• Sonuç bulunamadı

HZ PEYGAMBER’İN MEDİNE’YE DÖNÜŞÜ VE SEFERDEN GERİ

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Ashâbı H. 9. sene Receb ayında çıktığı Tebûk Seferi’nden aynı yılın Ramazan ayında Medine’ye dönmüşlerdi.431 Bu yolculuk sırasında Hz. Peyamberi ve ashâbı Zî-Evân’a geldikleri zaman, sefere katılmayan bütün münafıklar orduyu karşılamak için geldiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İzin verilinceye kadar bu seferden geride kalan hiç kimse ile konuşmayın ve onlarla birlikte oturmayın” buyurdu. Mücahidler bu emre sadık kalıp onlarla konuşmadılar. Medine’ye ulaştıklarında ise Hz. Peygamber (s.a.v.) ve mü’minler, özürlü olduklarına yemin edenlerden bile yüz çevirdiler. Babasından, kardeşinden ve amcasından bile yüz çevirip konuşmayanlar olmuştu.432

Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah’a hamdolsun ki bu seferde Allah bizi, yeterince sevapla nasiplendirdi” buyurmuştur.433 Hz. Peygamber (s.a.v.) Tebûk Gazvesi’nden dönerken Medine’ye yaklaştığı sırada; “Medine’de geride kalmış öyle topluluklar vardır ki, sizin gittiğiniz hiçbir yer, geçtiğiniz hiçbir vadi yoktur ki, onlar da, sizinle birlikte o yere gitmiş, o vadiyi geçmiş gibi olmasın” buyurdu. Sahâbîler: “Ya Rasûlullah! Onlar, kalmışlardı, bu nasıl olur?” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Onlar Medine’de ancak mazeretleri sebebiyle kaldılar yoksa geleceklerdi” 434 buyurdu.

“Bununla beraber mü’minlerin hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir. Öyleyse her topluluktan büyük bir kısmı savaşa çıkarken bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi olmak, dini hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır”435 âyeti de mazeretleri sebebiyle geride kalanların durumunu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir.

Hz. Peygamber: “Biz onların gazileriyiz, onlar da bizim ilim için oturanlarımızdır. Allah’a yemin ederim ki onlar düşmanlarımıza, bizim silahlarımızdan

431 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1056; İbn Sa’d, Tabakât, II, 167; Taberî, Târih, III, 111; İbnu’l-Esîr, Kâmil, II,

282; İbn Haldûn, Târih, II, 50

432 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1049 433 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1056

434 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1056; İbn sa’d, Tabakât, II, 168; Buhârî, Meğâzî, 81; Beyhakî, Delâilü’n-

Nübüvve, V, 267; İbnu’l-Cevzî, Muntazam, III, 365; İbn Kesîr, Bidâye, V, 22

daha çok tesirlidir”436 buyurarak da yine Tevbe 122. âyette bahsedilen zümreye atıfta bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Ali’nin geride bırakılması sebebiyle fitne çıkarmaya çalışan münafıkların da bir kere daha önü kapatılmıştır.

Buhârî’de geçen bir rivayette şöyle denilmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Tebûk Gazvesi’nden dönerken Medine’ye yaklaştığımızda şöyle buyurdu: “Bu Tâbe’dir (Tâbe, Medine’nin adıdır), Bu da Uhud’tur. Bu öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz”.437 Buhârî, Abdullah b. Muhammed vasıtasıyla Said b. Yezid’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Hatırlıyorum ki, ben de çocuklarla birlikte Seniyyetü’l Vedâ’ya giderek Tebûk Gazvesi’nden dönmekte olan Rasûlullah (s.a.v.)’ı karşıladık”.438 Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye yaklaşınca kadın, erkek şöyle söyleyerek karşılamaya çıktılar:

“Seniyyetü’l-Vedâ tepelerinde üzerimize dolunay doğdu.

O davetçi Allah’a davet ettiği müddetçe şükretmek bize vacib oldu”439

Beyhakî şöyle demiştir: “Âlimlerimizin bize anlattığına göre Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye gelişinde bu şiirle karşılanmıştır. Ancak o Tebûk dönüşünde de Veda Tepeleri üzerinden Medine’ye gelmiştir”.440 İbn Kayyim ise bu konudaki görüşünü şöyle belirtmektedir: “Bazı raviler bu konuda yanılmakta ve bu olay Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesi sırasında cereyan etmiştir” demektedirler. “Bu açık bir hatadır. Çünkü Seniyetü’l-Vedâ Şam tarafındadır. Mekke’den Medine’ye gelen birisi orayı göremez ve Şam istikametine yönelmedikçe oradan geçemez”.441

Tebûk Seferi’nden geride kalanlardan birisi de Ebû Lübâbe idi. Ebû Lübâbe Tebûk’ten dönüşte Hz. Peygamber (s.a.v.)’e selam vermiş fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun selamını almayıp yüzünü çevirmişti. Ebû Lübâbe Ümmü Seleme’nin kapısında 6 gün kendini direğe bağladı. “ Allah ve Rasûlü beni affetmediği müddetçe ölünceye kadar buradayım” dedi. Rasûlullah sabah akşam onu görüyordu. Sonra Allah

436 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1057

437 Buhârî, Meğâzî, 81; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 239; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd, III, 10; İbn

Kesîr, Bidâye, V, 22

438 Buhârî, Meğâzî, 82; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 265; İbn Kesîr, Bidâye, V, 22

439 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 266; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd, III, 10; İbn Kesîr, Bidâye, V, 22 440 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 265; İbn Kesîr, Bidâye, V, 24

onun tevbesini kabul etti. Rasûlullah onu kendi eliyle çözdü.442 Daha önce ifade ettiğimiz üzere Ebû Hayseme sonradan orduya yetişmiştir.

Bu önemli sefere kalplerinde nifak olmamasına rağmen bazı sahabîler de katılamamıştı. Bu sahabîler bugün, yarın katılırım deyip daha sonra ihmalleri sebebiyle hiç katılamamış kimselerdi. Bunlardan en önemli üç isim; Benû Selime’nin kardeşi Ka’b b. Mâlik, Benû Amr b. Avf’ın kardeşi Mürare b. Rebi’, Benû Vâkıf’ın kardeşi Hilâl b. Ümeyye idi.443

Bu seferde geride kalanlardan Ka’b b. Mâlik en önemli isimlerdendir. Ka’b b. Mâlik’in cahiliyedeki künyesi Ebû Beşîr iken Hz. Peygamber onu Ebû Abdullah diye künyelendirmiştir. Meşhur bir şairdir. Akabe’de bîat etmiş, Uhud’a ve diğer seferlere de katılmış ancak Bedir ve Tebûk’te geride kalmış, onlara katılmamıştır. Hz. Muaviye zamanında Şam’da vefat ettiği bildirilmektedir.444

Ka’b b. Mâlik geride kalışını şöyle anlatmaktadır: ″Rasûlullah (s.a.v.)’ın Tebûk’ten Medine’ye gelmek üzere yolda olduğunu öğrendiğim zaman çok üzüldüm. Kurtulmak için bir yalan düşünmeye başladım. Kendi kendime “Acaba yarın ne söylesem de Rasûlullah’ın bana vereceği cezadan kurtulsam?” diyor ve ailemden de görüşüne itimat ettikleriminin hepsinden bu hususta yardım istiyordum. “Rasûlullah (s.a.v.)’in Medine’ye gelmesi yaklaştı” denildiğinde ise bu yanlış düşüncelerin hepsi kafamdan gitti. Doğruluktan başka bir şeyle bundan kurtulamayacağımı anladım ve doğruyu söylemeye karar verdim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), sabahleyin Medine’ye geldi.445

Rasûlullah (s.a.v.) bir seferden döndüğü zaman, ilk önce, mescide gider iki rekat namaz kılar, sonra da halk ile otururdu. Yine bu seferde de, böyle mescide gidip oturduğu zaman, Tebûk Seferi’ne katılmayanlar, yanına gelip yemin ederek özür dilemeye başladılar. Seksen kişiden fazla idiler. Rasûlullah (s.a.v.) onların dış yüzlerine ve yeminlerine bakarak özürlerini kabul etti, ancak içyüzlerini Allah’a bıraktı. Hasta

442 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, V, 270-271

443 Vâkıdî, Meğâzî, III, 996-998; Taberî, Târih, III, 103

444 İbn Hacer, Ahmed b. ‘Ali el-‘Askalani, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Mısır, 1939, III, 285-286 445 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1049

olduklarını ileri sürerek kendisinden özür dilemiş olan bu kişilere acıdı ve onlar için Allah’tan mağfiret diledi.″446

Ka’b b. Mâlik, Akabe’de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bîat edenler arasında bulunduğunu, Bedir Gazvesi ile Tebûk Gazvesi’nden dışında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bütün gazvelerine katıldığını belirttikten sonra şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) Bedir’den geri kalan hiç kimseyi kınamamıştı. Çünkü savaş için değil kervanı takip için çıkmıştı. Yemin ederim ki Hz. Peygamber (s.a.v.)’in müşriklere karşı yaptığı seferlerin en önemlisi şüphesiz Bedir’dir. Buna rağmen Akabe gecesindeki biat (ki orada İslâm üzere birbirimize söz vermiştik) yerine Bedir’de bulunmuş olmayı tercih etmem. Bundan sonra Tebûk Gazvesi’ne kadar hiçbir seferden geri kalmadım.447 Tebûk Seferi’ne katılmama sebebime gelince; ben o seferin olduğu zaman ki kadar, hiçbir zaman güce ve kolaylığa sahip olmamıştım. Vallahi hiçbir zaman iki devem bir arada olmamıştı. Fakat bu gazve sırasında ise, iki devem bir arada bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk Gazvesi’ne kadar, herhangi bir gazaya çıkmak istediği zaman, başka bir şekilde anlaşılacak bir dil kullanırdı. Böylece halktan nereye gideceğini gizlerdi. Tebûk Gazvesi’nde ise sıcaklar çok şiddetli, gidilecek yer çok uzak ve tehlikeli bir yolculuk olduğundan, çok sayıdaki bir düşmanla karşılaşmayı göze almak gerektiği için, Müslümanlar hazırlıklarını ona göre yapsınlar diye maksadını açıklamış, gitmek istediği yeri haber vermişti. Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı da çok fazla idi. Mücahidlerin künyelerini divan defteri almıyordu. Bu gazvede, Allah bildirmedikçe, Rasûlullah’ın bilemeyeceğini sananlardan başka hiç kimse gizlenmek, bulunmamak istemiyordu. Bütün Müslümanlar bu gazve için hazırlanmaya başladılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığımı yapmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiçbir iş yapmadan akşama doğru geri gelirdim. Kendi kendime; “Nasıl olsa hazırlık yapmak için vaktim ve imkanım var” derdim. Bu ihmal bende devam etti. Sonunda bir sabah Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Müslümanlar, birden yola çıkmışlardı. Halbuki benim sefer için hiçbir hazırlığım yoktu. Kendi kendime; “Birkaç gün içinde, ben de hazırlanır, onlara yetişirim” dedim. Tebûk’e giden ordu Medine’den ayrıldıktan sonra sabahleyin hazırlık yapmak için çıktım. Yine bir şey yapamadan geri döndüm. Bu hal

446 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1049-1050; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, II, 224; İbn Kayyim, Zâdu’l-Me’âd,

III, 11

bende devam etti durdu. Nihayet, mücahidler bu gazvede birbirleriyle yarışırcasına hızlı bir şekilde gittiler. Arkalarından gideyim de, onlara yetişeyim diye düşünmüştüm. Keşke bunu yapsaydım ama bunu da yapamadım; bana bu da nasip olmadı.

Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk Gazvesi’ne gittikten sonra çıkıp dışarıda halkın içinde dolaşırken beni en çok üzen şey münafıklardan ve Allah’ın özürlü saydığı kimseler dışında başka kimseyi göremeyişimdi. Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk’e varıncaya kadar benden hiç bahsetmemiş. Tebûk’te, Müslümanlar arasında oturduğu sırada “Ka’b b. Mâlik nerede?” diye sorunca, Benû Selimelerden biri olan Abdullah b. Üneys “Ya Rasûlullah onu iki parça elbisesi içinde, etrafına bakınması alıkoymuş” demiş. Muâz b. Cebel, Abdullah b. Üneys’e: “Senin söylediğin ne kadar kötü bir şey! Vallahi Ya Rasûlallah, biz onun hakkında hayırdan, iyilikten başka bir şey bilmiyoruz” demiş. Rasûlullah (s.a.v.) ise susmuş ve bir şey söylememiş.448

Rasûlullah’a mazeretlerin bildirildiği zaman ben de Rasûlullah’ın huzuruna gittim. Kendisine selam verdiğim zaman bana hiddetli bir şekilde gülümsedikten sonra “Gel!” buyurdu. Yürüyüp yanına vardım ve önüne oturdum. “Seni, geride bırakan nedir? Sen bana Akabe de bîat etmemiş miydin?” diye sordu. “Ya Rasûlallah, Vallahi ben sizden başka kime bir özür beyan etsem, onun gazabından muhakkak kurtulabileceğimi umarım. Çünkü ben mantıklı ve güzel konuşabilen biriyim. Ancak şunu da kesin biliyorum ki; eğer bugün ben size herhangi bir yalan söyleyecek olursam, Allah hemen o yalanımı ortaya çıkarır. Beni bu hususta cezalandırır.449 Hayır! Vallahi benim sana söyleyecek hiçbir özrüm yoktur! Üstelik ben bu seferden geri kaldığım zamanda olduğu kadar, hiçbir zaman böyle güç ve kuvvete sahip değildim” dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “İşte Ka’b doğru söyledi. Kalk! Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle” buyurdu. Kalktım, evime gelirken Benû Selime’den bazı kişiler, benimle birlikte geldiler ve bana: “Vallahi, biz seni bundan önce bir günahkar biri olarak bilmiyoruz. Ancak sen seferden geri kalan diğer kimseler gibi Rasûlullah (s.a.v.)’a özür dilemedin ve çok aciz duruma düştün. Hâlbuki Rasûlullah

448 Vâkıdî, Meğâzî, III, 997; İbn Hişâm, Sîra, II, 531-532; Buhârî, Meğâzî, 79; Taberî, Tefsir, XI, 59; İbn

Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, II, 223; Diyârbekrî, Târihu’l-Hamîs, II, 132

449 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1050;İbn Hişâm, Sîra, II, 533; Buhârî, Meğâzî, 79; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-

(s.a.v.) senin için mağfiret dileseydi bu günahını bağışlatmaya yeterdi” dediler.450 Vallahi, Selime oğulları beni bu hususta o kadar kınadılar ki sonunda Rasûlullah (s.a.v.)’ın yanına gidip özür beyan etmek istedim. Sonra onlara; “Benim durumuma düşen başka biri daha var mı?” diye sordum. Onlar “Evet! İki kişi daha var. Onlar da Rasûlullah’a senin söylediğin sözün benzerini söylediler. Rasûlullah tarafından onlara da, sana söylendiği gibi söylendi” dediler. “Kimdi onlar?” diye sordum. “Mürâre b. Rebi el-Amrî ile Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifi’dir” dediler.451 Bu iki zatın salih ve kendileri örnek tutulacak kişiler olduğunu bana hatırlattılar. Muâz b. Cebel ile Ebû Katâde’ye rastladım. Bana: “Onların sözlerini dinleme! Doğruluktan vazgeçme! İnşallah Allah, senin için bir genişlik ve bir çıkış yolu gösterecektir. Özür beyan edenler özürlerinde doğru iseler, Allah, onlardan razı olur ve bunu da Hz. Peygamber’e bildirir” dediler.452

Ka’b b. Mâlik anlatmaya şöyle devam etmektedir: ″Medine çarşısında dolaşıyordum, o sırada Medine’ye buğday satmaya gelen Şam Nabâtilerinden birisi; “Ka’b b. Mâlik’i kimdir, onu bana kim gösterir?” diyerek beni arıyordu. İnsanlar beni ona gösterdiler. Nabâti, yanıma geldi ve Ğassân Kralı Hâris b. Ebî Şemîr veya Cebele b. Eyhem tarafından ipek bir bez parçasına yazılmış bir mektubu bana verdi. Mektubta şunlar yazılıydı: “Bana gelen haberlere göre Sahib’in sana zulmediyormuş, Allah seni hoşlanılmayacak ve kötü durumda yaratmamıştır. Sen, hemen bizim yanımıza gel, biz senin hak ettiğin iyilik ve ihsanı gösteririz”. Mektubu okuyunca “Bu da diğerleri gibi bir bela ve musibettir! Şu hale bak ki; benim durumumu öğrenen bir müşrik benden umutlanmış” dedim. Mektubu hemen götürüp tandıra attım ve yaktım.″453

Ğassânî’ler Bizanslılardan çok Bizans taraftarıydılar. Kral el-Hâris haberi duydu ve derhal Ka’b’a hububat kervanıyla gizli bir haber gönderdi. Bununla onu Suriye’ye davet ediyor ve ona karşı sosyal boykot hareketi başlattığı için Rasûlullah’a karşı duyduğu kini tahrik ve teşvik ediyordu. Gönderilen bu mektubu Kâ’b’ın hakir ve

450 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1050; İbn Hişâm, Sîra, II, 533; Buhârî, Meğâzî, 79; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-

Eser, II, 225

451 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1050-1051; Buhârî, Meğâzî, 79; İbn Kayyim; Zâdu’l-Me’ad, III, 11; Diyârbekrî,

Târihu’l-Hamîs, II, 131

452 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1051

453 Vâkıdî Meğâzî, III, 1051-1052; İbn Hişâm, Sîra, II, 534 İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, II, 225;

adî bir yazı olarak karşılayıp ateşe atmasına şaşmamalıyız.454 Ğassânî Kralı’nın Ka’b b. Mâlik’e bu kadar ilgi gösterip mektup göndermesinin bir sebebi de Ka’b b. Mâlik’in daha önceden Ğassânî Sarayı tarafından tanınıyor olmasıdır. Daha önce de ifade edildiği üzere Arabistan’ın şairleri, Ğassân Sarayını sık sık ziyaret ederlerdi. Örneğin Hassan b. Sabit ile Ka’b b. Mâlik gibi.455

Olanların üzerinden kırk gün geçmişti ki; Rasûlullah (s.a.v.), sefere katılmayan diğer iki arkadaşıma da kadınlarından uzak durmaları için haber göndermişti. Ben de kadınıma; “Sen de kendi ailenin yanına git! Allah, hakkımdaki hükmünü bildirinceye kadar onların yanında kal” dedim.456

Hilâl b. Ümeyye ise Tebûk Seferi’nden geri kalışını şöyle anlatmaktadır:

″Allah’a yemin ederim ki; ben, dinimdeki eksiklik ya da şüpheden dolayı bu gazveye katılmamış değildim. İyi bir deve almaya gücüm yeterdi. Ben de iyi bir deve alıp sefere öyle katılayım dedim. Yolda Mürare b. Rebî’ ile karşılaştım. Bana “Ben de bir deve satın alıp onunla gideceğim” dedi. “Bir de arkadaş buldum, onunla yoldaş olur giderim” dedim. Ertesi sabah kalktık ve iki deve satın aldık. “Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve orduya hemen yetişelim böyle bir imkan kaçmaz” dedik. Bugün yarın gidelim derken günler geçip gitti. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise iyice uzaklaşmıştı. “Artık bundan sonra gidilmez” dedim. Dışarı çıktığımda ise özürleri sebebiyle geride kalanlar ve münafıklığı açıkça bilinenler dışında hiç kimseyi göremiyor, düştüğüm duruma daha da üzülerek eve geri dönüyordum.″457

Hilâl b. Ümeyye’nin çektiği sıkıntıyı Ka’b b. Mâlik şöyle anlatıyor: “Hilâl b. Ümeyye iyi bir Müslümandı. Sefere katılamadığı için o kadar ağlıyordu ki ağlamaktan ölecek zannettik. Yemek, içmek bilmiyor, birkaç günü birleştirerek oruç tutuyor, ancak bir yudum su ya da çok az süt içiyordu. Geceler boyunca namaz kılıyor, kimseden bir şey duymak istemediği için de dışarı çıkmadan hep evinde oturuyordu.458 Rasûlullah (s.a.v.)’ın emrine uymak için yeni doğmuş bir çocuktan bile uzak duruyordu. Hilâl b. Ümeyye’nin karısı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek; “Ya Rasûlullah! Hilâl b. Ümeyye

454 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 330 455 M. Hamîdullah, İ. Peygamberi, I, 328

456 Vâkıdî, Meğâzî, III, 1051-1052; İbn Hişâm, Sîra, II, 535; İbn Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, II, 226 457 Vâkıdî, Meğâzî, III, 997-998

çok yaşlı, güçsüz kuvvetsiz biridir. Üstelik bir hizmetçisi bile yoktur. Benden başka ona bakacak bir kimse de yok. Eğer bana izin verirseniz ona hizmet etmeye devam edeyim?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Tamam izin veriyorum ancak sana yaklaşmasın” buyurdu. Bunun üzerine kadın: “Ya Rasûlullah! Vallahi, onun kımıldayacak kadar gücü bile yok. Bu duruma düştüğünden beri hiç durmadan ağlıyor. Gece, gündüz sakalından gözyaşları akıyor, ağlamaktan gözlerinde beyazlık ortaya çıkmış, gözlerinin kör olmasından endişe ediyorum” dedi.

Bana da çevremdeki bazı kişiler; “Hz. Peygamber (s.a.v.) Hilâl b. Ümeyye’nin kadınının yanında kalıp hizmet etmesine izin verdi. Sen de git kadının için, Rasûlullah’tan izin iste” dediler. Ben de; “Ben bunu yapamam, ben genç, gücü yerinde birisiyim” dedim. Bundan sonra, on gece daha bekledim, insanların bizimle konuşmaktan men edilişinin üzerinden elli gece geçmişti.459

Ka’b b. Mâlik devam ediyor; “Hz. Peygamber (s.a.v.) seferden geri kalanlardan bizim üçümüzle konuşulmamasını Müslümanlara emretmişti. İnsanlar bizden uzaklaşıp yüzlerini çevirdiler. Çevremdeki herkes ve yeryüzü bana yabancılaştı. Bu şekilde elli gün bekledik. Diğer iki kişi ise insanlardan uzaklaşıp, evlerinde oturdular. Ben onlardan daha genç ve güçlü idim. Bu sebeple ben, dışarı çıkıp mescidde namazımı kılar, insanlar arasına karışır, çarşı pazar gezerdim. Ancak kimse, benimle konuşmazdı. Mescide Rasûlullah (s.a.v.)’ın yanına gider, selam verir ve içimden “Acaba, selamıma karşılık vermek için dudaklarını oynatır mı?” derdim. Sonra, namazı onun yakınında kılar, kendisine bakmak için uğraşır dururdum. Ben namaza eğildiğim zaman, O bana doğru döner, fakat ben O’na bakınca, tekrar yüzünü çevirirdi. Yine herkesin bana böyle davranmaya devam ettiği sıralarda Ebû Katâde’nin bahçesinin yanına gidip duvarına tırmandım. Ebû Katâde amcamın oğlu ve insanlar arasında en sevdiğim kişiydi. Selam verdim fakat o da selamımı almadı. “Ey Ebû Katâde, sana Allah için yemin ederim ki; Sen benim, Allah’ı ve Allah’ın Rasûlü’nü ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor musun?” dedim. Sustu. Aynı sözlerimi tekrar söyledim. Yine sustu, üçüncü kez tekrarlayınca

“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Hemen oradan ayrıldım”.460

Elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında sabah namazımı kılıp, Selî dağının arkasında yaptığım çardakta oturmuştum. Canım öyle sıkılıyordu ki; yeryüzü, bütün genişliğine rağmen bana dar geliyordu. Tam o sırada, Selî dağının üzerinde birinin çok yüksek bir sesle “Ey Ka’b! Müjde” diyerek bağırdığını duydum. Genişlik ve rahatlık zamanının geldiğini anlayıp hemen secdeye kapandım. Rasûlullah (s.a.v.) sabah namazını kıldıktan sonra Allah’ın bizim tevbemizi kabul ettiğini bildirmiş ve bu kimse de bize müjde vermek için gelmişti. Diğer iki arkadaşıma da, müjdeciler gitti. Bana da Benû Selime kabilesinden biri gelmişti. Bana müjdeyi getiren bu kişi yanıma gelince, üzerimdeki iki kat elbisemi çıkarıp kendisine müjde hediyesi olarak verdim. Başka elbisem yoktu. Geçici olarak iki kat elbise alıp giydim.461

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşlerinden Ümmü Seleme de bu durumu şöyle anlatmaktadır: “ O gece, Rasûlullah (s.a.v) Ka’b b. Mâlik ve diğer iki kişinin tevbesinin kabul olduğuna dair vahiy geldiğini söyledi. Ya Rasûlullah! Hemen adam gönderip müjdeyi verelim mi? dedim. Rasûlullah (s.a.v.): ″Eğer bunu duyarlarsa sabaha kadar