• Sonuç bulunamadı

MALİNOWSKİ’DE DİN

2.1 DİNİN GENEL ÇERÇEVESİ

2.1.3 DİNİN FONKSİYONLAR

Din hem psikolojik hem toplumsal fonksiyonları olan bir kurumdur. Onun bireye ve topluma dönük fonksiyonları Aydın’dan özetle aktarılacaktır165.

Dinin fonksiyonlarından belki de en önemlisi onun ‘insanın anlam arayışına’ verdiği cevapta görülebilir. Bireyin aşamadığı ölüm, hastalık… gibi durumlarda din, tam anlamıyla rahatlatıcı ve anlamlandırıcı rol oynar. ‘Nasıl?’ sorusuna birçok cevap verilebilir ancak ‘niçin?’ sorusunu cevaplayan sadece dindir. Özellikle ölümden sonrasıyla ilgili insanın sorduğu sorulara tek cevap veren dindir. İnsan, tarih boyunca her zaman hayatın ve ölümün anlamını aramış varlıktır ve bu arayışında yöneldiği kurum hep din olmuştur. Malinowski’nin de dinin özellikle bu yönüne atıf yaptığını belirtmiştik.

Dinin bir diğer fonksiyonu da bu dünyayla aşkın olan arasında köprü rolü oynamasıdır. Sadece uhrevi alana değil dünyevi alana da bakan yüzünün olması doğum, ölüm, evlenme, yoksullara yardımdan, devlet başkanlarını göreve başlatmaya kadar… sosyal ve siyasal hizmetleri yerine getirmesi bu köprü rolünü net olarak göstermektedir.

Dinin pekiştirici özelliği de önemli bir fonksiyonudur. Bu noktada din birçok kurumun fonksiyonlarını pekiştirmektedir. Sadece bir örnek olması açısından onun ekonomiyle ilgili pekiştiriciliğine bakılabilir. Çalışmak ekonominin bir fonksiyonudur. Bu noktada din, çalışmayı ibadet olarak görmekle onu pekiştirir. Konuyla ilgili Max Weber’in ‘Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’ adlı çalışması ilk aklımıza gelen eserdir.

Dinin başka bir fonksiyonu onun toplumsal birleştiricilik rolünde görülebilir. O, fertlerin kaynaşmasında önemli rol oynar. Özellikle dinlerdeki ayinler buna bir örnektir. Ortak yapılan ayinlere katılmak, aynı şeylere inanmış olmak, kişilerin

toplumla özdeş olma durumunu artırır. Ayin ortamı kişiye kendisini daha iyi hissettirir. Sonuçta ise din, psikolojik olarak bir güvence sağlamış olmaktadır.

Din toplumlarda sosyal kimlik olarak da fonksiyon icra etmektedir. Birçok toplum hâlen kendini din merkezli tanımlamaktadır. Her ne kadar ulus devletlerin yayılmasıyla milliyet merkezli tanımlamalar çoğunlukta olsa da din, toplumun kimliğini tespitte bir kenara bırakılamamaktadır.

Din birçok durumda değerler arasında hiyerarşi sağlar. Değerler arasındaki çatışmalarda referans unsuru olarak fonksiyon icra eder. Vermiş olduğu helal, haram gibi hükümlerle birçok çatışmanın önüne geçer. Mesela çok çalışma, çok kazanma ve harcama üçgenine bakalım. Eğer İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi dinleri referans olarak ele alırsak, çalışma ve kazanmayı meşru, gereksiz harcama olan israfı haram kabul ettiklerini görürüz. Bu durum kişiye bir perspektif sağlar. Normalde ‘çok param var çok harcamalıyım’ mantığının oluşması beklenirken birçok zengin dindarın kazandığından az harcadığına şahit oluruz. Fakat değerler arasında mutlak bir çatışmanın varlığını da görmeyiz. Bunun sebebi dinin referans kaynağı olması ve değerler arası çatışmayı önlemesidir. Ancak örneğimiz herkes için geçerli olmaz. Toplumda çok kazanıp kazandığından fazlasını harcayanlar her zaman bulunabilirse de zaten bu durum insan tabiatıyla uyumlu olduğundan dinle ilgisi olmayan bir konudur. ‘Çok kazanıyorum çok harcıyorum kime ne?’ mantığında değerler arası çatışma olmadığından konumuzu ilgilendirmemektedir.

Dinin bir fonksiyonu da onun kontrol ve denetleme mekanizması olmasında görülebilir. Özellikle aşırı hızlı ve kontrolsüz toplumsal değişmenin önünde din bir engel gibi durarak istikrar unsuru olmaktadır. Ancak bazen dinin bu özelliği, gerekli toplumsal değişmenin önünde set oluşturarak, toplumların gerilemesine de sebep olabilir. Zamanında olması gereken değişimin olmaması ileride çok ciddi sıkıntıları da beraberinde getirebilmektedir. Bu noktada “değişime direnenin mi yoksa değişimin mi sorgulanması gerektiği felsefi bir kısır döngüye yol açabilir”166. Gerçi

166 Osman Eyüpoğlu, Türkiye’de Sosyal Değişme ve Kur’an Yorumları İlişkisi: Cumhuriyet

günümüz dünyası için söyleyecek olursak dinlerin, değişimi engelleyecek gücünün kalıp kalmadığı sorgulanabilir. Kanaatimizce bu güçlerinin -hâlâ varsa bile- çok azaldığı kesindir.

Dinin hayatımızda böylesine ön planda olmasının belki de en önemli sebebi, insanda bulunan inanma duygusudur denilebilir. Tarih boyunca tamamen ateist bir toplum olmamıştır. Bu bağlamda din, aşkın alanla insanın bağ kurmasını sağlayarak ona gönül rahatlığı ve kalp huzuru verir. İnanma duygusunun doyurulmasını sağlayan bir bakıma sadece dindir ve başka hiçbir şey bu anlamda fonksiyonel olamamaktadır. Dinin fonksiyonları sadece bu saydıklarımızdan ibaret değildir. Ancak biz daha fazla öne çıktıklarını düşündüklerimize vurgu yaptık.

2.1.4 DİNİN BOYUTLARI

Din her ne kadar ilk etapta bizlerde aşkın olan boyutla ilgili bir imaj oluşturuyor olsa da dinin sadece aşkın alana ait bir olgu olmadığı, çeşitli boyutlarının olduğu bilinmektedir. Özellikle sosyoloji disiplini sayesinde dinin boyutlarıyla ilgili daha geniş perspektiflerin oluştuğu söylenebilir. Bu perspektiflerde bugün ortalama birliktelik sağlanmış görünmektedir. Araştırmacıların görüşleri arasında çok temel farklılıklar görülmemektedir.

Dinin boyutlarıyla ilgili bakış açılarını ortaya koyan Glock ve Stark’a göre dinin inanç, ibadet, tecrübe, bilgi ve etki olmak üzere beş boyutu vardır167. Belki de din sosyolojisinin asıl kurucusu diyebileceğimiz Joachim Wach yukarıdaki beşli tasnifi üçe indirmiştir. Ona göre dinin üç boyutu vardır. Teorik boyut, pratik boyut ve sosyolojik boyut. Burada Wach, Glock ve Stark’ın tecrübe boyutunun bir kısmıyla bilgi ve etki boyutlarını sosyolojik boyutun içine yerleştirmiştir. Dolayısıyla aralarında bariz fark yoktur. Günümüzde de daha ziyade bu tasnifler kullanılmaktadır168. Bu bölümde biz Joachim Wach’ın görüşlerinden devam edeceğiz.

167 Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yay., 2000, s.160.

Dinin teorik boyutu, inanç boyutunu ifade eder. Yaratılış, ruh, kader gibi konular bu boyutun konularıdır. İnanç boyutu şekil olarak birkaç bakımından incelenebilir. İlkel toplumlardaki mitolojik hikâyeler bunlardandır. İkinci şekil mitolojik hikâyelerden devam etse de bu hikâyelerin ayırıcı özelliğinin daha ziyade kutsallık atfedilen belli şahısların etrafında dönüyor olmalarıdır diyebiliriz. İkinci gruptaki mitolojik hikâyelerin birinci gruptakilere göre normatif ve derli toplu görüntü verdikleri söylenebilir. Malinowski’nin eserlerinde her iki grup hikâyelere rastlamaktayız. Ancak bu iki tip mitolojik hikâyelerin sözlü rivayetler olduklarını belirtmeliyiz. Üçüncü şekilde teorik boyut yazılı rivayetler ve kutsal metinler olarak karşımıza çıkar. Bu alanın uzmanı olan ilahiyatçılar gibi gruplar metinlere getirdikleri yorumlarla yazılı külliyatı genişletirler ve süreç normatif inanç sistemlerinin kurulmasına kadar ilerler169.

Dinin pratik boyutu ibadetleri içerir ve dolayısıyla teorik boyutla yakın ilişki içindedir. Dünya üzerindeki hiçbir din salt tasavvurlar ve fikirler toplamı değildir. Her dinin mutlaka dışa yansıyan görüntüsü vardır. Bu görüntü dindarın hayatını öylesine kaplamaktadır ki onun yapmış olduğu tüm eylemler ibadet kategorisinde değerlendirilebilir. İster semboller ister âyinler şeklinde olsun ibadetler dinin önemli görüntüsüdür. Dinin bütünü ibadet boyutu olan pratik boyutuyla öylesine ilişkilidir ki ibadetler olmasa belki de dinin varlığından söz edilemezdi.

İbadetlerin en önemli fonksiyonunun kişileri birbirine daha fazla yakınlaştırmak olduğu söylenebilir170. Bu durum özellikle ilkel kabilelerde daha net olarak görülebilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu ilkellerdeki ibadetlerin hemen hepsinin topluluk âyini şeklinde olduğu belirlenmiştir171.

Dinin üçüncü boyutu sosyolojik boyutudur. Her ne kadar din, ilk etapta kutsal kabul edilen varlıkla içten kurulmuş bir ilişkiyi ifade etse de, bu onun topluma yönelik durumunun olmadığı anlamına gelmez. Dini âyinler topluluğa yönelik görüntü verse

169 Wach, Din Sosyolojisi, s.47-49. 170 Freyer, Din Sosyolojisi, s.35.

de sosyolojik boyutu tam karşılamamaktadır. Sosyolojik boyuttan asıl kastedilen dinin cemaat oluşturabilme potansiyelidir. Zira yaşayan tüm dinler, inananları arasında toplumsal ilişkiler oluşturmak ve bu ilişkileri canlı tutmakla hayatiyetlerini sürdürürler. Bu yapıldığında da din sübjektif olmaktan çıkarak objektifleşir. Ortaya çıkan durum bireylerin sosyalleşmelerine katkı sağlar. Dinlerdeki sosyolojik boyut, varlığını sürdürmek için cemaate ihtiyaç duymaktadır. Ancak cemaatin oluşması kolay gerçekleşmez. Çünkü yeni din toplumdaki tabii gruplarla ve kültürel sistemle mücadele etmek zorundadır172.

Dinle ilgili genel çerçeveyi bu şekilde çizdikten sonra bundan sonraki bölümlerde Malinowski’nin -araştırmaları çerçevesinde- dinle ilgili görüşlerine bakacağız. ‘İnanç’ başlığı altında dinin teorik boyutunu ele alacağız. Dinin pratik boyutu ise ‘büyü’ başlığı altında incelenecektir. Çünkü ilkel toplumlardaki ibadetler büyü alanına aittir ve bu topluluklarla ilgili yapılan çalışmalarda büyü konusuyla ilgili bir bölüm mutlaka bulunmaktadır. Sosyolojik boyut ise ‘kurum olarak din’ başlığıyla ele alınacaktır.