A T I R A
rü lbedayi’in ikidebirde dağılması, iki ye, hattâ bazan il çe ayrılması, hep parasızlık yüzün- den di. Şehrem ane ti, ü ç bin lira tah sisat veriyor ve şehir m eclisinde b u nun aleyhinde münakaşalar da olu yordu. H atla, bir ara, bu tahsisat da kesilmişti.
Şim diki şehir tiyatrosunun em ek tar artistleri bu acı günleri, pekâlâ hatırlarlar.
Y in e böyle bir ayrılık hengâm e sinde idi. M erhum İbnirrefik A h met N u ri, dışarıda kalan artistleri toplam ış, « Y e n i tiyatro »' adıyla bir kumpanya kurm uştu.
« Y e n i tiyatro » da, kadınlardan : M adam Kınar, Saramannik, M ina; erk ek lerd en : N u reddin Şefkati, Hâzım, Baba S a ffet, Celâl Y akup v e saire vardı.
İbnirrefik A h m et N uri, tiyatro âşıki idi. Yalnız piyes yazm akk kal maz, sahneye de çıkardı. Vaktile, İs- tanbulun zarif, kibar şahsiyetleri ile birlikte « O rta oyu n u » na çıktığı söy lenir.
İbnirrefik A h m et N uriyi ilk de- fja, şimdi Ü n iversite olan « Babı va- lâyı seraskerî» bahçesinde m eşruti yeti müteakip oynanan meşhur «V a tan S ilis tire » piyesinde «İslâm bey» rolünde görm üştüm . « Z ek iy e » ma dam Kınar, « A b d u lla h çavuş » da « A b d i » merhumdu.
Sonra, Şehzade başında « Fevzi- ye kıraathanesi» sahnesinde, “ M illî heveskâran ,, heyetinin temsil ettiği,
Adaptasyon iistadlarımızdan
İbnirrefik Ahmet Nuri
H üseyin Suat B eyin “ Kirli çamaşır lar,, ında gördüm .
O zamanlar, gençti. Fakat yaşı altmışı geçtikten sonra, hasta artist lerin rollerini alarak yine sahneye çıkıyordu.
İbnirrefik A h m et N uri, tam ma- nasile zarif, nüktedan, çelebi adam dı. E serleri telif d e ğ ild ir ; hemen hepsi adaptedir. Y alnız, İbnirrefik A h m et Nuri, seçtiği eserleri o ka
dar mükemmel, kusursuz adapte et m iştir ki, kendi has malı addedile bilir. T iyatro edebiyatım ızda, A hm et V efik paşa ile İbnirrefik A h m et N uri, adaptasyonun iki büyük üsta
dıdırlar.
İbnirrefik A h m e t N uri, b ir eser üzerinde aylarca çalışırdı. M eselâ D anyel R : ş ,, in “ L e P re te scte ,, unvanlı iki perdelik eserini, ü ç per de olarak " hissei şayia,, yapm ıştır. V e müsaadenizle ' H issei şayia ,,, D anyel R i ş ,, den fazla İbnirrefik A h m e t N u riye aittir sanırım.
ibn irrefik A h m e t N uri, tiyatro aşkı ile, ne sıkıntılar çek m ed i; başı ne dertlere girmedi I T urnelerle bir- likte, A n a d o lu içerilerinde dolaştı. Kamyonlarda sarsıla sarsıla günlerce gecelerce uykusuz seyahat etti. K öy kahvelerinde sabahladı. K ulislerde didindi, yoruldu. V e öldü ğü güne kadarda, A nkara H alkevinin rejisörü idi.
İbnirrefik A h m e t N urinin eser leri, ne yazık ki bir külliyat halinde neşredilm edi, d iyatro tarihimiz ve tiyatro edebiyatım ız için böyle bir
k ülliyat,, a ihtiyacım ız vardır: H issei şayia, Sekizinci, Lokm an zade, D örtçıhar, G elin - kaynana, Zühal bü rcü ode, H uriyenin dolabı, D okuzuncu, Ceza kanunu, Şair, H oş- kadem gebe. v. s.
Bunların hemen hepsi kendi jan t larında güzel ve m uvaffak eserlerdir. ibnirrefik A h m e t N uri, “ Y en i tiyatro „ yu kurmakla beraber “ Da- rü lb e d a y i,, le de alâkasını kesm em iş ti. Hem heyeti edebiye âzasındandı, hem de eser veriyordu.
Bir sene evvel, “ S e k iz in c i,, bü* yük bir m uvaffakiyet kazanmıştı. Ib- nirrefik A b m e t N uri, ertesi sene yeni adapte eserine " D o k u z u n c u ,. dedi. E esrin tem silinden evvel, isim, alâka uyandırıyordu.
“ Y e n i tiy a tro ,, K adıköyünde M ısırlıoğlu bahçesindeki küçücük ti* yatroda tem siller verecekti. E serden yana çok fakirdi. Ben, “ M erh am et ten maraz ,, ı verdim ; Ibn irrefik de şim di ismini hatırlıyamadığım bir kom edi hazırlamıştı.
Ibnirrefik A h m et N u ri, aynı za manda, eski bir m uhasebeciydi. Y ıl larca karantina idaresinin m uhasebe ciliğinde bulunm uştu- “ Y e n i tiyat ro ,, nun hesap işlerini idare ediyor, fakat “ D arülbedayi „ i d e ihmal e t m iyordu •
O ramazan “ D a rü lb ed a y i,, in kad rosu ve repertuvarı kuvvetli idi ve daha ramazanın ilk gününden tiyat ro ağız ağıza dolmağa başlamıştı.
Sehzadebaşındaki “ Ferah tiyat rosu ,, Îstanbulun en gsnış tiyatro larından biridir. A ğ ız ağıza doldu ğu zaman, hasılat, hatırı sayılır bir ye kûna baliğ oluyordu.
Fakat M ısırlıoğlundaki küçücük tiyatronun yarısı güç dolu yordu .
Para olmayınca m uhasebeci ne yapsın ? Ben, o zaman, bir hakikata ermiştim. ** D a rü lb ed a y i,, kasasına her gece, yüzlerce lira giriyor ve bu nun kolaycacık hesabı görülüyordü. Fakat ‘‘ Y e n i tiy a tro ,, nun fakir kasasına düşen birkaç lira taksim edilem iyor ve kırk yıllık muhasebeci, hesabın içinden çıkam ıyordu.
D em ek ki çok paranın değil, az paranın hesabı bulunm ıyorm uş !
T alih, ne anlaşılmaz şey ! Birine ; yü tü ya kulum I diyor, y ü r ü tü y o r ; öbü rü n ü de kaldırıp yerden yere ça lıyor I
Ramazanın ortalarına doğru, “ D a rülbedayi ,, tem silleri hız almış, ha sılat da o n isbette artmıştı- “ Y en i tiy a tro ,, ise, aksine, gün geçtikçe tenhalaşıyordu.
G ü n d ü zleri madam Kınatın, M ı- sırlıoğlunda, tiyatro karşısındaki e- vin de toplanan artistlerin ağızlarını bıçak açm ıyordu.
Bir karar verm ek lâzım dı: Biraz daha dişlerini sıkıp dayansınlar m ı? Y oksa tiyatroyu kapayıp herkes ba şının çaresinem i baksın ?
Y e n i piyeslerin hasılatı bile sek sen, doksan lirayı geçm iyordu. V ergi, tiyatro kirası, m üteferrik masraflar çıkdıktan sonra artistlere para kal m ıyordu.
Dayansınlar! N e vakte kadar?
B el bağlıyacak bir üm itleri de yoktu. ‘ ‘ Y e n i tiy a tro ,, nun hasılatı sek sen, doksan liradan kırka, otu za; kırktan, otuzdan da yirm iye, hattâ onbeşe, ona düştü.
“ D a rü lb e d a y i,, in hasılatı dört yüz beş yüzden altı yüz yedi yüz liraya, altı yüz yedi yüzden sekiz yüz, dokuz yüz liraya fırlam ıştı.
Bu, taliin ne acı bir cilvesi idi. “ Y en i tiyatro ,, artistleri, her şe ye rağmen dayan ıyorlard ı; fakat va ziyetin düzelebilm esi ihtim alleri azal dıkça
azalmıştı-Ferah tiyatrosunda “ D ok u zu n cu ,,- nun tem sili ilân edilm işti. Tem sil gecesi, o geniş Ferah tiyatrosu, çat layacak gibi dolm uştu. E v e lce de söylediğim gibi “ D u ku zu n cu ,, nun ismi merak uyandırm ıştı. B ir sene evvel “ S e k iz in c i,, yi görenler, m et hini duyanlar, ‘ ‘ D ok u zu n cu ,, yu da o ayarda bir eser sanıyorlar dı. Hattâ " D o k u z u n c u ,, yu, " S e k i zinci ,, nin mabadi zannedenler de vardı.
“ D ok u zu n cu ,, nun ilk tem silinin hasılatı, “ 1050,, lira tu tm u ştu ! Bu, bir rekordu.
O tarihte, H ü seyin Suat Yalçın,
Ibn irrefik A h m e t N uri, R eşat Nu* ri, H alid Fahri, ben, hep Kadıkö- y ü n de otu ru yoru z. T em silden sonra, bir vapurile K adıköyün e dön d ü k
isk eled e Hâzım, Baba S a ffet, Is* tanbula gitm ek için, vapur b ek liy or lar İkisinin yüzü öyle mahzun ki...
Ibnirrefik A h m e t N uri, Hâzımı görünce, içine doğm uş, merakla sor du :
— B u gece, ne y a p tın ız ?
Hâzım, boyn u n u bükerek cevap verdi:
— G işe, hiç işlemedi* G elen bir iki kişinin parasını geri verdik, ti yatroyu kapadık i
O n u n neşesizliği, Ibnirrefik A h m et N u rin in de neşesini kaçırm ıştı; bir şey söyliyem edi.
Hâzım, sordu :
— Ö b ü r taraf ne y a p t ı?
Ibn irrefik A h m e t N u ri isteksiz iste k siz :
— B in liradan fazla yaptı, dedi. Hâzım, inanmıyarak baka kalmıştıl
* * *
D ostum , yüksek san atkâr Hazım, o geceyi, o karanlık geceyi hatırlar mı acaba ?
Mahmut
Yesari
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi