• Sonuç bulunamadı

Kolombiya-Farc barış süreci: Bir çatışma analizi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kolombiya-Farc barış süreci: Bir çatışma analizi"

Copied!
105
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

Kolombiya-FARC Barış Süreci: Bir Çatışma Analizi

Hakan ÇALIŞIR

164229002005

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER………...ii Özet …..………..iv Abstract………..……….v Önsöz………..vi Kısaltmalar………...vii Tablolar………vii GİRİŞ………..1 Amaç………...4 Önem………...4 Sınırlılıklar………...4 Tanım………..4 Yöntem………4 I. BÖLÜM SİYASAL ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE TEORİK ZEMİN……….……....6

1.Çatışma Yönetiminde Teorik Zemin ve Çerçeve…...6

1.1.Çatışma ve Çatışma’nın Sebepleri……….7

1.2.Çatışma Çeşitleri………...11

1.3.Çatışma Yönetimi……….13

1.4.Çatışma Yönetimi Safhaları……….15

1.5.Teorik İmkanlar Işığında Barış Kapasitesi………...16

II. BÖLÜM BARIŞA GİDEN YOLDA ‘SORUN’UN YAPI TAŞLARI………..20

2.1.Çatışmayı doğuran Sorunun Arka Plan Analizi………20

(4)

2.3.Çatışmanın Tarafları ya da Aktör Analizi...25

2.4.Siyasi ve Ekonomik Talepler………....28

2.5.SWOT Analizi………...………...32

2.6.Çevre Müdahalelerinin İç Çatışmaya Yansımaları………...34

2.7.Barışa Giden Yol...39

III. BÖLÜM MÜZAKERE VE REHABİLİTASYON...43

3.1. Müzakere Süreci...48

3.2. FARC’ın Silahsızlandırılması………..53

3.3.Hükümetler ile FARC Çatışmasını Dönüştürme Dönemi...54

3.3.1. Reform ve Düzenlemeler...55 3.3.2. Eğitim...57 3.3.3. Rehabilitasyon...60 3.4.Tarafların Entegrasyonu...62 3.5.Arabulucuların Rolü...65 3.5.1. Devletlerin Müdahilliği...65

3.5.2. Uluslararası Örgütlerin Etkisi………...68

IV. BÖLÜM KALICI BARIŞ İÇİN ÖNERİLER ŞİDDET İÇEREN ÇATIŞMALARDAN SÜRDÜRÜLEBİLİR POLİTİK UYUŞMAZLIK DÜZEYİNE ULAŞILABİLİR Mİ?...70

SONUÇ………..81

(5)

ÖZET

Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden Kolombiya uzun yıllar çatışmalar ülkesi olarak anılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda ülke içerisinde Liberaller ve Muhafazakarlar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış, toplumdaki gelir dağılımı adaletsizliği, mülkiyetin kullanımındaki toplumsal katmanlardaki derin farklılıklar iç çatışmaların artmasına neden olmuştur. Hükümetler ile muhtelif çıkar ilişkileri olan belirli azınlık gruplarının elinde bulunan devasa toprak mülkiyetleri oligarşik yapıları meydana getirmiş, buna karşın toplumsal refleks ve dinamikler harekete geçmiş ve iç isyanlar başlamıştır. Farklı birçok silahlı örgüt bu yapısal olumsuzlukları bertaraf etmek için devlet ve paramiliter güçlere karşı savaş açmıştır. Silahlı mücadelelerin başlamasıyla yaşanan çatışmalar ülkede zaten yoğun şekilde var olan uyuşturucu trafiğinin ve coğrafi koşulların gerilla için elverişli olmasının da etkisiyle apayrı bir ivme kazanmıştır.

Bu silahlı grupların en eskisi ve büyüğü olan FARC, Kolombiya Hükümetleriyle 52 yıl boyunca savaşmış ve birçok evreden sonra Barış Anlaşması ile bu savaş sona ermiştir. Bu çalışmada Kolombiya devlet ve toplum yapısındaki dinamikler, sorunun temel yapı taşları çatışma teorisi analizi çerçevesinde irdelenerek kalıcı barış kapasitesi tahlil edildi. Yaşanan iç savaştan barış aşamasına gelinen süreçte dış etkenlerin etkisi, ideolojik angajmanlar, küresel hegemonya ve konjonktürel etkileri ortaya koyuldu. Yanlış ve doğrularıyla taraflar arasında çatışmasızlığın nasıl sağlandığı, tarafların talep ve aktör analizleriyle politik inisiyatiflerin nasıl alındığı mercek altına alındı. Barışın kalıcı hale gelebilmesi ve geleceğin Kolombiya toplumu için barış umudu taşıyabilmesi için gerekli reform adımları ortaya koyuldu. Son olarak dünyanın diğer coğrafyalarında bulunan çatışmalara Kolombiya-FARC barış sürecinin nasıl bir tecrübi kazanım olabileceği araştırıldı.

(6)

ABSTRACT

Colombia, one of the most important countries of Latin America, has been called as conflict country for many years. In the past century, there have been violent clashes between the Liberals and the Conservatives in the country; the unfair income distribution in society and the deep differences in the social strata in the use of property have led to an increase in internal conflicts. The gigantic land properties owned by certain minority groups who have various interests with governments constituted oligarchic structures, on the other hand social reflexes and dynamics came into action and internal revolts began. Many different armed organizations have waged war against the state and paramilitary forces in order to eliminate these structural problems. The clashes with the onset of armed struggles gained momentum due to the fact that the drug traffic that is already heavily present in the country and geographic conditions that are favorable for guerrillas.

The FARC, the oldest and largest of these armed groups, fought the Colombian Governments for 52 years and, after many stages, this war ended with the Peace Agreement. In this study, the dynamics in the state and social structure of Colombia and the main building blocks of the problem were analyzed within the framework of conflict theory analysis; and lasting peace capacity was analyzed. The effects of external factors, ideological engagements, global hegemony and its conjunctural effects have been put forward in the process from the civil war to the stage of peace. It was examined how the de-conflict between the parties was ensured by their wrongs and rights and how the political initiatives were taken by the demand of parties and actor analysis. The necessary reform steps have been put forward for the peace to be lasting and the hope for peace for the future of Colombian society. Finally, it was explored how the Colombian-FARC peace process could be a gain in the conflicts in other geographies of the world.

(7)

ÖNSÖZ

Böylesine dinamik, her an koşulları değişebilen bir konu seçme kararımda dünyanın birçok yerinde bitmek bilmeyen şiddetli çatışmalar okyanusundaki barış umutları için bir damla katkı sunulabilir mi düşüncesi etkili olmuştur. Çalışmamızda bir sorunu çözmenin en temel şartı olan sorunu anlama gayretiyle insanların hangi psikolojik, sosyolojik, siyasi ve iktisadi saiklerle çatışmaya girdikleri tahlilleri yapılarak Kolombiya-FARC çatışmasının kalıcı barışa dönüşmesinin imkanları ortaya konuldu. Ardından bu vaka incelemesinin diğer çatışmalara nasıl katkı sunabileceği, dünya barışı için ne gibi faydalar içerdiği gösterilmeye çalışıldı.

Yaşayan bir durum olması yönüyle hazırlığı zor olan bu çalışmanın yürütülmesi sırasında desteğini esirgemeyen ve sabrıyla bana güç veren eşim Şeyma’ya, sürekli çalışmama izin veren kızım Ahsen’e, çalışmam esnasında masa başından beni alıkoyarak dinlenebilmemi de sağlayan oğlum Ömer Selim’e, motive edici akademik sohbetlerinden dolayı Arş. Gör. Muhammet Mustafa Kulu’ya, yüksek lisans derslerinde ufuk verici tespitlerini dinleme fırsatı bulduğum Prof. Dr. Şaban Çalış’a, uzun yıllar bulunmuş olduğu Kolombiya’daki tecrübelerini yapmış olduğumuz görüşmelerde aktaran dönemin TİKA Kolombiya Koordinatörü Doç. Dr. Mehmet Özkan’a, dünyanın birçok ülkesinde ve Kolombiya’da çatışmaları sahada bizzat takip eden, sorularıma içtenlikle cevap alabildiğim Metin Yeğin’e, son olarak gerek Barış Çalışmaları derslerinde gerekse tez aşamasında akademik katkılarını benden esirgemeyen, her an ulaşabileceğim kadar yakın şekilde çalışma imkanını bulabildiğim danışmanım Doç. Dr. Nezir Akyeşilmen’e teşekkürlerimi sunarım.

(8)

Kısaltmalar

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AUC: Kolombiya Birleşik Öz Savunma Güçleri

BM: Birleşmiş Milletler

CLIC: Düşük Yoğunluklu Çatışmalar İçin Ordu ve Hava Kuvvetleri Merkezi DDR: Silahsızlanma, Tasfiye, Yeniden Entegrasyon

ELN: Ulusal Kurtuluş Ordusu

FARC: Kolombiya Devrimci Alternatif Gücü

FARC-EP: Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu

FMLN: Ulusal Kurtuluş Cephesi

STK: Sivil Toplum Kuruluşları

UNDPKO: Birleşmiş Milletler Barışı Koruma Operasyonları Dairesi

UP: Vatansever Birlik

URNG: Guatemala Ulusal Devrimci Birliği

Tablolar

Tablo 1: Çatışma Türleri

Tablo 2: Çatışma Analizinde 3PF

Tablo 3: Stratejik Hak Temelli Barış Modeli Çerçevesi

Tablo 4: Kolombiya İsyancı Gruplarının Silahlı Çatışma Olayları Tablo 5: Barış Süreçleri Karşılaştırması

(9)

GİRİŞ

21.Yüzyılda insanlık olağanüstü kazanımlar elde etmiş olsa da tüm insanların birlikte barış içinde yaşayabilecek koşulları oluşturma konusunda kötü bir sınav vermiştir. Bu başarısız sonucun önemli aktörlerinden bir tanesi politika yapıcılardır. Devletler siyasal çatışmaların ortaya çıkmasında en kilit rolü oynamaktadır. Tarihten görüleceği üzere 16.Yüzyıl ve sonrasında Kapitalistleşme süreci tohumları atılırken gerçekleştirilen sermaye birikiminin sosyal etkilerinin önemsenmemesi Avrupa’da köylü ayaklanmalarının çıkmasına sebebiyet verdi. Esasında devlet, yapacağı hukuki düzenlemelerle gelir dağılımı ve fırsat eşitliğindeki adaletsizlikleri ortadan kaldırmakla yükümlü olan aygıtın adıdır. Bu tanımın dahili sınırlarına uyulmadığında ülke içindeki ayaklanmaları suçlayacak argümanlardan mahrum kalınmış olur. Özetle adalet kavramının zedelenmesi çatışmaların en önemli sebeplerinden olmaktadır.

Günümüzde şiddetli çatışmalardaki barış müzakerelerinde siyasi liderler çoğu kez müzakerelere doğrudan katılmamaya karar vererek kendilerini son bir temyiz mercii olarak geride tutma eğiliminde oluyorlar (Powell, 2016, s.244). Siyasi erklerin kamuoyu kaygıları yüksek olmasından ötürü konjonktürel sürece göre değişebilir durumları güçlü barış iradesini ortaya koymalarına engel oluyor.

Toplumlarda meydana gelen çatışmaların sebepleri değişkenlik göstermekle birlikte insanların benimsedikleri değerleri, farklı önceliklerinin meydana çıkması nedenler içerisindedir. Özgürlüğünü elde etme ile ekonomik durumunu güvence altına alma arasında farklı tercihlerde bulunulabilir. Bazı bireylerin sosyal adaleti geliştirme şeklinde de bir hedefi olabilir. Bu perspektifle çatışmaların barışa evirilebileceği ya da şiddetinin artabileceği zamanı ön görmekte tarafların öncelikli tercihlerinin belirleyici rol oynayabildiği akılda tutulmalıdır.

İronik şekilde insanlık tarihi çatışmaların büyük faydalarını da görmüştür. Devamlılığını uzun yıllar sürdürebilmiş devlet tecrübeleri, potansiyel tehditlere karşın var olmayı başarabilmiş imparatorluk örnekleri incelendiğinde mücadele ve çatışma gerektiren tehdit unsuru ile karşı karşıya kaldıklarında bu öznelerin savunma ihtiyacıyla gerçekte gelişme ve ilerleme kaydettikleri görülecektir. Tarihte şiddetli çatışmalar güvenlik ihtiyacını doğurmuştur. Teknolojik yeniliklerin önemli bir kısmı savunma amaçlı ve silah yapımı dolayısıyla meydana gelmiştir.

Çatışma, karşılıklı bir süreç ya da eylem olarak görülmekte, bir tarafın tercihi diğer tarafın tercihini doğrudan etkilemektedir. Taraflar birbirlerine bağımlı oldukları için eylemlerinde, değerlerinde, algılarında ve çıkarlarındaki farklılıklar ile birlikte var olmaları zordur. Dolayısıyla, herhangi bir nedenle –daha çok yanlış algı ya da tahakküm ihtirasından- birlikte var olamayan bu farklılıklar, çatışma durumunu ortaya çıkarmaktadır. Birbirleriyle ilişkileri olmayan ya da karşılıklı bağımlılığın olmadığı durumlarda çatışmanın olması ihtimali daha düşüktür (Akyeşilmen, 2014, s.21). Şiddet

(10)

içermediği müddetçe taraflar arasında çatışma anlaşılabilir. Devlet ya da çatışan diğer taraf şiddete başvurduğunda sorun yumak şeklinde büyüyerek çözüm zorlaşıyor. Hükümetler ve vatandaşları arasındaki muhtemel çatışmaların şiddetli kriz safhasına geçmesini niteleyen ‘güvenlik çıkmazı’ da burada devreye giriyor.

Devletlerarası etkileşimde savaş kaçınılmaz değildir. Uluslararası İlişkiler de idealist bakış açısı savaşın ebediyen ortadan kaldırılabileceğini, evrensel ve nihai bir barışın gelecekte var olabileceğini ileri sürer. Liberalizm ise dünya barışının serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir sistemde mümkün olabileceğini iddia etmiştir. Esasında ekonomik ilişkiler devletleri ortak menfaatlere sahip aktörler haline getirmekte, karşılıklı ticareti mümkün kılan barış ortamını koruyacak iradeyi ortaya çıkarmaktadır. Devlet ve devlet dışı aktörler arasındaki çatışmalarda ise daha farklı öncelikler devreye girmektedir.

Politikacılar mevcut bir çatışmanın çözümüne yönelik arayışları içerisinde vermiş oldukları kararlarda temsilcisi oldukları seçmeni, partisini ve kamuoyunu dikkate almak durumundadırlar. Bu açıdan politik yapı ve aktörler esnekliği az olan belirli bir hukuki çerçevede hareket etmek zorunda olan organizmalardır. Politik çatışmalarda siyasal aktörlerin vereceği kararlarla barış sürecine geçilebilecekken esnekliği kamuoyları tarafından kısıtlanmış katı politik duruş buna engel olabilmektedir. Çatışma Yönetimi’nde bir seviyeye kadar barış müzakerelerin gizli sürdürülmesi bu potansiyel riski azaltmaya yöneliktir.

1810 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Kolombiya’da birçok Güney Amerika ülkesi gibi sürekli çatışmaların meydana geldiği bir ülke olmuştur. Bu çatışmaların sebepleri ekonomik, sosyal, kültürel etkenler ve dışa kapalı politik sistem olmaktadır. 19.Yüzyılda Kolombiya’da toplum içinde sosyal adalet açısından derin bir ayrım vardı, bu durum muhafazakar ve liberal partilerin politik anlayışları arasındaki farklılıkları büyüttü. Çatışmalar önceki yıllara nispetle azalmış görünse de 2012 yılında bile 15.000 cıvarı ölüm vakasının gerçekleşmiş olması şiddet sarmalının ne derece Kolombiya’da kaygı verici olduğunu göstermektedir. (Kutscher, 2014, s.8).

Fakirliğin Kolombiya’da şiddeti doğurduğu, ekonomik problemlerin halk ayaklanmalarına ve çatışmalara yol açtığı sosyolojik gerçekliktir. Bu durum karşısında Kolombiya hükümetleri yeterince önlemler alamamış, halk nezdinde devletin itibarı büyük oranda yara almıştır. Öyle ki kırsalda bulunan ve neredeyse devletçik gibi çalışan gerillanın tarımsal işlerde devlete göre daha iyi miktarlarda maaş ödemesi yapabildiği belirtilmektedir. Toplumdaki eşitsizliğin sosyal dengeyi bozduğu ve mevcut çatışmalara yol açtığı (Holmes, 2007, s.4), Kolombiya hükümetlerinin bunların karşısında ekseriyetle çaresiz kaldığı gözlenmektedir. Devletin sosyal düzeni sağlamada eksiklik göstermesi üzerine birçok gerilla hareketi bu boşluğu doldurmak istemiştir. Bu gerilla hareketlerinin en etkin olanı FARC’dır.

(11)

İlk bakışta FARC sadece geniş bir köylü hareketinin sonucunda ortaya çıkmış bir gerilla hareketi gibi görünse de esasında yapısal olarak eşit olmayan politik ve sosyal sistemin çelişkilerinin bir sonucudur. Aynı zamanda FARC liberal ve muhafazakar hükümetlerin politik muhaliflerini ortadan kaldırma girişimlerine yönelik oluşan devlet baskısının doğrudan bir sonucudur. Bundan ötürü FARC her iki politik rejimin derin bir nefretine sebep olmuş, bu durum geçmişte liberal ve muhafazakar partilerin barış görüşmelerinden sistematik olarak FARC’ı dışlamaları sonucunu doğurmuştur (Uribe, s.188-189). Bu sonucun çatışmasızlığı geciktiren bir etki meydana getirdiği söylenebilir.

Kolombiya-FARC arasındaki çatışma iki devlet arasında yaşanmadığından analizlerimiz iç savaşlar ve iç ayaklanmalar çerçevesinde sürdürülecektir. İç savaşlarda çatışmaların ekonomik ve askeri boyutları açısından iki etkiden söz edilebilir. Bunların ilki “kaynakları çıkarma ya da kaynaklara hükmetme” , diğeri ise “kontrolü sağlama ya da kontrolü artırma”dır. Bu çıkarım iç savaşlarda şiddet kullanımının ne kadar hileli olduğuna da işarettir (Dufort, 2014, 208). Bahsedilen etkiler şiddet kullanımının makul sebepleri olamayacağından insanlık adına negatif bir etki hissiyatı verir.

Kolombiya Hükümetleri ile FARC arasında 50 yılı aşkın zamandır yaşanmakta olan çatışma süreci 2016 yılında imzalanan Barış Anlaşması ile son bulma imkanını doğurmuştur. Silahların susması için tarafların ortaya koydukları niyet beyanları ihtiyaç olan yapısal reformların hayata geçirilmesi sayesinde kalıcı şekilde çatışmasızlığa dönüşebilir. Ülkenin huzur ortamına kavuşabilmesi ve tekrardan eski günlere dönülmemesinde çatışmayı doğuran etkenlerin yapısal olarak ortaya koyulmasının katkısı olacaktır. Tarafların talep ve aktör analizlerinin yapılması, barış planı yol haritasının detaylarının değerlendirilmesi önemlidir.

Müzakereler yapılırken süreci uzatan etkenler, gerillanın bir kısmının karşılanamayacak talepleri, yapılan hataların değerlendirilmesi gelecekte ELN gibi diğer gerillalarla da barış görüşmelerinde tecrübe olarak kullanılabilecektir. Özellikle taraflardan kendi çizgisinde sabit duranların bir ya da birçok tarafta müzakerelerin dışında tutulması gerekebilir şeklindeki tespitler tarafların değer ve tercihlerinin doğru okunmasında fayda sağlayacaktır (Kriesberg, 2007, s.45).

Tüm şiddet içeren çatışmaların tarihi tecrübelerden yola çıkıldığında bir şekilde barışa dönüşeceği varsayımından hareket edilebilir. Akademik olarak Barış Çalışmaları’nın sağlayacağı fayda ise insan ve maddi kayıpların tamamen ortadan kaldırılmasını ya da asgari düzeyde kalmasını sağlayacak hızlı barış çözümlemesini ortaya koyabilmek, sahada yapısal çözümlemelerle nihai sonuç alabilmektir.

(12)

Amaç

Kolombiya’da siyasal iktidarlar ile FARC arasındaki barış görüşmelerinin hangi aşamalardan geçtiği, barış umutlarının gerçekten var olup olmadığı ve halkın beklentilerinin karşılanıp karşılanamayacağı, çatışmasızlığın kalıcı sonuç verip veremeyeceği gibi hususların ayrıntılı analizlere tabi tutulması hedeflenmiştir. Mevcut yaşanmışlığın ya da pratiğin dünya barışına sağlayabileceği katkı potansiyeli çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır.

Önem

Aktörler arası çatışmaların sebepleri, tarafların kısa ve uzun dönemdeki amaçları ve öncelikleri, silahlı mücadelenin tarihsel seyri, ideolojik angajmanlar, dış güçlerin sürece müdahaleleri bağlamında vekâlet savaşlarının boyutları, savaşın gerçek taraflarının uluslararası ilişkiler ölçeğinde kimler olduğu vb. hususlar irdelenmiştir. İnsanlık tecrübesinin her yeni asırda bize tekrar hatırlattığı gibi barış yapmak savaş çıkarmaktan çok daha zor bir süreçtir. Çalışmayı tarafımızca önemli kılan husus, barış yapmanın zorluğuna rağmen yarım asırdan fazla süren ve 200.000 insanın ölümüne sebep olan bir çatışmanın nasıl evirilebildiğini, hangi etkenlerin burada rol oynayabildiğini gözler önüne sermiş olabilmesidir. Diğer taraftan yaşayan bir süreç üzerinde çalışma yapılmış olması, saha ile devamlı irtibatta olunması gerekliliği çalışmaya farklı bir ayrıcalık katmıştır. Barış Anlaşmasında arabulucu rolündeki devlet ve kişilerin etkinlikleri de ayrıca değerlendirilmiştir.

Sınırlılıklar

Tez çalışması taraflar arasında 20.Yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan politik ve ekonomik uyuşmazlık süreçleriyle başlayacak, tarihsel dayanaklar, ülke profili ve dış politika ilişkileri ihtiyaç oranında çalışmaya dahil edilerek günümüze kadar gelen çatışmaların analizi ve barış çalışmaları ekseninde yürütülecektir.

Tanım

Yarım asrı aşkın zamandır Kolombiya hükümetleri ile Kolombiya Devrimci Alternatif Gücü (FARC) arasında süregelen şiddet içeren çatışmalar odak noktasıdır. Bu çatışmalar da yaşanan gelişmeler, çatışmaların siyasal, sosyolojik, ekonomik ve ideolojik kökenleri, arka planda çatışmaya kimlerin dahil olduğu, çatışmasızlık sürecinde hangi evrelerden geçildiği araştırma konusu olmaktadır.

Yöntem

Tez çalışmasında arşiv araştırması, kitap, dergi, makale, süreli yayın, basın haberleri, mülakat vb. kaynaklar kullanılmıştır. Ayrıca tez konusunun yaşayan bir

(13)

durumdan teşekkül ediyor oluşu sebebiyle saha verilerinin güncel temini de sağlanmıştır.

Çalışmamızın birinci bölümünde çatışma kavramı, çatışmanın çerçevesi, çatışma sebepleri, çeşitleri, çatışma yönetimi ve safhaları açıklanmıştır. Spesifik bir çatışmayı anlamanın yolunun öncelikle siyasi çatışma terminolojisini bilmekten geçtiği anlayışıyla tanımlamalar bu kısımda detaylandırılmıştır.

İkinci bölümde, çatışmayı doğuran sürecin arka plan analizi yapılarak FARC’ın doğuşunu hazırlayan etkenler ortaya koyulmuştur. Çatışmanın tarafları tanıtılırken aktör analizi yapılmış, siyasi ve ekonomik talepler belirtilmiştir. Bununla birlikte dış müdahalelerin çatışmaya yansımaları tartışılmıştır. Özellikle küresel ve bölgesel ölçekteki devletlerin müdahalelerinin gerekçeleri sorgulanmıştır. Bu kısımda Kolombiya’daki şiddetli çatışmaların ortaya çıkmasını sağlayan süreci anlamaya yönelik ülkenin sosyal ve kültürel dokusuna temas edilmiştir. Çatışmanın tarihsel seyri belirli ölçekte ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde ise, Kolombiya’daki siyasi otorite ile gerilla güçleri içerisinde en büyüğü ve etkilisi olan FARC arasındaki barış görüşmelerinin geldiği aşama ortaya koyulmuştur. Barış Anlaşması yapıldığı halde sürecin nasıl devam edebileceği, olasılıkları muhtelif boyutlarıyla izah edilmiştir. Barış yapılırken reform ve yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesinin zorlukları örnekleriyle gösterilmiştir. Arabulucuların rolü belirtilmekle birlikte entegrasyonun etkileri ayrıntılı sunulmuştur.

Son olarak, bu vaka incelemesi üzerinden kalıcı barış imkanı ve dünyanın başka coğrafyalarındaki çatışmalara Kolombiya-FARC tecrübesinin ne gibi faydalar sunabileceği üzerinden analizler sürdürülmüştür.

(14)

I. BÖLÜM

SİYASAL ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE TEORİK ZEMİN

‘Çatışma’ kavramı Uluslararası İlişkiler disiplini ile ilişkili olmayanlara ilk bakışta olumsuzluk algısı uyandırsa da esasında disiplinel çalışmalarda nötr, ekseriyetle olumlu anlamda kullanılmaktadır. Çatışma kavramının bizatihi kendisinin hangi gelişme ile içinin doldurulduğu, devletlerin eğilimleri burada göz önünde bulundurulmalıdır. Çatışma’nın rengini süreçte meydana gelen fiili gelişmeler belirler. Bir çatışmanın görünür ya da görünmez olduğu, şiddet içerip içermediği, nihayetinde olumlu mu olumsuz mu olduğu belirtilen aşamaların neticesinde meydana gelmektedir. Çatışmada şiddetin yoğunluğu ve şiddetin meydana getirdiği sonuçlar da çatışmanın tasnifi konusunda belirleyici bilgiler verebilmektedir.

Yeni savaşlar devletlerarası olmaktan ziyade ‘iç savaş’ olmaya meyillidir. 1990’ların ortalarından itibaren silahlı çatışmaların neredeyse % 95’i devletler arasında değil, içinde gerçekleşmiştir. İç savaşlar sömürgeciliğin etnik ya da bölgesel rekabet, ekonomik azgelişmişlik ve zayıflamış devlet gücü gibi miraslar bıraktığı post sömürgecilik dünyada daha yaygın hale gelmiştir; bu da ‘quasi-states’ ya da ‘başarısız devlet’lere yol açmıştır.

Yeni savaşlar, sivil nüfusa eski devletlerarası savaşlardan daha derin tehditler sunmaktadır. Geleneksel savaşların üniformalı, örgütlenmiş insanlar tarafından yapıldığı (ulusal ordular, deniz ve hava güçleri) gerçeği sembolize olmuş, hatta sivil/askeri ayrımı yeni dönemde birçok şekilde bulanmıştır. ‘Gerilla’ taktiklerinin yaygın kullanımı ve popüler direnç ya da isyanlara verilen vurgu modern savaş tipine dağınık bir karakter vermiştir. Özenle hazırlanmış büyük savaşların yerini ardışık küçük çaplı çatışmalar almış, savaş alanının geleneksel fikri neredeyse gereksiz hale gelmiştir. Savaş ‘insanlar arası savaş’a dönüşmüştür (Heywood, 2015, s.507).

1.Çatışma Yönetiminde Teorik Zemin ve Çerçeve

Galtung’un şiddet ve barış kavramları için geliştirdiği farklı tanımlar, Barış Çalışmaları ve Çatışma Çözümü disiplininde başvurulan temel kaynaklar halini almıştır. Galtung, savaşın önlenmesi için gerekli şartları tespit etmekle sınırlı kalmamış, çatışan tarafların barışçıl bir ilişki biçimine terfi etmesine imkan tanıyabilecek yaklaşımlar da geliştirmiştir. Galtung’a göre çatışma ortamının barış haline dönüştürülmesi için tarafların tek taraflı hedeflerin ötesine geçerek birlikte var olma ve gelişme amacı doğrultusunda hareket etmeleri gerekiyor. Barışın, çatışmaya taraf olan aktörlerin tek yanlı hedeflerinin ötesinde aşkın bir vizyon kazanmasıyla gerçekleşebileceği belirtilmiştir.

(15)

için “ihtiyaç” kavramını “çıkar” kavramından ayrı tutmuş, çıkarların müzakere edilebileceğini ancak ihtiyaçların pazarlık konusu yapılamayacağını ileri sürmüştür. Burton; güvenlik, kimlik ve tanınma ihtiyacı gibi bazı temel ihtiyaçlar olduğunu ifade etmiş, bu ihtiyaçların karşılanması ile uyuşmazlığın kalıcı bir çözüme kavuşturulabileceğini öne sürmüştür. Dolayısıyla çözüm süreci, ancak çatışan tarafların temel ihtiyaçlarının tespiti ve bu ihtiyaçların karşılanması ile gerçekleşebilir tespitinde bulunmuştur.

Diğer taraftan “ilkeli müzakere” teorisi ise çatışan tarafların çözüme yönelik yürüteceği görüşmelerde kazan-kazan felsefesine dayalı bir yaklaşım sunmuştur. Konumlar üzerinden sürdürülecek pazarlık sürecinde çözüme dönük atılabilecek adımlar “taviz verme” şeklinde değerlendirilmektedir. Peter Wallensteen ise çatışma çözümünü; çatışan tarafların temel anlaşmazlıkları çözen bir anlaşmaya varabildiği, tarafların birbirinin varlığını kabul ettiği ve karşılıklı tüm saldırıların sona erdiği bir süreç olarak tanımlamaktadır (Sandıklı, 2012, s.388-391).

1.1.Çatışma ve Çatışma’nın Sebepleri

Çatışmalar, toprak kazanma, bağımsızlık elde etme, ayrılma ya da sömürge olmaktan kurtulma, ideolojik gerekçeler, ulusal, bölgesel ya da uluslararası güç olma istekleri, belirli kaynaklara ulaşma hedefleri vb. milli değerlerden kaynaklanan, en az iki taraf arasında belirli bir süre içerisinde ve belirli bir boyutta meydana gelen, tarafların kararlı bir şekilde hedefleri doğrultusunda kendi faydalarına yönelik hareket etmiş oldukları çıkar ya da pozisyon farklılıklarıdır (HIIK, Konflikte). Çatışma kavramını tanımlama ve belirli bir çerçeveye sığdırmanın güçlüğü ortada olmakla birlikte çatışma sebepleri sadece milli değerlerden kaynaklanır tespiti de yetersiz görünmektedir.

Siyasi çatışma nedenleri her zaman siyasi unsurlarla sınırlı olmayabilir. Ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikler; aşırı fakirlik; ekonomik durgunluk; kötü yönetişim; yüksek işsizlik oranları; çevre kirliliği ve şiddetin teşvik edilmesi çatışmanın ana nedenleri arasında yer almaktadır. Steward, iç çatışmalara neden olan dört faktör üzerinde durmaktadır: grup motivasyonu (etnik, dini, kültürel, coğrafi ya da sınıfsal olsun duyguları harekete geçiren grup motivasyonu), özel motivasyon (çatışma, bireyleri ayrımcılık nedeniyle, fakirlik nedeniyle ya da kişisel çıkar nedeniyle motive edebilir), yasal düzenlemelerin kapsayıcı olmaması (insanlar mevcut yasaların ve hükümetin ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel ihtiyaçlarına cevap verememesi nedeniyle çatışmaya motive olabilirler) ve çevrenin tahribi (çevrenin tahribi beraberinde fakirliği o da çatışmayı besleyebilir) (Akyeşilmen, 2014, s.24).

Çatışma analizi, uyuşmazlık içerisindeki tarafların etki ve tepkileri ile yapabilecekleri üzerinden değerlendirilmektedir. Soğuk savaş döneminde karşılıklı aktörlerin öngörülebilen denge politikaları politik rekabetin şiddetli çatışmaya

(16)

dönüşmesini önlemiştir. Burada toplumun yapısı ve sosyo-psikolojik faktörlerin ülkelerin politikalarının şekillenmesine nasıl yansıdığı da önem arz etmektedir (Giersch, 2008, s.25-26).

Çatışmaların sebepleri farklılıklar arz edebilir: dini, kültürel, ekonomik, coğrafi vb. Bu sebeplerin tamamında etkili olan önemli unsur çatışmaya sebep olması yönüyle iletişim imkânlarının olmayışı ya da sınırlı oluşudur. Böylelikle şiddetli çatışma zemini oluşur. İnsan’ın en belirgin özelliklerinden birisi diğer insanlar ile konuşma, iletişim yoluyla problemlerini çözme olmakta, bu fırsat ortadan kalktığında şiddet içeren çatışma ile karşı karşıya kalınmaktadır. Tam da bu yüzden Uluslararası İlişkiler’de Diplomasi gelişmiştir. Örneğin ekonomik diplomasi birçok çatışmada arabulucu ya da üçüncü taraf rolünü üstlenmektedir. Siyasal diplomasinin tek taraflı menfaat anlayışından ziyade, karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan, iktisadi avantajlarından dolayı bir nevi zorunluluklar da içeren ekonomik diplomasi, devletlerarası ilişkileri göreceli pozitif yöne götürmeyi başarabilmiştir (Çalışır, 2016, s.270). Bu avantajlı ilişki biçimi devletler arasında olabileceği gibi devlet ve örgütler arasında da olabilir.

Şiddetli çatışmaların nedenleri içerisine devlet algısının çarpıklığı dahil edilebilir. Alman sosyolog Max Weber kendi devlet tanımına, her ne kadar bu tanım hukuk devleti kavramına dayansa da, güç unsurunu ilave etti. O’na göre, devlet yalnızca işlevleri arasına meşru şiddet tekeli dahil edildiğinde tanımlanabilir. Siyasi paradoks devletin tanımındaki form ve güç arasındaki ilişkiden ortaya çıkıyor. İktidar kavramı şiddet kavramına indirgenebilir mi? Bir devlete meşru şiddet imtiyazını vermek, şiddet ve iktidar arasındaki tarihsel ilişkiye bakmaksızın, onu şiddet değil, iktidar açısından tanımlamaktır. Bu durum devlette keyfiliğin önünü açabilir (Ricoeur, 2000, s.100). Tarih boyunca şiddet, siyasal çatışmanın yaygın bir amacı olmasaydı, şatolara, kalelere gerek kalmaz, sarayların etrafı yüksek duvarlar ve surlarla çevrilmezdi. Burada devletin amacı şiddeti yok etmek değil, şiddetin yurttaşlarca birbirlerine ve devlete karşı kullanılmasını önlemektir.

Devlet, gerektiğinde şiddete başvurmak tekelini elinde tutmak ister. Şiddet kullanma ayrıcalığını yitirirse, otoritesini ve etkisini de yitireceğini düşünmektedir. Tüm siyasal rejimlerin istikrarı, siyasal iktidarın toplumdaki güç dengesini iyi yansıtmasına bağlıdır. En büyük toplumsal güçlerin temsilcileri iktidarda olduğu zaman, devlet otoritesinde bir boşluk ve rejimde de ciddi bir zayıflık olmaz. Tersi bir durumda ise iktidarın dışında kendisinden daha büyük bir güç bulunacağı için iktidar otoritesini tüm topluma kabul ettirmekte güçlük çeker. Böylece devlet içinde bir bunalım başlar. Toplumdaki güç dengesi durağan değil, değişken olduğu için değişen güç dengesine bağlı olarak iktidarın el değiştirebilmesi ya da yükselen toplumsal güçlerin güçleri oranında iktidarı etkileyebilmeleri gerekir. Rejimin iktidara ulaşmak

(17)

ve siyasal kararları etkilemek için koyduğu kurallar buna elveriyorlarsa, güç dengesinin değişmesinin yarattığı bunalım rejim içinde kalır.

Siyasal iktidar, yeni dengeleri yansıtacak biçimde el değiştirir. Ama rejim bu yolu tıkamışsa, siyasal iktidarın dışında daha büyük bir güç ya da güçler birliğinin oluşmasına karşın rejimin çerçevesi bu yeni durumun siyasal iktidara yansımasını engelliyorsa, bunalım rejim üzerine kayar. Barışçı yollardan elde edilemeyen çözüm, şiddete dayalı yöntemleri gündeme getirir. Yükselen yeni güçlerin iktidarını sağlayacak yeni bir rejim kurulur (Kışlalı, 1991, s.27-28). İktidarların kendi halkları karşısında siyasi çatışmayı göze alamadıkları durumlara da şahit olunmaktadır. Böyle bir durumda şiddet her yönüyle kaçınılmazdır. Çatışmalarda şiddet kullanımı bazen otorite sahipleri tarafından muhalefete zorunlu bir cevap olarak haklılaştırılır, fakat böylesi nitelemeler enderdir ve daha normal olarak kabul edilebilen sıfatlarla (yani “olağanüstü hal” , “ulusal güvenlik yararına alınmış önlemler”, “tutukevleri” vb.) ifade edilir. Şiddetin bu anlamı açıkça, kurumsallaştırılmış meşruluk sorunlarını ortaya çıkarır (Parkin, 1989, s.250).

Çatışmanın sebepleri içerisinde en yoğun karşılaşılan durumlar hükümet ile vatandaşlar arasında meydana gelmektedir. Siyasal iktidarlar kamuoyundan gelen istek ve baskılar karşısında duyarlı olmak durumundadır. Bazen yoğunlaşan baskılara ister istemez boyun eğmek zorunda kalabilirler. Amerika Birleşik Devletleri’nde Watergate Skandalı’ndan sonra Başkan Nixon’un baştaki bütün direnmelerine rağmen, kamuoyunun gittikçe artan tepkisi karşısında en sonunda istifa etmek zorunda kalışı, kamuoyunu “iktidarları yapan ve yıkan bir güç” olarak görme eğiliminde olanları haklı çıkaracak tipik bir örnek sayılır.

Bu konuda başka bir örnek de 1956 yılında Süveyş harekatı fiyaskosundan sonra İngiltere’de Anthony Eden hükümetinin basında yürütülen kampanya sonucunda istifaya zorlanmasında görülebilir. Yine ABD’de Irangate skandalı olarak adlandırılan İran’a gizli silah satışının ortaya çıkmasından sonra, kamuoyunda yoğunlaşan tepkiler üzerine yüksek düzeydeki birçok görevli istifa etmiş, Başkan Reagan’da girişilen hareketin yanlışlığını kabullenmek ve bütün sorumluluğu yüklendiğini açıklamak zorunda kalmıştır.

Kamuoyu olarak ağırlığını duyuran grup kanaat ve isteklerine yabancı kalan kararlar, toplum içinde etkinlik ve dayanıklık yönünden zayıf kalmaya mahkum olmaktadır (Kapani, 2015, s.171-172). Halkın bu talepleri gündeme getirme şekilleri farklılıklar arz edebilir. Hatta belirli seviyede ve sınırlar dahilinde meşru otoritenin dikkatini çekmek maksadıyla kısmi şiddetin1 dahi uygulanabileceğini öne süren

görüşlerde bulunmaktadır. Diğer taraftan yasalar şiddete karşı önlemler alır ve

(18)

eğitimde şiddete yönelik eğilimleri o derece yumuşatmaya çalışır ki her tür şiddet eyleminin barbarlığa doğru bir gerileme olduğu düşünülür (Sorel, 2013, s.191).

Çatışma alanının bir boyutu da sivil itaatsizlik zemininde oluşmaktadır. Demokratik süreçler akamete uğradığında sivil itaatsizlik meydana gelebilir. Bu anlamda sivil itaatsizlik normal bir siyasi eylem değildir. Sivil itaatsizlik çoğunluğun adalet duygusuna seslenen bir siyasal eylem olduğu için, böyle bir eylemin genel olarak adaletin esaslı ve bariz bir şekilde ihlal edildiği vakalarla ve tercihen, düzeltildiği takdirde, var olmaya devam eden adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için bir temel teşkil edecek vakalarla sınırlandırılması gerekir. Bundan ötürü, sivil itaatsizliği ilk adalet ilkesinin, yani eşit özgürlük ilkesinin ihlal edilmesiyle ve fırsat eşitliğini çiğnenmesi durumlarıyla sınırlandırmaya yönelik bir varsayım vardır.

İnsanların siyasi adalet anlayışı ve bunun gerektirdiklerinde işleyen yeterli bir anlaşma olduğu sürece anarşi tehlikesi gözükmeyebilir. Meşru sivil itaatsizlik ülke içi barışı tehdit ediyor gibi görünüyorsa, sorumluluk protesto edenlerden ziyade otoriteyi ve iktidarı istismar ederek böyle bir muhalefeti haklı kılanlara düşmekte olduğu belirtilmektedir (Rawls, 2011, s.175-181). Sadece siyasi iktidarın meşru olduğu ve şiddet kullanma tekelini elinde bulundurduğu görüşüne yakın olan düşünceler burada ayrışmaktadır.

Bir çatışmada şiddetin yokluğu barışçıl bir uyuşmazlık şeklinde düşünülebilir. Uluslararası düzende “adalet” kavramı, ödev anlayışı üzerine temellendirilmeye çalışılırken çeşitli sorunlarla karşılaşılmaktadır: güç kullanmanın haklılığı, adalet ve ödevin nasıl ve kime göre tanımlandığı gibi. Czempiel şöyle söylemektedir: “Eğer adalet uluslararası düzeyde bağlayıcı biçimde tanımlanamıyorsa, o zaman bunun tersi olan zora başvurma, yani savaş da haklı olamaz ve temellendirilemez. Bu sebeple adalet kategorisinden vazgeçemeyiz. İç işlerindeki çatışma ve mücadelelerde de birbiriyle uyumlaştırılması gereken hak ve adalet anlayışları vardır. Ancak uluslararası ilişkilerde tek tip bir adalet söz konusu olmadığına göre, devletlerin dış siyaseti bu durumu dikkate almalı ve adalet taleplerinde zora başvurma ilkesinden vazgeçmelidir.” Barış araştırmalarının en temel sorunu “barış” kavramıyla “reel” dünya arasındaki (görünürdeki) ayırımdır (Ökten, 2001, s.231-233). Teori ve pratik arasındaki uyum zorluğu çatışma analizi ve barış çalışmalarında da kendini göstermektedir.

Günümüzde iki devlet ya da devlet ile bir grup arasındaki çatışmada iletişim kanallarının az da olsa açık olması şiddetin tavan yaptığı durumlarda dahi barış ümidinin var olduğunu gösteren belirgin bir işarettir. Bundan dolayı bir çatışmada ‘negatif barış’ iletişimin sürdürülmesi ile sağlanabilecektir. Diğer taraftan çatışmaların başlangıcı, kıvılcımın ilk çıktığı an çatışmanın gidebileceği yer açısından çok önemlidir. Şiddetin olmadığı dönemde çatışmanın iyi yönetilip yönetilmediği,

(19)

çatışmanın şiddetli krize evirilip evirilmeyeceği öngörüsü hakkında bize yön vermektedir (Çalışır, 2016, s.246).

1.2.Çatışma Çeşitleri

Çatışmalar temel olarak yoğunluk bakımından şiddet içeren ve şiddet içermeyen çatışmalar olarak ikiye ayrılmaktadır. Tüm şiddet içeren çatışmalar esasında şiddet içermeyen çatışmaların devamında meydana gelmektedir. Hiçbir şiddetli çatışma ani bir barış ile sonuçlanmıyor, adım adım gerilim ve dalgalanmaların azalması sonucu barış aşamasına geliniyor. Çatışma seviyeleri hakkında çıkarılan çatışma barometreleri şiddet seviyesi azalsa da azalmasa da şiddetli çatışmaların çatışmasızlığa evirilebilme ihtimalinin seviyesini ortaya koyabiliyor (HIIK, Konflikte 2011).

Galtung’a göre şiddet kendi içinde bireysel şiddet ve yapısal şiddet olarak ikiye ayrılmaktadır. Bireysel ya da kişisel şiddet doğrudan şahsa yönelik olmakta, yapısal şiddet ise dolaylı şekilde kendini göstermektedir. Bireysel şiddetin yokluğu negatif barış, yapısal şiddetin olmayışı ise pozitif barış ve sosyal adaletle aynı anlama gelmektedir. Bir toplumda yapısal şiddet varsa sosyal adaletsizlik de vardır (Galtung, 1969, s.183).

Şiddetle ilgili tanımlara bakıldığı zaman, hepsinde bulunan tek ortak noktanın fiziki güç kullanılması olduğu görülür. Fakat şiddetin yalnız insan vücuduna ve mala zarar veren saldırı değil, aynı zamanda da fert üzerinde psikolojik tahribat yapan bir yönü de olduğu hatırlanmalı. Siyasi iktidarın belirleyici niteliği olan zor kullanma tekeli ile spesifik şiddetin birbirine karıştırılmaması da önemlidir. Esasen, iktidar meşruluğunda meydana gelecek zayıflama derecesine bağlı olarak şiddet kullanmaya yönelebilir (Hazır, 2001, s.19-20).

Çatışma içerisinde meydana gelebilen şiddet terminolojisinde kapsamlı bir tasnif yapmak gerekirse öncelikle gizli ve görünür şiddet; önceden planlanan ve planlanmayan şiddet ayrımları öne çıkmaktadır. İlaveten kişisel ve yapısal şiddet ayrımı içerisinde psikolojik, hissedilen, fiziki, uygulanan şiddet ayrımları da yapılabilir. Çoğunlukla herkesin kişisel şiddet (personal violence) ile ilgili olması garipsenecek bir durum değildir. Çünkü kişisel şiddet sergilenir, görülür, herkes tarafından rahatlıkla algılanır. Dinamizme sahiptir, değiştirir. Oysa yapısal şiddet (structural violence) sessizdir, kendini sergilemez (Galtung). Esasında topluma kalıcı zarar veren durum yapısal şiddetle meydana gelmektedir.

Bu açıdan özellikle birinci dereceden gizli çatışma içerisinde meydana gelen yapısal şiddetin ileri derecede çatışmalara dönüşmesini engellemek amacıyla toplumun bilinçlendirilmesi önemli olmaktadır. Yapısal ve aktör odaklı çatışmalar çerçevesinde çatışmanın gizli mi görünür mü olduğunu veyahut bilinçli mi

(20)

bilinçaltından mı kaynaklı bir çatışmadan bahsedildiğini anlamak için iki soruya bakmak gerekir:

İçinde bulunduğumuz çatışma sadece görünür seviyede mi? Çatışma süreci taraflar arasında sadece gizli şekilde mi başlıyor? İlk sorunun cevabı hayır, ikinci sorunun cevabı ise evet olmaktadır. Böyle durumlarda yapısal çatışmadan söz edilmektedir. Aktör çatışmasında davranışlar bilinçli iken, yapısal çatışmada davranışlar bilinçaltından gelmektedir (Galtung, 1996, s.73-74). Yoğunluklarına göre beş çatışma türünden bahsedilmektedir (HIIK, The concept of political conflict). Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere, çatışmaların şiddet içermesi gerekmeyebilir.

Tablo 1: Çatışma Türleri

Şiddet yoğunluk

derecesi Çatışma türü Şiddet seviyesi

Çatışmanın yoğunluk derecesine göre sınıflandırılması 1 Politik Uyuşmazlık Şiddet içermeyen çatışmalar Az yoğunluk içeren çatışmalar 2 Şiddet içermeyen kriz 3 Şiddetli kriz Şiddet içeren çatışmalar

Orta derecede yoğunluk içeren çatışmalar 4 Sınırlı savaş

Yoğunluğun fazla olduğu çatışmalar

5 Savaş

Yukarıdaki tabloda birinci derecedeki çatışma ‘görünmez çatışma’ (latent

conflict), ikinci derecedeki çatışma ise ‘görünür çatışma’ (manifest conflict) şeklinde

tanımlanabilir. Burada tasnif kriteri kullanılan dil ve iletişim araçlarının niteliği ve boyutu ile ilgilidir. Bir çatışmanın çözümüne yönelik yapılan müzakereler hakkında Guy Olivier Faure şöyle söylemektedir: ‘Bir çatışmada müzakereler, iki ya da daha fazla tarafın karşıt oldukları durumların ve farklılıkların belirli bir zaman dilimi içerisinde bir çerçevede kabul edilebilir bir düzeye dönüşebilme imkanının bulunduğu sosyal süreçlerdir’ (Pfetsch, 2006, s.17-20). Bir çatışma savaş boyutuna evirilmeden önce müzakereler çatışmanın tarafları arasında denenmektedir. Çatışmanın şiddete

(21)

dönüşmesiyle birlikte krizden, kısmi savaş ya da savaştan bahsedilmektedir. Beş savaş tipinden söz edilmektedir (Universität Hamburg):

A. Rejime karşı savaşlar

B. Bağımsızlık ve Bölgesel savaşlar C. İki devlet arasındaki savaşlar

D. Sömürge olmaktan kurtulmaya yönelik savaşlar E. Diğer savaşlar

Bir çatışma şiddet içerse de Çatışma Çözümü teorileri, prensip olarak optimist bir düşünceyle barış sözleşmesinin kendi taşıdığı özel koşullarının geliştirilmesiyle çatışmaların çözülebileceğini ifade etmektedir. Buna karşı Çatışma Yönetimi anlayışı ise daha şüpheci öncüllerle hareket eder. Bu düşünceye göre çatışmaları kesin olarak çözmeye yönelik çabalar gerçekçi değildir, çünkü tarafların karşılıklı istekleri müzakere edilerek bir karara bağlanabilecek gibi değildir. En fazla ulaşılabilecek hedef yoğun ve fiziki güç kullanımından vazgeçmeye tarafların razı olmasıdır.

Galtung’un “peace-keeping” yaklaşımı Çatışma Yönetimi anlayışına yakındır. Bu yaklaşıma göre “Çatışmalarda yeni bir şey meydana getirmek denenmemektedir, daha ziyade çatışmanın etkilerini hafifletme girişiminde bulunulmaktadır”. Çatışma Yönetimi anlayışı ‘negatif barışı’ stabil hale getirerek öncelikle yoğun şiddetin ortadan kalkmasına odaklanmaktadır (Baumann, s.76). Kant’ta tamamıyla negatif bir barış kavrayışıyla yetinmişti. Bu durum, savaşın kontrolü üzerindeki tüm kısıtlamaların aşılmış olmasından ziyade savaşın ortaya çıkışını özelde toplumlara ait koşullara bağlayan yeni küresel ortam sebebiyle tatmin edici gözükmemektedir (Habermas, 2005, s.399).

1.3.Çatışma Yönetimi

Çatışma yönetiminin önemli unsurları aktörler, önlemler, safhalar ya da süreçlerdir. Çatışma yönetiminde kolaylaştırıcılık ya da arabuluculuk gibi üçüncü taraf olarak çatışmayı yönetmede rol alacak aktörlerin, yapısı, görevleri ve etkileri çatışmanın ve aktörlerin düzeyi ile doğrudan ilintilidir. Aktörler ve önlemler düzeylerine göre sınıflandırılabilir. Buna göre aktörleri, siyasi ve askeri elit/liderler gibi I. düzey aktörleri, ulusal ve uluslararası STK’lar gibi II. düzey aktörleri ve yerel tabana dayalı örgütlenmelere, kalkınma ve insan hakları yerel STK’ları gibi III. düzey aktörleri diye sınıflandırmak mümkündür (Akyeşilmen, 2014, s.34).

(22)

Çatışma Yönetimi’nde üç temel ayırımdan söz edilmektedir.

Çatışmayı Engelleme (conflict prevention), Çatışma Yönetimi (conflict management), Çatışma Çözümü (conflict resolution).

Çatışmayı engellemek için ilk olarak bölgedeki şiddetin sebebini analiz etmek gerekir. İkincisi, gerilimi düşürme eğilimi içinde olunmalı, ardından mevcut gerginliğin daha da yayılmasının önüne geçmek gerekir. Son olarak şiddetin daha da yayılmasına sebep olacak risk faktörlerini şiddet meydana gelmeden ortadan kaldırmak gerekir. Çatışma yönetimi, mevcut olan şiddet ve zararı sınırlandırmaya, bir uzlaşma yolu bulmaya, çatışmayı kesin bir şekilde çözmekten ziyade yayılmasına set vurmaya yöneliktir. Çatışma çözümü, bir çatışmanın derinlemesine sebeplerine odaklanarak yapısal sorunlar ile ilgilenir. İnsanların tüm davranış ve tutumlarına konsantre olur (Berghof Foundation). Çatışma analizinde farklı bir tasnif ise 3PF (J.D.Sandole) olarak da bilinen çatışma çözümü ve çatışmanın üç sütunlu kapsamlı eşleştirilmesi aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Tablo 2: Çatışma Analizinde 3PF

1.Sütun 2.Sütun 3.Sütun

Çatışma Nedenleri ve Koşulları Çatışmanın Unsurları Çatışmaya Müdahale

Bireysel Taraflar Üç taraflı Amaçlar

Toplumsal Sorunlar Çatışmanın Engellenmesi (Şiddet)

Uluslararası Amaçlar Çatışma Yönetimi

Global/Çevresel Çatışma Eğilimleri

Yönetimi Çatışmayı Yatıştırma Çatışma Çevresi Çatışmayı Çözme

Çatışmayı Dönüştürme

Hedeflere ulaşmanın üç taraflı Amaçları

Fikir ayrılığının sebebine ve/ya da işbirliğine yönelik Amaçlar Negatif Barış ve/ya da Pozitif barış eğilimleri

Bir tek ya da birçok yolun aktörleri ve süreçleri

(23)

1.4.Çatışma Yönetimi Safhaları

Çatışma yönetimi safhalarından çatışmayı yatıştırma safhası ateşkesi, çatışmayı çözme safhası müzakereler ve anlaşmaları, çatışmayı dönüştürme safhası da toplumsal entegrasyon, yasal ve anayasal reformları da içeren yapısal değişimler, toplumsal dönüşüm ve gerçek barış olan sosyal adaleti ifade eder. Safhaları birbirinden bu kadar keskin çizgilerle ayırmak her zaman mümkün değildir. Zira bu safhalar çoğu zaman iç içedir ve bazen de birlikte ilerlemektedir. Çatışmanın sona erme biçimi çatışma sonrası sürecin istikrarını doğrudan etkilemektedir. Çatışmanın bir safhasında meydana gelen bir gelişmenin hem çatışma ve çatışma yönetiminin diğer safhaları hem de çatışma sonrası süreçler üzerinde etkileri olur.

Çatışmayı Yatıştırma

Çatışma nedenlerini dikkate almadan doğrudan şiddeti sonlandırmaya yönelik atılan bütün çalışma ve stratejilerdir. Bu safha, hızlı sonuç almaya odaklı, sınırlı ölçüde kazan-kazan durumu olup barışın sağlanması demektir. Barış bu safhada, adil bir çözümden ziyade şiddetin olmaması durumu için kullanılmaktadır. Pozisyonlar çıkarların önündedir. Aktörler rasyonel olduğundan işbirliği imkanı mümkün görünmektedir.

Çatışmayı Çözme

Bu süreç kapsamlı analizler içerir ve süreç odaklıdır. Çatışma tüm taraflarca ortak bir sorun olarak kabul edilmekte ve çözüm odaklı bir perspektif geliştirilmektedir. Bu safha da barış çatışmanın yokluğu demektir. Temel hedef, ortak çıkarlara odaklanmak ve işbirliği düşüncesi ile çalışmaktır. Bu süreçte uzun uzun görüşme ve müzakere süreçleri ortaya koyulur.

Fisher, Ury ve Patton’a göre, başarılı bir müzakere için bu safhada şunlara dikkat edilmelidir; insanları sorundan ayrı tutmalı, pozisyon değil, çıkarlara vurgu yapmalı, iki tarafın kazançlı çıkması için opsiyonlar geliştirilmeli ve objektif kriterlere vurgu yapılmalıdır. Bu safhada başarılı stratejilerin ve metotların geliştirilmesi için arabulucu yoğun bir mesai geliştirmeli. Bu aşamada çatışma taraflarının aktörleri bir araya getirilmeli, yakından birbirlerini tanımalarına yardımcı olunmalıdır.

Çatışmayı Dönüştürme

Çatışmayı dönüştürme, bütün çatışma yönetimi stratejilerinin nihai olarak varmak istedikleri yapısal odaklı safhadır. Çatışmayı yatıştırma ve çatışmayı çözme safhaları geçici safhalar olarak kabul edilir. Çatışmayı dönüştürmeyi hedeflemeyen hiçbir çatışma yönetimi stratejisi ve safhası bir toplumda barışı sağlayamaz. Sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel dönüşümü hedeflemeyen, yapısal değişiklikleri temel almayan her barış girişimi eksiktir. Bu safha yapısal değişim odaklı ve uzun vadeli

(24)

barışa yönelik çalışmalardan oluşmaktadır. Alttan-üste kapasite geliştirme ve yerel halkı güçlendirmeye yönelik perspektifler ve politikalara dayalıdır. Bu aşamada, barış sosyal adalete tekabül eder.

Çatışmayı dönüştürme safhası, toplumsal ilişkilerde gerçek sorunlara cevap arayan, sosyal hayatta şiddeti kaldırıp yerine adaleti tesis eden yapıcı bir dönüşüm sürecidir. Toplumun sosyal, kültürel ve siyasal yapısının yanında zihinsel yapısının da dönüştürülmesi hedeflenmektedir (Akyeşilmen, 2014, s.35-38).

1.5.Teorik İmkanlar Işığında Barış Kapasitesi

İnsanlık tarihinde çatışmanın hep var olduğu varsayımı gerçekçi kabul edilmektedir. İnsanların şiddet eğilimlerinin psikolojik ve psikiyatrik sebeplerini bilmeye imkan veren özellikle son birkaç asırda meydana gelen sosyal bilimsel gelişmelerinin çatışmalarda şiddetin azalmasına katkı sağlayamadığı görülüyor. Buna rağmen son teknolojik yenilikler gelecekte çatışmaların engellenmesinde ve barışı inşa etme de çok daha fazla efektif stratejilerin geliştirilmesine fayda sağlayabileceği öngörülmektedir.

Vaka çalışmaları barışı inşa inisiyatifinin teknoloji ile birlikte farklı olanakları ortaya çıkarabilecek fonksiyonları olabileceğini gösteriyor. Aynı şekilde teknolojik yenilik süreçleri barış inşa çalışmalarını barış tekniği gelişimi ile uyumlu hale getiriyor. Diğer taraftan barış teknikleri etik kaygıların artışına da neden oluyor. Esasında barış tekniği mevcut barış inşasına yeni bir anlayış getirme ya da barış sürecindeki tarafların angajesini artırmaya yönelik bir model olmamakta, bu inovasyon süreçleri taraflar arasındaki muhtemel barış platformların oluşmasına katkı sağlayabilmektedir (Stockholm International Peace Research Institute, 2017). Özellikle iletişim olanaklarının teknoloji sayesinde gelişmesi arabuluculuk mekanizmasının devlet ya da kişi düzeyinde son derece faydalı şekilde çalışmasına imkan verebilir.

Demokratik Barış Teorisi’ne göre demokratik normların yerleşmesiyle kalıcı uluslararası barışın tesisi arasında doğru orantılı bir korelasyon vardır. Montesquieu monarşilerin savaşa daha fazla eğilimli olduğunu ileri sürer. Realizm’e göre barışın tesisinin önündeki temel engel insan doğasıdır. İnsanın karşı tarafı baskı altına alma ve şiddet kullanma temayülü devletlerin güç ve nüfuz sahibi olma ve savaşma eğiliminin ardında yatan sebeptir.

Devletler diğer ülkelerin gelecek hesaplarını en kötü senaryoyu göz önünde bulundurarak değerlendirmekte, mevcut kabiliyetlerini güvenlik kaygılarını giderecek ölçüde geliştirmeye çalışmaktadır. Devletlerin kendi güvenliğini sağlamaya yönelik girişimleri ise diğer devletlerin güvenliğine zarar vermekte, böylece karşılıklı güç

(25)

Walz, savaşların uluslararası ilişkilerin tabiatı gereği kaçınılmaz olduğunu belirtmiş, egemen devletler topluluğu şeklindeki mevcut sistem devam ettiği sürece bu gerçeğin değişmeyeceğini yazmıştır. Marksist felsefeden temelini alan yapısalcı yaklaşıma göre barış, sosyal adalet ve ekonomik eşitliğin sağlanabildiği sınıfsız bir toplumla gerçekleşebilir. Bu doğrultudaki Merkez-Çevre Teorisi ve Dünya Sistemi Teorisi kalıcı barışın emperyalizmi besleyen kapitalizmin ortadan kaldırılması ve kaynakların eşit tahsisi ile mümkün olabileceğini savunmuştur.

Merkez-Çevre Teorisi ile Johan Galtung emperyalizmin sürekliliğini sağlayan yapısal şiddetin kaldırılması ile uluslararası düzeyde barışın sağlanabileceğini savunmuştur. Dünya Sistemi teorisi ile Immanuel Wallerstein ise barışın önündeki temel engelin kapitalist üretim ilişkilerinin tarihi süreçte yol açtığı mevcut dünya ekonomisinin yapısı olduğunu belirtmiştir (Sandıklı, 2012, s.135-150). Diğer taraftan Galtung, insanlardan ziyade onları şiddete sevk eden düşüncelerle ilgilenilmesi gerektiğini belirtmek adına “Kötü insanlar yoktur, kötü düşünce ve fikirler vardır. Kötü fikirler kötü insanları ortaya çıkarır” demiştir (Picott, 2012, s.5).

Aktör analizi bağlamında bir çatışmada barış için şartların uygun olması önem arz ederken küresel sosyo-politik iklim koşullarının da bu duruma elverişli olması elzemdir. 2015 yılında dünyada şiddetin ve şiddetin önlenmesinin maliyeti tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkarak dünya ekonomisinin % 13’üne eş değer bir rakam olan 14,8 triyon dolara ulaştı.

Bu ekonomik kayıp çatışmaların gelecekte alacağı yön açısından yapılan öngörü ve beklentilerin önemini güçlendiriyor. Aynı şekilde savaş ve çatışmaların nasıl önlenebileceği hakkında somut çabaların geliştirilmesinin ciddi araştırmalarla olabileceği gerekliliğinin altı çiziliyor (Institute for Economics and Peace). İnsan kayıplarına ilaveten maddi zararın büyüklüğü tüm tarafları artık uluslararası arenada çatışmasızlığa zorluyor. Modern dünyada geliştirilen disiplinel çalışmaların barış yapabilmede büyük katkısı olmakla birlikte, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin aktif arabulucuk faaliyetlerinin büyük önemi olmaktadır. Bu minvalde Boutros-Ghali, BM’nin kullanabileceği dört farklı kategori barış yolu önermiştir:

Önleyici Diplomasi: Anlaşmazlıkların taraflar arasında çatışmaya dönüşmesini önlemek, var olan anlaşmazlıkların silahlı çatışmaya tırmanmasının önüne geçmek ve silahlı çatışma çıkması halinde bu çatışmanın yayılmasını önlemek; (Çatışma Önlenmesi)

Barış yapma (peacemaking): Çatışmaya neden olan konuların çözülmesi süreci; (Çatışma Uzlaşması/Çatışma Çözümü)

(26)

Barışı Koruma (peacekeeping): Çatışmanın durdurulması ve kırılgan olan barış ortamının korunması süreci ve ateşkes anlaşmasının uygulanmasına yardım edilmesi; (Çatışma Yönetimi)

Barış İnşası (peacebuildung): Tekrar çatışmaların alevlenmemesi için barışın güçlenmesi ve pekişmesi için gerekli olan sosyal, politik, ekonomik ve sosyopsikolojik yapısal değişikliklerin belirlenmesi ve uygulamaların desteklenmesi. (Çatışma Çözümü/Çatışma Transformasyonu) (Demirci, 2015, s.8).

Çatışma Analizi temelde bir çatışmanın nedenleri ve sonuçları ile barışı destekleyen ve engelleyen dinamiklerini anlamayı amaçlamaktadır. Bunu yaparak taraflar arasında ortak bir tanıma varmaya, ortak sorunları ortaya çıkarmaya ve ortak çözümleri geliştirmeye yardımcı olur. Çatışma Analizi, çatışmanın kaynaklarını ve sonuçlarını incelemek; çözüm yolları geliştirmek; aktörlerin barış kapasitelerini keşfetmek ve barışı kalıcı kılmanın yollarını aramak olarak ifade edilebilir.

Aşağıdaki tabloda belirtilen Hak-temelli Stratejik Barış Modeli, (Akyeşilmen, s.58-65) “etnik, dini, sınıfsal, mezhepsel ya da ırksal gruplar arasında, her düzeyde yapıcı, barışçıl ve uzun vadeli sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal hak-temelli ilişkiler geliştirmeyi” hedeflemektedir.

(27)

Tablo 3: Stratejik Hak Temelli Barış Modeli Çerçevesi

Stratejik Hak Temelli Barış Modeli Çerçevesi

A.1) Arka Plan Çatışmaların belli başlı tarihsel noktaları ve etkilerine değinilir; Analizi anahtar birkaç gelişmeye bakılır.

Siyasi (siyasi sistem, rejim demokratikleşme, insan hakları vb.), ekonomik (kişi başı gelir, gelir adaleti, ticaret ve kynakları), A.2) Neden Analizi kültürel (dil, din, mezhep, ideoloji vediğer kimlikler),

sosyal (toplumun yapısı, nüfus, eğitim, eşitlik, ayrımcılık vb.) A) Çatışma Profili tarihi (tarihsel ilişkiler) ve coğrafi (coğrafyanın etkisi, komşular

çatışmalı bölge olması vb.) nedenleri tek tek incelenir. Çatışmaların hali hazırda kaçıncı dereceden çatışma olduğu, A.3) Mevcut Durum süresi, kapsamı, son gelişmeler, uluslararası bakış açısı gibi Analizi konular ele alınır.

A.4) Çevre Analizi Medya, din, demokratikleşme, uluslararası sistem ve çatışmayı etkileyen diğer iç ve dış unsurlar incelenir.

B.1) Aktör Profili Aktörlerin yapısı, devlet ya da devlet dışı olması, gücü, durumları, bağlantıları, iç ilişkileri değerlendirilir. Aktölerin siyasal, sosyal, kültürel ve psikolojik talepleri, B.2) Talep Analizi istekleri, karşı tarafı algısı (kabullenici ya da reddedici)

ele alınır.

B) Aktör Analizi B.3) Swot Analizi Tarafların güçlü ve zayıf yanları ile çevrenin sunduğu fırsatlar ve tehditler analiz edilir.

B.4) Barış kapasitesi Tarafların hiyerarşik yapısı, toplumsal yapısı, demokrasi ve Analizi hoş görü kültürü, barış kültürü, din eğitimi, yaşlılar, adalet ve

polis gibi geleneksel barış kurumlarının durumu değerlendirilir. C.1) Stratejik Barışın/ İlk iki bileşen üzerine inşa edilecek barışın nihai amacı Çözümün Hedefi (çatışmayı yatıştırma, çözme dönüştürme) belirlenir. C) Stratejik Barış Planı C.2) Çözüm Politikaları/ Barışın belirlenen hedefine ulaşmak için yapılması gereken ya da Çözüm Analizi Araçları siyasal ve hukuki reformlar, ekonomik ve sosyal dönüşümler,

eğitim ve entegrasyon faaliyetleri ele alınır.

C.3) Yürütme Barış sürecini yürtecek ilk adım mekanizmaları ve sürece bağlı Mekanizmaları olarak halkın katılımıyla oluşturulacak nihai mekanizma belirlenir. D.1) Yol Haritası Stratejik barışa ulaşmak için belirlenen politikaların ve reformların Takvimi yapılacağı tahmini süreler netleştirilir.

D.2) Periyodik Belli dönemlerde süreç gözden geçirilerek, işleyen ve işlemeyen Değerlendirmeler yönlerin tesbiti ve gerekiyorsa revizyonu ele alınır.

D) Uygulama ve Yapılan reformların herbiri ve genel süreç, toplumsal katılımcılık Denetim D.3) Çözümün (participation), demokratik şeffaflık (accountability), kapsayıcı

PANEL Analizi olması ya da ayrımcılığın olmaması (non-discrimination), toplumun güçlendirilmesi (empowerment) ve son olarak hak ve adaleti tesis edici olması (linkages to human rights) kriterleri ile denetlenir.

(28)

II. BÖLÜM

BARIŞA GİDEN YOLDA ‘SORUN’UN YAPI TAŞLARI 2.1. Çatışmayı doğuran sorunun arka plan analizi

Güney Amerika’da devlet aygıtının şiddeti tekelinde bulundurarak kendi politik faydaları doğrultusunda kullanması özel durumu uzun yıllar kontrol altına alınamadı. Devletlerin bu merkezi gücü özellikle bazı devletlerde uzun süre etkisini sürdürmüştür. 1980’lerin sonlarında demokrasi aşamasına geçilmesiyle bu devletlerdeki ilişki biçimleri farklı bir evre kazanmıştır. Sonrasında uyuşturucu ekonomisi Latin Amerika devletlerinde genişleyerek devam etti (Feld, 2004, s.5) ve hükümetler ve gerillalar arasındaki ilişkiler apayrı bir boyut kazandı.

Kolombiya’da çatışma ve mücadele 1549 yılında, bölgenin İspanyol kolonisi olmasıyla başlamıştır. Sömürge yönetimine karşı verilen mücadeleler, ilk başarılarını 20 Temmuz 1810’da bağımsızlığın ilan edilmesi ile elde etmiştir. Ancak Büyük Kolombiya Cumhuriyeti adıyla bir devletin kurulması 07 Ağustos 1819 yılında General Simon Bolivar’ın Boyaca Muharebesinde İspanyolları yenilgiye uğratmasıyla birlikte gerçekleşebilmiştir. O dönemlerde Büyük Kolombiya bugünkü Venezüella, Ekvator ve Panama’yı da içine almaktaydı.

Verilen bağımsızlık mücadelelerinin ardından ülkenin kaderini belirleyecek olan yeni çatışmalar ülke içindeki gruplar arasında ortaya çıkmıştır. Büyük Kolombiya’nın ilk devlet başkanı Simon Bolivar ve başkan yardımcısı olan Francisco de Paula Santander bu mücadelelerin en önemli karakterleridir. İleride Muhafazakar partinin çekirdek kadrosunu oluşturacak olan Bolivar taraftarları, Roma Katolik Kilisesi ile sağlam bağlara sahip ve güçlü bir merkezi otoriteye dayanan devlet anlayışıyla birlikte sınırlandırılmış oy hakkını savunmuşlardır. Liberal olarak nitelendirilecek olan Santander taraftarları ise adem-i merkeziyetçi ve laik bir devlete paralel olarak genel oy hakkını savunmuşlardır. Bu iki grup arasındaki çatışmaların ilk önemli sonucu 1830 yılında Venezuela ve Ekvator’un bağımsızlıklarını ilan etmeleridir. Bunun ardından ordu müdahalesiyle düzen sağlanmış ve 1832 yılında Santander iktidara gelmiştir (Özdemir, 2006, s.52-53).

Bağımsızlık kazansa dahi Kolombiya devletinin zayıflığı 1830’lardan itibaren tarihsel bir gerçek olarak durumunu korumuştur. Az sayıdaki seçkin kesim gücü elinde bulundurarak oligarşik bir yapı meydana getirmiş, devletin güç ve meşruiyet problemi bununla birlikte devam etmiştir. Feodal yapıdaki tarım sistemi ve az sayıdaki büyük toprak sahiplerinin varlığı zengin ve fakir arasındaki sosyal uçurumu daha da körüklemiştir (Strassner, 2007, s.109).

(29)

Bağımsızlığı sonrasında Kolombiya ekonomisi ağırlıklı olarak maden kaynaklarının ihracatına odaklandı. Dünyada iktisadi krizin yaşanmasından sonra dünya pazarından bağımsız hareket etme durumunda kalan Kolombiya ekonomisinin kentleşme ve sanayileşmedeki artış hızında azalma meydana geldi. Bu ekonomik zorluklara rağmen informel şekilde Kolombiya’da ayrı bir iktisadi refah sektörü meydana geldi. Dolayısıyla Kolombiya Latin Amerika’da en yüksek gelir dengesizlikleri ile birlikte aynı zamanda azalan bir yoksulluğun da meydana geldiği bir ülke konumunu aldı.

İktisadi büyüme çoğunlukla adaletsiz büyüme olarak meydana geliyor. Ülke içerisinde toplumsal makas devamlı açılmış, toplumsal eşitsizlik sosyal yapıyı da direkt olarak dönüştürmüştür. Özellikle Kolombiya’nın bağımsızlığı sonrasında orta sınıfın meydana gelmeyişi toprak sahipleri ile kırsalda yaşayanları kutuplaştırmış, karşı karşıya getirmiştir. Toplumun bu kutuplaşmış yapısı eşitsizlik durumunu açıkça ortaya koyarak (Kaltmeier, 2013, s.76-77) çatışmaların fitilini ateşlemiştir.

Kolombiya 20.Yüzyılın ilk yarısını çeşitli ekonomik ve sosyal huzursuzluklara rağmen genel itibariyle barış içinde geçirmişti. 1848’de kurulan Liberal Parti ile 1849’da kurulan Muhafazakar Parti taraftarları arasında 1899-1902 yılları arasında yaşanan ve Bin Gün Savaşı (Guerra de los Mil Dias) adı verilen iç savaştan sonra görece bir siyasi istikrar dönemine girilmişti. Fakat ikinci dünya savaşı yıllarında ülke içindeki bölünmeler derinleşti. Sosyal demokrat-sosyal liberal çizgideki Liberal Parti’nin karizmatik lideri olup 1950’de yapılacak devlet başkanlığı seçimlerini kazanmasına kesin gözüyle bakılan (Yılmaz, s.6) Jorge Eliecer Gaitan2’ın 9 Nisan

1948’de suikasta uğrayıp hayatını kaybetmesi, Kolombiya’daki kanlı iç çatışmaların zeminini hazırladı. Özellikle 1948-1964 arası dönemde Kolombiya en kanlı iç savaşların mağdur ettiği bir ülke konumuna geldi (Kline, 2012, s.9).

Kolombiya’da bağımsızlık sonrasında on yıllar boyunca toplumsal yapıda temelde bir değişiklik meydana gelmedi. Koloni zamanında mevcut olan hiyerarşi varlıklarının eşit olmayan paylaşımı aynen devam etti. Üst tabaka ya da sınıf (büyük toprak sahipleri, tarım firmaları, tüccarlar, politik etkisi olan entelektüeller) devletin imkanlarını politik ve ekonomik olarak kullandılar. Bu üst tabakanın temsilcileri devletteki kurulu sosyal yapının değişmesini istemiyorlardı. 1929 yılı ekonomik kriz Kolombiya’daki gelişmeler için karar verici faktörlerden oldu. Ülke ihracatının ekonomik buhrandan olumsuz etkilenmesi ile Kolombiya iktisat politikasının yönü apayrı bir hal aldı.

2 United Fruit Company ve Standart Oil’in isteği üzerine CIA’nın suikasti düzenlediği iddia

(30)

1930’larda liberaller devleti güçlendirmeye ve üst sınıf tabakalarının etkilerini sınırlandırmaya yönelik reformları çıkartmayı deneyerek sosyal yapıda köklü değişiklikleri meydana getirmeyi amaçladılar. Bu durum üst sınıflar tarafından tepkiyle karşılandı, dolayısıyla reform denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. Böylece politik hayatta ve toplumda kontrol yine üst sınıfta kaldı. 1970 yılında bu üst tabakanın Kolombiya nüfusunun % 0,7’si olduğu belirtilmektedir.

Bu sosyal dinamiklerin oluşturduğu geleneksel yapıda ilk kırılmanın liberallerin eliyle olduğu görülmektedir. Toprak reformu, işçiyi koruyan düzenlemeler, ücret düzenlemeleri vb. liberallerin etkisiyle gerçekleştirildi. Fakat üst tabakanın karşı çıkması ile bu düzenlemeler hayata geçirilemedi. İşçi nüfusu 1972’de nüfusun %12,9’unu oluşturuyordu (Kaltmeier, 2013, s.78-82). Sosyolojik yapıdaki heterojen iktisadi dengesizlik kalıcı sosyo-psikolojik statü ayrışmalarının ölçeğini artırdı. Sonuç olarak, devletin imkanlarının ve kaynaklarının kullanımının kendilerine tahsis edilmemiş olması, yoksul kesimi uzun yıllar sürecek şiddetli çatışmaları kendince gasp edilmiş haklarının temini için bir çare olarak görme eğilimi içerisinde olmaya yönlendirdi.

Böylesine gergin sosyal yapıda gerçekleştirilen bir suikast girişimi ülkede keskin ve belirleyici bir viraj meydana getirdi. Oligarşik yapıyı eleştirerek toplumsal adaleti sağlamaya yönelik toprak reformu vb. değişim çağrıları yaptığı ateşli söylemleriyle kitleleri peşinden sürükleyen Gaitan’ın öldürülmesi, Liberaller ile Muhafazakarlar arasında ikinci bir mücadeleyi başlatmış oldu. 1960’lardan itibaren Kolombiya’yı içine çeken ve günümüze kadar devam edecek çatışmanın da temeli atılmış oldu.

1958’de Liberal Parti ve Muhafazakar Parti’nin bir araya gelerek kurdukları Ulusal Cephe’nin adayı Alberto Lleras Camargo’nun devlet başkanı seçilmesiyle yaklaşık 300 bin insanın hayatını kaybettiği La Violencia (Şiddet) adıyla anılan bu kanlı dönem sona erdi. La Violencia sonrasında Kolombiya’da bazı alanlarda gelişmeler yaşansa da tarım arazilerinin büyük çoğunluğunun bir avuç insanın mülkiyetinde toplanmasına dayanan toprak meselesi ile bundan kaynaklanan yoksulluk ve gelir adaletsizliğinde bir değişim yaşanmadı.

La Violencia dönemindeki şiddet ortamında radikalleşen ve çoğu tarım işçisi (peasant) sınıfına mensup Marksist gençler, 1959 Küba devriminin de etkisiyle birbiri ardına Kolombiya’nın yakın siyasi tarihine damgasını vuracak kanlı iç çatışmasını başlatarak gerilla örgütlerini şekillendirdiler (Afat, 2010, s.830-831). Bu gerilla hareketlerinden en etkili ve uzun süreli olan FARC ortaya çıkıyordu.

Şekil

Tablo 1: Çatışma Türleri
Tablo 3: Stratejik Hak Temelli Barış Modeli Çerçevesi
Tablo 4: Kolombiya İsyancı Gruplarının Silahlı Çatışma Olayları
Tablo 5: Barış Süreçleri Karşılaştırması

Referanslar

Benzer Belgeler

Görüşmeler sonrasında katılımcı firmalarımızla yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz sonuç; katılım teyit listesinde yer alan firmalarda

Söz konusu kira sözleşmeleri içinde Yayın Holding tarafından İhlas Holding'den kiralanan ve alt kira olarak kiralanan İhlas Kolej Stüdyosu'na ilişkin kira sözleşmeleri

Bu bağlamda kümelenme ve ekip olduğu bilinci ile basiretli ve öngörülü bir tacir sıfatı ile hareket ederek herhangi atılımdan vazgeçmeyeceğini ve talebini

Mallar, Katılımcı tarafından nakliyeye uygun ambalajında (çöp atımında sorun olan metal ambalajlar, tercih edilmemelidir) süresi içinde nakliyeci firmaya teslim

• Toprağı iyileştirmek için, hangi tür toprak düzenleyicileri ve besin maddeleri eklenmesi gerektiğini saptamada yardımcı olacaktır.. • Daha önce hiç ekim

Tekstil ve hazır giyim sektörlerinin küresel rekabetten etkileneceği; inşaat sektörünün büyük çaplı yatırım projeleri, artan madencilik ve enerji üretimi ve

[r]

1 Etik sorunu/ ikilemi tanılama Etik ikilem/ çıkmaza neden olan sorun tanılanmadan sorunun çözümüne ilişkin etik karar verme mümkün değildir.. 2 Etik sorunun