ilgili olarak

şöyle buyurmaktadır:

“Ey Âdemoğulları! Her mescidde zînetinizi takının (güzel ve temiz giyinin).

Yiyin için fakat isrâf etmeyin. Çünkü O, isrâf edenleri sevmez. De ki: ‘Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.’ İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.”132

Ekonomik değerleri yerinde harcamamak veya gerektiğinden çok harcamak da isrâftır. İhtiyacı gidermeyen yararsız ve boş harcamalar; parayı, malı, mülkü, kumar, içki ve fuhuş gibi gayri meşru yerlere harcamak, gıda maddelerini çürütmek de isrâftır. İsrâf, ekonomik dengeleri bozarak fertleri ve toplumları zarara uğratır. Bazı insanlar zevkleri uğruna gereksiz harcamalarda bulunurken,

129 İsrâ 17/26-29

130 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.XX, s.154-155

131 Kurtubi, el-Cami’li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.VII, s.121-122 132 A’raf 7/31-32

bazıları da temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelir. İnsanlar arasında maddi dengesizlikler oluşur. İsrâfçıların bu gereksiz tüketim alışkanlığı, zor geçinen insanlarda öfke ve kıskançlıklara neden olur. Bu da toplumun huzurunu bozar.

2.2. Kibirlenmek

Kibir, “büyüklenmek, büyüklük taslamak, kendini büyük görmek, insanları aşağılamak” gibi anlamlara gelir.

Dini bir terim olarak kibir, “Allah (cc)’a karşı kendini yeterli görerek isyan etme, insanlara karşı kendini üstün görüp onları aşağılama, onlara hakaret etme, onlar üzerinde zorla egemenlik kurma” demektir. Allah (cc)’a karşı kibirlenmeye

“istikbar”, kibirlenen kişiye de “müstekbir” denir.133

Kibirlenmek, şeytani bir anlayış ve şeytanın en belirgin özelliğidir. Allah (cc)’a karşı ilk kibirlenen, şeytan olmuştur. Allah (cc) şeytana, “Âdem (as)’e secde et” dediğinde şeytan isyan ederek secde etmekten kaçınır. “Hani meleklere: ‘Âdem için saygı ile eğilin’ demiştik de iblis hariç bütün melekler hemen saygı ile

eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.”134

Şeytanın büyüklük taslaması, kendisini Hz. Âdem (as)’den üstün görmesinden kaynaklanmaktaydı. “Allah, ‘Sana emrettiğim zaman seni saygı ile

eğilmekten ne alıkoydu?’ dedi. (O da) ‘Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın’ dedi. Allah, ‘Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın’ dedi.”135

Gazâli (505/1111), kibiri üç bölüme ayırarak, bunun Allah (cc)’a, peygamberlere ve insanlara karşı yapıldığını belirtmektedir.

a. Allah (cc)’a karşı kibir: Bu, kibrin en kötüsüdür. Cehalet ve azgınlık sebebiyle insan, Allah (cc)’a karşı büyüklenir. “Mesih de, Allah’a yakın melekler

133 Ece Hüseyin, İslâm’ın Temel Kavramları, s.360 134 Bakara 2/34

de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.”136

b. Peygamberlere karşı yapılan kibir: Peygamberleri sıradan insanlar gibi kabul edip onlara itaat etmemektir. “Peygamberleri dedi ki; ‘Gökleri ve yeri

yaratan Allah hakkında şüphe mi var?’ (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, ‘Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin’ dediler.”137

c. Diğer insanlara karşı yapılan kibir: İnsanın kendini başkalarından farklı ve üstün görüp karşısındakini küçük görmesi, başkalarıyla eşitliği kabul etmemesidir.

Bir insanın, kendisini üstün görüp başkalarını daha aşağıda görmesine “ucb” denir. İnsanın kendini beğenip başkalarını küçük görme sebeplerini Gazâli (505/1111) şu şekilde sıralamaktadır:

a. İlim: İnsan, öğrendiği ilim sebebiyle şereflenmek ister. Bunu yaparken de başkalarını küçük görür.

b. Amel ve ibâdet: İnsanın yaptığı iyilikler ve işlediği amellerle övünüp kendini başkalarından üstün görmesidir. Bu insanlar, yaptıkları ibadetleri başkalarına bir minnet olarak gösterirler.

c. Asâletle övünmek: Asil bir aileye mensup olmayı övünç vesilesi sayarak, böyle bir ailenin ferdi olmamayı hakir görmektir.

d. Güzellikle övünmek: Daha çok kadınlarda görülen, kendini güzel görüp diğer insanların kendisi gibi güzel olmadığını söylemektir.

e.Servet ile övünmek: Hükümdarların ve zenginlerin sahip oldukları servetleriyle övünüp zenginliği üstün, fakirliği düşük görmeleridir.

f. Kuvvet ve kahramanlıkla övünmek: Kuvvetin ve kahramanlıkların övünç vesilesi olarak gösterilmesidir.

g. Adamlarının, yardımcılarının, öğrencilerinin, akraba ve çocuklarının çokluğu ile övünmek: Hükümdarların ordularının çokluğu ile, âlimlerin

136 Nisâ 4/172 137 İbrâhim 14/10

talebelerinin çokluğu ile övünmeleri, kendilerini diğer insanlardan üstün

göstermeye çalışmalarıdır.138

İnsan hayatındaki Allah (cc)’a karşı gelmelerin, ibadetleri önemsememelerin çoğu kibirden kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı Allah (cc), kibre karşı müslümanları uyarmakta ve onlardan bu konuda dikkatli olmalarını istemektedir. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın,

boyca da dağlara asla erişemezsin.”139 “Küçümseyerek surat asıp insanlardan

yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni ve övüneni sevmez.”140 Bu âyetlerde insanın acizliği ve güçsüzlüğü ortaya konarak, sadece kibirlenerek yürüme değil, her türlü kibir ve büyüklenme de

yasaklanmaktadır.141

Müslüman, davranışlarında ölçülü olur. İnsanlara yukarıdan bakarak, onları küçük düşürmeye çalışmaz. Davranışlarıyla alçak gönüllülüğünü gösterir. “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller

onlara laf attıkları zaman, ‘selam!’ der (geçer)ler.”142 Şeytanın vesveselerine kapılmazlar. Şeytan müslümanı kibirlendirip Allah (cc)’tan uzaklaştırmak ister. İnanan insan alçak gönüllü davranarak şeytanın bu oyununu bozar.

2.3. Alay Etmek

Alay etmek, “bir şeyle veya bir kişiyle eğlenmek, adamı hiçe saymak, kusur

ve noksanlarını söz veya işaretle ifade ederek toplumda onu küçük düşürmek”tir.143

Alay etme, kibirin bir neticesidir. İnsan önce kendisini büyük görür. Sonra karşısındakini küçümser, ona tepeden bakmaya başlar ve karşısındaki kişiyle alay eder. Onun duygularını incitecek söz ve davranışlarda bulunur.

İnsan, karşısındakini küçük düşürmek için alay edebileceği gibi, başkalarını güldürmek, eğlendirmek için de alay edebilir. Neticede bu da küçük düşürmedir.

Allah (cc); Kur’ân-ı Kerim’de alay etmeyi, bir insanın başkalarını küçük düşürmesini yasaklamış, bu davranış içerisinde bulunanları imandan çıkıp fâsık

138 Gazâli, İhyâ, c.III, s.748-759 139 İsrâ 17/37

140 Lokmân 31/18

141 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.XX, s.169 142 Furkân 25/63

olmakla nitelendirmiştir. “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın.

Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”144 Alay etmek; hakaret ederek horlamak ve gülünecek şekilde ayıplamaktır. İnsanın bazı davranışlarını ve sözünü

anlatarak, işaret ederek veya herhangi bir hatasına gülerek de alay edilir.145

Dil ile ayıplayıp kötülemek, birbirine lakap takmak da başkasıyla alay etmektir. Çünkü kendisiyle alay edilen kişi bu lakaplardan hoşlanmadığı için insanlar arasında küçük düşecek, utanacaktır. Alay etmenin içine birisinin taklidini yapmak, giyimi ile eğlenmek, hoşlanmadığı sözlerini dinletmek, görüntülerini izletmek de girer. Bunların hepsi bir başkasını küçük düşürmek onunla alay etmektir. Alay etme

karşıdaki kişiye zarar veriyorsa, ona eziyet ediyorsa haramdır.146

Her ne şekilde olursa olsun, müslümanın bir başka müslümanı ayıplaması, onu küçük düşürmesi ve onunla alay etmesi yasaklanmıştır. Nasıl ki Allah (cc)’a inanmış birisine imandan sonra başka bir sıfat uygun düşmezse, müslümana da başkalarıyla alay etmek uygun düşmez.

Başkalarını ayıplamayı ve kınamayı âdet edinen ve bununla övünüp başkalarını küçük düşüren kimseyi Allah (cc), “o kişinin vay haline” diyerek uyarmaktadır. “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren,

kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline!”147

Kur’ân-ı Kerim’de, peygamberlerle ve müminlerle alay edenlerden bahsedilir. “Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay

ederek) kendilerine bilgi verilmiş olanlara, ‘Az önce ne söyledi!’ derler. İşte bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.”148

“Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan müminlerle, güçlerinin

yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”149

144 Hucurât 49/11

145 Kurtubi, el-Cami’li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.XVI, s.213 146 Gazâli, İhyâ, c.III, s.293

147 Hümeze 104/1-2 148 Muhammed 47/16 149 Tevbe 9/79

Akıllı insan her fırsatta kendini geliştirmeye çalışır. Toplum içinde kendini ve başkalarını küçük düşürücü davranışlar göstermez. Böyle bir davranışın cahilce olduğunu bilir. Alay ettiğinde karşısındakinin kalbinin incineceğini, onurunun kırılacağını bilir. Kendisiyle alay edilen; bulunduğu ortamda küçük düşer, zor durumda kalır. Alay etme, insanlar arasında dayanışma duygularını zedeler. Kimsenin kimseye güveni kalmaz. Bu da zamanla toplumun yozlaşmasına neden olur.

2.4.Yalan Söylemek

Yalan, “doğrunun aksini söylemek, olmuş bir olayı olmamış, olmamış bir

olayı da olmuş göstermektir.”150 Bir olayın olduğu gibi anlatılmayıp değiştirilerek

ifade edilmesi yalan, söyleyen de yalancı olur. Kur’ân-ı Kerim’de yalan söylemek “kizb” kavramıyla ifade edilir.

Kur’ân-ı Kerim’de, Allah (cc)’ı yalanlamaktan, Kur’ân’ı yalanlamaktan, peygamberleri yalanlamaktan, âhiret gününü yalanlamaktan, Allah (cc)’ın nimetlerini yalanlamaktan ve yalan söylemekten bahsedilmektedir.

Allah (cc)’ı yalanlamakla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah (cc)’a karşı yalan

uydurmak için, ‘şu helaldir’, ‘şu haramdır’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.”151 Bu âyet açıkça haram ve helali belirleme hakkının sadece Allah (cc)’a ait olduğunu gösterir. Başka bir deyişle kural koyma yetkisi sadece Allah (cc)’a aittir. Helali ve haramı belirlemeye kalkışan kişi Allah

(cc)’ı yalan saymış olur.152

Yüce Allah En’âm Sûresi’nde, Kur’ân’ı yalanlamakla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Nitekim hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay

ettikleri şeyin haberleri kendilerine ilerde gelecektir.”153 Bu âyette yalanlanan hak

kelimesiyle kastedilen, Kur’ân-ı Kerim’dir.154

Kendilerine gönderilen peygamberi yalanlayan insanların durumu Yâsin Sûresi’nde şu şekilde anlatılmaktadır: “Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de

onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar,

150 Gazâli, İhyâ, c.III, s.307 151 Nahl 16/116

152 Mevdudi, Tefhimu’l Kur’ân, c.III, s.66 153 En’âm 6/5

‘Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz’ dediler. Onlar şöyle dediler. ‘Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”155

Kıyamet gününü yalanlayanların sonlarının nasıl olacağı Furkân Sûresi’nde anlatılmaktadır. “Hayır, onlar Kıyameti de yalanladılar. Biz ise o Kıyameti

yalanlayanlara çılgın bir cehennem ateşi hazırlamışızdır.”156

Rahmân Sûresi’nde, Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri yalanlayanlardan tekrar tekrar bahsedilmektedir. “O halde Rabbinizin hangi nimetlerini

yalanlıyorsunuz.”157 Rahmân Sûresi’nde bu ifade otuz bir defa tekrarlanmaktadır.

Nimeti yalanlamak, nimete ve nimeti verene nankörlük etmektir.158

Yüce Allah, müslümanlardan yalan söylemekten kaçınmalarını istemektedir. “Bu böyle. Kim Allah’ın hükümlerine saygı gösterirse bu Rabbi katında kendisi için

bir hayırdır. Haramlığı size okunanların (bildirilenlerin) dışında bütün hayvanlar size helal kılındı. Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının”159 Âyetteki “yalan söz” ifadesi, hem yalan söylemeyi hem de yalan yere şahitlik etmeyi

içermektedir.160

Müslüman, yalan söylemediği gibi yalana itibar etmez, yalandan uzak durur. Çünkü yalan söylemek müslümanın değil, Allah (cc)’ın âyetlerine inanmayan insanların özelliğidir. “Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte

onlar, yalancıların ta kendileridir.”161

Yalan söylemenin yanı sıra, özellikle yalan yere şahitlik etmek de müslümana yakışmayan bir davranıştır. Allah Teâla Furkân Sûresi’nde inanan kişilerin özelliklerini sıralarken, onların yalan yere şahitlik etmeyen kimseler olduklarını belirtir. “Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman,

vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir”162

Bazı durumlarda yalan söylemeye izin verilmektedir. Bunlar: a)Birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulmak

155 Yâsin 36/14-15 156 Furkân 25/11 157 Rahmân 55/13

158 Elmalılı, Hak Dini, c.VII, s.369 159 Hacc 22/30

160 Kurtubi, el-Cami’li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.XII, s.37 161 Nahl 16/105

b)Savaşta düşmanı yenmek

c)Karı-kocanın arasını düzeltmek163

Peygamber (sas), yalan söylemenin müslümanı cehenneme kadar götürecek bir davranış olduğunu şu hadis-i şerifte belirtmektedir. “Doğruluktan ayrılmayın.

Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. İnsan doğru olmaya ve doğruluğu aramaya devam ederse, sonunda Allah katında ‘Doğru’ diye kaydedilir. Yalandan sakınınız. Çünkü yalan insanı günaha, günah da cehenneme sürükler. Kul yalan söylemeye ve yalan peşinde koşmaya devam ederse; sonunda Allah katında ‘Yalancı’ diye kaydedilir.”164

Yalan, insanda ahlâki bir bozukluktur. İnsanın kişiliğini zedeler, kendine olan güvenini azaltır. Sadece kendine olan güvenini kaybetmekle kalmayıp çevresindeki insanlar tarafından itibar edilmeyen bir konuma düşer. Yalan yere şahitlik eden kimse ise adâleti yanıltarak haksızlığa sebebiyet verir. Suçlu olan suçsuz, suçsuz olan da suçlu konuma düşer. Böylece toplumda insanların birbirine karşı güveni azalır, toplumun dengesi bozulur, huzursuzluklar artar.

2.5. İkiyüzlü Olmak

İkiyüzlü olmanın dindeki adı nifaktır. Nifak, “ işlek yol, yeraltında bir

ucundan girilip öbür ucundan çıkan yol”165 anlamlarına gelen “nfk” kökünden

türeyen bir kelimedir.

Nifak, ikiyüzlülük demektir. Bu huyu kendisine alışkanlık haline getirenlere “münafık” denir. Münafık, kalbiyle inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen, dilinin söylediğini kalbiyle tasdik etmeyen, yalnızca görünüşte müslüman olan kişidir.

Bu kelime daha çok tarla fareleri hakkında kullanılmaktadır. Tarla farelerinin iki tane yuvası bulunur. Yuvanın birine saldırı olsa diğer yuvadan kaçıp gider. Bu şekilde nerede oldukları belli olmaz ve yakalanmazlar.

Münafıklar da böyledir. Bir kapıdan girip diğerinden çıkarlar. Şimdi birine taraf gözükseler bile, gerektiğinde karşı tarafa geçeceklerdir. İnananların yanına

163 Gazâli, İhyâ, c.III, s.308 164 Buhâri, “Edeb”, 69

geldiklerinde inanıyor görünürler. Müslüman olduklarını iddia ederler; ama kendileri gibi olanların yanına gittiklerinde müslümanlarla alay ederler, onları küçümserler. Niye müslümanlarla birlikte oldukları sorulduğunda, onlarla alay ettiklerini söylerler. Böylece inananları ve Allah (cc)’ı kandırmaya çalışırlar. “İnsanlardan, inanmadıkları halde, ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ diyenler de

vardır. Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıktan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını arttırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.”166 Allah (cc), Bakara Sûresi’nin ilk dört âyetinde mü’minlerin özelliklerinden bahsetmektedir. Ardından iki âyette kâfirlerin özelliklerinden bahseder. Sonra gelen on üç âyette ise inanmadıkları halde bazı menfaatleri elde etmek için inanmış görünen münafıklardan ve onların özelliklerinden bahseder.

Münafıkların sıfatlarından, mü’minlerin ve kâfirlerin sıfatlarından daha çok bahsedilmesinin nedeni, onların inananlara verdikleri zararın, kâfirlerin verdiği zarardan daha fazla olmasındandır. Allah Teâla mü’minlere, münafıkların

özelliklerini geniş bir şekilde anlatarak zararları konusunda onları uyarmaktadır.167

Münafıklar her ne kadar inanıyor gibi görünseler de, kalpleri ile tasdik etmedikleri için mü’min değillerdir. “(Münafıklar), ‘Allah’a ve peygambere inandık

ve itaat ettik’ derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.”168

Münafıklar ikiyüzlü oldukları için bazen müslümanlardan görünürler, bazen de kâfirlerden. Küfür ile iman arasında gidip gelirler. “Onlar küfür ile iman arasında

bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.”169

Münafıkların kalpleri, dinleri ve görüşleri sabit değildir. Ne cesaretlenip inanmadıklarını söyleyebilirler ne de görünenin aksine gerçekten bütün benlikleriyle inanabilirler. İman ve küfür arasında gidip gelirler. Bu davranışlarıyla onlar, inanmamış oldukları gibi küfürlerini de had safhaya çıkarmış olurlar. Bu tutumlarıyla, inanmadığını söyleyen insanlardan bile daha tehlikelidirler ve Allah (cc) katında daha kötü bir durumdadırlar. Âhirette ise onların yeri kâfirlerin yerinden daha

166Bakara 2/8-10

167 Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, c.I, s.55 168 Nûr 24/47

kötüdür. “Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.

Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.”170

Münafıkların yaptığı bir çeşit küfürdür. Onlar İslâm’la ve müslümanlarla alay etmişlerdir. Müslüman olduklarını söylemekle inananların durumlarına vâkıf olmuşlar sonra da bu haberleri gerçek dostları olan kâfirlere anlatmışlardır. Bu tavırları sebebiyle Allah (cc) onların cezasını, inkârcıların cezasından daha çok

fazlalaştıracaktır.171

Kur’ân-ı Kerim inanç yönünden münafıklıktan bahsettiği gibi, müslüman olmalarına rağmen bazı davranışları sebebiyle münafıklara benzeyen inananlardan da bahsetmektedir. Bunlara Allah (cc) yolunda savaşmaları emredildiğinde yan çizerler. Bu savaştan müslümanlar galibiyetle çıktıklarında ganimet alabilmek için inananlarla birlikte olmayı isterler. “Şüphesiz, aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri

Benzer Belgeler