• Sonuç bulunamadı

Dine Tikelci-Fonksiyonalist yaklaşım: Bronislaw Malinowski örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dine Tikelci-Fonksiyonalist yaklaşım: Bronislaw Malinowski örneği"

Copied!
150
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ondokuzmayıs Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Felsefe-Din Bilimleri Anabilim Dalı

DİNE TİKELCİ-FONKSİYONALİST YAKLAŞIM:

BRONİSLAW MALİNOWSKİ ÖRNEĞİ

Hazırlayan:

Fatih Aman

Danışman:

Doç. Dr. Osman Eyüpoğlu

Doktora Tezi

(2)

T.C.

Ondokuzmayıs Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Felsefe-Din Bilimleri Anabilim Dalı

DİNE TİKELCİ-FONKSİYONALİST YAKLAŞIM:

BRONİSLAW MALİNOWSKİ ÖRNEĞİ

Hazırlayan:

Fatih Aman

Danışman:

Doç. Dr. Osman Eyüpoğlu

Doktora Tezi

(3)

BİLİMSEL ETİK BİLDİRİMİ

Hazırladığım Doktora tezinde, proje aşamasından sonuçlanmasına kadarki süreçte bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet ettiğimi, tez içindeki tüm bilgileri bilimsel ahlak ve gelenek çerçevesinde elde ettiğimi, tez yazım kurallarına uygun olarak hazırladığım bu çalışmamda doğrudan veya dolaylı olarak yaptığım her alıntıya kaynak gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu taahhüt ederim.

__ /__ /__ Fatih AMAN

(4)

ÖZET

Öğrencinin Adı-Soyadı Fatih AMAN

Anabilim Dalı Felsefe-Din Bilimleri

Danışmanın Adı Doç. Dr. Osman EYÜPOĞLU

Tezin Adı Dine Tikelci-Fonksiyonalist Yaklaşım: Bronislaw Malinowski Örneği

Din, toplumbilimlerinde üzerinde çok durulan konulardan biridir. Bu konuda araştırma yapanlardan birisi de Bronislaw Malinowski’dir. Sosyal antropolojinin kurucusu ve bir fonksiyonalist olan Malinowski her kültürün biricik olduğunu yani tikel olduğunu öne sürmektedir. Araştırılacak kültürlere genel bakışın yerine özel bakışla yaklaşılması gerektiğini söylemektedir. Dolayısıyla tikellikle fonksiyonalizmi kanaatimizce ilk defa bir araya getiren kişi olarak o, Tikelci-Fonksiyonalizm diye isimlendirdiğimiz bir yaklaşımın da kurucusudur. Bu araştırmada Malinowski’nin Tikelci-Fonksiyonalist bakışla yapmış olduğu dinle ilgili araştırmaları ve görüşleri incelenmektedir.

(5)

ABSTRACT

Student’s Name and Surname Fatih AMAN

Department’s Name Philosophy and Religious Studies Name of the Supervisor Doç. Dr. Osman EYÜPOĞLU

Name of the Thesis Cultural-Functionalist Approach to Religion: In The Sample of Bronislaw Malinowski.

Religion is one of the much emphasis issues on the social science studies. Someone who made research on this topic Bronislaw Malinowski. Malinowski is the founder of the science of social anthropology. He is also the precursor of the current functionalist anthropology. Malinowski suggests that each culture is unique. He argues that the cultures should be approached by an overview rather than a custom look. Therefore, as the person who brings together for the first time in our opinion functionalism and culturism he is also the founder of an approach we named cultural-functionalism. In this study, Malinowski's research and views on religion are examined with cultural-functionalism.

(6)

ÖNSÖZ

Toplumlarla ilgili yapılan araştırmalarda üzerinde çok durulan konulardan biri de dindir. Toplumun şekillenmesine yaptığı etkinin büyüklüğü dikkate alındığında bu durum normal karşılanmalıdır. Dinin toplumla etkileşimi öylesine yoğundur ki toplumsal konuları araştıran kişiler şu noktayı çok iyi bilmektedirler: Bir toplumun kodlarını en kısa yoldan çözmek isteyen kişi, önce o toplumun inancını kavramaya çalışmalıdır∗. Sosyolojinin kurucu

babalarının ilk ele aldıkları kurumun din olması bu anlamda tesadüf değildir. Din sosyolojisi her ne kadar 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başında bağımsız bir bilim olarak ortaya çıkmış olsa da toplum üzerine çalışma geleneği çok daha eskilere dayanmaktadır. Eski çağlardan beri pek çok düşünür din-toplum ilişkisi üzerinde durmuş ve bu ilişkiyi çeşitli yönlerden ele alan eserler ortaya koymuşlardır. Günümüzde ise çalışmalar çeşitli disiplinlerin birbirlerine yakınlaşmaları sebebiyle daha ziyade interdisipliner boyuta doğru taşınmış izlenimi vermektedir. Bizim araştırmamız da, günümüzün görünümüne uygun mütevazı bir katkıda bulunma girişimidir. Çalışmamız birbirini tamamlayan bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Girişte tezimizin kuramsal çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda temel bazı sosyolojik ekoller açıklanmış ve kendisi fonksiyonalist olan araştırmamızın merkezindeki isim Malinowski’nin görüşleri, yapmış olduğu alan araştırması ve ortaya koyduğu kültür teorisi çerçevesinde ele alınmıştır. Daha sonra günümüz toplum bilimlerinde önemli yer tutan ‘tikelcilik’ incelenmiş, fonksiyonalizmle sentezi yapılmış ve ‘Tikelci-Fonksiyonalizm’ diye isimlendirdiğimiz bir yaklaşım ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Aliye Çınar, Sosyolojik ve Antropolojik Açıdan Dine Bakış, Bursa: Emin Yay., 2009, s.11.

(7)

Araştırmamızın ikinci bölümünde Malinowski’nin dinle ilgili görüşleri, yapmış olduğu alan araştırması ve Tikelci-Fonksiyonalist bakış açısıyla ele alınmıştır. Dinin genel çerçevesi çizildikten sonra inanç ve büyü ile ilgili konulara değinilmiştir. Sosyal antropoloji’nin kurucusu olan Malinowski, incelemiş olduğu ilkel toplumlarda büyüyle ilgili önemli notlar almıştır. Günümüzde ilkel toplumların ibadeti kabul edilen büyü, bu toplumları inceleyen hiçbir araştırmacının görmezden gelemeyeceği konulardan biridir. Son olarak da dinin diğer kurumlarla ilişkisini ele alınmıştır. Bu bağlamda genel bir çerçeve çizildikten sonra dinin kurumlar arasındaki yeri, diğer temel kurumlarla ilişkisi Malinowski’nin araştırmaları ve Tikelci-Fonksiyonalist bakışla ortaya konulmuştur.

Bu çalışmanın konusunun belirlenmesinde önemli katkısı olan değerli hocam Prof. Dr. Adurrahman KURT’a, kıymetli eleştirel katkılarından dolayı hocalarım Prof. Dr. Niyazi USTA’ya, Prof. Dr. Erkan PERŞEMBE’ye, Doç. Dr. Selim EREN’e, yabancı kaynaklara ulaşmam konusundaki yardımlarından dolayı arkadaşım Doç. Dr. Kasım KÜÇÜKALP’e, çalışmamı baştan sona okuma nezaketini gösteren Doç. Dr. Vejdi BİLGİN’e ve çalışmamın her aşamasında bana rehberlik eden danışman hocam Doç. Dr. Osman EYÜPOĞLU’na çok teşekkür ediyorum.

(8)

İÇİNDEKİLER ÖZET ABSTRACT ÖNSÖZ…..…………..…………..………..…………..…………..…………..…………..…………..…V İÇİNDEKİLER…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…VII KISALTMALAR…..…………..…………..…………..…………..…………..………..………...IX GİRİŞ…..…………..…………..…………..…………..…………..

G.1 Problem, Amaç Ve Önem………..…………..…………..………..1

G.2 Kaynaklar Ve Araştırmalar…..………..…………..…………..….6

G.3 Bazı Temel Kavramlar…..…………..…………..……….8

G.4 Temel Varsayım…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..………11

G.5 Metodoloji…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………..……12

I. BÖLÜM

ÇALIŞMANIN KURAMSAL ÇERÇEVESİ: FONKSİYONALİZM VE TİKELCİLİK

1.1 Sosyolojide Kuramsal Arayış…..…………..…………..…………..…………..………….15

1.2 Temel Bazı Sosyolojik Kuramlar…..…………..…………..…………..…………..……17

1.2.1 Sembolik Etkileşimcilik…..…………..…………..…………..……….17

1.2.2 Çatışma Kuramı…..…………..…………..…………..…………..…………..……20

1.2.3 Fonksiyonalizm……..…………..…………..…………..…………..…………..…22

1.3 Malinowski’nin Fonksiyonalizminin Temel Parametreleri……..…………25

1.3.1 Alan Araştırması………..………25 1.3.2 Kültür Teorisi…..…………..…………..…………..…………..…………..………26 1.3.2.1 Kültürün Tanımı…..…………..…………..…………..………27 1.3.2.2 Kültürün Özellikleri…..…………..…………..…………..………29 1.3.2.3 Kültürün Temel Aksiyomları…..…………..…………..……31 1.3.2.4 Kültürün Fonksiyonları…..…………..…………..…………..…33

1.3.2.5 Kültürün Temeli: İhtiyaçlar Teorisi…..…………..………33

1.3.2.6 Kültürel Artıklar…..…………..…………..…………..………36

1.3.2.7 Malinowski’nin Kültürel Araştırma Eleştirileri……38

1.3.2.8 Kültür Teorisine Yöneltilen Eleştiriler...43

1.4 Tikelcilik…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…….45

1.4.1 Tikelciliğin Tanımı…..…………..…………..…………..…………..………….46

1.4.2 Tikelciliğin Temel Özellikleri…..…………..…………..…………..……..47

1.4.3 Kültürlerin Tikelliği…..…………..…………..…………..…………..…………48

1.4.4 Tikelciliğe Yöneltilen Eleştiriler…..…………..…………..…………..…52

1.5 Fonksiyonalizm Ve Tikelciliğin Sentezi…..…………..…………..…………..……53

(9)

II. BÖLÜM

MALİNOWSKİ’DE DİN

2.1 Dinin Genel Çerçevesi…..…………..…………..…………..…………..…………..………59

2.1.1 Dinin Tanımı…..…………..…………..…………..…………..…………..………62

2.1.2 Dinin Kökenleri…..…………..…………..…………..…………..…………..…65

2.1.3 Dinin Fonksiyonları…..…………..…………..…………..…………..……….69

2.1.4 Dinin Boyutları…..…………..…………..…………..…………..…………..….71

2.2 Malinowski’ye Göre İnanç…..…………..…………..…………..…………..….…..…...73

2.2.1 Yaratılış…..…………..…………..…………..…………..…………..……...……...74

2.2.2 Ölüm Ve Fonksiyonları …..…………..…………..…………..……….……76

2.2.3 Ruh Ve Yeniden Diriliş…..…………..…………..…………..…………..…78

2.2.4 Mucize…..…………..…………..…………..…………..………...82

2.2.5 Mit…..…………..…....…………..…………..…………..………83

2.3 Malinowski’ye Göre Büyü…..…………..…………..…………..…………..…………..88

2.3.1 Büyünün Özellikleri…..…………..…………..…………..…………..……...89

2.3.2 Büyünün Fonksiyonları…..…………..…………..…………..…………..…91

2.3.3 Büyücülük…..…………..…………..…………..…………..…………..…………92

2.3.4 Büyü-Bilim-Din İlişkisi…..…………..…………..…………..……….94

2.4 Malinowski’ye Göre Kurum Olarak Din…..…………..…………..…………..…97

2.4.1 Kurumun Tanımı, Özellikleri Ve Fonksiyonları…..…………..97

2.4.2 Din Kurumu…..…………..…………..…………..…………..…………..……101 2.4.3 Din-Aile İlişkisi…..…………..…………..…………..…………..………….102 2.4.4 Din-Ekonomi İlişkisi…..…………..…………..…………..…………..….109 2.4.5 Din-Siyaset İlişkisi…..…………..…………..…………..…………..……..115 2.4.6 Din-Eğitim İlişkisi…..…………..…………..…………..…………..……...118 SONUÇ…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………..………121 EKLER…..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………..………124 KAYNAKÇA …..…………..…………..…………..…………..…………..…………..…………133 ÖZGEÇMİŞ………140

(10)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser A.Ü. : Ankara Üniversitesi

Bkz. : Bakınız c. : Cilt Co. : Company Çev. : Çeviren Der. : Derleyen DTK : Dil-Tarih Kurumu Haz. : Hazırlayan

İFAV : İlahiyat Fakültesi Vakfı MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

ODTÜ : Orta Doğu Teknik Üniversitesi

s. : Sayfa

T.D.K. : Türk Dil Kurumu Vol. : Volume (Sayı)

(11)

GİRİŞ

G.1. PROBLEM, AMAÇ VE ÖNEM

Yeryüzünde yaşayan canlılar arasında birçok yönden farklılık gösteren tek canlı insandır. Diğer canlılara nazaran göstermiş olduğu farklılıkların yanında insanın, kendi içinde göstermiş olduğu çeşitlilik de öylesine yoğundur ki bu çeşitliliğin “çarpıcı olduğunu”1 söyleyebiliriz. Öyle ki kültürler arasında saptanan benzerlikler bile “her zaman genetik bir açıklama gerektirmez. Benzerlikler paylaşılan psikolojik veya yapısal faktörlere de bağlı olabilir”2. Aynı durum değerler, inançlar, semboller, dil ve normlar gibi “kültürel evrensellikler”3 için de geçerlidir. Dolayısıyla insanla ilgili olgulara yaklaşımda genellemeleri değil daha spesifik bakış açılarını ön plana çıkarmak gerekmektedir. Kanaatimizce bu bakış açılarının önemli olduğu konulardan biri de dindir. Zira din “kültürü oluşturup kültür sayesinde yaşama imkânı bulsa da yine bu kültür sayesinde bozulur”4.

Din ve insanın serüveni biri diğerine yaşıt, iç içe geçmiş bağlantıları içeren kompleks bir yapı görüntüsü vermektedir. Yapılan bunca araştırmaya rağmen cazibesini korumaya devam eden bu ikilinin ilişkisi günümüzde de popülerliğini devam ettirmektedir. “Medeniyetlerin birinci unsurunun insan ikinci unsurunun din”5 olması anlamlıdır.

İnsanlık tarihi bize din-toplum ilişkisinin her zaman ilgi çeken bir konu olarak kabul edildiğini göstermektedir. Her ne kadar bu durumun birçok değişik sebebi olduğu bilinse de kanaatimizce asıl sebep dinin ‘gizemli gücü’dür. Bahsettiğimiz güç

1 Anthony Giddens, Sosyoloji, Çev.: Hüseyin Özel-Cemal Güzel, Ankara: Ayraç Yay., 2000,

s.23.

2 Çiğdem Kağıtçıbaşı, Kültürel Psikoloji, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998, s.40. 3 Veysel Bozkurt, Değişen Dünyada sosyoloji, Bursa: Alfa Yay., 2004, s.93.

4 Zeki Aslantürk-Tayfun Amman, Sosyoloji: Kavramlar, Kurumlar, Süreçler, Teoriler,

İstanbul: Kaknüs Yay., 2000, s.327.

5 Mustafa Kara, Buhara

(12)

öylesine büyüktür ki tarihsel süreçte bireyin ve toplumun hayatının şekillenmesinin baş aktörlerinden biri olmuştur.

İnsan, toplumsal (sosyal) bir varlık olmasının getirdiği özelliği sebebiyle şekillenmesini (çok büyük oranda hayatı boyunca alacağı şekillenmeleri de) toplum içinde edinir. Sosyologlar ilk sosyalleşmenin olduğu aileden başlayan bu süreci ‘hayat boyu süren ve bireyi belli bir kalıba sokana kadar devam eden sosyalleşme süreci’ olarak kabul ederler. Toplumu oluşturan bireylerin büyük çoğunluğu o toplumun kabul ettiği ortalama sosyalleşme seviyesi etrafında birleşirler. Uç görüşlere sahip olanlar toplumdan dışlanır ve toplum görece istikrarlı yapıda hayatiyetini sürdürür. Ancak hiçbir toplumda yüzde yüz uyum olmaz. Böyle bir topluma tarih boyunca rastlanmamıştır. Toplum dediğimiz olgu görünen ve/veya görünmeyen çatışmaların eksik olmadığı ancak görece istikrarlı insan topluluğudur ve her sosyolog bunu bilir. Zaten sosyolojinin aradığı şey de bu değildir. ‘Toplumun genelinin sunduğu ortalamalar’ sosyolojinin ana konularıdır. İşte bu genel bakışın sonucu olarak sosyoloji bütün insan davranışlarının “kalıplaşmış” olduğunu kabul etmektedir6. Kalıplaşmış davranışla kast edilen “insanlar arasında düzenli olarak yinelenen tek biçimli hareket ve uygulamalardır”7. Dikkat edilirse burada vurgulanan kalıplaşmış davranış tek bir bireyin davranışı değildir. Toplumdaki insanlar arasındaki ortalama davranıştır. Sonuç olarak bir davranış toplumun genelini ilgilendirir bir konuma gelmişse o davranış kalıplaşmış davranıştır ve sosyolojinin konusu haline gelmiştir. Bu noktadan sonra sosyologların yapması gereken iş o kalıplaşmış davranışın sebep ve sonuçlarıyla ilgili teoriler üretme, genellemelere ulaşma, eğer varsa davranışın toplumlar arasındaki farklılıklarına dikkat çekme çabası olmaktadır. Şüphesiz istisnai olmakla birlikte sapma davranışını inceleyen sosyologlar da vardır.

Sosyolojinin ortaya çıkışından günümüze kadar gelen süreçte ‘sosyologların genel eğilimi tümel bakış açısından yana olmuştur’ denilebilir. Özellikle bu bilimin kurucuları sayılan kişilerde bu durum daha net olarak gözükmektedir. Dünyadaki

6 Abdurrahman Kurt, Din Sosyolojisi, Bursa: Dora Yay., 2011, s.20.

(13)

bütün toplumların aynı evrelerden geçeceğini, zamanla birbirlerine benzeyeceklerini savunan bu tümel görüş günümüzde de kısmen etkinliğini sürdürmektedir.

Tümel bakış açısının en net şekilde görüldüğü akımlar fonksiyonalizm ve çatışma yaklaşımıdır. Bu iki akım sosyolojideki akımlardır ve tüm toplumları açıklayabildikleri iddiasındadırlar. Toplumların kendi özeline bakmaktan ziyade dünyanın geneline bakma eğilimindedirler. Günümüzde sosyoloji hâlâ yoğun Batı merkezli bilimdir ve Batı mantalitesindeki ‘öteki toplumlar’ imajı da tümel bakış açısını desteklemektedir. Pozitivist kuramın uzantısı olarak ‘öteki toplumlar Batı’nın geçtiği aşamalardan geçecek ve onlar gibi olacaktır’ önermesi önemini korumaktadır. Daha ziyade pozitivizm ve modernizm etkisindeki tümel bakış açısının yanında özellikle post- modernizmin ortaya çıkmasıyla tikele yapılan atıflar da görülmeye başlanmıştır. Jean-François Lyotard’ın 1979 yılında çıkan ‘Postmodern Durum’ adlı kitabıyla tartışılmaya başlanan postmodernizm8, tüm evrensellerin varlığını inkâr eder9. “Aydınlanma filozoflarının nesnel bir bilim, evrensel bir ahlak, evrensel bir yasa... geliştirme amacı güden çalışmalarıyla biçimlenen”10 modernizmin bu evrensellikleri ‘üst [meta]11 anlatı’ olarak isimlendirilir12. Modernizmin, meta anlatılara yaptığı en önemli dayanak bilim ve teknolojiye duydukları güvendi. Bu durumun sonucu olarak modernistler “modernleşme kuramının iki önemli tezi vardır. İlki, geçmişte bütün dünya yoksul idi. Teknolojik değişim, özellikle sanayi devrimi, insanın üretkenliğini artırmış ve yaşam standartlarını yükseltmiştir. Diğeri, sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeler yoksul ülkeleri, gelişme yolunda harekete geçirecek ve böylece onlar da modernleşecektir”13 tezini savunuyorlardı. Postmodernizm “…bilim aracılığıyla insanlığın ilerlemeci özgürleşime ulaşabileceği… düşüncesine kesin bir dille saldırır14. Zira bu bir meta anlatıdır.

8 Ali Akay, Postmodernizm, İstanbul: L&M Yay., 2005, s.7.

9 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Ankara:

Bilim-Sanat Yay., 1999, s.593.

10 Madan Sarup, Post

-Yapısalcılık ve Postmodernizm, Çev.: Abdülbâki Güçlü, Ankara: Bilim-Sanat Yay., 2004, s.205.

11 Çalışmamız boyunca bütün köşeli parantezler bize aittir. 12 Marshall, a.g.e., s.592.

13 M. Ali Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Rağbet Yay., 2004, s.156. 14 Sarup, a.g.e., s.188.

(14)

Postmodernizm iki büyük meta anlatıya duyulan inancın artık geniş çaplı olarak geçersizliğini ilan etmiştir. Bunlardan biri özgürleşme miti diğeri ise doğruluk miti15. Zira birçok toplum bırakın özgürleşmeyi daha fazla sömürüye maruz kalmıştır ve doğruluğun belirlenmesi tek otoritenin yetkisinde değildir. “Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin, otorite ve hiyerarşinin reddedilmesi bunların yerine çoğulculuk, görecelilik, özgürlük ve yerelliğin öne çıkarılması”16 postmodernizmin en belirgin özelliğidir diyebiliriz. Bütün bunların sonucu olarak postmodernizmde “kültürler yan yanadır… hiç biri diğerine göre daha meşru olarak kabul edilemez”17. Sonuç olarak postmodernizmin görecelilik merkezli bakış açısından hareketle ‘her toplum kendine özgüdür’ temel varsayımından hareket eden tikelci bakış yavaş yavaş kendini kabul ettirmektedir. ‘Bir toplumu anlamak için ona dışarıdan değil içerden ve derinlemesine bakılmalıdır’ düşüncesi etrafında araştırmalarını şekillendiren bu görüşün fonksiyonalizmle birleşmesi Tikelci-Fonksiyonalizmi oluşturur.

Bu bağlamda araştırmanın problem durumunu şu şekilde ortaya koyabiliriz: Her toplumun kendine özgü olduğu gerçeğinden hareketle toplumları araştırırken genel (tümel) değil de özel (tikel) bakış açısı gerekmez mi? Tikel bakış açısını merkeze alan Tikelciliğin özellikleri nelerdir? Tikelciliğin fonksiyonalizmle birleşmesiyle oluşan Tikelci-Fonksiyonalist Yaklaşımın toplumbilimlerindeki yeri nedir? Malinowski’nin araştırmalarında dinle ilgili tikel örnekler ve fonksiyonları nelerdir?

Sosyoloji ve sosyal antropoloji birbirlerine en yakın bilim alanlarıdır. Durkheim gibi ilk sosyologların bir kısmı hem sosyolojinin hem de antropolojinin kurucuları arasındaydılar. XX. Yüzyılın başlarından itibaren antropoloji sosyolojiden ayrılmaya başlasa da antropolojinin alt disiplini olan sosyal antropolojinin sosyolojiyle yakın ilişkisi sürmüştür ve sürmeye devam etmektedir. Günümüzde bu iki bilim adeta iç içe geçmiş izlenimi vermektedir18. Yapılan bazı araştırmaların iki alan tarafından da

15 Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s.593.

16 Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, s.180. 17 Akay, Postmodernizm, s.115.

18 Nephan Saran’a göre “sosyal antropoloji bugün, ilkel toplumların kültürünü incelediği

kadar modern toplumların kültürünü de incelemektedir.” Nephan Saran, Antropoloji, İstanbul: İnkılâp Yay., 1989, s.136. Ayrıca sosyolojinin alt dallarında olan “din sosyolojisi

(15)

kabul görmesi, durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bakış açılarından inceledikleri konulara ve kullandıkları yöntemlere kadar birçok ortak noktaya sahiptirler. Çalışmamız bu iki alanın temel ortak noktalarından bazılarını içermektedir.

Sosyoloji ve sosyal antropolojide Tikelci bakışın yerinin ne olduğu, fonksiyonalizm akımıyla birleşmesiyle nasıl bir yaklaşımın ortaya çıktığı ve sonuçta bu yaklaşımın dine nasıl uygulanabileceğinin Malinowski özelinde gösterilmesi çalışmamızın esas amacı olmaktadır.

Tikelci-Fonksiyonalizm isimlendirmesi yapmamızın sebebi daha önce bu tip isimlendirmeleri çağrıştıran faaliyetlerin olmasıdır. Sosyal antropolojideki isimlerden olan Franz Boas aynen Malinowski gibi tikelcidir. Ancak onun tikelciliğine tarih eşlik eder. Yani Boas, kültürleri ve toplumları anlamak için onları tikel kabul etmeyi ve tarihsel süreçlerine eğilmeyi öncelemektedir. Kendisinden sonra onun bu yaklaşımı Marvin Haris tarafından ‘Tarihsel-Tikelcilik’ olarak isimlendirilmiştir19. Boas’ın kendisi bizzat böyle bir isimlendirme kullanmamıştır. Kanaatimizce aynı durum Malinowski için de geçerlidir ve onun yaklaşımı ‘Tikelci-Fonksiyonalizm’ olarak isimlendirilebilir. Dolayısıyla biz nasıl ki ‘Tarihsel-Tikelciliği’ kuran ve onu belli temellere dayandıran kişi Franz Boas ise ‘Tikelci-Fonksiyonalizmi’ kuran ve onu belli temellere dayandıranın da Malinowski olduğunu düşünüyoruz.

Bu çalışmanın özgün yanı ise Bronislaw Malinowski’nin din üzerine yapmış olduğu çalışmaları dikkate alarak ilgili verileri din sosyolojisi bilim dalı çerçevesinde ele almasıdır. Polonya asıllı İngiliz antropolog Malinowski sosyal antropolojinin kurucusudur. Aynı zamanda kurucusu olduğu bilimin temel araştırma tekniği olan ‘katılımcı gözlem’ metodunu ilk defa bilimsel ölçütlere uygun bir biçimde uygulamıştır. Evrimcilik, yayılmacılık, ilerlemecilik… gibi yaklaşımların karşısında olmuştur. Ayrıca o, sosyolojideki ekollerden fonksiyonalizmi de sosyal antropolojiye

günümüzde antropolojiyle yakın ilişki içindedir.” Recep Şentürk, Yeni Din Sosyolojileri, İstanbul: Gelenek Yay., 2004, s.72.

19 Sibel Özbudun-Balkı Şafak-N. Serpil Altuntek, Antropoloji: Kuramlar, Kuramcılar,

(16)

uygulamış, bu bilimdeki fonksiyonalist ekolün kurucusu olmuştur. Kanaatimizce Malinowski için -sosyal antropolog yönü baskın olsa da- ‘sosyolojiyle sosyal antropolojinin kesiştiği noktada duran kişilerden biridir’ denilebilir.

Son olarak bu çalışmanın sosyoloji ve sosyal antropoloji alanlarının ikisiyle de ilişkili interdisipliner bir araştırma olduğunu belirtmek istiyoruz.

G.2. KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR

Toplumbilim denen araştırma alanı temelde iki ana kola ayrılır: Sosyoloji ve sosyal antropoloji. Bu dalların birbirlerine en yakın sosyal bilim alanları olmasının sebebi de budur. Her ne kadar sosyoloji ‘sanayileşmiş ve/veya sanayileşmekte olan toplumları’, sosyal antropoloji ‘ilkel toplumları’20 inceler genel kuralı önümüzde duruyor olsa da günümüzdeki bazı araştırmalar iki disiplin arasındaki yakınlığı gözler önüne sermektedir21. Bu tip araştırmalar genelde toplumdaki kurumların veya grupların araştırılmasında daha belirgin şekilde görülmektedir denilebilir.

Sosyoloji ve sosyal antropoloji araştırmaları gerçekte toplumdaki kurumların araştırılmasıdır. Yapılan her araştırma, farkında olalım veya olmayalım, mutlaka temel kurumlardan biri veya birkaçıyla ilgilidir. Bu durum sosyal antropolojiyi öne alan çalışmalarda daha da belirgindir. Zira ilkel toplumlardaki kurumlar sanayileşmiş toplumların kurumlarıyla karşılaştırıldıklarında görece basit izlenimi vermektedir. Bu izlenim sonucu olsa gerek çalışmaların çoğunda, araştırmacıların ilkel toplum kurumlarını daha genel olarak ele aldıkları görülmektedir. Oysa durumun tam

20 “İlkel Toplumlar” adlandırılması günümüzde iki farklı bakış olduğunu belirtelim. Bazı

toplumbilimciler bu kavramdan rahatsızlık duymaktadırlar. İlk antropologların Batıyı merkeze alarak uydurdukları kavram, bu toplumlara adeta yapışıp kalmıştır ve günümüzde de kullanıldığı (henüz uygun alternatifi de üretilemediği) için tezimizde aynı kavramı kullanmak zorunda kaldık. Ancak bu kavramın o toplumlara uygun bir kavram olduğunu dolayısıyla rahatsızlık duymaya gerek olmadığını belirten bazı toplumbilimciler de -Mary Dougles gibi- vardır.

21 Örneğin bazı tarikatları inceleyen çalışmalar hem sosyoloji hem de sosyal antropoloji

alanında sayılmaktadır. Aynı tarikatın iki farklı kolu için yapılan çalışmalar bu konuda bir örnektir. Bkz. Tayfun Atay, Batıda Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği, İstanbul: İletişim Yay., 1996 (sosyal antropoloji çalışması); Niyazi Usta, Menzil Nakşîliği (Sosyolojik Bir Araştırma), Ankara: Töre Yay., 1997 (sosyoloji çalışması).

(17)

anlamıyla bu şekilde olmadığı günümüz sosyal bilim çevreleri tarafından kabul edilmektedir22. Özellikle Malinowski’nin başlattığı katılımcı gözleme dayalı alan araştırmaları kurumların en az üçünün ilkel denilen toplumlarla sanayileşmiş kabul edilen toplumların hangisinde daha karmaşık yapıda olduğunu kestirmenin kolay olmadığını göstermiştir. Bahsedilen üç kurum din, aile ve ekonomidir. Siyaset, eğitim gibi kurumların ise sanayileşmiş toplumlarda daha girift özellikler gösterdiği neredeyse kesindir. Konuyu anlamak için herhangi bir antropoloji kitabına bakmak yeterli olacaktır. Yapılan çalışmaların sonucunda ulaşılan bu genel kanaat sosyal antropoloji araştırmalarında özellikle din, aile ve ekonomiye ağırlık verilmesine sebep olmuştur diyebiliriz. Durumun Malinowski özelinde de farklı olmadığını ifade edebiliriz.

Bu bağlamda çalışmamızda kullandığımız kaynakların başında araştırmamızın merkezindeki isim olan Bronislaw Malinowski’nin eserleri gelmektedir. Yapmış olduğu katılımcı gözleme dayalı alan araştırmalarını ele alan çalışmalarının yanında teorik konularda da yazmış olduğu eserler bu araştırmanın birincil kaynaklarını oluşturmaktadır. Birinci bölümde daha çok Malinowski’nin teorik boyutla ilgili görüşlerini içeren Bilimsel Bir Kültür Teorisi ve Büyü, Bilim, Din gibi kitaplarına atıflar yapılacaktır. İkinci bölümde ise müellifin yapmış olduğu alan araştırmalarını kaleme aldığı eserleri ön plana alınacaktır. Bunların yanında din sosyolojisi, sosyoloji, sosyal antropoloji ve antropoloji kaynakları çalışmamızda kullanacağımız ikincil kaynaklardır.

Yapmış olduğumuz taramalarda Malinowski’nin dinle ilgili görüşlerini ele alan müstakil bir çalışmaya rastlamadık. Gigapedia.org, library.nu, archive.org… gibi uluslararası doküman araması yapan internet sitelerinden yapmış olduğumuz taramalarda da bu konunun çalışıldığını gösteren bir bulguya ulaşamadık. Malinowski’nin görüşlerine genel olarak yer veren bazı çalışmalar yapılmışsa da sadece din konusunu ele alan yüksek lisans, doktora seviyesinde bir çalışmanın

22 Örnek olarak Navajo yerlilerinin dilini gösterebiliriz. 2. Dünya Savaşı sırasında bu dil,

karmaşıklığı sebebiyle Pasifikteki ABD deniz kuvvetleri tarafından şifre olarak kullanılmıştır. Japonların şifre çözme çabalarına karşın çözülememiştir. Bkz. Haviland ve diğerleri, Kültürel Antropoloji, Çev.: İnan Deniz Erguvan Sarıoğlu, İstanbul: Kaknüs Yay., 2008, s.256.

(18)

yapılmamış olduğunu gördük. Ülkemizde ise Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Dilek İnneci’nin hazırlamış olduğu “Malinowski'nin İşlev Teorisine Göre Türk Atasözlerinin İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezine ulaşabildik23. Dolayısıyla araştırmamızın orijinal bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.

G.3. BAZI TEMEL KAVRAMLAR

Araştırmamızda görece sık olarak tekrarlanacak kavramlar tikelcilik, fonksiyonalizm, din, kurum ve tezin merkezindeki isim olan Malinowski’dir.

1) Tikelcilik:

Bu kavrama ilişkin açıklamalar birinci bölümün kendi adıyla anılan alt başlığında yapılacaktır.

2) Fonksiyonalizm:

Fonksiyonalizm konusuna yine birinci bölümde “Temel Sosyolojik Kuramlar” adlı başlıkta yer verilecektir.

3) Din:

Üzerinde çok tartışılan, düşünülen, araştırılan konulardan biri olan dinin tanımlanması oldukça zordur. Dinin tanımlama girişimlerinde genellikle onun tek bir yönünün vurgulandığı ve bu sebepten birçok din tanımı ortaya çıktığı görülmüştür24. Bu durum aslında normal kabul edilmelidir zira ‘din’ kelimesi -dindar açısından- bir Hıristiyanla bir Budiste aynı imajı vermediği gibi -bilim açısından- bir psikologla bir sosyologun zihninde de aynı şeyi uyandırmamaktadır. “Esasında dini inceleme ve araştırma konusu olarak ele alan her bilim kendi işine yarayan bir din tarifiyle yola çıkmaktadır. Bir psikolog dini, çoğu defa, yaşanan bir tecrübe; bir sosyolog, sosyal bir kurum veya hadise; bir kelamcı, akla ve nakle dayalı bir sistem… olarak görür. Söz konusu tariflere dinin aleyhindeki tarifler (Marks, Freud ve Comte’un tarifleri)

23 Dilek İneci, Malinowski’nin İşlev Teorisine Göre Türk Atasözlerinin İncelenmesi, İzmir:

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2004.

24 Bkz. Niyazi Akyüz-İhsan Çapçıoğlu, Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Ankara: Gündüz

(19)

eklenince, mesele daha karmaşık bir vaziyet almakta ve ortak unsurları ihtiva eden bir tanıma ulaşılmamaktadır”25. Mesela “Schleirmacher dinin duygu yönü, Max Müller inanç yönü, Durkheim kolektif yönü, Vernon ise pratik yönü üzerinde durmakta ve hiçbiri kapsayıcı bir tanım geliştirememektedir”26. Ancak yukarıdaki isimlerin oluşturduğu “din konusunda yapılan ilk dönem araştırmaları bilimsel açıdan üç ana özellik göstermektedirler: Evrimci oluşları, pozitivist oluşları ve soruna psikoloji açısından bakmakta oluşları…”27

Konuya din sosyolojisi açısından baktığımızda din tanımlarının üç kategoriye ayrıldığını söyleyebiliriz: Özsel tanımlar, işlevsel tanımlar ve çok yönlü (politetik) tanımlar28. Özsel tanımlar dinin aşkın (transandantal) yönüne atıf yaparken işlevsel tanımlar dinin birey ve toplum hayatındaki fonksiyonlarına atıf yaparlar. Otto’nun “din kutsalın tecrübesidir”29 tanımı özsel tanımlara; Durkheim’in “din, kutsal şeylerle ilgili inanç ve ibadetlerden oluşmuş, yasak kabul edilen şeyler konusunda mensuplarını bir manevi topluluk halinde bir arada tutan inanç ve uygulamalardır”30 şeklindeki tanımıysa işlevsel tanımlara bir örnektir. Konumuz açısından olaya baktığımızda özsel veya işlevsel tanımlardan birini tercih etmektense ikisini de dikkate alan politetik tanımın daha uygun olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü dinin hem aşkın hem fonksiyonel tarafı olduğu bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla biz bu çalışmamızda dini inanç, ibadet ve sosyolojik boyutlarıyla beraber semboller sistemini de içeren toplumsal bir kurum olarak ele alacağız.

4) Kurum:

Sosyolojide üzerinde çok durulan terimlerden bir tanesi de kurumdur. Zira günlük dilde kullanılan anlamıyla sosyolojideki anlamı farklı olan kurum toplum üzerinde yapılan çalışmaların merkezi konumundadır ve ciddi olarak ilgilenilmesi gereken terimlerdendir. Bizler günlük dilde kullanırken daha ziyade bir fonksiyonu yerine

25 İzzet Er, Din Sosyolojisi, Ankara: Akçağ Yay., 2007, s.12.

26 Amiran Kurktan Bilgiseven, Sosyal İlimler Metodolojisi, İstanbul: yayınlayan yok, 1989,

s.4.

27 Tom Bottomore, Toplumbilim, Çev.: Ünsal Oskay, Ankara: Doğan Yay., 1997, s.263. 28 Kurt, Din Sosyolojisi s.36-41.

29 Hans Freyer, Din Sosyolojisi, Çev.: Turgut Kalpsüz, Ankara, 1964, s.32.

30 Emile Durkheim, The Elementary Forms of The Religious Life, London: Allen and Unwin,

(20)

getiren ‘sosyal sigortalar kurumu, iş ve işçi bulma kurumu…’ gibi kuruluşlara kurum demekteyiz. Oysa sosyolojik açıdan konuya baktığımızda kurum mekân, grup veya kişi değildir. Kurum gerçekte soyuttur. “Kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının örüntüleşmiş bir parçasıdır. Bir başka deyişle çoğunluğun paylaştığı davranış örüntüleridir”31. Kurumlar, a) belli bir amaca yöneliktir; b) Değer yüklüdürler ve c) örgütlenmiş yapı arz ederler. Her kurum diğeriyle yakın ilişkidedir. Kurumlar -aralarında benzetme yapılsa bile - grup ve örgütten de farklıdırlar. Amaca yönelik olma açısından benzerlik olsa da grubun insana tekabül etmesi ona somut bir varlık kazandırmaktadır. Örgütte de bulunan bu somutluk onları kurumdan farklı bir konuma yerleştirmemizin sebebidir. Bu bağlamda mesela “cami (veya kilisedeki insan topluluğu) bir grup ya da örgüt ama kutsallık yani din bir kurumdur”32.

5) Bronislaw Malinowski:

Araştırmamızın merkezindeki kişi Bronislaw Malinowski, çalışmamız boyunca sık karşılaşacağımız isim olduğundan bu bölümde kendisinden bahsetmenin uygun olduğunu düşünüyoruz.

Polonya asıllı İngiliz antropolog Malinowski, Polonya Krakow'da doğdu (1884). Jagiellonian Üniversitesi'nde felsefe doktorasını yaptı, aynı üniversitede fizik ve matematik üzerine çalıştı. Ancak onun hayatındaki dönüm noktası diyebileceğimiz olaya bir kitap sebep oldu. James Frazer'ın Altın Dal isimli eserini okuyunca antropoloji üzerine yoğunlaşmaya karar verdi. İki sene Leipzig Üniversitesi'nde Gabriel Seligman ile antropoloji çalışarak geçirdi. James Frazer ve diğer Britanyalı yazarlar arasında tanınmaya başladı. Bu nedenle Malinowski 1910'da London School of Economics'te öğrenim görmek üzere İngiltere'ye gitti.

1914'de araştırmalarını yaptığı yer olan Papua Yeni Gine'de Trobriand Adaları'na gitti. Alanındaki bu seyahati sırasında I. Dünya Savaşı başladı ve Malinowski savaşın sonuna kadar Trobriand Adaları'nda kaldı33. Bu süre zarfında saha çalışmalarını

31 David Krech ve diğerleri, Cemiyet İçinde Fert, Çev.: Mümtaz Turhan, İstanbul: MEB Yay.,

1983, c.2, s.127.

32 Önal Sayın, Sosyolojiye Giriş, İzmir: Erdem Kitabevi, 1998, s.145-146.

33 Malinowski, adalarda geçirdiği günlerle ilgili günlük de tutmuştur. Bkz. Malinowski, A

(21)

yapma fırsatı buldu ve şu an antropolojik metodolojide çok önemli konumda olan katılımcı gözlem kuramını oluşturdu. “Malinowski, ilkel toplumların yaşamını anlamak için onların arasına karışma gerekliliğini vurgulayan ilk kişidir. Yaptığı çalışmayla bunun nasıl yapılacağını da göstermiştir. O zamana kadar bu derece ayrıntılı bir çalışma yapılmamış, başka bir kültürün işleyiş tarzıyla ilgili bu kadar ayrıntılı bilgiler elde edilmemiştir”34. Savaştan sonra London School of Economics, Londra Üniversitesi, Cornell Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Yale Üniversitesi’nde çalıştı. 1942 yılında 59 yaşında ABD’de öldü35.

G.4. TEMEL VARSAYIM

Sosyolojinin kurucu babaları olan Comte, Durkheim gibi isimler görüşlerini her ne kadar genele irca etmiş olsalar da, gelinen nokta, toplumbilimcileri genel yargılara karşı çok titiz davranmaya zorlamaktadır. Zira bahsettiğimiz şey tek tek bireyler değil, birçok bireyin bir araya gelmesi sonucu oluşan apayrı bir olgu olarak toplumdur. Unutmayalım ki bütün, parçaların toplamı değil bilakis parçaların toplamından farklı bir şeydir. Eğer konu toplum ise işimiz biraz daha zorlaşmaktadır. Çünkü bu bütün, kâinattaki en farklı varlık olan insanlardan oluşmaktadır. Çarpıcı olduğunu düşündüğümüz bir örnek olarak “herkesçe kabul edilmiş herhangi bir toplumbilimsel teori henüz yoktur”36 dersek sanırım işin zorluğu anlaşılmış olur. Günümüzde yapılan toplumbilim araştırmalarının, tüm dünya toplumlarıyla ilgili genel geçer fikirler üzerinden yapılamayacağını belirtmeleri konusunda neredeyse hemfikir olduklarını söyleyebiliriz. Bunun yerine her toplumun kendine özgü olduğu ve kendi özel şartları dikkate alınarak incelenmesi gerektiği tezinin yerleştiğini görmekteyiz. Yani her ne kadar toplumlarda ortak olan kurumlar, benzer olan normlar, ortak kurallar… varsa da, bu benzerliklerin her toplumda aynı şeyler ifade etmedikleri, toplumun kendine özgü değerleriyle algılandığı, farklı fonksiyonlar icra

34 Haviland ve diğerleri, Kültürel Antropoloji, s.134.

35 Malinowski’nin eserleri şunlardır: Trobriand Adaları; Batı Pasific Argonutları; İlkel

Toplum; Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek; Yabanıl Toplumda Cinsiyet ve Baskı; Kuzeybatı Melanezya'da İlkel Seksüel Yaşam; Mercan Bahçeleri ve Onların Sihiri: Trobriand Adaları'ndaki Tarım Ritüelleri ve Toprağı İşleme Yöntemleri Üzerine Bir Çalışma; Bilimsel Bir Kültür Teorisi; Büyü, Bilim ve Din; Kültürel Değişimin Dinamikleri.

(22)

ettikleri bir gerçektir. İsim olarak benzerlik, bunların ‘bir ve aynı şeylermiş gibi’ algılanmasına sebep olmamalıdır.

Sosyoloji ve sosyal antropolojide üzerinde çok durulan temel kurumlardan birisi de dindir. Bunun belki de en önemli sebebi dinin toplum üzerindeki şekillendirici özelliğidir. Farkında olalım ya da olmayalım günlük hayatımızdaki birçok davranışımız din merkezlidir. Farklı toplumlarla aynı dini paylaşsak bile bu dinin toplumlar üzerindeki etkileri de farklıdır. Aynı dine inanan her toplum aynı davranışları da göstermemektedir. Sonuç olarak konu her toplumun farklılığı noktasına gelmektedir. Bu bağlamda, toplumlar ve kültürler tikeldir ve her kurum gibi dinin de tikel uygulamaları ve fonksiyonları vardır. Dolayısıyla biz, kültürlere tümel bakış yerine tikel bakışla yaklaşmak daha doğru kabul edilmelidir önermesini temel varsayım olarak kabul etmekteyiz.

G.5. METODOLOJİ

Yöntem, Teknik, Verilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi

Bilimlerin bağımsızlığı iki şeye bağlıdır: Kendine özgü konu ve kendine özgü metot. Bu iki şey olmadan ayrı bir bilim dalı ortaya çıkmaz. Birbirlerine çok yakın iki bilim olan sosyoloji ve sosyal antropoloji konu olarak ‘toplum içindeki bireyi, grupları, kurumları ve aralarındaki ilişkileri olabildiğince objektif tarzda inceleyen’ disiplinlerdir. Aralarındaki temel farklardan birisi, inceledikleri toplumların maddi gelişmişlik farkıdır. Giriş bölümünün başından beri üzerinde durduğumuz noktalar aslında çalışmamızın konusuyla ilgilidir denilebilir. Bu bölümde ise araştırmamızda kullanacağımız yöntem üzerinde durulacaktır.

Vasıflama, karşılaştırma, açıklama sıralaması sosyoloji çalışmalarında metodolojinin temelini oluşturmaktadır37. Ancak konuyu vasıflamaya, karşılaştırmaya ve açıklamaya yani metodolojiye bazı tekniklerle elde edilen bilgiler sonucunda ulaşılabilmektedir. Daha çok nicel dediğimiz anket, görüşme gibi tekniklerle ve nitel dediğimiz katılımcı gözlem, odak grup görüşmesi, örnek olay, literatür incelemesi ve

37 Stephan Cole, Sosyolojik Düşünme Yöntemi, Çev.: Bekir Demirkol, İstanbul: Vadi Yay.,

(23)

tarihsel araştırma gibi tekniklerle elde edilen bilgiler sonucunda konuyu tasvir edebiliriz. Bazı noktaları karşılaştırmaya alabiliriz ve asıl amacımız olan açıklamaya ulaşabiliriz. Tüm bunlar sonucunda sosyoloji çalışmalarında asıl amaç olan benzer olay ve olguları ‘tipolojiler’ şeklinde ortaya koyabilme imkânına kavuşuruz. Bu şekilde oluşturulmuş tipolojiler çoktur ve bir bilimin gelişmişliği ürettiği tipoloji sayısıyla da yakından ilgilidir denilebilir.

Bu çalışmamızda biz de bir tipoloji oluşturmaya çalışacağız. Teknik olarak tarihsel inceleme ve literatür incelemesini yoğun bir şekilde kullanacağız. Genel anlamda bu araştırmamızda din, Tikelci-Fonksiyonalist bakış açısından Malinowski özelinde ele alınacaktır. Tikelcilik ve fonksiyonalizm akımları ele alınacak ve bir senteze ulaşılmaya çalışılacaktır. Malinowski’nin dinle ilgili görüşleri, yapmış olduğu alan araştırmaları merkezinde ve Tikelci-Fonksiyonalizm bağlamında değerlendirilecektir. Dinin diğer kurumlarla ilişkisi yine Tikelci-Fonksiyonalizm bağlamında ele alınacaktır. Birinci bölüm vasıflamayı öncelemektedir. İkinci bölümde ise karşılaştırma ve açıklamayı ön plana almaya çalışacağız.

(24)

I.BÖLÜM:

ÇALIŞMANIN KURAMSAL ÇERÇEVESİ:

FONKSİYONALİZM VE TİKELCİLİK

(25)

1.1. SOSYOLOJİDE KURAMSAL ARAYIŞ

Bütün bilimler kuramlara ve genel ilkelere ulaşma çabasındadırlar. Belli kabullerin ve varsayımların sistematik bir biçimde örgütlenerek oluşturduğu kuramlar birçok kişinin fikirlerini etkileyebilir. Farkında olmasak da dünyaya bakışımız tamamen kuramsal bakış açımıza dayanmaktadır diyebiliriz38. Sosyoloji için de durum farklı değildir.

Sanayi devrimiyle birlikte toplumsal yapıda tarihte o güne kadar görülmemiş farklı dönüşümler olmuştur. Dünya nüfusu anormal denilecek seviyede artmış, kentlere göç başlamış, işbölümü karmaşıklaşmış, ikincil grup ilişkileri yoğunlaşmış, yeni ideolojiler yayılmaya başlamış (sosyalizm ve kapitalizm gibi), kadının rolü değişmiş, tüketim yaygınlaşmıştır. Sosyoloji de zaten bunların bir sonucu olarak doğmuştur. Olayları anlamaya çalışan sosyologlar da bazı kuramlar geliştirme çabasına girmişlerdir.

Sosyolojideki ilk kuramlar makro kuramlar olarak bilinirler. Organizmacı, evrimci ve diyalektik modellerden ilham alan, daha çok sanayi devriminin sonucu oluşan düzen ve/veya düzensizliği ilgi alanı olarak seçen makro kuramlar tabiri caizse globaldirler ve insanlığın başından sonuna kadarki tüm gelişim çizgisini konu edinirler. Sosyolojinin kurucu öncüleri genellikle makro kuramlarla ilgilenmişlerdir. Ancak toplumun ne kadar karmaşık bir yapı olduğu belirginleştikçe büyük makro kuramların her şeyi tam olarak açıklamakta yetersiz kaldıkları anlaşılmıştır. Dolayısıyla makro kuramların genel olarak açıkladığı bazı konular daha sonra gelen sosyologlar tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu sosyologların belli konulara yoğunlaştığı söylenebilir (Pareto’nun seçkinlerin dolaşımı kuramı… gibi)

Makro kuramlar bireyi yok kabul etmeseler de toplumu aşırı ön plana çıkarmaları sebebiyle zamanla eleştiriye uğramışlardır. İnsanın önceden kestirilebilir bir varlık

38 Ancak hiçbir kuram değer yargılarından tam olarak arınmış değildir. Böyle bir iddia

Paloma’nın ifadesiyle “değer yargılarından arınmış bir sosyoloji miti aldatmacası” olarak ifade edilebilir. Bkz. Margaret M. Paloma, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev.: Hayriye Erbaş, Ankara: Eos Yay., 2007, s.30.

(26)

olduğunu savunan ve onun toplumsal eylem güdüsünün çıkarlar üzerine kurulduğunu kabul edip tümdengelimli bilimsel yaklaşımı benimseyen bu kuramlara karşın, insana yaratıcı varlık olarak bakan, çıkarlar değil de değerlerin onun toplumsal motivasyonunu sağladığını kabul eden ve tümevarımı bilimsel yaklaşım olarak benimseyen mikro yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Daha çok ifadesini simgesel etkileşimcilik ve fenomenolojide bulan bu kuramların, birey-toplum dikotomisinde toplumdan yana olan baskınlığı azaltmaya çalışma eğiliminde oldukları söylenebilir. Mikro kuramlar “toplum veya bireyin bir önceliğe sahip olmak zorunda olmadığına” vurgu yaparlar39.

Tüm bu kuramların hangisi ne kadar doğrudur? Objektifliklerine nasıl inanacağız? Sosyologlar konuya yaklaşırken zihinleri boş halde bulunmazlar. Hepsinin belli kabulleri vardır. Konunun belirli bir yönüne odaklanırlar ve bazı teknikleri kullanırlar. Cevap aradıkları soruları bulunmaktadır. Çalışmaları sosyolojik kuramların bakış tarzlarına dayanır. Sosyologlar hoşlanarak ya da hoşlanmayarak, bilerek ya da bilmeyerek, sosyolojinin karakterini belirleyen varsayımlar çerçevesinde araştırmalarını örgütlemektedirler40. Kuramlardaki örgütlülük sosyologlara tutarlı bir bütünlük de sağlamaktadır. Her ne kadar kuramların herhangi biri her toplumsal olgu ve/veya olayı mutlak olarak açıklayamasa da oluşan kuramları bildiğimizde daha doğru ve tutarlı sonuçlara ulaşma ihtimalimiz artmaktadır. Sadece bu durum bile başlı başına kuramların önemini ortaya koymaya yeter.

Sosyolojideki kuram arayışının temelinde karşı karşıya bulunulan en büyük tehlike objektivite konusunda görülebilir. Çünkü her sosyolog belli bir sosyo-kültürel ortama aittir. Sosyal gerçekliği algılaması ve yorumlamasında bazı ön fikirlerle ve ön yargılarla yola çıkmaktadır. Dolayısıyla sosyolojide tam bir objektiflikten bahsetmek mümkün olmasa da araştırmacıların mümkün mertebe tarafsız olmaları beklenebilir. Tarafsızlıkla kastedilen şey ise bazılarının yanlış anladığı şekilde önyargı ve ön fikirleri atmak değildir. Ön yargı ve ön fikirlerin Hans George Gadamer ve

39 Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri, Konya: Emre Yay., 1994, c.2, s.20.

40 Alvin W. Gauldner, The Coming Crises of Western Sociology, New York: Basic Book İnc.,

(27)

Heidegger’e kadar olumsuzlandığı söylenebilir. Bu durumun oluşmasında pozitivizmin etkili olduğu bir gerçektir. Oysa Gadamer’e göre bir şeyi anlama konusunda ön fikirler ve önyargılardan kurtulmak gerekmez. Tersine onlar anlamanın birer parçalarıdır. Önyargı yanlış yargı değil, son yargıdan önce ulaşılan hem doğru hem de yanlış olma ihtimali olan yargıdır41. Martin Heidegger’e göre de bir şeyi anlamada önyargılardan kurtulmak mümkün değildir. Yapılacak şey onları yok etmeye çalışmak yerine onların bilincinde olmaktır42. Bilincinde olmak bizleri olası bir zihni esaretten kurtarabilir. Bu görüşler bazı sosyoloji ekollerini de etkilemiştir. Örneğin çatışmacı ekolün türevi olan Frankfurt Okulu mensuplarına göre “insanların fikirleri, içinde yaşadıkları toplumun ürünüdür. Objektif bilgi ve sonuçlara varmamız mümkün değildir”43. Aynı durumun ‘önyargılarımızı olabildiğince paranteze alalım’ diyen sosyolojideki fenomenolojik yaklaşım için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

1.2 TEMEL BAZI SOSYOLOJİK KURAMLAR

Sosyoloji tarihine baktığımızda kanaatimizce biraz daha ön plana çıkan iki büyük kuram görürüz: Çatışma kuramı ve Fonksiyonalizm. Bu iki kuramın sosyolojideki etkileri kendileriyle sınırlı kalmamış, diğer kuramların çıkmasını da tetiklemişlerdir. Ayrıca bu iki kuramın temel kabulleri de sosyolojinin yerleşik konuları olmaya devam etmektedir. Bu sebeplerden dolayı biz temel sosyolojik kuramlar olarak çatışma kuramı, fonksiyonalizm üzerinde duracağız. Ancak daha önce konumuzla yakın ilgisi olduğu için sembolik etkileşimcilikle başlayacağız.

1.2.1 SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK

Kültürün özelliklerinden birisi de simgeselliktir. Dolayısıyla kültürle ilgili çalışmalarda simge (sembol) konusuna değinilmesi şarttır. Dolayısıyla sembolik etkileşimciliğe çalışmamızda yer vermemizin asıl sebebi de budur. Ayrıca sembolik etkileşimciliğin bireyi ön plana çıkarması Malinowski’nin tikelci/bireyci görüşleriyle

41 Şara Sayın, Yorumbilimsel Söyleşi, (Macit Gökberk Armağanı), Ankara: T.D.K. Yay.,

1983, s.107.

42 Erol Göka, “Hermenötik Üzerine”, Türkiye Günlüğü, Sayı 22, Ankara, 1993, s.85.

43 Ruth A. Wallace, Alison Wolf, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev.: Rami Ayas-Leyla

(28)

de uyuşmaktadır. Bu nedenle gerektiği kadarıyla sembolik etkileşimciliğe değinmekte yarar vardır.

Amerika kökenli sosyal-psikoloji kuramı olan sembolik etkileşimciliğin George H. Mead’ın yazılarıyla ortaya çıktığı ancak Herbert Blumer tarafından sistemleştirildiği kabul edilmektedir44. Sembolik etkileşimcilik, eylemi “toplumsal bir uyarıcıya doğrudan bir tepki olarak almak yerine, sosyolojik aktörün nesnel uyaranı öznel tanımlaması ya da yorumlamasını ele alma zorunluluğunu vurgular”45. Dolayısıyla bu kuramın bireyin toplum tarafından şekillendiği görüşünden bir kopuşu sergilediği söylenebilir.

Sembolik etkileşimcilik üç önermeye dayandırabilir: 1- Bireyler toplumdaki şeylere karşı, o şeylerin kendileri için ifade ettikleri anlamlara göre tavır almaktadırlar. 2- Anlamlar kişiler arasında olan etkileşimle ortaya çıkar ve 3- anlamlar devamlı yorumlanma süreciyle değişime uğrarlar46. Yani bir nesnenin kendisinde, bireye anlam ifade eden özel bir durum yoktur. “Bir yılana anlam yüklenmesi örneğini ele alalım. Bazıları için yılan iğrenç bir sürüngen, doğa bilimciler içinse doğanın hassas dengesindeki halkalardan biridir”47. Sonuçta aktör, içinde bulunduğu durumun ve fiilin ışığında, anlamları seçip ayırır, kontrol eder, askıda bırakır, gruplandırır ve dönüşüme uğratır. Dolayısıyla sembolik etkileşimcilik toplumu merkeze alan ve uyaran-tepki şemasını kabul eden kuramları eksik bulur. Onlara göre birey; eylemleri yorumlar, tanımlar ve bunun sonucunda bir tepki ortaya koyar.

Toplumdan ziyade bireye vurgu yapan sembolik etkileşimcilikte bireyin yaptığı “iç konuşmalar”48 merkezi konumdadır. Çünkü “insanlar bu yol ile etraflarındaki şeyleri hesaba katarak hareket etmek üzere örgütlenirler. Örneğin yakın bir zamanda sevdiği birisini kaybetmiş olan bir arkadaşı ile karşılaşmaya kendilerini hazırlama sıkıntısı

44 Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s.647.

45 Paloma, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s.229.

46 Herbert Blumer, Symbolic İnteractionism: Persrective and Method, New Jersey:

Prentice-Hall İnc., Englewood Cliffs, 1969, s.2.

47 Paloma, a.g.e. s.231.

48 “İç konuşmalar” kavramı sembolik etkileşimciliğin temelindeki isim olan George Herbert

Mead’ın ortaya koyduğu bir kavramdır. Bkz. George Herbert Mead, Mind, Self and Society, Chicago: University of Chicago Press, 1934, s.254.

(29)

yaşamış olanlar, arkadaşlarına ne söyleyecekleri ve ona nasıl yaklaşacakları hususlarında kendi kendileriyle ne kadar çok konuşmuş olurlarsa ‘diğer kişinin rolünü almaya’ o derece hazır olacaklarını ve etkileşimlerinin o ölçüde etkili olacağını göreceklerdir”49.

Sembolik etkileşimciliğin uyarıcı-tepki ikilisine bir terim daha ekleyerek

uyarıcı-yorum-tepki formülünü ortaya koyduğu söylenebilir. Ancak buradaki yorumun bireye

göre değişen -çünkü her birey toplumda aktif bir katılımcı olarak kabul edilmektedir- göreceli bir durumu belirttiği unutulmamalıdır. Bazı durumlarda ise yorum sancılı ve zor olabilmektedir. Örneğin farklı toplumlardaki insanların birbirlerini anlama yorumu süreci zordur. Ayrıca sembolik etkileşimciliğin merkezinde bulunan yorum insanın her davranışında bulunmaz. Bu tür davranışlar sembolik etkileşimciliğin konusu değildir. Mesela öfkeli anlarımızda veya bir kişinin kendisini savunurken verdiğimiz tepkiler simgesel olmayan davranışlardır50.

Sembolik etkileşimciliğin bireye vurgu yapması metodolojisine de yansımıştır. Onun metodolojisi birçok tekniği içinde barındırmaktadır. “Toplumsal psikolojide hayat hikâyesi, mülâkat, otobiyografi, vaka incelemesi, günlükler ve mektupların çok kullanılmakta olduğunu görüyoruz”51.

Sembolik etkileşimcilik bazı noktalardan eleştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi bu kuramın “toplumsal yapıyı, iktidarı ve tarihi göz ardı ettiği”52 noktasındadır. Diğer bir eleştiriyse onun yapısal fonksiyonalizmin “sadık muhalefeti” olarak anılmasında yatmaktadır53. Görebildiğimiz kadarıyla ona yapılan eleştirilerden sonuncusu ise “sembolik etkileşimcilik sosyolojideki bilim anlayışıyla uyuşmaz”54 görüşüdür. Biz üç eleştirinin de tam doğru olmadığını düşünüyoruz. Bize göre bu kuram bireyi toplumun mahkûmu gibi göstermeyerek önemli bir hususa vurgu yapmıştır. Tabii ki bireye vurgu yaparken toplumsal yapıyı, iktidarı ve tarihi biraz geri plana atmış

49 Wallace-Wolf, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s.237. 50 Wallace-Wolf, a.g.e., s.245.

51 Emerson P. Schmit’ten aktaran Wallace-Wolf, a.g.e., s.255. 52 Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, s.198.

53 Paloma, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s.239. 54 Paloma, a.g.e., s.242.

(30)

izlenimi vermektedir ancak zaten kuramın temelinde bunlar yoktur. Yapısal fonksiyonalizmin sadık muhalefeti cümlesi kanaatimize göre konuyu çok basitleştirmek olur. Durumun bundan farklı olduğu kesindir55. Son eleştiriye gelecek olursak, sembolik etkileşimciliğin sosyolojideki bilim anlayışıyla uyuşmaması neye göredir? Bireyi ön plana alınca sosyolojinin dışına mı çıkılmaktadır? Her sosyolog bireyin toplum ürünü olduğunu söylemek zorunda mıdır? Toplumun birey ürünü olduğunu söyleyenler de vardır. Bu ve buna benzer sorulara net cevaplar verebilirsek konu biraz daha aydınlanacaktır. Kaldı ki bu kuram sosyal-psikoloji kuramıdır. Sadece buradan yola çıksak bile bu kuramı yüzde yüz sosyolojinin dışına çıkarmamız mümkün görünmemektedir.

Sembolik etkileşimcilik sadece George H. Mead ve Herbert Blumer tarafından ele alınmamıştır. Bu kurama çeşitli katkılar da yapılmıştır. Özellikle Erwing Goffman’ın hayatı tiyatroya benzeten “dramaturji görüşü”, Arlie Rusell Hochschild’in “bireylerin duygularına” dikkat çekmesi ve Patricia Hill Collins’in bu kuramı “feminist düşünceyle yoğurma çabaları” sembolik etkileşime yapılan diğer katkılardır56.

1.2.2 ÇATIŞMA KURAMI

Çatışma kuramına araştırmamızda değinmemizin sebebi Malinowski’nin alan araştırmalarında üzerinde durduğu kompleksler konusuyla ilişkisi sebebiyledir. Özellikle oedipus ve elektra kompleksleri diye isimlendirilen ailede baba-oğul veya ana-kız çatışması müellifin üzerinde durduğu konulardandır. Ayrıca incelemelerde bulunduğu Trobriand toplumunun anasoylu olması çatışmayı farklı boyuta taşımaktadır. Bu bakımdan burada kısaca ele alınacak çatışma kuramı Marksist vurgudan daha çok gündelik hayatta bir realite olması açısından bizi ilgilendirmektedir.

Çatışma kuramı birbiriyle ilintili üç kabulü içermektedir. Bunlardan birincisine göre insanların hepsinde bazı çıkarlar ortaktır ve bu çıkarlar toplum tarafından

55 Paloma, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s.242.

(31)

belirlenmemiştir. Çatışma kuramcıları ikinci olarak, toplumsal ilişkilerde güce çok atıf yaparlar. Üçüncü ortak kabulleri ise, değer ve düşüncelerin toplumun hüviyeti olmadığı aksine güç’ü elinde tutanların amaçlarını gerçekleştirmek üzere kullandıkları silahlar olduğu kabulüdür. Yukarıda saydığımız üç özellik tüm çatışma kuramcılarında ortaktır.

Çatışma kuramcıları insanların belli bir tabiata ve önceden belirlenmiş çıkar duygularına sahip olduklarını kabul ederler. Çıkarlar ise doğal olarak ekonomi merkezlidir. Böyle bir kabul kaçınılmaz olarak ekonomiyi ön plana çıkarmıştır. Bu kuramcılar Marks’tan günümüze kadar ekonomiye çok fazla atıf yapmaktadırlar. Onlara göre toplum adeta çıkarları için çatışan grupların arenasıdır. Komünist manifestonun diliyle söyleyecek olursak “toplumların tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir”57. Sınıflardan kasıt ise ekonomik olarak oluşan sınıflardır. Marksçı yazarların belirttiği şekilde “toplumdaki en önemli gruplar ekonomik sınıflardır ve ekonomik mevkii veya sınıfı aynı olan insanlar, topluluk olarak bir arada hareket etme eğilimindedirler. Sonuç olarak bu sınıflar birbirine düşmandır ve aralarındaki çatışmaların sonucu, toplumun nasıl geliştiğini belirler”58.

Marks’ın yukarıda değindiğimiz görüşleri etrafında şekillenen çatışma kuramı daha sonra gelen bazı sosyologlar tarafından eklemeler ve eleştirilerle zenginleşmiştir. Mesela Çatışmacı olan Frankfurt Okulu üyeleri, insanların fikirlerinin yaşadıkları toplumun ürünü olduğunu, bu sebepten objektif bilgi ve sonuçlara varmanın imkânsız olduğunu kabul ederler. Ayrıca kişisel olarak çatışma kuramına katkı yapan sosyologlar da vardır. Erik Olin Wright, çatışma kuramı bağlamında Amerika’da kapitalizmi incelemiştir. C. Wright Mills ise Amerikan toplumunu daha geniş olarak siyasi, askeri ve ekonomik yönden ele alarak çatışma kuramı çerçevesinde konuya yaklaşmıştır. Pierre Bourdieu çatışma kuramı merkezli Fransa’daki eğitim sistemini çalışmıştır.59.

57 Karl Marx, Friedrich Engels, The Commünist Manifesto, Harmondworth: Penguin Books,

1967, s.79.

58 Wallace-Wolf, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s.97. 59 Wallace-Wolf, a.g.e., s.117-131.

(32)

1.2.3 FONKSİYONALİZM60

Malinowski’nin fonksiyonalist olması sebebiyle asıl üzerinde duracağımız kuram fonksiyonalizm olacaktır.

Fonksiyonalizm, belki de sosyolojideki en etkili kuramdır. Özellikle Emile Durkheim ile anılsa da gerçekte hiçbir sosyolog fonksiyonalizmin en azından bazı kabullerini göz ardı edemez denilebilir61. Fonksiyonalizm, toplumsal ve kültürel olguların toplumsal-kültürel sistem içerisinde yerine getirdiği fonksiyonların çözümlenmesidir. Fonksiyonalizmde toplum, hiçbir kısmının bütünden ayrı olarak anlaşılamayacağı ve birbirleri ile ilişkili kısımlardan oluşan bir sistemdir. Herhangi bir kısımdaki değişim sistemin diğer kesimlerinde bir miktar dengesizliğe ve belli ölçüde de bütün olarak sistemin tekrar düzenlenmesine yol açar. Fonksiyonalizm, organik modele dayalı olarak geliştirilmiştir62. Tezimizin temel konularından olduğu için bu bölümde biz önce fonksiyonalizmin özelliklerine göz atacağız, daha sonra da Malinowski’nin fonksiyonalizmini inceleyeceğiz.

Fonksiyonalizm, toplumu biyolojik bir organizmaya benzetme eğilimindedir. Organizmanın fizyolojik yapısındaki sistemler (sindirim sistemi, dolaşım sistemi vs.) nasıl işliyorsa toplum da öyle işleyen bir bütündür. Toplum belli sistemlerden oluşmuştur ve her sistem birbiriyle ilişkili olarak görevini yapar.

Organizmada hâkim durum denge olduğundan fonksiyonalistler çatışmadan ziyade dengeye vurgu yaparlar63. Her ne kadar oluşabilecek bir yaralanma vücudun tümünde bir miktar dengesizliğe yol açsa da vücudun tüm organlarının yardımıyla belli bir süre sonra tekrar dengeye oturacaktır. Toplum için de bu örneği verebiliriz. Onlar

60 Fonksiyonalizm terimi yerine işlevselcilik, fonksiyon terimi yerine de işlevsel terimi

kullanılabilmektedir. Biz çalışmamızda fonksiyonalizm ve fonksiyon terimini kullanacağız.

61 Kingsley Davis’in “…her sosyolog bir fonksiyonalisttir” sözü bu teorinin etkisini anlatmak

için bir örnektir. Bkz. Kingsley Davis, The Myth of Functional Analysis As a Special Method in Sociology and Antropology, American Sociology Rewiev, Vol.24, December 1957, s.757.

62 George A. Theodorson, Achilles S. Theodorson, A Modern Dictionary of Sociology, New

York: Thomas Y. Crowell Co., 1969, s.167.

(33)

toplumun her parçasının diğer parçalarla tam bir uyum içinde olduğunu kabul ederler. Sosyal düzenin korunması için denge, ahenk ve bütünlük çok önemli fonksiyonel unsurlardır. “Toplumsal sistemin öğeleri fonksiyonel olarak karşılıklı ilişki içindedirler… sistemin işleyişine genellikle olumlu katkıda bulunurlar”64 Olumsuz fonksiyonlar (disfonksiyonlar) ve gerginlikler toplumda bulunsa ve uzun süre varlıklarını devam ettirseler de zaman içinde kurumlaşmaya başlarlar ve toplumun genel dengesini tamamen bozamazlar65. Konuyu açıklamak için verilen havaalanı örneğinden gidecek olursak durum şöyle özetlenebilir: Havaalanında pilotlar, yolcular, personel, bilet gişeleri, uçaklar… gibi birçok birbiriyle ilişkili unsur bulunmaktadır. Bunlardan herhangi birinde bir tedirginlik olursa -kötü hava şartları, radarların bozulması, yolcu trafiğinin yoğunlaşması gibi- bu durum tüm havaalanına yansıyacaktır. Ancak her ne kadar bir ölçüde dengesizlik olsa da sonuçta personelin fazla mesai yapması, ek personel görevlendirilmesi… gibi önlemlerle dengenin yeniden sağlanması için olabilecek her şey yapılacaktır66.

Fonksiyonalizm, toplumun en önemli fonksiyonunun bütünleşme (integration) olduğu kanaatindedir. Bu bütünleşmeyi gerçekleştirecek en önemli güç ise ortak değerler sistemidir. Çoğunluk tarafından kabul gören ilke ve amaçlardan oluşan ortak değerlerin bütünleşmeye yaptığı katkıyı hiçbir şey yapamaz. Fonksiyonalistler yine de mükemmel bütünleşmenin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini ancak dinamik bir dengenin sürekli egemen olacağını söylerler67.

Fonksiyonalizm gerginliklere ve çatışmaya negatif yaklaşır. Çatışmanın toplum açısından olumlu bir fonksiyonunun olmadığını kabul eder. Dolayısıyla ani değişmeler fonksiyonalistler tarafından göz ardı edilmektedir denilebilir. Onlar değişmenin derece derece ve belli bir düzene göre olduğunu vurgulama

64 Mark Abrahamson İşlevselcilik, Çev.: Nilgün Çelebi, Konya: Toplum Kitabevi, 1990, s.3. 65 Talcott Parsons, The Social System, New York: The Free Press, 1951, s.252.

66 Aynı örnek çatışma kuramcıları tarafından farklı ele alınır. Onlar, işçilerle idare arasındaki

rekabetle, dolayısıyla her grubun kendi çıkarına olan durumla ilgilenirler. Mesela bir çatışma kuramcısı pilotların yüksek ücretli konumlarını devam ettirmek için mesleğe girişi sınırlamaya çalışacaklarına, alt kademe personelin çalışma şartlarını iyileştirmek için sendikalara üye olacaklarına, idarenin daha fazla kâr elde etmek için personeli olabildiğince çok çalıştıracağına odaklanır. Wallace-Wolf, Çağdaş Sosyoloji Teorileri, s.81.

(34)

eğilimindedirler68. Her ne kadar toplumda çatışmayı kabul etseler de, dengenin her zaman çatışmayı önceleyeceğini ve mutlak baskın durum olduğunu ifade ederler. Fonksiyonalizm, fonksiyon kavramının belirsizliğinden sosyal değişmeyi yeterince açıklayamamaya, dengeyi abartarak çatışmayı görmezden gelmeye, toplumun pembe tablosunu çizerken aynı zamanda statükonun da destekçisi olma iddialarına kadar birçok yönden tenkide uğramıştır69. Bu eleştirilere baktığımızda doğruluk paylarının olduğunu görmekteyiz. Fonksiyonalistler denge kavramına çok vurgu yaptıklarından çatışmaya mesafeli durmaktadırlar. Bu durum kanaatimizce sosyal değişmeyi yeterince açıklayamamalarını da beraberinde getirmektedir. Günümüzde toplumbilimcilerin çatışma ve dengeyi bir arada ele alma eğilimleri de göz önünde bulundurulursa bu iki kavramdan birine aşırı vurgu yapmanın çok tutarlı olmadığını söyleyebiliriz. Bize göre de toplumlar çatışma ve dengeden mutlak olarak birine asla sahip değillerdir. Bu iki kavram her toplumda belli oranlarda ve bir arada bulunmaktadır. Herhangi birinin göz ardı edilmesi yanlıştır. Öte yandan dengeye fazla vurgu yaptıkları için fonksiyonalistlerin toplumun pembe tablosunu çizdikleri eleştirisi tartışılabilir. Fonksiyonalistlerin dengeyle kast ettikleri, sanıyoruz ki çatışma kuramcılarının kast ettiklerinden ayrıdır. Toplumda baskıyla bile denge oluşturulabilir ve günümüzde birçok toplum bu halde yaşamaktadır. Bir fonksiyonaliste göre böyle bir toplum dengededir. Ancak aynı toplum çatışma kuramcıları için dengeli kabul edilmemektedir. Dengeden ne anladığımız çok önemlidir. Sonuçta bakış açısı toplumların tablosunu çizen asıl faktör olmaktadır. Konuyla bağlantılı olarak fonksiyonalistlerin düzenin adamı olup olmadıkları da tartışmalıdır. Bu noktada bir bütün olarak fonksiyonalizme değil tek tek fonksiyonalistlere bakılıp değerlendirme yapılmalıdır kanaatindeyiz.

Her ne kadar fonksiyonalizm deyince aklımıza Emile Durkheim gelse de birçok kişi bu akıma değişik görüşleriyle açılım kazandırmıştır. Herbert Spencer farklılaşma kavramı üzerinde durmuştur. Pareto’nun ‘hareket halinde denge’ fikri fonksiyonalistlerce önemsenmektedir. Parsons’ın ‘sistem’ kavramı etrafındaki

68 Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri, c.2, s.107.

Referanslar

Benzer Belgeler

İyi bir kahvenin en büyük özelliği kahve içtikten sonra her yutkunduğunuzda bir kahve tadı gelmesi.. Kahve tanelerinin biraz ağza gelmesi lazım ama dibine

•  Bütün sosyal bilimlerin inceleme konusu insandır ama antropoloji insanı en kapsamlı olarak inceleyen bilim dalıdır.... •  Antropoloji insanı kapsamlı olarak inceler

•  Tomanbay (2000), sosyal hizmet çalışması yürütmek için çalışılan bölgede, toplumun sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı, kendine ait kültürel özellikleri ve

Ayrıca yetişkinlerde olduğu gibi ergenlerinde cinsiyetler açısından benzer sıklıkta yalan söylediğini, çocukluktan farklı olarak ise bu dönemde yalanın altındaki niyetin

由此可知, 口服投予 methyl caffeate 及 ethyl caffeate 並無法增加 caffeic acid 之生成, 而以靜脈投予, ethyl caffeate 水解生成 caffeic acid 比例比 methyl

期數:第 2010-07 期 發行日期:2010-07-01 腦幹腫瘤新治療法 「弧形刀」效果佳 39

Kafeste nefes nefese serçe...» Felsefe ve psikolojiye pek bağlı görünen genç şairin gülünç yazıları da var; bence onun başlıca kusu­ ru, kusurlu

İtalya’da halen yasa dışına çıkarak, devletin çıkarlarına aykırı davranmakla yargılanmayı bekleyen istihbarat örgütü­ nün önde gelen görevlilerin­