• Sonuç bulunamadı

Çamlıca'nın eksiksiz öyküsü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çamlıca'nın eksiksiz öyküsü"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

iyet

m

T T -

"

501055

"

idi

Genel Yayın Yönetmeni: O rhan E rin ç 9 Dış Haberler: Ergini Balcı 9 İstihbarat: Yalçın YayınKurulu: llhaııSclçukHlaşkan), G en el Y iy in K o o rd in a tö rü . H ik m e t Çakır • Ekonomi: Bülent Kızanlık • Kültür: Orhan Erinç, Oktay Kurtbitkr, Ç e t i n k a y a 9 Y a z ı iş le r i M ü d ü rleri: HandanŞenkfiken 9Spor: Abdülkadlr Yücclnıan Öigcn Acar, llikmel Çetinkaya, İbrahim Y ıldız (Sorumlu), Dinç Tayanı, 9Mukaleler; Sami Karaoren • Çeviri: Seyfettin Şükran Soner, Ergun Balcı, Dinç • Haber Merkezi Müdürü: H akan K ara Turhan 9Düzeltme: Abdullah Yazıcı 9Bilgi-Bel- Tayanç, İbrahim Yıldır, Orhan

9 Görsel Yönetmen. Fikret Eser ge: Edibe Buğra

Fotoğraf: Erdoğan Küsc-oğlu BursalI, Mustafa Balbay.

Ankara Temsilcisi: Mustafa Balbay 9Haber Müdürü:

Doğan Akın Atatürk Bulvarı No: 125, Kat:4, Bakanlıklar-

Ankara Tel:4105020(7hat), l aks: 4195027» İz m irT e m ­ silcisi : Serdar Kızık, 11. Ziya Ulv. 1352 S. 2/3 Tel: 4 4 11220, Faks: 4419117 9Adana Temsilcisi: Çetin Yigenoğlu, İnönü Cd. 119 S. No;l Kat:I, Tel: 3522550, l aks: 3522570

Müessese Müdürü: Erol Erkut 9Ko­ ordinatör: Ahmet Korulsaıı 9

Muhasebe: Bülent Yener 9İdare:

Hüseyin Gürer 9İşletme: Önder

Ç elik 9Bilgi-lşlem: Nail inal » b i l ­ gisayar Sistem: Miirüvet Ç iler

MEDYA C : 9Y önetim K um lu Başkanı-Cienel M üdür: OUIIıin Krduran

9 Koordinatör: Keha Işıtman 9Genel M üdür Yardımcısı: Mine Akdag

MEDYA G: 9

Y önelim K um lu Başkanı G enel Müdür: Üstün Ak­ illen 9M urahhas üye: Bura Gönenç

insi, Basın ve Yayıncılık A Ş Türkocağı cad. 39/41 Cagaloglu 343:14 İsı. PKZ46

(0/2121 513 85 95 lUasıldığı yer: leryav Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A S. Tesisleri! 13 AĞUSTOS 1995 İmsak: 4.26 Güneş: 6.04 öğle: 13.16 İkindi: 17.04 Akşam 20.14 Yatsı: 21.46 MEDYA C Tel: 514 07 53 - 513 95 80 - 5 13 84 60-61, Faks; 5118466

Çam lıca’ nın eksiksiz öyküsü

► tki binası ve 7 adet mermer pavyonu ile, kalıp halinde Bolu

dağından getirilen çimleri ile 8 ayda bitirilen ve İstanbul halkım

akın-akın kendisine çeken Çamlıca için Çelik Gülersoy bakın

neler diyor: “ Refah taifesi, orada ayak bastıkları ve bakınca

gördükleri ve kullandıkları her şey ve her yer, benim kişisel

eserim iken, koydukları iki koltuk ve kanepeye dayanarak,

‘Çamlıca’yı milli kimliğine kavuşturmuş olmakla iftihar’

ediyorlar! ”

ÇELİK GÜLERSOY

“ İstanbul’a en yakınen dağ” niteliğindeki bu tepe­

de yer almış iki yapıdan kü­ çüğünün yeniden döşenip açılmasından sonra, Çamlı­ ca, basının konusu haline geldi:

Burasının 1980’deki ilk

“imarını”, basında sadece Cumhuriyet, Deniz Som imzası ile haber yapmıştı.

Paket taşı ile örülen yolla­ rıyla, oto parkları ile, acele oturtulan iki binası ve 7 adet mermer pavyonu ile, geniş ağaçlamaları ve kalıp halin­ de Bolu dağından getirilen çimleri ile sadece 8 ayda bi­ tirilen ve İstanbul halkını

akın-akın kendisine çeken bu “eser”, o zaman basın tarafından nedense ilgiye değer bulunmamıştı. Çün­

kü, açılışı izleyen 14 yılda da, medyaya hiçbir yansıma­ sı olmadı.

1995’te, 7 ay süren bir kargaşanın sonunda, bir tek binanın koltuk-kane- pesi değişti, bir de cola’nın

yerini, kısmetse, bir gün

şerbet alacak. Haber-yo-

rum, kıyamet kopuyor. Ne diyeyim, “hikmet-i matbu­

at.”

Ben de, yazılıp çizilenleri uzaktan “ çeşm-i ibretle”

seyrediyorum. Tayyip

Bey’in “Burada tuvalet bi­ le yoktu, mutfağı da pislik götürüyordu”, yollu açış

konuşmasını ve Vakit gaze­ tesinin “Çelik Gülersoy,

her yeri harap etti, öyle çıktı” türünden “hak-şi- nas” manşetlerini ise, ancak

Allah’a havale ediyorum. Cumhuriyet’te 31 tem­ muzda çıkan Aydın En­

gin’in geniş yazısı ise, ge­

nelde, gazetemize yakışan içerikte.

Ama bu yazımla,

En-gin’in sözünü ettiği bir nok­ taya açıklık getirmek zorun­ dayım. Sonra da, öbür basın organlarında ve TV haberle­ rinde gördüğüm bilgi kar­

maşasına karşı, tarihsel açıklamalar yapmak ge­ reksinimi duyuyorum.

iki Çamlıca’dan büyüğün­ de, Roma-Bizans çağında kayzerlerin birtakım binala­ rının bulunduğu ve tepenin, taşra ile taht şehri arasında (Kızılderililerinki gibi) du­ man savurma yoluyla haber­ leşme amacıyla kullanıldığı söylenir. Büyük olasılıkla, doğrudur. Fakat, 600 yıl ön­

cesinden hiçbir iz kalma­ mış durumdadır.

Osmanlı döneminde, bu tepe sadece ağaçlık ve çi­ menlikti. Yer, diz boyu ot ve

kır çiçeği ile örtülüydü. Ab-

dülhak Şinasi Hisar, bun­

ları çok güzel anlatır. “Zir­

veye” bu günkü gibi arka bir yoldan değil, yamacın şehre bakan yüzündeki yo­ kuştan çıkılırdı.

Sosyal ortama yeniçeri­ lerden sonra bir güvenlik ge­ tiren ve at-öküz arabası gibi ilk kez ulaşım kolaylığı sağ­ layan 19. yy’da başlayan

“sayfiye” modası, tepede değil, alt yamaçlarda, bü­

yük ve güzel köşkler üretti.

1960’lardan sonra, bu­ raya da olanlar oldu. Şehir­

deki genel bozuntudan, bu­ rası da payını aldı. Artan motor trafiği yeni bir yolla arkadan zirveye kadar bağla­ nınca, cennet Çamlıca, kışın çamur, yazın toz cehennemi­ ne döndü. Tepeye çıkanları ağırlamak üzere briket-sun- ta karışımı bir şey oturtuldu. Arkasına, harabe bir “ ke­

nef”. Burada bir turist ha­

nım, resmen tecavüze uğra­ dı. 1973’te bizim kurumun (TTOK) uluslararası bir top- lantısı yapılmıştı. Fransız

delegeler kendi edebiyatla­ rında, Çamlıca’nın (Mont

de Boulgourlou!) övgülerini okumuş insanlardı! Şehir­ den atlarla gelişte, nalların çiğnediği kekik ve lavantala­ rın kokusu, insanın başını döndürürmüş! Bu romantik anıların etkisinde kalmış meslektaşların ricası üzeri­ ne, bütün delegeleri buraya getirdik ve biz de rezil ol­

duk!.

1980 başında Belediye

Başkanı Aytekin Kotil’den,

Çanılıca'yı da istedim.

Merhum dostum, Malta Köşkü’nün başarılı örneği­ ne dayanarak, hemen kabul etti. Ancak belediyeden ka­ rar kolay alınamadı. Ciğerci- kebapçı türünden esnafla dolu olan şehir meclisinde kimi üyeler, aşırı eleştiriler­ le Kotil’e yüklendiler:

“Töring”, bir yabancı sermaye kuruluşu değil mi? Sen şehri satıyorsun!

Kotil ve meclis başkanı Av. Okvuran, kök söktüler.Eleş- tiriciler, sağ iseler, gümrük birliğine ne diyorlar acaba?

Her neyse. Biz o sıkıntı­ larla, acele bir düzenlemeye geçtik. Ortada bir Sayın Mi­ mar Profesör’ün projesi var­ dı: “liltra-modern” birşey. Gönlüm bunu uygulamaya razı olmadı.

Ama, biz de çok serbest

değildik: imar durumu, 150

m2’lik tek binaya izin veri­ yordu. Ben, “Ocaklı Sa­

lon” adını verdiğim büyük

binayı, “mecburen” biraz daha uzun tuttum! Halkın rağbeti üzerine de, yan tara­ fa kaçak bir salon oturttuk! Burası şantiye büromuz idi. Üst yapısını değiştirdim. Orası da oldu, Havuzlu Sa­ lon! Belediye göz yumdu, 15 yıl geçinip gittik. Göz yumdular, çünkü mülk ken- dilerinindi!______________

Kentin tarihi dokusuna uygun yapılmış binalar var. Ancak yine de bundan 3 yıl öncesinin görüntüleri yok oluyor.

Çamlıca Tepesi Turing tarafından yapılan tesislerden önce hiçbir şey olmayan kırlık bir yerdi.

Böylece, 1980'de, Türki­ ye’nin ulusal ve amatör tu­ rizm kuruluşu olan T- TOK’nin cebinden ve benim ellerimle yapılan düzenle­

me, tarihte bu tepede “bi­ linen” ilk imar olmuştur.

Oturttuğum 2 yapı içinhiç-

bir zaman “köşk” deyimi­ ni kullanmadım. Köşk’ün

ne olduğunu bilirim. Bunla­ ra sadece “ Kahvehane” de- dim.Şimdi gelelim, büyük bina olan “Ocaklı Sa-

lon” un üslubuna. Burada

Sayın Engin'in yazısında sö- zü geçen bir noktaya açıklık

Buradaki benim

gerekçelerim”,

getireyim:

“tasarım

şunlardı:

1) Bu ana salonun tarihsel bir gravürden kesilip aynen uygulandığı yolunda, Sayın Semih Poroy’un verdiği bil­ gi doğru değil. Çünkü böyle bir gravür yok! Ben, gerek dış görünüşte, gerekse iç yerleşimde, çeşitli gravür­

lerden esintiler ve kopya­ lar uyguladım. Dışandaki mermer pavyonlar ise, kendi özgün çizimlerimdir.

2) Arkada, tepenin nerede ise yansını kapatan, bir

po-lis yerleşimi vardır. Bunun binalarını perdeleyebilmek için, ana salonun arka cephe­ sini sağır tuttum. Binamız o- nun için tek yüzlü oldu.

3) Binayı, geriye yerleştir­ dim. Boğaza ve tarihi yarı­ madaya bakan yerleri boş bı­ raktım: Çoğunluğa hizmet etmek için. Çünkü bina, en fazla yüz kişi alır, halbuki açık yerler, bin kişiye yakın bir kalabalığa hizmet verir. Ama bu yerleşim, keyfine düşkün bir azınlığın tepkisi­ ni çekti. Binayı “ manzara- ya nazır” öne oturtmadığım

için, eleştirildim.

4) Yüzyıllar sonra ilk kez ve bu kentte tekrar, bahçeye,

“taş sedlr” uygulaması yap­

tım. Kar ve yağmura daya­

nıklı bir oturma ünitesi

olarak. Bunların malzemesi, Edirne’den getirildi. İçinde fosiller olan bu süngerli taş, Trakya’nın antikitede deniz olduğunu gösterir. Taş sedir­ ler önüne pirinç sinileri oturttuk.

5) Elektrik kullanmadım. 2 salon içinde geceleri şam­ danlarla mum ışığı, dekoru tamamladı. Şimdi Belediye

aynı şeyi yapıyor. Genel at­ mosferde “OsmanlI’nın 18.

yy havası”nı egemen kılışı­

mın nedeni, şudur: İstan­ bul’un iyi bildiğimiz son

500 yıllık (ve İstanbul’u İs­ tanbul yapan) döneminde, en uzun sürmüş ve klasik­ leşmiş zaman dilimi, 15-18. yy’lar arasıdır. 19. yy’da,

hem değişim başlamıştır, hem kısa sürmüştür. İçinde yaşadığımız beton kargaşa ise, sadece 30-40 yılın işi. O- nun için bu şehri özetleye­

cek zaman dilimi, gerideki 400 yıldır. O yüzden, ora­ daki her çizgide, 18. yy ka­ rakterini vermeye çalıştım.

Ortaya çıkan “eseri” , halk beğendi. Akın-akın gel­ mekle bunu kanıtladı. Dış basın, “post modernizm”in çok başarılı birömeği olarak övdü. Iç basın, görmezlikten geldi. Mimarların bir bölü­ mü, iki şeye kızdı:

1- Bir hukukçu “elinin

hamuru ile” ne diye mimar­

lık eder?

2- Çağdaş bir yapım orta­ ya koymak varken, Osmanlı özentiliğinin âlemi nedir?

Bu görüşler bir yana, biz

orada 15 yıl boyunca bir “sevgi kumaşı” ördük. Ya­

bancı turisti, hanımefendisi, çarşaflısı, torbalısı ile, hal­

kın her kesimine hizmet sunduk. Her yeri örten çi­

çek bolluğu, uçuşan güver­ cinler ve -önce kitabını yaz­ dığım - eski İstanbul arabala­ rından atlı ve öküzlü 3 ör­ nek, burada herkese mutlu­

luk dağıttı. Yiyecek ve içe­

cek malzemesinin en temizi­ ni kullandık. 12 yıl zarar et­ tik. Çünkü enflasyon her yıl fiyatları arttırdı. Biz, onu ta­ rifelere yansıtmadık. Farkı Kurum ödedi.

Halk için, “izlenim defte­

ri” açtım. 30-40 cilt oldu.

Bir sayfasında Amerikalı bir turist, karşı sayfasında Hak- kârili bir vatandaşımız, iki ayrı ülkeden değil, iki ayrı

gezegenden gelerek, aynı

duygularda birleştiler. Tür­ kiye’nin yoksul insanını ezen atmosferinde büyümüş nice genç kız, nice genç ço­ cuk, “yaşamın tadını ilk

kez burada duydum” me­

saj lannı yazdılar. Kimi say­ falarda sarı lekeler görürsü­ nüz: mutluluktan ağlamış in­ sanların göz yaşlarıdır.

Bunlardan kimi alıntıları, yayımladım da. Şimdi Refah

taifesi, orada ayak bastıkla­ rı ve bakınca gördükleri ve kullandıkları her şey ve her yer, benim kişisel eserim iken, koydukları iki koltuk

ve kanepeye dayanarak,

“Çamlıca’yı milli kimliği­ ne kavuşturmuş olmakla if­ tihar” ediyorlar!

15 yıl önce bir kısım mi­ mar, bu milli kimlik deneme­ si için küplere binmiş ve be­ ni aforoz etmişlerdi. Şimdi ise, belediye kendine mal ediyor. Ne diyeyim? Bu da,

“ Hlkmet-i Hûda” herhal­

de! Refahlı belediyenin yet­ kili ağızlarından, bir kez ol­ sun, ya bir teşekkür, ya da bir

hayır duası çıkmasını bekle­

dim: “Allah razı olsun, biz­

den önce bir hayır sahibi çıkmış, buraları imar et­ miş, şimdi biz kullanıyo­ ruz” deselerdi, ben kuldan

başka, dillerinden düşürme­ dikleri Tann’yı da, hoşnut et­ miş olmazlar mıydı? Yapma­ dılar. Bunun da adını koya­ yım:

Bana kalsa, bu dünyada ar­ tık her şey, yani iklimler, de­ nizler, insan hoyratlıkları ve şaşırmışlıkları, bir tek olgu­ yu gösteriyor: Başlayan

“Âhir Zaman!”

Böylesi bir dünya içinde, pekiy, 1995’te Çamlıca, be­ nim için ne anlam taşıyor? Onu da yazayım: Sadece ta­

rihsel bir anı! İki olay var

ki, beni bu “eski aşkım­

dan” soğuttu:

1) lslamın yüceltici mesa­ jını anlamadan, dinlerini sa­ dece sakal ve çarşaftan iba­ ret sanan kalabalıklar, tek yönlü bir nüfus dokusu ola­ rak, artık tepeye damgasını vurmuştur. Kimse artık bu­ rada eski İstanbul mozayiği- ni beklemesin. Yeni nüfus ise, bana göre değil.

2) Adalar yönünde her yıl sayısı artan koca-koea TV

antenleri, tarihsel atmosfer­

den eser bırakmadı. O demir kuleler ile, önde, şirin ve kü­ çük pavyonlar, hazin bir çe­

lişki sergiliyor. Antenlerin

taşıt trafiği de döşediğimiz küçük granit taşlar arasında yeri zümrüt rengine boyayan çim dokusunu, 15 yıl sonra tekrar, toza ve çamura çevir­ mekte. Benim için Çamlıca, artık “Şen olasın Halep Şchri” dir!

Mimarlar Odası Başkanı

Oktay Ekinci dostumuza gö­

re, Çamlıca eserim üstünde, hukuken benim “telif hak­

kım” varmış. Sahi, yahu! Bu

hiç aklıma gelmemişti.Hazı­ ra konanlar ve üstüne oturan­ lar “tadilata” başlarlarsa, o zaman düşünürüz.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi'

Referanslar

Benzer Belgeler

Ney ve nısfiyeyi, mest olduğu demlerde; gelişi güzel, fakat bir bahçeden rastgele toplanan çiçekler gi­ bi, hoş çalar ve ayık olduğu zamanlarda ise; değil

Ancak, A¤ustos ay› içinde toplanan Uluslararas› Astronomi Birli¤i, tart›flmal› bir toplant›n›n ard›ndan, Günefl Sistemi’nin buz ve kayadan oluflan

Titan’›n yüzeyinin, bu atmosferi besleyen metan- la kapl› oldu¤u ve atmosferden gezegen yüzeyine sürekli ya¤an s›v› ve kat› organik maddenin, flim- diye kadar 800 m

Nâzım 10 Eylül 1959'da Rusça kaleme aldığı vasiyetnamesinde, en değerli mirası olan eserlerinin telif hakkının üçte ikisini karım Münevver ve oğlum Mehmet'e diyerek

parmak proksimal falanks tabanının radyal yüzünde uzama ile sınırlı bulgular gözlenirken, genin tamamı etkilendiğinde; elde orta falankslarda kısalık, 2.. parmak

Sabahattin Eyuboğlu bilgi ve'bilim in yalnız insanın mut­ luluğuna yarayanının gerçekli­ ğine inanır. Onun içindir ki kitapta kalmak istem em iş, a- sıl çabasını

Burdur’un Akçaköy’ünde 1929 yılında doğan yoksul köylü çocuğu Fakir ile ondan iki yıl son­ ra İstanbul’da dünyaya gelen üç kuşaktan iyi eğitim görmüş

Zira, işveren sayıya dahil edilirse toplam çalışan kişi sayısı dört olacak ve bu işyerine İş Kanunu hükümleri uygulanacak; işveren bu sayıya katılmazsa