• Sonuç bulunamadı

İçgüdüsel kaçınmayı merkeze alan iddia 2 Kompleksleri merkeze alan iddia (Freud).

MALİNOWSKİ’DE DİN

1- İçgüdüsel kaçınmayı merkeze alan iddia 2 Kompleksleri merkeze alan iddia (Freud).

3- Dış evlilik merkezli iddia270.

İlk iddiaya göre tiksinip kaçınma içgüdüsel olduğu için ensest tabusunun evrensel olduğu dile getirilir. Ensest tabusuna ilişkin diğer iddia ise biyolojik yozlaşma sebebine dayandırılmaktadır. Buna göre ilk çağlarda insanlar enseste dayalı birleşmelerden doğan çocukların anormal olduklarını fark ettikleri için ensest tabusu ortaya çıkmıştır. Ancak bu iki iddia, kuzen evlilikleri gerekçe gösterilerek reddedilmektedir. Zira “ne içgüdüsel tiksinme ne de biyolojik yozlaşmadan korkma, çok yaygın olan çapraz kuzen evliliğini açıklamaktadır. Ne de biyolojik yozlaşmadan

268 Haviland ve diğerleri, Kültürel Antropoloji, s.416. 269 Kottak, Antropoloji, s.397.

korkular niçin çapraz değil de çoğunlukla paralel kuzenlerle çiftleşmenin tabulaştırıldığını açıklayabilmektedir.”271

Ensest tabusuyla ilgili ikinci görüşün Freud’a ait olduğunu biliyoruz. Ona göre oğlan çocuğunun anneye ilgi duymasına rağmen (Oedipus kompleksi) babasıyla çatışmak istememesi sebebiyle duygularını bastırır. Aynı şekilde babasına ilgi duyan kız çocuğu da (Elektra kompleksi) annesiyle çatışmamak için duygularını bastırmaktadır. Ensest tabusunun kökeninde bu kompleksler vardır. Ancak cinsel duyguların ergenlikle ilişkisi olduğu için ensest tabusunun komplekslerle ilişkilendirmenin doğru olmadığı açıktır.

Ensest tabusuyla ilgili belki de en çok kabul gören açıklama dışevlilik merkezli olanıdır. Buna göre eğer ensest tabusu olmasaydı grup içinden evlilikler o grubu tecrit olmaya ve sonuçta soyun tükenmesi tehlikesine sürükleyebilirdi272. Bu açıklama mantıklı tutarlılığa sahip görünmektedir. Aynı zamanda insanın uyarlanma başarısını da açıklamak için kullanılabilecek bir bakış açısı olduğu söylenebilir. Böylece grupların genetik olarak karışması insan türü açısından başarıyla korunmuştur. Her ne kadar yukarıda sıraladığımız görüşler varsa da ensest tabusunu tam olarak açıklayabilen bir kuramın henüz geliştirilemediğini belirtmeliyiz.

Ensest her ne kadar tabu olsa da hiç yaşanmıyor anlamına gelmemelidir. Ensestle beraber müstehcenlik, sapkınlık, eşcinsellik ve zina dünyamızın gerçeklerindendir. Ancak genel kural ve kabul olmadıkları için marjinal bir durum olarak değerlendirilmektedirler.

Aileyle ilgili noktalardan biri de toplumlardaki kadın veya erkeğin etkisi konusudur. Bu durum toplumda geniş etkiler yapmaktadır. Anasoyluluk veya babasoyluluk buna bağlıdır. Yine buna göre kadın veya erkeğin yaşadıkları yere göre ikamet edilir. Ayrıca duruma göre toplumda amcanın veya dayının konumu öne çıkar. Doğal olarak anasoylu toplumlarda dayı, babasoylu toplumlarda amca etkindir. Aile

271 Kottak, a.g.e., s.421.

içindeki ilişkiler de bu durumdan nasibini alır. Baba ve annenin oğul ve kızlarıyla ilişkisi de bu etkiye bağlıdır.

Aileyle ilgili araştırmalar yapan Malinowski, yukarıda ele aldığımız konularda katkılar sağlamıştır. Bu noktada özellikle araştırmaları ve fikirleri sebebiyle aile konusundaki tikellik örneklerini ele alacağız.

Malinowski’nin araştırmalarını sürdürdüğü Melanezya Trobriand adalarında aile yaşamı anasoyludur. “Trobriand adalarında anaya dayalı bir toplum düzeni buluyoruz. Soy, akrabalık ve bütün toplumsal ilişkiler hukuksal olarak yalnızca anaya göre belirleniyor. Kadınların kabilenin toplumsal yaşamında önemli payları var”273. Kadının ekonomik ve toplumsal etkinliği anasoylu sistem için genel kabul görse de Trobriand adalarında bunun asıl sebebi farklıdır. “Trobriand hukuk sisteminde en önemli faktör, çocuğa tek başına annenin hayat verdiği, çocuğun oluşumuna babanın hiçbir katkıda bulunmadığı düşüncesidir”274. Babalığın fizyolojik yönünün bilinmemesi evlilik, akrabalık, cinsel ilişki… gibi konularda belirleyici olmaktadır. Kadının hamile kalmasında babanın rolü bilinmemektedir. Cinsel ilişki sadece zevk olarak ele alınmaktadır. Sonuç olarak “baba sözcüğünün Trobriandlılar için çok belirli fakat salt sosyal bir anlamı vardır. Bu sözcük anneyle evli olan, onunla aynı evde yaşayan ve eve ait olan erkeği anlatır… yani bir yabancı, daha doğrusu topluluk dışından biri”275. Bu noktada çocuğun doğumu ve hamilelik konularıyla ilgili Malinowski’nin eserlerinde şu noktalar net olarak vurgulanır: Kadının hamile kalmasının sebebi baloma denen ruhlardır. Cinsel ilişki sadece zevk amaçlıdır (işin en ilginç yönüyse Malinowski’nin, Trobriand toplumunda evlilik öncesindeki cinsel yaşamın çok rahat olmasına karşın -ki hiçbir korunma da bilinmiyor- evlenmeden hamile kalan birine rastlamadığını belirtmesidir)276. Malinowski’nin bu sonuçla ilgili herhangi bir yorumuna rastlamadık. Araştırmasının bu noktasının eksik olduğu söylenebilir.

273 Bronislaw Malinowski, Vahşilerin Cinsel Yaşamı, Çev.: Saadet Özkal, İstanbul: Kabalcı

Yay., 1992, s.20.

274 Malinowski, a.g.e., s.21. 275 Malinowski, a.g.e., , s.22. 276 Malinowski, a.g.e., s.159-165.

Baba her ne kadar yabancı gibi algılansa da evlilik patrilokaldir. “Evin reisi erkektir. Kadın kocasının köyüne yerleşir. Babanın görevi çocuklarına bakmak ve eğitimlerine yardımcı olmaktır. Çocuk büyüdükçe anneye daha fazla yakınlaşıp babadan uzaklaşır. Devreye dayı girer”277. Ayrıca “aile yaşamı eşitlik ilkesine dayanır. Erkekler genelde daha fazla güç gerektiren işlerle ilgilenirler. Kız ve erkek çocuklar arasında da ayrım yapılmaz”278.

Trobriand bölgesinde farklı olan bir nokta da evlilikte görülebilir. Gençler arasında cinsel serbesti olduğu ve evlilik bu anlamda cinsel özgürlüğü kısıtladığı halde insanlar niçin evlenmektedirler? Bu soruya Malinowski iki noktayı öne sürerek yanıt verir: Birincisi bu özel insanla ömür boyu beraber olma düşüncesi, ikincisi ise toplumun bu çifti birbirine yakıştırıp kamuoyu oluşturması. Ayrıca evlilik sebebiyle insanlar sosyal yaşamda farklı konum elde etmektedirler279.

Malinowski, evlilik konusuyla ilgili görülen kuzen evlilikleri, zina, müstehcenlik, kıskançlık gibi noktaların az da olsa var olduğunu belirtmektedir280.

Çok eşlilik konusunda Trobriand adalarında reisin ayrıcalığı vardır. Kural tek eşlilik olmakla birlikte kabile reisi bu kuraldan istisnadır. Reis zengin olmak zorundadır ve bunu o bölgede sağlamanın tek yolu çok kadınla evliliktir. Çünkü evlilik armağanlarıyla bu zenginliği sağlayabilmektedir281.

Boşanma ve ölüm, evliliğin bitmesindeki iki sebeptir. Malinowski boşanma sebepleri olarak bıkkınlık, ihanet, huysuzluk sebeplerinin başta geldiğini ve boşanmanın sık denilebilecek bir olay olduğunu belirtir282. Boşanan kişilerin evlenmelerinin çok kolay olması da bu süreçte etken olarak kabul edilebilir.

277 Malinowski, Vahşilerin Cinsel Yaşamı, s.22. 278 Malinowski, a.g.e., s.40.

279 Malinowski, a.g.e., s.77.

280 Bronislaw Malinowski, The Family Among The Australian Aborigines, London: The

University of London Press, 1913, s.84-88.

281 Malinowski, Vahşilerin Cinsel Yaşamı, s.113. 282 Malinowski, Vahşilerin Cinsel Yaşamı, s.122.

Her toplum gibi Trobriand toplumunda da net sınırlar vardır. Cinsellik konusunda tamamen özgür zannedilseler de durum hiç öyle değildir. “Bütün âdetler içinde kendi kesin sınırlarını da göstermeyen tek bir âdet yoktur. Yeni sınırlamalar da kabul ettirmeden cinsel dürtüye verilmiş tek bir ödün yoktur”283.

Malinowski, incelemiş olduğu ilkel toplumdaki tabu olan konuları şöyle sıralamaktadır: Cinsel dürtü sapkınlığı, cinsel konularda açıklık ve edep duygusunun azlığı, cinsel aşırılık, zevksizlik, egzogami (klan içinden cinsel ilişki ve evlenme yasağı), zina, kabile reisinin ayrıcalıkları, aile ve ev içindeki tabular (ensest tabusu), rütbe sınırları (yüksek rütbeli kızın aşağı soydan bir erkekle ilişkisi tabudur), eşcinsellik, hayvanlarla ilişki, sadizm ve mazoşizm284. Bunlara dikkat edilmezse toplum tarafından belli yaptırımlar uygulanmaktadır. Ancak bunların tabu olması hiç olmadığı anlamına gelmemelidir. Çok az da olsa Malinowski, saymış olduğu tabuların ihlal edildiğini belirtir ve çeşitli örnekler verir285.

Trobriand toplumundaki en üst tabu dünyanın her yerinde olduğu gibi ensest tabusudur. Yukarıda ensestle ilgili yapılan yorumları aktarmıştık. Malinowski bu tabuya özel ilgi gösterir ve daha ziyade Freud’un, kompleksleri üzerinden konuyu tartışır. O, Freud’u tüm dünyadaki aile yaşamını aynı zannettiği için eleştirerek konuya girerek tikelci bakış açısıyla olaya yaklaşılması gerektiğini söyler. Çünkü aile tüm toplumlarda aynı değildir286. Malinowski net bir soru sorar: “Tutkular, çatışmalar ve aile içinde ortaya çıkan bağlılıklar aile kurumuna göre değişiyor mu, yoksa insanlık nerede olursa olsun değişmeden mi kalıyor? Eğer değişiyorsa, hiç kuşku yok değişiyor…”287.

Malinowski’nin konu üzerinde bu kadar durmasında, araştırmalarını yürüttüğü toplumdaki farklı aile yapısının rol oynadığını düşünüyoruz. O’na göre anasoyluluk, kadın-erkek eşitliği, üremede babanın fizyolojisinin bilinmemesi, evlilik öncesi rahat

283 Malinowski, a.g.e., s.333. 284 Malinowski, a.g.e., s.344-345. 285 Malinowski, a.g.e., s.427-428.

286 Bronislaw Malinowski, İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı, Çev.: Hüseyin Portakal,

İstanbul: Kabalcı Yay., 1989, s.14.

cinsel ilişki dönemi, konuyla ilgili birçok tabular, dayının etkinliği gibi konular Freud tarafından ortaya konulan Oedipus ve Elektra komplekslerine uymamaktadır. “… diyebiliriz ki, Oedipus kompleksinde arzu, babayı öldürüp ana ile evlenmeyi kapsarken, Trobriandlı anasoylu toplumunda arzu, bacı ile evlenmeyi ve dayıyı öldürmeyi kapsar”288.

Elektra kompleksi ise Oedipus kompleksine göre daha az önemsenmiş görüntüsü vermektedir. Hem Freud hem Malinowski bunun üzerinde daha az durmaktadırlar. Zira “ana ile kız arasındaki çatışma, baba ile oğlu arasında ortaya çıkan çatışmaya göre daha az şiddette”289.

Malinowski’nin Freud eleştirisi son derece haklı görünmektedir. Dünya kültürlerinde farklılıklar olabileceğini aklına getirmemesi Freud’un kanaatimizce en zayıf yönünü oluşturmuştur. Malinowski bu açığı çok iyi görerek kompleksler üzerinden yaptığı yorumlarla tikelliği ön plana çıkarıp konuya yaklaşmıştır.

Sonuç olarak ailenin oluşumundan yitimine kadar bütün kritik dönemeçler dinle ilişkilidir diyebiliriz. Evlilik olayı, nişan ve nikâh gibi başlangıçtaki törenleriyle dini bir hüviyet kazanmaktadır. Evlilik evrensel bir olgudur ve evlenme esnasında hemen her toplumda dini figürler belli oranda bulunmaktadır. Ailenin bir diğer kritik dönemi de çocuğun doğmasıyla yaşanır. İster ilkel olsun ister modern, hemen tüm toplumlarda doğum belli dinsel ritüelleri içerir. İslam’ın doğan çocuğun kulağına ezan okuma yaklaşımı veya Hıristiyanlıktaki vaftiz töreni belki de en bilinen örneklerdir. Boşanma konusu da din-aile ilişkisiyle ilişkisi olan bir konudur. Evliliğin dini ritüellere bağlılığı boşanmayla da doğrudan ilişkilidir. Mesela “Protestanlara nazaran Katolikler arasındaki düşük boşanma yüzdesi dini kuralların bir neticesidir”290.Din-aile ilişkisinde dinin aile kurumu üzerindeki kanaatimizce en önemli etkisi tabularda (özellikle ensest tabusunda) görülmektedir. Tabuların bir

288 Malinowski, İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı, s.65. 289 Malinowski, a.g.e., s.181.

kısmı da doğrudan aileyle ilişkilidir. Tabu, kelime anlamı olarak ‘yasak, haram’ anlamındadır291. Bu da tabunun tam olarak dini bir kavram olduğunu göstermektedir. 2.4.4 DİN-EKONOMİ İLİŞKİSİ

İnsan biyolojik yönü de olan bir varlıktır. Hayatını sürdürebilmesi onun biyolojisiyle ilgilidir. Hayatiyetini sürdürmesi ise ilk etapta ekonomi kurumuyla ilişkisine bağlıdır. Ekonomi her ne kadar salt üretim-tüketim olgusu gibi bir izlenim verse de diğer kurumlarda olduğu gibi o da toplumsal yönü olan bir olgudur. Bu bölümde biz daha ziyade ekonominin sosyolojik ve antropolojik yanını ele alıp daha sonra Malinowski’nin çalışmaları çerçevesinde konuyu genişleteceğiz.

İnsanın gösterdiği ekonomik faaliyetlere baktığımızda çeşitlilik görmekteyiz. Özellikle günümüz modern toplumlarında Durkheimci tabirle söylersek işbölümünün çeşitlendiği görülmektedir. Ancak bu çeşitlilik temelde iki yaşam biçiminin türevlerinden başka bir şey değildir: Göçebe hayat ve yerleşik hayat.

İnsanlık tarihi boyunca yaşanan en büyük devrim ‘yerleşik hayata geçiş devrimidir’ diyebiliriz. Yerleşik hayata geçiş, maddi uygarlıkta yapılan sıçramanın temelini oluşturmuştur. Alet yapma ve hayvanları evcilleştirme yerleşik hayatın sonucu olmuştur. Ancak göçebe olarak yaşamaya devam eden ve avcılık-toplayıcılık yoluyla geçinen insanlar asla tamamen ortadan kalkmamıştır. İlkel toplumlar bazında konuya bakıldığında:

“araştırmalar, yiyecek toplayıcılarının beslenme biçimlerinin oldukça dengeli ve yeter derecede bol ve çeşitli olduğunu, bu insanların çiftçilerden daha az açlık ve kıtlık çektiğini göstermiştir. Maddi mal varlıkları sınırlıydı ancak sahip olma güdüleri de yoktu. Öte yandan aile bağlarını güçlendirmeye, sosyal hayatlarını zenginleştirmeye ve kendilerini manevi yönden geliştirmeye ayırabilecekleri boş zamanları vardı. Bu bulgular, yiyecek toplayıcılarının yoksulluk içinde yaşadıkları tezini çürütmektedir… bugün dünyada avlanarak, balık tutarak ya da bitki

toplayarak geçimlerini sağlayan topluluklar, başka bir şey yapamadıkları için değil, yaşadıkları koşullarda hayatta kalmanın en iyi yolu bu olduğu için toplayıcı yaşamı seçmişlerdir”292.

Yerleşik hayata geçiş, sadece tarımı değil diğer ekonomik faaliyetlerin de temelini oluşturmuştur. Sanayileşmenin, hizmet sektörünün ve ticaretin gelişmesinde yerleşik hayata geçişin rolü inkâr edilemez. Sadece modern toplumlarda değil ilkel toplumlarda da yerleşik olanlar göçebe olanlardan çok daha fazladır. Her ne kadar işbölümü modern toplumlar kadar karmaşık olmasa da yerleşiklilik ilkel toplumların da genel halidir.

Ekonomik alanda işbölümüne bakıldığında evrensel olan iki çeşit işbölümü göze çarpmaktadır: Cinsiyete dayalı işbölümü ve yaşa dayalı işbölümü. Ancak bu işbölümlerinin çok sert kalıplar içinde olduğu zannedilmemelidir. Kadın-erkek arasındaki cinsiyete dayalı işbölümü esnek, katı veya tamamlayıcı nitelikte olabilmektedir.

Günümüz sanayileşmiş toplumlarında cinsiyete dayalı işbölümü, uzmanlığın ön plana çıkmasıyla biraz geri planda kalmaktadır denilebilir. Çünkü “bu toplumlarda uzmanlık gerektiren çok sayıda iş vardır ve hiçbir birey, kendi yaşına ya da cinsiyetine uygun bir işte herhangi bir eğitim almadan çalışamaz”293. Yaşa dayalı işbölümü, cinsiyete dayalı işbölümü kadar ön plana çıkmasa da evrensel bir olgudur. Her toplum çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerini gruplandırmaktadır. Bu gruptaki insanların yaptığı işlerde benzerlikler oluşmaktadır. Tabiî ki tüm toplumlarda standart olarak belli olan işler yoktur. Toplumdan topluma tikel farklılıklar olmakla birlikte yaşa dayalı işbölümü evrensel bir olgudur.

Tüm toplumların evrensel özelliklerinden birisi de su ve toprak kaynaklarına olan bağlılıklarıdır. Ancak ilkel toplumlarda bu bağlılık daha fazladır diyebiliriz. Teknolojik yeterlilikten yoksun olmaları onları toprak ve suya daha bağımlı yapmaktadır. Tarım ve hayvancılık yapan çoğu ilkel kabile veya toplayıcı-avcı

292 Haviland ve diğerleri, Kültürel Antropoloji, s.327. 293 Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.374.

kabileler için su ve toprak vazgeçilmezdir. Belli bir yerdeki su ve toprak bu tip kabilelerin yaşam kaynaklarıdır294. Ancak teknolojik olarak ileri olan toplumlar ihracat-ithalat sayesinde su ve toprağa olan ilişkilerinde farklılıklar göstermektedirler.

Ekonomiyle ilgili önemli unsurlardan biri de dengeleme mekanizmalarıdır. Modern toplumlarda daha çok vergilerle yapılan dengeleme unsuru, serveti mümkün olan en adil şekilde topluma yaymayı amaçlamaktadır. İlkel toplumlardaysa dengeleme mekanizmalarına verilebilecek örnekler bulunmaktadır. Örneğin ‘Potlaç’ bir köydeki şefin, birikmiş yiyecekleri ve diğer malları bir zenginlik gösterisi olsun diye başkalarına dağıttığı törene denmektedir295. Dağıtım sadece kendi kabilesiyle sınırlı değildir. Diğer kabileler de davetlidir. Böylece diğer şefler ona borçlu duruma düşer ve toplumu gözünde ciddi prestij kazanmış olur. Ayrıca ileride bir gün kendi kabilesi kıtlığa düşünce yapmış olduğu potlaç olayının karşılığını yardım olarak görebilecektir. Her ne kadar potlaç aslında şefin servetini eriten bir unsur olsa da sağladığı prestij açısından son derece önemlidir diyebiliriz.

Toplumdaki servet fazlasını eriten bir diğer olgu da kargo sistemlerinde görülür. Buna Türkçede angarya diyebiliriz. Kargo sistemleri toplumdaki belli görevlerin her sene dönüşümlü olarak ve karşılıksız yapılmasını gerektirmektedir. Bu görevleri her erkek en az bir kere ve bir yıl süreyle üstlenir. Ayrıca görevle ilgili para veya mal alamayacağı gibi kendi servetinden aldığı göreve harcamak zorundadır296. Yaptığı harcamaya göre toplum gözünde popülaritesi artacaktır.

Dengeleme mekanizmaları ekonomi kurumu için önemli bir unsur olsa da ekonominin en temel süreci sanayileşmiş toplumlarda arz-taleple, ilkel toplumlarda karşılıklılık ilişkisiyle alakalıdır. Bu durum daha ziyade birincil ve ikincil ilişkilerin etkisinin bir sonucudur. İlkel toplumlardaki birincil ilişkilerin modern toplumlara

294 Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.377. 295 Kottak, Antropoloji, s.382.

296 Holger Jebens, Cargo, Cult and Culture, Honolulu: University of Hawaii Press, 2004,

göre yoğunluğu, karşılıklılık ilkesinin ön plana çıkmasına sebep olmuştur denilebilir. ‘Karşılıklılık’, yaklaşık olarak birbirine eşit değerdeki mal veya hizmetlerin değiş tokuşuna denir. Bu değiş tokuşta alma-verme işleminin zamanı ve malın değeri somut ve belirginse “dengeli karşılıklılık”, belirgin değilse “genelleştirilmiş karşılıklılık” adını alır297. Karşılıklılık, ilkel kültürlerin ticaretidir diyebiliriz. Bu sayede hem ürün çeşitliliği sağlanmış ayrıca çabuk bozulan maddeler işe yaramaz hale gelmeden insanlara dağıtılmış olur.

Bazı ilkel kabilelerde ekonominin önemli bir ayağı da yeniden dağıtım ilkesinde görülebilir. Malların bir merkezde toplanıp sayılması ve buradan dağıtılması yeniden dağıtımın temelini oluşturmaktadır. Daha ziyade hediye, bağış, savaş ganimeti gibi daha ziyade şefin doğrudan ilgilendiği olgularda yeniden dağıtım öne çıkmaktadır298. Şefin bu gelirleri dağıtması cömertlik gösterisi ve toplumsal prestijini artırması için önemlidir.

Buraya kadar vermiş olduğumuz bilgiler ışığında ekonominin dinle ilişkisi hakkında neler söylenebilir?

Ekonomi-din ilişkisi popülerliği hemen hiç bitmeyen konulardan biridir denilebilir. Sosyolojinin önemli isimleri bu konuyla yakından ilgilenmişler ve çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Özellikle Max Weber ve Karl Marks’ın görüşleri etrafında süren tartışma günümüzde de henüz net olarak çözüme kavuşturulamamıştır. Marks’ın, ekonomi dini belirler tezine karşı, Weber karşılıklı ilişkiyi savunmuştur. Herhangi bir sosyoloji kitabına bakıldığında karşımıza gelen bu konuyu detaylıca anlatmak çalışmamızın asıl meselesi olmadığından bu kadarla yetiniyoruz.

Yukarıda verilen örneklere baktığımızda ekonominin dinle ilişkisine yapılabilecek atıfları görebiliriz. Gerçekte her toplum kendi içinde bir ekonomi ahlakına sahiptir. Servetin dengeli dağıtımı için oluşturulan şekiller (potlaç ve kargo), israfı önleyen sistemler (karşılıklılık ilişkisi), kadın-erkek arasındaki işbölümü gibi noktalar din-

297 Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.382. 298 Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.388.

ekonomi ilişkisinde önemli örneklerdir. Ayrıca bir kabile şefinin hediye, bağış ve ganimetleri tek merkezden dağıtması adalet gösterme endişesinin sonucudur. Adalet de dini bir terimdir. Yine saygınlık kazanmaya yönelik ekonomik faaliyetler dürüstlük göstergesidir ve dinler dürüstlüğü daima desteklemektedirler. Sonuçta nereden bakarsak bakalım, kurumlar birbirleriyle ilişki içindedirler ve bu ilişkiyi biz dinle ekonomi arasında da net olarak görüyoruz.

İlkel kültürlerin ekonomisi Malinowski’nin de üzerinde durduğu konulardan biridir. Yukarıda değindiğimiz noktaların dışında onun kültürel tikellik adına verdiği ve araştırmalarını yürüttüğü Trobriand adalarındaki yerlilerle diğer Melanezyalılar arasında kurulan ve “Kula Halkası” denen bir tür dengeli karşılıklılık ilişkisini anlatan bir örnek, üzerinde durulmayı hak etmektedir.

Erkekler, Trobriand adaları arasında yolculuk yaparak, üretmiş oldukları beyaz deniz kabuklu kelepçeleri ve kırmızı deniz kabuklu kolyeleri değişim amaçlı olarak verirler. Kırmızı kabuklu kolyeler saat yönünde, beyaz kabuklu kelepçeler saat yönünün tersine adalar arasında hareket etmektedirler299. Kula halkasındaki her erkek, komşu adadaki ortaklarıyla ilişki kurmaktadır. Saat yönündeki komşusuna beyaz deniz kabuklu kelepçeleri verirken ondan kırmızı deniz kabuklu kolyeleri alır. Bu ticaret ortaklığındaki her bir kişi bu nesneleri adalar boyunca birbirlerine aktarır. Nesneler elden ele geçerek bütün adaları dolaşır ve bir süre sonra bu nesneler üretildikleri kabileye geri döner. Böylece birçok kez değiş yokuşa maruz kalan nesneler sayesinde uzak adalardaki insanlar dolaylı yönden de olsa aralarında bağlılık oluştururlar. Kula Halkası’nda dikkat edilen belki de en önemli nokta hiç kimsenin kolye ya da kelepçeleri uzun süre elinde tutmamasıdır. Çünkü böyle bir şey ticareti kesintiye uğratmaktadır. Bu kolye ve kelepçelerin bazıları çok meşhurdur ve bir köye geldiklerinde heyecana bile sebep olabilirler. İşin ilginç yönlerinden biri de