• Sonuç bulunamadı

Sebep ve sonuçlarıyla Tebuk Gazvesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sebep ve sonuçlarıyla Tebuk Gazvesi"

Copied!
106
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI BAŞKANLIĞI İSLAM TARİHİ BİLİM DALI

SEBEP VE SONUÇLARIYLA TEBÛK GAZVESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. AHMET ÖNKAL

HAZIRLAYAN ÖZGÜL ŞAHİN 024246011011

(2)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... iii

KISALTMALAR... v

GİRİŞ ... 1

A- TEBÛK ÖNCESİ BİZANS’IN VE MÜSLÜMANLARIN GENEL DURUMU . 1 1- Bizans’ın Genel Durumu ... 1

2- Müslümanların Genel Durumu ... 4

B- TEBÛK ÖNCESİ MÜSLÜMANLARLA BİZANS’IN İLİŞKİLERİ ... 7

1- Mu’te Savaşına Kadar Olan İlişkiler... 7

2- Mu’te Savaşı ve Sonrasındaki İlişkiler ... 13

I. BÖLÜM... 18

TEBÛK GAZVESİ’NİN SEBEPLERİ VE SAVAŞ HAZIRLIĞI ... 19

A- GAZVENİN SEBEPLERİ ... 19

B- ORDUNUN HAZIRLANMASI... 23

1- Halkın Durumu ve Orduya Yardıma Davet... 23

2- Müslümanların Yaptıkları Yardımlar ... 24

C- CİHADA ÇAĞRI KARŞISINDA MÜNAFIKLARIN DURUMU ... 31

II. BÖLÜM ... 35

ORDUNUN HAREKETİ VE TEBÛK SEFERİ ... 35

A- HZ. PEYGAMBER’İN MEDİNE’DEN AYRILIŞI ... 35

B- ORDUYA SONRADAN KATILANLAR ... 39

1- Hz. Ali (r.a.)’nin Medine’de Bırakılması ... 39

2- Ebû Zerr (r. a.)’in Orduya Gecikmesi ... 40

3- Ebû Hayseme (r.a.)’nin Orduya Yetişmesi... 42

C- ORDUNUN KONAKLADIĞI YERLER ... 43

1-Tebûk'e Kadar Konaklanan Yerler ve Yolda Yaşananlar... 43

a. Hicr'de Yaşananlar ... 45

(3)

2- Tebûk Mevkii... 51

D. HZ. PEYGAMBER’İN TEBÛK’TE İCRA ETTİĞİ FAALİYETLER... 53

1- Tebûk’teki İlk Faaliyetler ... 53

2- Hz. Peygamber’in Bizans Kayseri Heraklius’a Mektup Göndermesi ... 57

3- Hâlid b. Velîd’in Dûmetu’l-Cendel’e Gönderilmesi ... 61

4- Eyle, Cerbâ ve Ezruh Halkı Temsilcileri İle Yapılan Anlaşmalar... 66

5- Makna Halkı İle Yapılan Anlaşma ... 68

6- Tebûk'te Yaşanan Diğer Hadiseler ... 70

III. BÖLÜM ... 73

TEBÛK’TEN DÖNÜŞ VE TEBÛK GAZVESİ’NİN SONUÇLARI ... 73

A- HZ. PEYGAMBER’İN TEBÛK’TEN DÖNÜŞÜ SIRASINDA VUKU BULAN OLAYLAR... 73

1- Dırâr Mescidi’nin Yaktırılması... 73

2- Yolda Yaşanan Diğer Hadiseler ... 76

B- HZ. PEYGAMBER’İN MEDİNE’YE DÖNÜŞÜ VE SEFERDEN GERİ KALANLARIN DURUMU ... 79

C-TEBÛK GAZVESİ’NİN SONUÇLARI... 90

1- Siyasî, Dinî ve Ekonomik Sonuçları... 90

2- Sosyal ve Psikolojik Sonuçları ... 93

SONUÇ... 96

(4)

ÖNSÖZ

Kâinatta hiçbirşey tesadüfler üzerine bina edilmemiştir. Her şeyin bir sebebi ve bunlarında ötesinde sebeplerin sebebi Yüce Yaratıcı, Allah (c.c.) vardır. O’nun isim ve sıfatlarının izlerini her varlıkta ve her hadisede hayranlıkla görmekteyiz. Bu en fazla ilim ve bilim yoluyla ortaya çıkmaktadır. Fen, matematik, astronomi gibi bilimler bize somut formüllerle Yüce Yaratıcı’nın mührünü her varlık ve her hadisede gösterirken, bazı ilimlerde ise bu tür bilimlere nazaran biraz daha soyut olarak Yüce Yaratıcı’nın sanatlarını keşfetmekteyiz. Tarih, psikoloji ve sosyoloji bu ilimlerden sayılabilir.

Tez konumuzun bilim dalı olan, İslâm Tarihi ise hadiselerin meydana gelmesi, sebep ve sonuç ilişkileri bakımından, biraz daha derin bir bakış açısı gerektirmekte ve bu derin bakış açısı sonucunda bazen matematik formüllerini dahi aratmayacak şekilde Allah (c.c.)’ın varlığını, birliğini ve fiillerini göstermektedir.

İnsanoğlu hadiseleri yaşarken genelde hikmet perdesini aralayamamakta, ancak hadise bittikten sonra yaşananların hikmetini görebilmektedir. İşte Asr-ı Saadetin pak simaları olan Sahâbîler de insandı ve elbette onlar da imtihandan paylarına düşeni alıyorlardı.

İşte biz de Yüksek Lisans Tezi’mizde “Sebep Ve Sonuçlarıyla Tebûk Seferi” konusunu inceleyerek bu hadisenin hikmet perdelerini aralamak istedik. İslâm Tarihindeki yeri ve önemi, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashâbının sefer boyunca yaşadıkları, seferin başından sonuna çıkartılacak dersler de bizi bu çalışmayı yapmaya sevk etti.

Temel siyer kaynaklarının bir çoğunu inceleyerek çalışmamızın taslağını oluşturduk. Konunun çatısını meydana getirirken Vâkıdî’nin (207/822) Kitâbu’l-Meğâzî’si, İbn Hişâm’ın (218/834) es-Sîratu’n-Nebeviyye’si ana kaynaklarımızı oluşturdu. Tebûk Seferi sırasında yaşanan olayları araştırırken Buhârî (256/870), Müslim (261/874), Tirmizî (279/892) gibi âlimlerin hadis kaynaklarından; bu sırada nazil olan âyetler hakkında da Taberî (310/922), İbn Kesîr (774/1372), Elmalılı Hamdi Yazır (1942) gibi âlimlerin tefsir kaynaklarından faydalandık. Ayrıca yer, kabile ve kişi isimleri için de Coğrafya ve Biyografi kaynaklarına sıkça başvurduk.

Çalışmamızın giriş bölümünde, Bizans’ın ve Müslümanların genel durumu hakkında bilgiler vererek, iki tarafın da o dönemdeki şartlarını, o güne kadar nasıl

(5)

geldiklerini kısaca anlatmaya çalıştık. Tebûk öncesi Müslümanlarla Bizans’ın ilişkilerini anlatırken, Bizans’ın himayesindeki Ğassânîlerle ilk sıcak temasın meydana geldiği Mu’te Gazvesi’ni ölçü alarak, Mu’te öncesi ve sonrası Bizanslılar ile Müslümanların ilişkilerini anlattık.

I. Bölümde, Tebûk Gazvesi’nin sebepleri ve harp hazırlığı başlığı altında; Tebûk Gazvesi’nin sebeplerini, ordu sefere hazırlanırken yaşanan hadiseleri, Müslümanların orduya yardımlarını, cihada çağrı karşısında münafıkların durumunu anlatmaya çalıştık.

II. Bölümde, ordunun hareketi ve Tebûk Seferi başlığı ile ordunun durumu ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’den ayrılışı, orduya sonradan katılan Hz. Ali (r.a), Ebû Zerr (r.a.) ve Ebû Hayseme (r.a.)’nin durumunu anlattık. Sonra yolculuk boyunca ordunun konakladığı yerler, buralarda yaşananlar ve Tebûk mevkii hakkında da bilgi verdik.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Tebûk’te icra ettiği ilk faaliyetlerden bahsettikten sonra, özellikle Bizans Kayser’i Heraklius’a Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mektup göndermesini anlattık. Hâlid b. Velîd (r.a.)’in Dûmetu’l-Cendel’e gönderilmesi, Eyle, Cerbâ, Ezruh ve Makna halkı ile yapılan anlaşmalar ve Tebûk’te yaşanan diğer hadiseleri de bu bölümde anlattık.

III. Bölümde ise Tebûk’ten dönüş ve bu gazvenin sonuçları hakkında bilgi verdik. Tebûk’ten dönüş sırasında vuku bulan olaylar başlığı altında Dırâr Mescidi’nin yaktırılması ve diğer yaşanan hadiseleri de anlattık. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’ye dönüşü ve seferden geri kalanların durumunu da yine bu bölüm içinde ele aldık. Son olarak; Tebûk Gazvesi’nin siyâsî, dînî ve ekonomik, sosyal ve psikolojik sonuçlarını, kendi yorumlarımızı da katarak anlatmaya çalıştık.

Bu çalışmayı yaparken ilimlerinden, tavsiyelerinden ve desteklerinden istifade ettiğim başta Saygıdeğer Hocam Prof. Dr. Ahmet Önkal Beyefendi’ye ve diğer İslâm Tarihi Hocalarıma, her konuda destek olan çalışma arkadaşlarıma gönülden teşekkür eder, saygılar sunarım.

Özgül ŞAHİN KONYA-2006

(6)

KISALTMALAR

ark. : Arkadaşları

(a.s.) : Aleyhi’s-Selâm

b. : Bin

Bsm. : Basım

B.Y.A.S.İ. : Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdet’te İslâm

c.c. : Celle Celâluhu

Çev. : Çeviren

D.G.B.İ.T. : Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi D.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

Hz. : Hazreti

İ.A. : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi

r.a. : Radıyallâhu Anh

s. : Sahife

Sad. : Sadeleştiren

s.a.v. : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem

Thk. : Tahkik

(7)

GİRİŞ

A- TEBÛK ÖNCESİ BİZANS’IN VE MÜSLÜMANLARIN GENEL DURUMU

1-Bizans’ın Genel Durumu

Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak 330-1453 yılları arasında Balkan Yarımadası, Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da hüküm süren ve Doğu Roma diye de anılan bir imparatorluktur.1 İslâmiyet’in doğduğu yıllarda ve öncesinde Bizans’ın genel durumuna bakacak olursak şunları söyleyebiliriz:

Bizanslılar, Suriye bölgesinde kurulu olan Arap devletlerini kendi imparatorluklarına tâbi olmaya zorluyor, eğer onlar buna rıza göstermezlerse derhal onların ülkelerini işgal edip hâkimiyetleri altına alıyorlardı. Bizans ve İran kendi aralarında sıkça savaşırlardı. Bununla beraber Arabistan’ın bedevîleri, Bizans ve İran kendi otlaklarına ve yarımadalarının kuzey kıyılarına girip nüfuz etmeye çalıştıklarında, kendilerine karşı çıkılmış kabul ederler ve onlara karşı saldırıda bulunurlardı. Bu bedevilerin tertiplediği akın ve çapul hareketlerine karşı, Bizans ve Sâsâni İmparatorlukları, her ikisi de kendilerini emniyete almak üzere aynı çare ve tedbire başvurmuşlardır. Bu iki devlet, bütün güney hudutları boyunca, Arap kabilelerinin başkanları altında tampon devletler ihdas etmişlerdir.

Şayet İranlılar, İbrâhim Peygamber (s.a.v.)’in Ur Ülkesinde (ki daha sonra İslâmi devirde kurulan Kûfe bölgesinde, yani Hire’deki) Lahmîlere (Munzîrîlere) bir otonomi tanıyacak olsalar, diğer taraftan Bizanslılar da Dimeşk’teki Ğassânîlerle derhal münasebet içine giriyorlardı. İşaret edelim ki Hıristiyan dinine girmelerine ve Greklerle kurdukları ilişkilere rağmen bu Ğassânîler her zaman için yarı göçebe olarak kalmışlardı. İranlılara tâbi olarak yaşayan Lahmîler, Ğassânîler’in aksine yerleşik bir düzene sahiptiler. Himaye altındaki bu her iki devlet de, her zaman hâmileri Grekler ve İranlılar arasında çıkan harplerde savaşan, sâdık ve fedâkar askeri birlikler çıkarıp gönderirlerdi ki; işte asıl bu sebeple her iki kabile de birbirlerine karşı kan davası güder bir hâle gelmişlerdi. 2

1 Demirkent, Işın, “Bizans”, D.İ.A., İstanbul, 1992, VI, 230

(8)

Bizans’ın Müslümanlarla ilişkilerinde en önemli rolü üstlenen Ğassânîleri de kısaca tanıtmakta fayda vardır. Bizanslıların himayesindeki Ğassânîler, 200-636 yılları arasında Suriye’de hüküm süren Hıristiyan Arap hanedanlığı yapmış3 büyük bir millettir. Nesebleri hakkında ihtilaf vardır. Ğassân Yemen’de Ma’rib’de bir su seddidir ya da bir su ismidir denilmiştir. Ezd kavminden bir grubun bu suyun başına gelip yerleştiği ve bunlara Ğassân denildiği ifade edilmektedir. Başka bir grup da “Ğassân kabilenin kendi ismidir” demiştir.4

Milâdi I. Asırda Duc’um kabilesi Suriye’de otururken Ğassân kabilesi de o sırada henüz Yemen’de Ma’rib5 yakınında Sebe hükümdarlığı arazisi üzerinde yaşamaktadır. Meşhur Ma’rib su seddinin yıkılması, diğer halk topluluklarıyla birlikte Gâssânileri de buradan hicret etmeye zorlamıştır.6 Ğassânîlerin Ma’rib su seddinin yıkılması üzerine miladi III. asrın sonlarına doğru, Yemenden Belka’7 ve Havran’a8 geldikleri de ifade edilmektedir.9

Uzun süre seyahat halinde kalındıktan sonra10, Cefne b. Amr’ın başkanlığında Gâssâniler nihayet Suriye’ye varmışlardır.11 Bu ülkenin sahip olduğu yeşil otlaklar ve sular o derece hoşlarına gider ki her ne pahasına olursa olsun buraya yerleşmeye karar vermişlerdir. O sırada Duc’umlu başkanların Bizans İmparatoru adına, Ğassânîlerden buraya hicret edip yerleşenler üzerinde, her birinin sahip olduğu takat ve imkâna göre değişmek üzere bir, bir buçuk ve iki dinarlık yıllık bir başvergisi tarh ve tahakkuk ettirdiği bildirilmektedir. Onlar bu vergiyi bir müddet ödemişler ve sonra karşı koymuşlardır. Bunu müteakip bir savaş çıkmış ve eski efendiler yani Duc’umlular

3 Ağırakça, Ahmet, “Ğassânîler”, D.İ.A., İstanbul, 1996, XIII, 397 4 Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, Beyrut, 1982, III, 883-884

5 Ma’rib: Yemen’de bir yer adıdır. Burada bir su seddi bulunmaktaydı. Ma’rib, Sebe hükümdarlarının

Yemen’deki sarayının adı hatta Sebe Hükümdarlarının genel adıdır diyenlerde olmuştur. (Yakût el-Hamevî, Şihâbuddîn Ebû Abdillah el- Bağdâdî, Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, T. siz, V, 34)

6 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 327

7 Belka’: Şam ile Vâdi’l-Kurâ arasında Dımeşk’te bir yer adıdır. Birçok köyü ve geniş mezraları vardır.

(Yakût, Mu’cemu’l-Buldân, I, 489)

8 Havran: Şam’ın güneyinde birçok köy ve mezranın olduğu geniş bir yerdir. (Yakût, Mu’cemu’l-Buldân,

II, 317)

9 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Târihi, Çev. Salih Tuğ, İstanbul 1995, I, 118; Ağırakça, Ahmet,

“Ğassânîler”, D.İ.A., XIII, 397

10 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 328

(9)

mağlup olmuşlardır. İmparator De’cius (Daykıyus, ölümü miladi 251) haberi öğrenince aynı imtiyazı bu defa Ğassânîlere bağışlamaya rıza göstermiş ve hatta yeni ittifak anlaşmaları akdetme fırsatı bile bulmuştur. Kendisi sonunda, Arapların en cesur ve en kalabalık bu Duc’um kabilesini ondalık (öşür) vergisine kolayca bağlamış olmaları sebebiyle onların yiğitliklerini öven bir mektubu Ğassânîler’e göndermiş ve şunları söyleyerek kendilerini bir ittifak anlaşmasına çağırmıştır:

“Sizi Duc’umluların yerine yerleştiriyorum ve size vaat ediyorum ki, herhangi bir Arap kabilesi size saldıracak olursa 40.000 Romalı savaşçımla yardımınıza koşacağım. Buna mukabil bir Arap kabilesi bize hücum edecek olursa siz de bize 20.000 savaşçı göndermek suretiyle yardımımıza gelecek ve İranlılarla olan ilişkilerimizde tarafsızlığınızı devam ettireceksiniz.”

Ğassânlıların başkanı Sa’lebe bunu kabul etti ve bunun üzerinedir ki De’cius ona krallık tacı giydirmiştir.

Ğassânîler, İran’la tutuştuğu harpler esnasında daima Bizanslılar yanında yerlerine almışlardır. Bizans-İran çatışma ve mücadelelerinde Yahûdi tebea kitlelerinin giriştiği hiyanetlerden birçok defalar şüphelenildiyse de Ğassânlılar’ın sadakat ve vefaları en çetin denemelerden bile lekesiz çıkmıştır. Hatta bunlar arasında birçoğu Hıristiyan dinine bile girmişlerdir.12 Benû Ğassân, burada kendi ana dilleri olan Arapçayı terk etmeksizin Suriye’nin Arami dilini kabullenmek suretiyle Hıristiyanlaşıp Suriyeli olmuşlardır.13 Suriye-Irak bölgesi üzerinde yaşayan diğer Arap kabileleri gibi bu iki dili bilir ve kullanır olmuşlardır. V. Asrın sonuna doğru, Bizans’ın siyasi tesir alanına girmişlerdir.14 Ğassânîler Yemen-Sebe Medeniyetiyle, Suriye ve Bizans Medeniyetlerini birbirleriyle kaynaştırıp mükemmel mimari eserler yapmışlar, çeşitli saray ve evler, zafer takları, su kemerleri, kilise, hamam ve tiyatrolar inşa etmişlerdir.15

Dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Bizans’ın tesir ve nüfuzu daha da uzaklara varmıştır. Sadece Filistin değil Arabistan’ın Kuzey Bölgeleri dahi onların hamilik ve metbuluğunu tanımışlardı. Bu çeşit bir imparatorluk tesir ve nüfuzunu bir

12 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 328

13 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm, I, 119; Ağırakça, Ahmet, “Ğassânîler”, D.İ.A., XIII, 397 14 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm, I, 119

(10)

Ma’an, Ezruh, Cerbâ, Eyle, Makna, Dûmetu’l-Cendel vs. yerlerde ve aynı şekilde Kelb16, Tağlib17, Lahm, Cüzâm18, Kayn, Belî19, Behrâ20, Kudâ’a21 ve diğer birçok kabileler üzerinde de görmekteyiz. Zira bütün bu saydığımız kabileler, daha sonra ele alacağımız Mu’te savaşı sırasında Rasûlullah’a karşı Bizanslılar safında harbe tutuşmuşlardır. İmparator her yıl bu kabilelere dostluklarını elde etmek için 15 kilo kadar altın ödemiştir.22

2- Müslümanların Genel Durumu

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risaletinden önce, Arap Yarımadası’nda cahiliye dönemi yaşanmaktaydı. Cahiliye döneminde ise barbarlık, adaletsizlik, kadına değer vermeme, puta tapma gibi insani olmayan alışkanlıklar söz konusuydu.

İslâmiyet öncesi Mekke’nin siyasi yapısına bakacak olursak yaygın olarak kabile hayatı yaşandığından dolayı sistemli bir devlet yapısından söz edilemez. Ancak buna rağmen Mekke’de bir site devleti de mevcuttu. Arap Yarımadası’nda genel olarak göçebe bir hayat yaşanmakla beraber Mekke’de yerleşik bir hayat vardı. Sosyal hayata bakıldığında ise; zenginler, köleler, cariyeler ve azad edilen kölelerden oluşan Mevâlî denilen bir grup vardı. Sosyal hayatta hür bile olsa kadınların hakları yoktu. Özellikle bazı kabilelerde kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu.

İktisadi hayatta ise ticaret yaygındı. Özellikle Mekke, Arap Yarımadasındaki ticaret yollarının buradan geçmesi sebebiyle ticarete uygun bir bölge idi. Diğer bir uygulama ise panayırlardır. Hac mevsiminde Mekke civarında kurulan bu panayırlarla

16 Kelb: Haleb’in güneyinde 50 çadırlık bir kabile olduğu söylenmektedir. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu

Kabâili’l-’Arab, III, 991)

17 Tağlib: Çok eski büyük kabilelerden birisidir. Savaşçı bir kabiledir. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu

Kabâili’l-’Arab, I, 120-121)

18 Cüzâm: Medine’den Tebûk’e kadar uzanan bir bölgede yaşarlar. Sayıları çok, kahraman, iyi kılıç

kullanan bir topluluktur. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, I, 174)

19 Belî: Kudâ’a’ya bağlı büyük bir kabiledir. Yerleri Medine ile Vâdi’l-Kurâ arasında Cüheyne

bölgesindedir. Cüzâm ile komşudurlar. Sahil kenarında olup Tebûk’e kadar uzanmaktadır. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, I, 104-105)

20 Behrâ: Irak’ta bulunan barbar bir kavimdir. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, IV, 20) 21 Kudâ’a: Büyük bir millettir. Nesebleri hakkında ihtilaf vardır. Adnânîlere nisbet edilmişlerdir. Necran,

Hicaz, Şam, Eyle, Irak bölgelerinde yaşamışlardır. Bir kısmı Hıristiyandır. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, III, 1957)

(11)

hem ticaret geliştirilmiş oluyor hem de en güzel 7 şiir seçilerek Kâbe’nin duvarına asılıyor böylece kültürel faailiyetler de yapılıyordu. Kültürel yapıya gelince bedevi bir hayatın hâkim olduğu bu toplulukta düzenli bir eğitimden söz etmek mümkün değildir, ancak şiir okumak, güzel söz söylemek gibi faaliyetler çok fazladır.23

Rasûlullah 40 yaşındayken 610 yılında ilk vahyin gelmesiyle cahiliye döneminin kötü alışkanlıkları yok olmaya yüz tutmuş ve Saâdet Asrı’na zemin hazırlayan günler yaşanmaya başlanmıştır.24 Yüzyıllardır yerleşmiş olan bu alışkanlıkları değiştirmek hiç de kolay olmamıştır. Müşrikler maddi ve manevi baskılar yaparak Müslümanları yıldırmaya çalışmışlardır. Fiili olarak eziyet ve işkenceler yapmışlar, tehdit etmişler ve bir manada Mekke’yi Müslümanlar için yaşanılmaz hale getirmişlerdir. Bunun üzerine hicret emri gelmiş risaletin 5. yılında Habeşistan’a, daha sonra 10. yılında da Medine’ye hicret gerçekleşmiştir.

Medinelilerin kucak açtığı Müslümanlara, Mekkeli müşrikler hergün daha da artan bir kin besliyorlardı. Bu sebeple iki yıl aradan sonra 2/624 yılında Bedir Savaşı’nda Müslümanlarla müşrikler karşı karşıya geldiler ve yapılan savaşta müşrikler büyük bir yenilgiye uğradılar. Bedir’de yaşadıklarını unutmayan müşrikler 3/625 yılında Uhud’da intikam almak istemişler, ancak burada da tam olarak amaçlarına ulaşamamışlardır.

5/627 yılında Hendek savaşı meydana gelmiştir. Bedir’de 300’ü aşkın Sahâbeyle müşriklere karşı koyan Müslümanlar, bu seferde 3000’i aşan bir orduyla karşılarına çıkmışlardırMüslümanların galibiyetiyle sonuçlanan Hendek Savaşı’nda da müşrikler umduğunu bulamamıştır.

Bundan sonra, iki taraf arasındaki mücadele başka bir kulvarda devam edecek ve bu süreç de Hudeybiye Anlaşması ile başlayacaktır. 6/628 yılında Müslümanlar umre niyetiyle Mekke’ye doğru yola çıkmışlar ve bu yolculuğun sonunda müşriklerle anlaşma yapmak zorunda kalmışlardır.25 Ancak bu sulh anlaşması Müslümanların aleyhinde gözükürken daha sonraki zamanlarda tamamıyla Müslümanların lehine olmuştur. O güne kadar savaş dışında muhatab kabul edilmeyen Müslümanlar resmen muhatab kabul

23 M. Hamidullah, İ. Peygamberi, I, 25 24 M. Hamidullah, İ. Peygamberi, I, 74

(12)

edilmiştir. Pek çok yere davet mektubları gönderilmiş ve Müslümanların sayısı kat kat artmıştır. Bu anlaşma aynı zamanda Hayber ve Mekke’nin fethinede zemin hazırlamış ve Müslümanlar kısa zamanda büyük bir güce ulaşmışlardır.

Pek çok kabilenin Müslüman olmasıyla sayısı artan Müslümanlar yıllardır ayrı kaldıkları Mekke’yi (8/630) fethetmişler26 ve Kâbe’yi putlardan temizlemişlerdir.

(13)

B- TEBÛK ÖNCESİ MÜSLÜMANLARLA BİZANS’IN İLİŞKİLERİ 1- Mu’te Savaşına Kadar Olan İlişkiler

Kuzey Arabistan’a doğrudan ve Yemen’e Habeşliler eliyle olmak üzere dolaylı Bizans nüfuzu ve tesiri bir tarafa, Mekke, Bizansla birçok özel ilişkiler içine girmiştir. Bir Roma İmparatoru (muhtemelen I. Thedose, 379-395) Mekke’de iktidarı ele geçirmek için Rasûlullah’ın dedelerinden Kusay’a yardım etmiştir. Kusay, Kuzey Arabistanlı Kuda’a kabilesi ile akrabalık bağlarına sahipti. Bu kabile, Bizans tesir ve nüfuzu altında yaşaması hasebiyle her halde imparatora bu yoldan Mekke’yi kendi ülkesine katma ümidi vermiş olmalı ki Bizans-Mekke ilişkileri böylece bir müddet dostane bir zemin içinde kalmıştır.27

Putperest Arapların Ehl-i Kitap ile olan ilişkileri ticaret yönüyle de dikkati çekmektedir. Zira tüccar olan Arapların muhtelif bölgelere gönderdikleri kervanlar sebebiyle o bölgelerdeki Yahûdi ve Hıristiyanlarla karşılıklı iyi ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Çünkü Abdümenaf’ın oğlu Hâşim; Şam, Rum ve Ğassân melikinden kendi topraklarında ticaret için eman almıştır.28

Ayrıca az da olsa Mekke’de harp esiri Hıristiyanlar ile buraya hicret etmiş olan Ğassânîler oturmaktaydılar.29 İranlılar Milâdî VII. Asrın ilk çeyreğinde Suriye’yi işgal ettikleri vakit Ğassân Kralı da bütün siyasi kudret ve kuvvetini kaybetmek durumuna düştü: Zira onun ülkesi de işgal altına girmiştir. Her zaman için sadık ve vefakâr Ğassânîler karşı hücum sırasında da Heraklius’un yanında yerlerini almışlardır. 6/627 yılında İranlılar mağlup edilip de Suriye’yi boşalttıklarında, Ğassânîler ülkelerini yeniden ele geçirmişler ve tekrar eski kudret ve kuvvetlerine kavuşmuşlardır.

İranlıların Ninova’da30 mağlub olduklarının ertesi günü Rasûlullah, komşu hükümdarlara onları İslâm’a davet etmek üzere birçok mektuplar göndermiştir. Bunlar arasında Ğassânlı Kral el-Haris b. Ebî Şemir’i görmekteyiz.31 Gönderilen mektubun

27 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 328

28 Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, 1. Bsm., Esra Yayınları, İstanbul, 1993,

s. 47

29 Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed’ in Müşriklerle Münasebetleri, s. 46

30 Ninova: Kûfe’de bir yer adıdır. Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Kerbela buradadır. Yunus (a.s.)’ın

yaşamış olduğu şehirdir. Tîtava olarak da isimlendirilmektedir. (Yakût, Mu’cemu’l-Buldân, V, 339)

(14)

metni şudur: “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Allah’ın Rasûlü Muhammed’den, Hâris b. Ebî Şemir’e: Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan, Allah’a inanan ve bunu ikrar edenin üzerine olsun. Buna göre senin mülkünün (yani ülken ve krallığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı bulunmayan bir ve tek’lik sıfatında olan Allah’a, inanmaya seni davet ederim.” Mühür: “Allah, Resul, Muhammed” 32

Mektubun gönderildiği tarih 7/628 yılı olarak bildirilmektedir.33 Görüldüğü gibi bu mektup şahsa hitab etmekte ve şahıs adı zikredildikten sonra hiçbir unvan ve makam adı zikredilmemektedir. Belki de o sırada Bizans İmparatoru henüz bir hıyanet korkusu içinde bulunuyor ve bunun sonucu bağlılık ve sadakatını devam ettirmesi için ona sadece hükümdarlık tevcihleri ve ihsanlarında bulunmak mecburiyetini duyuyordu

Rasûlullah’ın böyle bir mektup göndermesiyle Hıristiyanlık izzet-i nefsinin kırıldığını hisseden Hâris, Medine’ye bir hücum tertipleme tehdidinde bile bulunmuştur. Ancak muhtemelen bu şekilde bir saldırıda bulunabilmesi için imparator kendisine yeterli yardım yapmamış olmalı ki böyle bir hücum gerçekleşmemiştir.34

Ayrıca son olarak 9/630 yılında Ğassânîler’den üç kişilik bir heyetin Medine’ye gelerek Müslüman olduklarına dair bir rivayet de mevcuttur.35 Ö. Rıza Kehhâle’ye göre bu üç kişilik grup 10/631 yılda gelmiştir, ayrıca bunlardan birisi Müslümanlığını gizlemiştir.36

Mekkeli bir maceraperest olan Osman b. Huveyris Dimaşk’taki Ğassâni Kralı’nın huzuruna girmiş, Hıristiyan olmuş ve kendisinin Mekke kralı olarak tayin edilmesini ondan istemiştir. Ğassâni kralı önce bu teklifi uygun görmüşse de, sonra bundan Mekke’den gelen diğer bir heyetin talebi üzerine vazgeçmiştir. Osman b. Huveyris’in anlatımına göre, Arapça için sadece resmi tercümanlar değil, aynı zamanda Grek gençlerini terbiye ve talimden geçirmek üzere birçok Arap öğretmen dahi Bizans’

32 Hamîdullah, Muhammed el- Haydarâbâdî, Mecmû’atu’l-Vesâikı’s-Siyâsiyye li’l-‘Ahdi’n-Nebevî

ve’l-Hılâfeti’r- Râşide, Kâhire, 1956, No: 37

33 İbn Sa’d, Muhammed, et-Tâbakâtü’l-Kubrâ, Beyrut 1960, I, 17 34 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 329

35 İbn Sa’d, Tabakât, I, 71-72

(15)

da vazife görmekteydi.37

Müslümanların Bizans’a nasıl baktığını, Muhammed Hamîdullah şöyle anlatmaktadır: “Bütün halk kitleleri arasında Ğassânîler gerçekten de en kuvvetli ve en kudretlileri idi. Bütün Arabistan onların kudreti karşısında tir tir titrerdi. Medine’yi işgal etmek üzere onların atlarını nallama şeklinde giriştikleri savaş hazırlıklarını çıkardığı seslerin, Rasûlullah zamanında Müslümanlar üzerinde pek ciddi endişeler uyandırdığı hususunda ki bilgilere bu yüzden şaşmamaktayız. Bu arada ifade edelim ki Arabistan’ın şairleri, Ğassân Sarayını sık sık ziyaret ederlerdi. Mesela: Medineli Hassân b. Sâbit ve Ka’b b. Mâlik gibi”.38

Bütün bunlarla beraber Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında Bizans ile çok yakın ilişkilerin olduğunu söylemek çok da mümkün değildir. Bizans’ın İran’a yenilmesinin ardından nazil olan Rûm Sûresi’nde geçen aşağıdaki âyetler ve o dönemde yaşanan hadiseler, Bizans’a Müslümanların bakışı hakkında daha net bilgiler vermektedir:

“Rumlar yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından birkaç yıl içinde mutlaka galip geleceklerdir. Onların bu yenilgilerinden önce de, sonra da emir Allah’ındır ve o gün mü’minler, Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir”.39

Hz. Peygamber’in gönderildiği sıralarda Doğu Roma ile İran, dünyanın en büyük iki devletiydiler. Peygamberliğin 5. yani miladın 618. yılında bu iki komşu rakip devlet birbirleriyle kanlı bir savaşa girmişlerdi. İran II. Hüsrev’in, Rum ise Heraklius’un hükmü altındaydı. Filistin, Suriye, Mısır ile Irak’ın bir bölümü ve Küçük Asya (Anadolu) Rumlara tabi idi. İranlılar Rumlara iki taraftan saldırmışlardı. Filistin ve Kudüs’ü ele geçiren İran orduları bütün kiliseleri yıkmış ve binlerce Hıristiyanı da kılıçtan geçirmişlerdi. Mısır’da ve Anadolu’da da pek çok yeri işgal eden İranlılar girdikleri her yerde ateşe tapanlar için tapınaklar inşa ediyorlar ve böylece Hıristiyanlığın çıktığı bölgelere ateşperestliği yayıyorlardı.

Romalıların bu yenilgi haberi Mekke’ye ulaştığı zaman müşrikler sevinmiş ve

37 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 332 38 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 328 39 Rûm 30/ 2-4

(16)

Müslümanlara karşı onların yenilgisinden duydukları sevinci açığa vurmuşlar: “Siz ve Hıristiyanlar kitap ehlisiniz, biz ve Faris (İranlılar) ümmiyiz, bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinizi tepelediler. Biz de sizi tepeleriz” demişlerdir. Bunun üzerine, “Rumlar yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından birkaç yıl içinde mutlaka galip geleceklerdir” âyetleri nazil olmuştur. O sırada Rum İmparatorluğu öyle perişan olmuştu ki iç isyanlarla devlet ihtilale uğramış, ordusu dağılmış, hazinesi boşalmış, İmparator Heraklius, İstanbul’u terk ederek Kartaca’ya kaçmayı bile düşünmüştür. İranlıların galip kumandanları, zaferin verdiği sarhoşlukla şu barışı teklif etmişler: “İmparator, İranlılar tarafından istenecek her şeyi verecektir. Bu cümleden olarak bin yük altın, bin yük gümüş, bin yük ipek, bin at, bin kadın teslim edecektir”. Rum İmparatorluğu bütün bu aşağılayıcı şartları kabul etmiş, bu esaslar üzerinde barışı imzalayacak delegeler göndermişlerdi.

Bu delegeler İranlılar’ın yanına vardıkları zaman Hüsrev, şu sözleri de söylemiştir : “Bu yeterli değildir. Bizzat İmparator Heraklius, karşıma zincirler içinde gelerek asılıp çarmıha gerilmiş olan ilahına karşılık ateşe ve güneşe tapmalıdır”. İşte o yenilgi, böyle bir yenilgiydi. Böyle bir çöküş içinde Romalıların birkaç yıl zarfında canlanıp yeniden galip geleceklerine kesinlikle hüküm vermek şöyle dursun, ihtimal vermek bile normal olarak akılların havsalasına sığacak bir şey değildi.40 Heraklius (610-641) Bizans tarihinin en güç devresinde görev başına gelmişti. Sivil ve askeri idare bozulmuş, ekonomi çökmüştü. İran doğu eyaletlerini işgal ediyordu: 611’de Antakya, 613’de Dımaşk, 614’de Kudüs, 619’da Mısır’ı zaptetmişlerdi. Bu arada Boğaziçi kıyılarına kadar ilerleyen İran orduları İstanbul’u zaptetmek üzere Avarlarla anlaşıyordu. Durumu böylesine çaresiz gören Bizans Devleti, hiç umulmayan bir şekilde kendini yenileme oluşumunu gerçekleştirmiştir. Ordu ve idare düzeninde yapılan reformlarla içten yenilenen devlet İran hücumlarına karşı koyabilmiştir. 622’de başlayan ve yıllarca devam eden savaşlar sonrasında Herkalius İranlılar’ı Anadoludan sürüp çıkarmış, Suriye, Filistin ve Mısır eyaletlerini geri almıştır.41

Böyle bir zamanda Allah Teala Rasûlüne gaybdan şu haberi bildirmiştir: “ Bu yenilgilerinin ardından birkaç yıl içinde mutlaka galip geleceklerdir”. “Fî bid’ı sinîn”

40 Yazır, Muhammed Hamdi (Elmalılı), Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, VI, 235-237 41 Demirkent, Işın, “Bizans”, D.İ.A., VI, 233

(17)

birkaçyıl içindeki (bid’) kelimesi üçten dokuza kadar olan bir sayıyı ifade eder, nitekim bu âyet inince Hz. Ebû Bekir o sevinen müşriklere şöyle demiştir: “Allah, sizin gözlerinizi aydınlatmayacak, Hz. Peygamber (s.a.v.) haber verdi. Yemin ederim ki, Rumlar birkaç yıl içinde mutlaka İranlılara galip geleceklerdir”. Buna karşı Übeyy b. Halef: “Yalan söylüyorsun, haydi aramızda bir müddet tayin et, seninle bahse girelim” demiş ve her iki taraf da on deve üzerine bahse girişip, üç yıl müddet tayin etmişlerdir. Ebû Bekir, durumu Rasûlulllah’a haber vermiş, Rasûlullah “bid’; üçten dokuza kadardır, miktarı artır, müddeti uzat” buyurmuştur. Hz. Ebû Bekir Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söylediği gibi zamanı 9 yıla deve sayısını da 100’e çıkarmıştr. 4/625 ‘de Rumlar İranlılar’a galip geldiği zaman Hz. Ebû Bekir bahsi kazandığı için Übeyy’in varislerinden 100 deveyi almış ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in talimatıyla da tasadduk etmiştir.42

İşte: Bizans’ın İran’a karşı Ninova’da kazandığı zaferden birkaç ay sonra akdedilmiş bulunan Hudeybiye Sulh Anlaşmasını müteâkib Rasûlullâh, muhtelif yerlere mektublar göndermiştir. Bunlardan biri de Heraklius’a gönderilmişti. Mektubun metni şöyledir:

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Allah’ın elçisi Muhammed’den Rumların büyüğü Heraklius’a, Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. Seni İslâma devet ediyorum, İslâma gir, selamet içinde ol! Böylece Allah sana mükâfatını iki katı verir. Eğer sen bundan yüz çevirirsen sana tabi olanların günahlarıda sana olacaktır. “De ki: Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızdaki ortak olan birtek kelimeye gelin! Allah’tan başkasına ibadet etmemek, Ona hiçbirşeyi ortak koşmamak ve Allah’tan başka bazımızın bazısını Rab edinmemesi hususunda birleşelim. Şayet yüz çevirirlerse ″Şahid olunki bizler Allah’a itaat eden Müslümanlarız″ deyiniz”.43

Hz. Peygamber (s.a.v.) bu mektubu Dıhyetu’l-Kelbî ile Heraklius’a göndermiştir. Dıhyetu’l-Kelbî bu mektubu Kudüs yolunda olan İmparator’a ulaştırmak üzere Busrâ44 valisine teslim etmekle vazifelendirilmişti. Ancak Rasûlullâh’ın bu

42 Yazır, Muhammet Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 237

43 M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, No:26; M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 332-333 44 Busrâ: Dımaşk’in yerleşim birimlerinden bir yerdir. Havran kasabasına da Busrâ denilmektedir.

(18)

elçisine, bir elçiye lâyık bir nevî saygı ve itibar gösterildi ise de asıl vazifesinde pek az başarı sağlayabilmiştir. Bu arada şöyle bir bilgiye de rastlamaktayız: Bizans İmparatoru Heraklius, Kudüs’te Rasullulah’ın gönderdiği elçiyi kabul ettiğinde, kendisine bir gece onunla baş başa kalıp görüşmek üzere özel bir davet çıkarmıştı ki bu buluşmada ona birtakım minyatür insan resimleri göstermiştir. Bunlara bakarken elçi, her iki tarafında Ebû Bekir ve Ömer olduğu halde Rasûlullâh’ın resmini görüp tanımıştı. Heraklius bu tanıma üzerine bundan çok mütehassis olmuş ve yeminle teyid ederek şöyle demiştir: “Benim tebeam, Hıristiyanlığı terk etmeye son derece karşıdır, düşmandır; aksi halde derhal İslâm’ı kabul ederdim”. Muhammed Hamîdullah bu bilgiyi pek kayda değer bulmamaktadır.45

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in elçisi Dıhyetü’l-Kelbî, Heraklius’a ulaştırılmak üzere Busrâ Valisine mektubu vermiş ve Oda mektubu Heraklius’a göndermişti. İşte bundan sonra yaşananlara dair uzun rivayetler kaynaklarımızda geçmektedir. Müslim’de geçen bir rivayete göre Heraklius mektubu aldıktan sonra o sırada Şam’da bulunan Ebû Süfyan’ı huzuruna davet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kavminden olması sebebiyle çağrılan Ebû Süfyân Hz. Peygamber hakkında Heraklius’un sorduğu soruları cevaplandırmuştır. “Eğer yalan söylediğimde yayılmasından korkmasaydım muhakkak O’nun hakkında yalan söylerdim” diyen Ebû Süfyân Heraklius’un bütün sorularını doğru cevap vermiştir. Heraklius sanki önceden bildiği bazı bilgileri doğrulatırcasına sorduğu soruların cevapları sonucunda Ebû Süfyân’a şöyle demiştir:

“Eğer o zât hakkında söylediklerin doğru ise o kesinlikle Peygamberdir. Bir Peygamber çıkacağını biliyordum ancak bunun sizin kavminizden çıkacağını tahmin etmezdim. O’nun yanına varmayı, O’na hizmet etmeyi, ayaklarını yıkamayı ne kadar çok isterdim. Muhakkak onun iktidarı ayaklarımın altındaki topraklara kadar ulaşacaktır”.46

Ebû Süfyân ile Heraklius arasında geçen bu diyalog hakkında İbn Kesîr’in el-Bidâye adlı eserinde de uzun rivayetler mevcuttur.47

45 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 333

46 Müslim b. el- Haccâc, Ebû’l-Huseyn el-Kuşeyrî en-Neysâbûri, Sahîh-u Müslim, Thk: Muhammed Fuâd

Abdulbâkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, Cihad, 74

(19)

2-Mu’te Savaşı ve Sonrasındaki İlişkiler

Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra civar devletlere gönderilen elçiler ve heyetler onları İslâmiyet’e davet etmişlerdir. Bu heyetlerden biri de Suriye’ye komşu kuzey bölgelerde yaşayan Arap kabilelerine gitmiştir. Bunların halkı ise çoğunlukla Roma İmparatorluğu etkisi altında kalmış Hıristiyanlardı. Bu bölge genel kabul görmüş uluslararası hukuk prensiplerini çiğneyerek, tebliğ heyetinden on beş kişiyi Zâtü’l-Atlah (ya da Zât-i Itlah) olarak bilinen bölgeye yakın bir yerde öldürmüşlerdir. Sadece heyetin reisi Ka’b b. Umeyr el-Ğıfârî kaçmayı başararak bu feci hadiseyi Müslümanlara bildirmiştir.48

Hz. Peygamber (s.a.v.) daha sonra Ka’b b. Umeyr’in kumandası altında on beş kişilik İslâm heyetini, Şam’ın Zâtü’l-Atlah nahiyesinde Müslümanları şehit edenlere göndermeye niyetlenmiş ise de oradaki halkın başka bir yere gittiklerini haber alınca, bundan vazgeçmiştir.49

Hz. Peygamber (s.a.v.) davet mektuplarından birini ulaştırmak üzere Benû Lihb’den Hâris b. Umeyr el-Ezdî’ye vermiş ve Busrâ Hükümdarına göndermişti.50 Başka bir rivayete göre de Haris b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mektubunu Şam’a, Rum Kayseri’ne götürmekte idi.51

Hâris b. Umeyr, Mu’te’ye ulaştığı zaman, Şurahbil b. Amr el-Ğassânî’nin adamları tarafından durdurulup Şurahbil’in huzuruna çıkarıldı.52 Şurahbil b. Amr, Bizans’ın, Şam valilerindendi.53 Şurahbil, Hâris b. Umeyr’e nereye gittiğini ve kimin elçisi olduğunu sormuş ve aldığı cevap sonucunda da Hâris b. Umeyr’i şehit etmiştir.54

48 İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner, Çağrı Yayınları,

İstanbul, 1989, VII, 3399

49 el-Vâkıdî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-Meğâzî, Beyrut, T. siz, II, 753; İbn Sa’d, Tabakât, II, 127-128 50 Vâkıdî, Meğâzî, II, 755; İbn Sa’d, Tabakât, II, 128

51 İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser fî-Funûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâili ve’s-Siyer, Beyrut, T. siz, II, 153

İbn Kayyim el-Cevziyye, Şemsuddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdü’l-Me’âd fî Hedyi Hayri’l- ‘Ibâd, Mısır, 1928, II, 172

52 İbn Sa’d, Tabakât, II, 128; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, II, 153; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd, II,

173

53 Diyârbekrî, Huseyn b. Muhammed b. el-Hasen, Târihu’l-Hamîs fî-Ahvâli Enfesi Nefis, Beyrut, T. siz,

II, 70

(20)

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in o güne dek, Hâris b. Umeyr’den başka elçisi öldürülmemişti. Hâris b. Umeyr’in öldürülmesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’i çok üzmüştü. Bu sebeple de Müslümanları toplamış55 ve onlara Haris’in öldürüldüğü yeri ve kimin öldürdüğünü haber vermiştir.56 Ashâbını Cürf57 ordugâhında toplanmaya davet etmiş58 ve Müslümanlar Cürf ordugâhında toplanmışlardır.59

Hz. Peygamber (s.a.v.) “Cihada çıkacak olan ordunun başına Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehit edilecek olursa yerine Ca’fer b. Ebî Tâlib geçsin. Eğer Ca’fer şehit edilecek olursa yerine Abdullah b. Revâha geçsin Abdullah b. Revâha da öldürülürse, sizler aranızdan münasip birini seçin ve onu kumandan yapın” buyurdu.60 Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk defa orduya tek bir komutan tayin etmemiş, birden fazla komutanı vazifelendirmiştir.61

Mu’te Seferine çıkan ordudaki mücahidlerin sayısı 3 bin kişi idi.62 8. yılda Cemâziye’l-Evvel ayında (629-Ağustos)63 yola çıkmışlar, Şam topraklarından Maan’a64 gelmişlerdir. Ordu buradayken Müslümanlar, Heraklius’un, Belka’ topraklarından Maab’a65 geldiğini, Rumlardan oluşan 100 bin kişilik bir ordu ile gelip ordugâh kurduğunu öğrenmişler66, 3 bin kişilik Müslüman askeri birliği Mu’te yakınlarına geldiklerinde aniden 100 bin kişilik düşman ordusuyla karşı karşıya gelmişlerdir.67

Lahm, Cüzâm, Behrâ, Belî kabilelerinden oluşan 100 bin kişilik bir ordunun da

55 Vâkıdî, Meğâzî, II, 755; İbn Sa’d, Tabakât, II, 128; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd, II, 173 56 Vâkıdî, Meğâzî, II, 755

57 Cürf: Medine’den Şam’a doğru 3 mil uzaklıkta bir yerdir. (Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, II,

128)

58 Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 70

59 Vâkıdî, Meğâzî, II, 755; İbn Sa’d, Tabakât, II, 128

60 Vâkıdî, Meğâzî, II, 756; İbn Sa’d, Tabakât, II, 128; İbn Seyyid, Uyunu” Eser, II, 153; İbn Kesîr,

Bidâye, IV, 241

61 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Târihi, Editör: Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul, 1992,

I, 507

62 Vâkıdî, Meğâzî II, 756; İbn Sa’d, Tabakât, II, 128; İbnu’l-Esîr, Kâmil, II, 234; İbn Kesîr, Bidâye, IV,

241; M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 334

63 İbn Sa’d, Tabakât, II, 128; el-Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbu’l-Eşrâf, Thk: Rıza Ziriklî ve

ark., 1. Bsm., Beyrut, 1957, I, 380; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 241

64 Maan: Şam Çölü tarafında bir şehirdir. Belka’nın Hicaz tarafındadır. Mu’te Savaşında 200 bin ordu ile

Rumların ve Arapların toplandığı yerdir. (Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, V, 153)

65 Maab: Belka’ nahiyesinde Şam tarafında bir şehirdir. (Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, V, 31) 66 İbn Kesîr, Bidâye, IV, 242

(21)

Heraklius’a katıldığına dair bir rivayet mevcuttur.68 Aslında İranlılarla savaşmak için toplanmış bulunan Bizans askeri birlikleri henüz kışlalarına dönmüş değillerdi. Bu yüzden İmaporator, Ğassânîlerin yardımına koşmak üzere hazır 100 bin mevcutlu bir orduya sahipti.69 Ğassânîlere yardımcı olmak üzere çevreden müşrik Arapların da orduya katıldıkları ifade edilmektedir.70

Durum ciddi idi. Müslümanlar aralarında bir durum değerlendirmesi yaptılar. Bir kısmı, Rasûlullah’a durumu yazalım da bize ne yapacağımızı bildirsin veya bize yardımcı kuvvetler göndersin” görüşünde idi. Abdullah b. Ravaha buna karşı çıkarak sonuç ister zafer, isterse de şehadet olsun savaşılması gerektiğini söyledi. Oradakiler de bunu onayladılar.71 Hamîdullah ise bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Harbe tutuşmadan önce az sayıdaki bu İslâm ordusu, Medine’nin görüşünü alma zaruretini duymadı. Başkumandan Zeyd b. Hârise derhal hücuma kalktı ve şehit düştü. Ve birbiri arkasına onun yerine geçen iki diğer kumandanın da âkibeti aynı oldu. (Rasûlullah’ın yeğeni Ca’fer ve bir Ensârî olan Abdullah b. Revâha). Cesaretlerinden bir şey kaybetmeyen Müslümanlar hemen Allah’ın kılıcı Hâlid’i başkumandan olarak seçtiler, o da elde kalan işe yarar kuvvetleri yeniden bir düzene sokup savaşa koyuldu ve düşman tarafta ileri gelen bir paralı asker olan Mâlik b. Zâfile el-Belevî’yi öldürmeye, bir miktar da ganimet elde etmeye muvaffak olduktan sonra Medine’ye çekilme kararı aldı. Düşman geri çekilen bu kuvvetleri takip etmeye cesaret edemedi.72

Hz. Peygamber (s.a.v.), Zeyd b. Hârise’nin komutan olduğunu, ona bir şey olursa Ca’fer b. Ebî Tâlib’in, Ca’fer’e de bir şey olursa Abdullah b. Revâha’nın komutan olacağını belirtiyordu. Böyle yapması, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu savaşın zorlu geçeceğini hissettiğini göstermektedir. Nitekim bu davranış, Müslümanların işin tehlikesini anlamalarına kâfi gelmişti. Bu savaşın korkunçluğu, şehit sayısının çokluğundan değil, Bizans ve kuzeydeki Araplarca hazırlanan kalabalık ordulardan dolayıdır. Yoksa burada verilen şehit sayısı üç komutan da dâhil olmak üzere sadece on ikidir. Bundan anlaşılıyor ki bu tehlikeli savaşta bayrağı taşıyan en öne geçiyor, sadece

68 İbn Kesîr, Bidâye, IV, 242

69 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 335 70 D. G. B. İ. T., I, 508

71 İbn Sa’d, Tabakât, II, 129; İbn Kesîr, Bidâye, IV, 243 72 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 335

(22)

savaşı idare etmekle yetinmiyordu. Bu sebeple de şehit sayısı az olmasına rağmen bayrağı taşıyanlar şehit oldular. Düşman ordusundan da aynı sayıda kişinin öldüğü riva-yet edilmektedir.

Bu savaşı inceleyen birisi, çarpışmanın devamını önleyen ve her iki tarafın da sadece bir kuvvet denemesiyle yetinmesine sebep olan korkunun ve çekingenliğin ortak olduğunu görür. Çünkü Bizans ordusu, Müslümanların Yahûdiler karşısında ve diğer savaşlarda elde ettikleri zaferleri biliyorlardı. Müslümanlar da, İran karşısında daha yeni zafer kazanmış olan Bizans ordusunun gücünü biliyordu. Bu ortak korku ve çekingenlik ortamında savaş bu noktada durdu.73

Medine’deki Müslümanlar, Hâlid b. Velîd’in ordusuyla birlikte geri çekilmesini onaylamadılar. Bunu harpten kaçma kabul ettiler. Bundan dolayı halk, ordunun üzerine toprak serpmeye, onları “harp kaçakları” diye nitelemeye ve “Allah yolunda cihattan kaçtınız” diyerek onlarla alay etmeye başladılar. Bu sebeple de onların birçoğu, bu tip hücumlardan çekinerek halk araşma çıkamaz oldu. İbn Hişam rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı Ümmü Seleme, Seleme b. Hişam b. Âs’ın hanımına: “Seleme’nin Rasûlullah’la namaz kılmaya geldiğini görmüyorum?” dedi. Kadın şöyle cevap verdi: “Vallahi, dışarı çıkamıyor. Ne zaman çıksa halk, ″Ey kaçak! Allah yolunda savaştan kaçtınız″ diye bağırıyor. O da artık evde oturuyor, dışarı çıkmıyor.” Hz. Peygamber (s.a.v.) durumun nezaketini takdir ediyordu. Onları geri çekilme zorunda bırakan sebepleri bilerek onlar hakkında “Taarruz için geri çekilenler” tabirini kullandı. Hâlid b. Velîd’e de Seyfullâh (Allah’ın kılıcı) unvanını verdi. 74

Başka bir rivayette de, Medine Halkı ordunun geri çekildiğini duyduğunda yüzlerine karşı toprak atıp Allah yolundan kaçanlar diyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) ise “Bunlar kaçanlar değil, taktik icabı geri çekilenlerdir”75 diyerek ordunun uygulamasını desteklediğini belirtmiştir. Bu savaş sonucunda Müslümanlar anladılar ki gerçek manada savaş, Bizans’a karşı yapılacaktı. Bunun için uygun bir zamanda Bizans’ı

73 D. G. B. İ. T., I, 508

74 İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Hımyerî el-Basrî, es-Sîratu’n-Nebeviyye, Thk: Mustafa

es-Sekkâ ve ark., 2. Bsm., Mısır, 1995, IV, 17

(23)

savaşmak üzere hazırlıklara başladılar.76

Netice itibariyle, sahâbenin Kur’ân’da yer alan müşriklerle yaptığı savaşlara bakıldığında şunlar görülecektir: Genelde sahâbe ile mücadele verdiği insanlar arasında güç dengesi yoktur. Karşı taraf en az sahâbeden iki-üç kat fazladır. Bazı savaşlarda bu oran çok daha büyüktür.77 Mu’te Savaşı da bunun en bariz örneğidir.

76 D. G. B. İ. T., I, 508-509

(24)
(25)

I. BÖLÜM

TEBÛK GAZVESİ’NİN SEBEPLERİ VE SAVAŞ HAZIRLIĞI A- GAZVENİN SEBEPLERİ

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gaza ve seriyyelerinin sebepleri çeşitlidir. Bunlar, devletin varlığını devam ettirmek, haber toplamak, İslâm’a davet, müdafaa, kervan tâkibi, anlaşmaya ihanet edilmesi, müşriklerin harp teklifi, putları tahrib etmek ve diğer sebepler78 şeklinde sıralanabilir.

İbn Sa’d Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizzat katılmış olduğu gazve sayısınının 26, Gönderdiği seriyyelerin sayısının ise 46 olduğunu bildirmektedir.79

Rumlar, Müslümanlar hakkında böyle düşünürken; Araplar ise Rum Devletine (Bizans’a) bugünkü Afrika’nın Amerika ve Avrupa’ya bakışı gibi bakıyorlardı. Onun karşı konmaz ve kendisiyle savaşılmaz bir güç olduğuna inanıyorlardı.80 Müslümanlar nazarında, Rumlardan daha korkunç düşman yoktu. Çünkü onların sayılarının, askeri hazırlıklarının ve savaş atlarının çokluğunu, gelip geçen tüccarlardan öğrenmişlerdi.81

Rasûlullah Tâif ve çevresine yaptığı gazveden sonra Medine’ye dönmüş82, Bizans Hükümdarı Heraklius’un ve onunla birlikte Hıristiyanlaşmış Arapların, Müslümanların üzerine yürümek istedikleri haberini almıştı.83 Bu sefere çıkıldığı zaman 9/630 senesinde Bizans’ın kralı Heraklius idi.84

Nabâtîler cahiliye zamanında da, İslâmiyet’e girdikten sonra da ince ak un ve zeytinyağı getirerek ticaret yaptıkları için Medine’ye çok sık gelirlerdi. Bu geliş gidişler sırasında da Müslümanlara Şam’dan yeni haberler getirirlerdi. Yine ticaret için gelen Nabâtîlerden birtakım kimseler, Şam’da büyük bir topluluğun toplandığı haberini Müslümanlara getirdiler. Habere göre, Heraklius askerlerinin bir yıllık ihtiyaçlarını

78 Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, 170-188 79 İbn Sa’d, Tabakât, II, 5-6

80 Ğazzâlî, Muhammed, Fıkhu’s-Sîra, Çev. Resul Tosun, İstanbul, 1997, s. 436 81 Vâkıdî, Meğâzî, III, 990

82 İbn Haldûn, ‘Abdurrahmân b. Muhammed, Târihu İbn Haldûn (Kitâbu’l- İber ve Dîvânu’l-Mubtedei

ve’l-Haber fî-Eyyâmi’l-‘Arabî ve’l-Acemi ve’l-Berber ve Men ‘Âsârahum min-Zevi’s-Sultâni’l-Ekber), Beyrut, 1971, II, 49; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 122

83 İbnu’l-Esîr, İzzüddin Ebû’l-Hasan Ali b. Ebî’l-Keram, el-Kâmil fî’t-Târîh, Beyrut, 1965, II, 277 84 Mes’ûdî, Ebû’l Hasan Ali b. Huseyn b. Ali, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdîni’l-Cevher, 4. Bsm., Mısır,

(26)

karşılayacak kadar yığınak yapmış, Lahm, Cüzâm, Ğassân ve Âmile85 gibi kendine taraftar bazı kabileleri de yanına almıştı. Ayrıca Heraklius’un topladığı bu ordunun bir kısmı Belkâ’ya kadar gelmiş, Heraklius’un kendisi ise Hıms’da86 kalmıştı.87

Başka bir rivayete göre Hıristiyan Araplar, Bizans Hükümdarına: “Araplar arasında Peygamberlik iddiasında bulunan kişi öldü. Kavmi kıtlık çekiyor, mallarının çoğuda perişan oldu” haberini veren bir mektub yazmışlardı.88 Bunun üzerine Bizans Hükümdarı ünlü kumandanlarından birinin emrinde 40 bin kişilik bir ordu hazırlamış ve bu haber tacirler vasıtasıyla Medine’ye kadar ulaşmıştı.89 Bu kumandanın adının Kubad olduğu bildirilmektedir.90

Başka bir rivayette de şöyle bir bilgi karşımıza çıkmaktadır: Bir gün Yahûdiler Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip, “Ey Ebû Kâsım! Eğer gerçekten Peygambersen Şam’ı fethet. Çünkü orası mahşer yeri ve Peygamberlerin yeridir” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) onların söylediklerini tasdiklemiş ve Şam’ı fethetmek için Tebûk Gazvesi’ne çıkmıştır.91

Rivayet olunduğuna göre Cenab-ı Allah, müşriklerin hac ve umre gibi durumlarda Mescid-i Haram’a yaklaşmaktan men edilmelerini92 “Ey iman edenler! Allah’a ortak koşanlar, bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi

85 Âmile: Yemen’den Şam’a Kahtânilerden göç eden bir gruptur. Şam’da Âmile adında bir dağa

yerleştikleri için bu ismi almışlardır. Ukaysır adında bir puta taparlardı. (Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, II, 714). (Kahtâniye: Çok eski, büyük bir kabiledir. Kehhâle, Ö. Rıza, Mu’cemu Kabâili’l-’Arab, III, 939)

86 Hıms: Dımaşk ile Haleb’in tam ortasındadır. Eski ve meşhur bir şehirdir. Büyük bir kalesi vardır.

(Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, II, 302)

87 Vâkıdî, Meğâzî, III, 989-990; İbnu’l- Cevzî, Ebû’l- Ferac, Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed, el-

Muntazam fî Târihi’l-Mülûku ve’l-Ümem, Thk: Muhammed Abdulkâdir Atâ, Mustafa Abdulkâdir Atâ, Beyrut, 1995, III, 362; İbn Sa’d, Tabakât, II, 166; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd, III, 3

88 İbn Hacer, Ahmed b. ‘Ali el-‘Askalani (852/1448), Fethu’l-Bâri bi Şerhi Sahîhi’l-Buhâri, Thk:

Abdulazîz Bâz Muhammed Fuâd Abdulbâki Muhibbüddîn el-Hatîb, el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1883, VIII, 85; Kastallânî, Yusuf b. İsmâ’il en-Nebbahânî, Envâru’l-Muhammediyye min Mevâhibu’l-Ledunniyye, Beyrut, 1892, I, 128; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

89 Kastallânî, Mevâhibu’l-Ledunniyye, I, 128; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123; Algül, Hüseyin, İslâm

Tarihi, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1986, II, 16

90 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri,VIII, 85

91 Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Huseyin, Delâilü’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvali Sahibi Şeri’a, Beyrut,

T. siz, V, 254; ez- Zürkânî, Muhammed b. Abdulbaki b. Yusuf, Şerhu Mevâhibi’l-Ledunniyye, 2. Bsm., Beyrut, 1973, III, 79

(27)

zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”93 âyetiyle emir buyurduğu zaman Kureyşliler şöyle demişlerdi: “Hac mevsimlerindeki ticaret ve panayırlarımız sona erdi. Bu zamanlarda ele geçirdiğimiz kâr da elden gitti.” Cenâb-ı Allah, bu kayıplarının yerini şöyle doldurdu94: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâmı din edinmeyen kimselerle küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın”.95

İbn Kesîr Bizans’a karşı düzenlenen bu seferin hikmetini buradan yola çıkarak şöyle yorumlamaktadır: Rasûlullah (s.a.v.), Bizanslılarla savaşmaya karar verdi. Çünkü onlar İslâm’a ve Müslümanlara daha yakın ve hakka davete en layık olan topluluktu. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurdu96:

“Ey İman Edenler! Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah kendisine karşı gelmekte sakınanlarla beraberdir”.97

Genel olarak Tebûk Gazvesi’nin, mezkür mıntıka halkının Medine aleyhindeki faaliyetleri veya sefer hazırlıkları üzerine misilleme yapmak, hazırlıklarını etkisiz hale getirmek veya tecziye etmek maksadıyla tertiplendiğini98 söyleyebiliriz.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Tebûk seferi müstesna her seferinde şaşırtıcı ve aldatıcı istikametlerde yola çıkardı.99 Önce aksi istikamette yola çıkıyor, epeyce gittikten sonra yarım daire şeklinde çark ederek esas seferdeki hedefin istikametini alıyordu. Bununla beraber aynı zamanda ihtiyati tedbir olarak her zaman kullanılan yolları değil aksine az istimal edilen düşmanın şüphelenmeyeceği geçit ve bölgeleri tercih ediyordu. 100

93 Tevbe 9/28 94 İbn Kesîr, Bidâye, V, 2 95 Tevbe 9/29 96 İbn Kesîr, Bidâye, V, 2 97 Tevbe 9/123

98 Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, s. 186

99 Vâkıdî, Meğâzî, III, 990; İbn Hişâm, Sîra, II, 516; İbn Sa’d, Tabakât, II, 165; İbn Kesîr, Bidâye, V, 3;

et-Taberî, İmam Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Thk: Muhammed Ebû’l-Fadl İbrâhim, Mısır, 1968, III, 101; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 213; İbnu’l-Esîr, Kâmil, II, 276; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123; Hamîdullah, Muhammed, Hz. Peygamber’in Savaşları, Çev. Salih Tuğ, Yağmur Yayınevi, 3. Bsm., İstanbul, 1981, s. 184

(28)

Hz. Peygamber (s.a.v.) herhangi bir gazveye çıkarken nereye doğru yola çıktıklarını söylemez, sanki başka bir tarafa gidecekmiş gibi davranırdı. Tebûk Gazvesi’ne kadar bu taktiği uygulayan Hz. Peygamber bu gazvede böyle yapmamıştır. Rumlar üzerine sefere çıkmak istediğini halka haber verip hazırlanmalarını emretmiştir. Ordunun nelerle karşı karşıya olduklarını anlamaları için önceden bütün şartları da açıklamıştır. Gidilecek yerin çok uzak olduğunu, düşmanın ise kalabalık bir ordudan oluştuğunu üstelik kıtlık zamanı olduğunu açıkça ifade etmiştir.101

101 Vâkıdî, Meğâzî, III, 990; İbn Hişâm, Sîra, II, 516; İbn Sa’d, Tabakât, II, 165; Taberî, Târih, III, 101;

Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 213; İbnu’l-Esîr, Kâmil, II, 276; İbn Kesîr, Bidâye, V, 3; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

(29)

B- ORDUNUN HAZIRLANMASI

1- Halkın Durumu ve Orduya Yardıma Davet

Hz. Peygamber (s.a.v.), Şam’dan gelen haberler doğrultusunda Rumların üzerine sefer düzenlemeye karar vermişti. Ancak Müslümanların içinde bulunduğu şartlar bu sefer için çok da elverişli değildi. Şiddetli sıcaklar sebebiyle kuraklık ve kıtlık vardı. Hurma ağaçları meyve vermeye başlamış olan halk için açlık ve susuzluk çekmek yerine ağaçlarının gölgesinde oturmak daha çok tercih edilecek bir durumdu. Dolayısıyla bu şartlarda bir de sefer için hazırlık yapmak oldukça güçtü.102 Bütün bu zor şartlara rağmen Müslümanlar seferberlik çağrısına icabet edip ordunun hazırlanması için tüm imkanlarını kullanmışlardır. İşte bu şartlarda hazırlanan orduya, “Ceyşu’l-Usre” (Güçlük Ordusu) denilmiştir.103 Bu sefere de “Gazvetu’l- Usre” (Güçlük Gazvesi) denilmiştir.104

Hz. Peygamber (s.a.v.) Müslümanları savaşa ve cihada karşı teşvik etmiş ve onları savaş ve cihada karşı isteklendirmiştir.105 Hz. Peygamber (s.a.v.), savaşa hazırlanmaları ve sefere katılmaları için Mekke’ye ve Müslüman kabilelere adamlar göndermiştir.106 Buradan da bu seferin ne kadar önem arzettiğini bir kere daha anlıyoruz. Ancak Müslümanların bir kısmı ilk başta bu seferin ne kadar önemli olduğunu anlayamamış ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in seferberlik çağrısına istenilen ölçüde icabet etmemişlerdir. Bunun üzerine ilahi îkaz gelmiş ve bizzat Allah (c.c) Müslümanları şöyle uyarmıştır:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!” emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Ama ahirete göre dünya hayatının zevki, pek az bir şeydir. Eğer Allah yolunda sefere çıkmazsanız, sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla onun dinine zerre kadar zarar veremezsiniz. Allah

102 Vâkıdî, Meğâzî, III, 992; İbn Hişâm, Sîra, II, 516; Taberî, Târih, III, 101; İbn Kesîr, Bidâye, V, 3;

Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

103 Tirmizî, Ebû Muhammed b. İsa, es-Sünen, 1964, Menâkıb, 76; el-Belâzurî, Ensâbu’-Eşrâf, I, 471;

İbnu’l-Esîr, Kâmil, II, 277; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 227; Heysemî, Nureddîn ‘Ali b. Ebî Bekir, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Beyrut, 1967, VI, 191

104 Buhârî, Meğâzî, 78; İbn Haldûn, Târih, II, 49; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 122 105 Vâkıdî, Meğâzî, III, 990-991; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

(30)

herşeye kâdirdir”.107 “Ey Mü’minler! Sizler gerek hafif olarak gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz. Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır”.108

Allah yolunda seferberlik emri verilince şekline göre hemen icabet etmek farzdır. Burada işi ağırdan alanlar bile kınanmıştır, azarlanmıştır. Elbette bu ağırdan alma işi mü’minlerin hepsinde meydana gelmiş değildir. Fakat bir bütünlük meydana getirmesi gereken bir toplum içinden bazılarının ağırdan alması, bütünün hareketini ağırlaştırıp aksatacağından ve seferberliğin vaktinde tamamlanamayıp ordunun gecşkmesine de sebep olacağından bunun da zararının bütün Müslümanlara dokunacağı bilindiğinden hitab genel olmuştur.109

Tevbe 41. âyetiyle alakalı başka bir rivayet de şöyledir: “Mikdad b. Esved iri yapılı şişman ve çok yağlı bir kimse idi. Allah Rasûlüne geldi, şişmanlıktan şikâyet etti. Tebûk seferine çıkmamak üzere ondan izin istedi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu”.110

2-Müslümanların Yaptıkları Yardımlar

Müslümanlar durumun ciddiyetinin farkına varmışlar ve Hz. Peygamber (s.a.v.) Ceyşu’l-Usre’ye yardıma davet ve teşvik ettikçe karşılığını Allah’tan umarak yardım etmeye başlamışlardır. Mali durumları zayıf olanlar da, ellerinden gelen yardımları yaptılar. Kimi bir deve getirip bir veya iki fakir mücahide “Buna, aranızda nöbetleşe binersiniz” diyor, kimisi de bir miktar yiyecek getirip onu fakir mücahidlere veriyordu.111 Kaynaklara baktığımızda orduya en fazla yardım yapan kişilerden birinin Hz. Osman (r.a.) olduğunu görüyoruz. Rivayetlerin birisinde bu durum şöyle anlatılmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.v.), mescide gidip minbere çıktı ve Müslümanları Ceyşu’l-Usre’ye bağışta bulunmaya teşvik etti. Hz. Osman ayağa kalkıp “Ya Rasûlallah! Allah yolunda sırt çulları ve semerleriyle birlikte 100 deve vermeyi üzerime aldım” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) tekrar, Müslümanları Ceyşu’l-Usre’ye bağışta

107 Tevbe 9/38-39 108 Tevbe 9/41

109 Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 344 110 Emiroğlu, H. Tahsin, Esbab-ı Nüzul, Konya, V, 264 111 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991

(31)

bulunmaya teşvik buyurdu. Hz. Osman yine ayağa kalkıp “Ya Rasûlallah! Allah yolunda sırt çulları ve semerleriyle birlikte 100 deve vermeyi üzerime aldım” dedi.

Sonra yine Hz. Peygamber (s.a.v.) tekrar, Müslümanları Ceyşu’l-Usre’ye bağışta bulunmaya teşvik etti. Hz. Osman yine ayağa kalkıp “Ya Rasûlallah! Ben, Allah yolunda, sırt çulları ve semerleriyle birlikte 100 deve daha vermeyi üzerime aldım” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) minberden inerken “Bundan sonra yapacağı şeyden dolayı Osman’a sorumluluk yok” buyurdu.112

Hz. Osman ordunun üçte birini ya da daha çoğunu teçhiz etti113 ve birçoklarının da erzaklarını sağladı. Su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine varıncaya kadar sağlanmadık bir ihtiyaçlarını bırakmadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) “Bundan sonra İbn Affân’ın yapacağı hiçbir şey kendisine zarar vermeyecektir” diye buyurdu.114

Hz. Osman’ın orduyu teçhizi diğer rivayetlerde şöyle geçmektedir: Osman b. Affân, Rasûlullah’ın sıkıntı içindeki Tebûk Gazvesi’ne gidecek orduyu teçhiz etmesi esnasında eteğine 1.000 dinar koyup getirdi ve o paraları Rasûlullah (s.a.v.)’in kucağına boşalttı. Rasûlullah (s.a.v.) de onları eli ile çevirip şöyle diyordu: “Bugünden sonra ne yaparsa yapsın. Hiçbir ameli Osman’a zarar vermeyecektir”. 115 Hz. Osman’ın 300 deve 1000 dinar infak ettiği söylenmiştir.116 Hz. Osman’ın 200 deve ile 200 okka gümüş ya da 1000 deve117, 900 deve118 ile 70 at infak ettiği söylenmektedir.119Ayrıca 50 120ya da

70 121 ya da 100 askeri de techiz ettiği ifade edilmektedir.122 Osman b. Affân, Tebûk

112 Tirmizî, Menâkıb, 76; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 214-215; Ebû Nuaym el-İsbahânî, Ahmed b.

Muhammed b. Abdullah, Hılyetü’l- Evliyâ ve Tabakâtu’l- Asfiyâ, Beyrut, 1967, I, 59

113 Belâzurî, Ensâbu’-Eşrâf, I, 471; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 32; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II,

123

114 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

115 Tirmizî, Menâkıb, 76; ; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 215; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 59;

Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

116 İbnu’l-Esîr, Kâmil, II, 277; ez-Zehebî, Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Târîhu’l-İslâm ve

Vefeyâtu’l-Meşâhiri ve’l-A’lâm, Thk: Muhammed Mahmud Hamdan, Kâhire, 1985, II, 521

117 Kastallânî, Mevâhibu’l-Ledunniyye, I, 167; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123 118 İbn Haldûn, Târih, II, 49

119 Kastallânî, Mevâhibu’l-Ledunniyye, I, 167 120 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 59 121 Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123 122 İbn Haldûn, Târih, II, 49

(32)

Gazvesi’nde dar durumda olan orduya 1.000 dinarlık123 mali yardımda bulundu. Rasûlullah’da o zaman şöyle dedi: “Allahım, Osman’dan razı ol. Çünkü ben ondan razıyım”. 124

Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Osman hakkında şöyle demiştir: Osman b. Affân yaratılmışlarla (dünyalıklarla) iki kez cenneti satın almıştır. Bir kere Rûme Kuyusunun kazılması sırasında yardımı sebebiyle, bir kere de zorluk ordusunu techiz ederek cenneti satın almıştır.125

Orduya en fazla yardımı yapan kişi Hz. Osman’dır. Ancak imkânlarına göre en fazlasını veren ise Hz. Ebû Bekir’dir. Çünkü o her şeyini getirmiştir. Şimdi de bununla ilgili rivayetlere bakalım. Hz. Peygamber (s.a.v.) Müslümanlara sadaka vermelerini emrettiği zaman pek çok sadaka toplandı. İlk sadaka getiren Ebû Bekir Sıddîk idi. 4 bin dirhem olan malının tamamını getirmişti.126

Hz. Ömer bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Rasûlullah bize malî yardımda bulunmamızı emretmiş ve bu varlıklı olduğum bir zamana denk gelmişti.127 Ebû Bekir, beni bir gün geçmişse, ben de bugün onu geçerim” dedim.128 Rasûlullah Hz. Ebû Bekir’e “Geride ne bıraktın?” diye sordu. “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”129 ya da “Allah ve Rasûlünü bıraktım” dedi.130 Hz. Ömer ise malının yarısını getirdi. Rasûlullah (s.a.v.) “Geride bir şey bıraktın mı?” diye sordu. Hz. Ömer: “Evet, getirdiğimin yarısını bıraktım” dedi. Daha sonra da Hz. Ömer’e Ebû Bekir’in ne kadar bağış yaptığının haberi ulaştı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’e: “Hayır yolunda hiçbir yarış yapmadık ki, sen onda beni geçmiş olmayasın” ya da “Ben artık anladım ki hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim”131 dedi.

123 İbn Hişâm, Sîra, II, 518; İbn Kesîr, Bidâye, V, 4; İbn Haldûn, Târih, II, 49 124 İbn Hişâm, Sîra, II, 518; İbn Kesîr, Bidâye, V, 4

125 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 58

126 Tirmizî, Menâkıb, 60; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123 127 Tirmizî, Menâkıb, 60

128 Tirmizî, Menâkıb, 60; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 32 129 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991

130 Tirmizî, Menâkıb, 60; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 32

131 Belâzurî, Ensâbu’-Eşrâf, I, 471; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, I, 32; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II,

(33)

Abbas b. Abdulmuttalib, Talhâ b. Ubeydullah, Sa’d b. Ubâde, Muhammed b. Mesleme de yüklerle mallar taşıdılar. Abdurrahmân b. Avf 200 ukiyye132 ile malından getirdi. Asım b. Adiy 90 vesk133 hurma tasadduk etti.134 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Müslümanları yardıma davet ettiği o günde en fazla yardımı Abdurrahmân b. Avf’ın yaptığı ifade edilmektedir. 200 ukiyye yardımda bulunmuştur.

Hz. Ömer: “Ya Rasûlallah, Abdurrahmân b. Avf’ın sevabından ziyade günaha girmiş olduğu kanaatindeyim. Zira çoluk-çocuğuna hiçbirşey bırakmamıştır” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Abdurrahmân’a: Sen çoluk çocuğuna bir şey bıratın mı? diye sordu. Abdurrahmân: “Evet, Ya Rasulallah. Onlara verdiğimden daha çok bıraktım” dedi.135 Abdurrahmân b. Avf kırk okka kadar altın, bir okka kırk dirhem para ve bir rivayette de dörtbin dirhem getirmiş ve “sekizbin dirhem param vardı, yarısını Rabbime ayırdım, yarısını da evdekilere bıraktım” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allah verdiğini de senin için mübarek kılsın evde koyduğunu da” duasında bulunmuştur.136

Kadınlar da, ellerinden gelen her yardımı yapmaktan geri durmadılar. Ümmü Sinan el-Eslemiyye der ki: Hz. Âişe’nin evinde Rasûlullah (s.a.v.)’in önüne serilmiş bir örtü gördüm ki137, üzerinde fildişinden bilezikler, pazu pendler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak kayışlarla kadınlar tarafından gönderilen ve Müslümanların savaşa hazırlanmalarına yarayan bir takım şeyler bulunuyordu.138

Kendiliğinden ortaya çıkan bu gönüllü yardımlardan ayrı Rasûlullah, evvelce tayin etmiş olduğu valilerinden, yurdun dört bir köşesine dağılmış memurlarından, elleri altındaki Devlet Hazinesinde ne kadar mal varsa göndermelerini talep etti. Hamîdullah’a göre; Basra Körfezi bölgesinde bu konuda günümüze kadar gelen birçok resmi vesika vardır. Ayrıca Rasûlullah varlıklı kimselerden zekât vergilerini vaktinden evvel ve peşin olarak ödemelerini istemişti.139

132 Ukiyye: 12 veya 40 dirhemlik bir ağırlık ölçüsü 133 Vesk: 60 sa’ miktarında bir ölçek.

134 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123

135 Kândehlevî, Muhammed Yusuf, Hayâtu’s-Sahâbe, Terc: Ahmet Meylânî, İstanbul, 1980, I, 521 136 Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 386

137 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991

138 Vâkıdî, Meğâzî, III, 991; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 123 139 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 337

Referanslar

Benzer Belgeler

Assessments including acid and bile salt tolerance, adhesiveness, and antagonistic effects on pathogenic Salmonella enteritidis BCRC 10744, as well as inhibition factors

Buruk Acı şarkısına eşlik yazan 65 öğrenciden 8’inin (%12) “Kuvvetli Zamanda Akorun Tek Sesinin, Zayıf Zamanda Akorun İki Sesinin Eşzamanlı Olarak

 Yapısız iken yapılı hâle gelen taşınmaz malın cins değişikliğinde ilgilisinin talebi hâlinde yapı kullanma izin belgesi varsa buna göre yok ise ilgilisinin Belediye

Bu nedenle, değişik tapu sicil müdürlüklerinin yetki alanında bulunan taşınmaz malların trampa talepleri, ilgili tapu sicil müdürlüklerinden hangisine yapılmış ise o tapu

Resmi tanıtım Basın duyuruları basın toplantıları basılı materyaller.. Etkinlik

• Temel ihtiyaclara harcanan zaman (yemek, uyku, kisisel bakim) + bos zaman (dinlenme +

Peygamber’in liderlik meziyetinin yanı sıra askerî dehasını, strateji ve taktik kabiliyetini de gösteren Bedir Gazvesi, İslam toplumunun Medine içindeki diğer

İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin