• Sonuç bulunamadı

MALİNOWSKİ’DE DİN

2.3 MALİNOWSKİ’YE GÖRE BÜYÜ

2.3.2 BÜYÜNÜN FONKSİYONLAR

Bir olgu toplumda bulunuyorsa, kanaatimizce mutlaka belli fonksiyonları olduğundan bulunuyordur. Az veya çok fonksiyon icra etmeyen olgunun toplumda bulunması anlamsızdır. İlkel toplumlardaki önemli olgulardan olan büyü de belli fonksiyonları bulunan bir olgudur.

Büyünün belki de en önemli fonksiyonu onun krizleri aşmada kişiye verdiği destekte görülebilir. “Büyü insana bir miktar, belirlenmiş ayinsel sahne ve inanç hükmü, belli bir zihinsel ve pratik yöntem sunuyor; ve bu, her önemli uğraşta, tehlikeli durumların ve kritik anların aşılmasını sağlıyor… Büyü insan için güvenin kuşkudan, direncin kararsızlıktan daha değerli olduğunu ifade eder”229.

Büyünün diğer bir fonksiyonu rastlantısal konulardaki olaylardan takip edilebilir. İlkel toplumlar her zaman büyü yapmaz. Kendi kontrolünde olan ve garanti gördükleri noktada hiçbir yerli büyüye başvurmaz230. Olumsuzluk ihtimali, büyü yapılma sebebidir. “Balıkçılık, özellikle de şansa bağlı olduğunda ve ciddi riskler taşıdığından, ustaca bir büyü sistemiyle donatılmıştır… Sakin lagünlerde ya da hiçbir tehlikenin bulunmadığı kıyılarda kullanılan küçük kanolar büyüden tamamen kurtulmuştur”231.

Bütün bu fonksiyonlarının yanında Malinowski büyünün sosyolojik fonksiyonuna da dikkat çeker: “… büyü çok önemli bir sosyolojik fonksiyonu yerine getiriyor… işin

229 Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, s.91.

230 Bu duruma verilebilecek bir örneği tarımda yapılan büyülerde görebiliriz. Birçok olumsuz

ihtimalin gerçekleşebilme şansı olduğundan ilkel toplumlar tarımda büyüye çok yer verilir. Bkz. Bronislaw Malinowski, Coral Gardens and Their Magic, London: Allen&Unwin, 1935, s.15-27.

örgütlenmesinde ve sistemli bir şekilde düzenlenmesinde etkin bir öğeyi oluşturuyor. Ayrıca oyunların oynanmasında da başlıca denetim yolunu oluşturuyor”232.

Büyünün krizi aşmada ve rastlantısal konularda bireye destek vererek çok ciddi fonksiyonları yerine getirdiği bir gerçektir. Bu noktada ‘neden büyü?’ sorusu sorulabilir. Başka olgular bu fonksiyonları yerine getiremez mi? Bu soruya verilebilecek yanıt en kısa şekilde ‘neden olmasın?’ biçiminde olabilir. Çünkü ister ilkel olsun ister modern, her insan başına gelebilecek ve kriz yaratacak ihtimallerin sayısının çok fazla olduğunu bilir. Ancak insanın yaşadığı krizleri atlatabilecek teknik sayısı son derece sınırlıdır. Büyü bu anlamda acizliğimizin de güzel bir göstergesidir. Aynı zamanda da son derece mantıklıdır. Zaten krizi atlatma bilinen her hangi bir teknikle olabiliyorsa ilkel insan bile o tekniği kullanmaktadır. Ancak kendini aştığı durumlar büyünün kullanıldığı durumlar olmaktadır. Büyü, sanılanın aksine sadece ilkel toplumlara özgü değildir. Modern toplumlarda da az da olsa büyüye başvuranların olduğu bilinmektedir.

2.3.3 BÜYÜCÜLÜK

Büyünün olduğu yer aynı zamanda büyücüyü de gerektirir. Zira her büyünün kendine özgü formüllerinin olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu formüller herkes tarafından değil sadece büyücü tarafından bilinir ve uygulanır. Biz burada Malinowski’nin büyücülükle ilgili görüşlerini ele alıp medyumlukla karşılaştırıp değerlendireceğiz. Bronislaw Malinowski yaptığı araştırmalarında büyücülerle ilgili şu tasviri yapar:

“Trobriand Adaları’nda büyücülük, sayıları pek fazla olmayan uzmanlar tarafından yapılmakta. Bunlar genellikle üstün zekâ ve seçkin kişiliğe sahip olan ve bu sanatı edinmek için bazı tılsımlı sözler ya da formüller öğrenmek, bazı koşullara boyun eğmek durumunda bulunan kişilerdi. Sahip oldukları büyü yapma yetkisini

kendileri adına kullanıyor, aynı zamanda bir bedel karşılığı aynı şeyi başkaları için de yapıyorlar”233.

Büyünün bu kadar etkin olması büyücülerin konumunu da ön plana çıkarmaktadır. Toplumun etkili kişilerinden olan büyücülerin durumunu Malinowski şöyle betimler:

“Büyücünün konumu ilk bakışta, kötüye kullanmaya ve şantaja elverişli bir konum gibi görünmektedir… Büyücülük görevi kişiye yetki ve servet kazandırmakta, onu etkili, söz sahibi konuma getirmektedir. Büyücü de bu ayrıcalığı kendi amaçlarının gerçekleşmesinde araç olarak kullanmaktadır. Ne var ki çirkin suçlamalar, onur kırıcı savlar, ona yarardan çok zarar getirmekte ve büyücünün kural olarak çok ılımlı bir kişilik kazanmasına neden olmaktadır”234.

Yukarıdaki tasvire baktığımızda büyücülüğün gerçekte toplum kontrolüyle nasıl yakın ilişkide olduğu görülmektedir. Büyücüler ‘kafalarına göre takılabilen’ kimseler değildir. Aslında buna gerek de yoktur. Para ve makam olarak gerekli tatmine ulaşmış durumda olduklarından insanların kendileriyle ilgili yargıları onlar için daha önemli konumdadır. Görevlerini manipüle etmeleri kendi aleyhlerinedir. Zira her an gözlenmektedirler. Bu noktada ‘büyücülük toplum için faydalı mıdır?’ sorusu sorulabilir.

Bu soruya çeşitli cevaplar verilebilse de temelde bir fonksiyonalist olan Malinowski’nin yanıtı olumludur.

“Melanezya’da ve başka yerlerde büyücülüğün suçun başlıca kaynağını oluşturduğu öne sürülmüştür. Benim kişisel olarak tanıdığım Melanezya’nın kuzey doğusuna gelince, bu görüşün, durumun yalnızca bir yönünü dile getirdiğini söyleyebilirim. Büyücü güçlü, varlıklı olduğundan genelde ılımlı bir yolu tutuyor… (büyücülük) nasıl işlerse işlesin, ilkel toplum için büyük bir değere sahip iyilikçi bir etken sayılabilir”235.

233 Malinowski, Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek, s.97-98 234 Malinowski, a.g.e., s.98-99.

Toplumdaki insanların yardımına koşmanın, geleneğin sürdürülmesinin yanında büyücülüğün başka fonksiyonlarından da söz edilebilir. Bunlardan biri ‘başımıza gelme ihtimali olan sayısız olumsuzluğun açıklamasındaki’ rolünde görülebilir. İnsanlık henüz birçok krizini açıklamayı başarabilmiş değildir. Büyücülük bu noktada öyle ya da böyle yaptığı açıklamalarla kişisel tatmin sağlamaktadır236. Büyücülüğün bir başka fonksiyonu, ‘kişinin davranışlarını kontrole zorlamasında’ ortaya çıkar. Hem büyücü hem de toplum devamlı birbirlerini gözlediğinden belli davranış kalıplarının dışına çıkma ihtimalleri düşüktür. Bu durum toplumdaki istikrarın bir başka sebebidir237. Sonuçta büyücülüğün toplum için belli fonksiyonları olduğunu söyleyebiliriz.

2.3.4 BÜYÜ-BİLİM-DİN İLİŞKİSİ

Büyünün bilimle olan ilişkisi özellikle James Frazer’in görüşleri sonrasında tartışılmaya başlanmış bir konudur. O, büyüyle din arasında ayrım yapar. O’na göre din “insan yaşamını ve doğayı denetlediği ve yönettiğine inanılan üstün güçlerin öfkesini yatıştırma ve onlarla uzlaşma çabasıdır. Büyü ise, algılanan bazı doğa kanunlarının, çıkarlar doğrultusunda yönlendirilmesine yönelik bir girişimdir. Aynı nedenlerin aynı sonucu doğuracağından büyücünün hiç şüphesi yoktur. Bundan dolayı Frazer büyüyü sahte din olarak nitelendirir. Çağdaş bilimden farkı, olaylar dizisini yöneten bazı yasaların yanlış anlaşılmış olmasıdır”238.

Frazer’in bu görüşleri etrafında yorumda bulunan kişilerin başında belki de Malinowski gelmektedir239. Yazmış olduğu “Büyü, Bilim ve Din” adlı eseri bir anlamda bu üç alanın sınırlarını göstermeye yöneliktir denilebilir. Biz bu bölümde Malinowski’nin bu üç alanın sınırlarıyla ilgili görüşleri üzerinden konuya yaklaşıp günümüzde sosyal antropologların kabullerini belirteceğiz.

236 Haviland ve diğerleri, Kültürel Antropoloji, s.675. 237 Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.675.

238 Frazer’dan aktaran, Haviland ve diğerleri, a.g.e., s.671. 239 James Frazer, Malinowski’nin hocasıdır.

Malinowski, “Büyü, Bilim ve Din” adlı eserine bu üç alanın tasviriyle başlar.

“Ne kadar ilkel olursa olsun, dinsiz ve büyüsüz halk yoktur. Ama, bu yeteneklerinin sık sık yadsınmasına karşın, bilimsel tutumu olmayan ya da bilimsiz ilkel halk da yoktur. Güvenilir ve yetkili gözlemcilerce incelenen her ilkel toplulukta, birbirinden net olarak ayırt edilebilen iki alan bulunmuştur: Kutsal alan ve dünyevi alan. Başka sözcüklerle söyleyecek olursak büyü ve din alanı, bilim alanı”240.

İlkel kültürlere bakıldığında sosyal antropologların belki de ilk yanılgısı bu kültürlerin tamamen dini etki altında olduklarını sanmalarıydı. Ancak yapılan alan araştırmaları Malinowski’nin belirttiği gibi insanın bulunduğu her yerde olan iki alanın varlığına işaret ediyordu. Günümüzde artık kutsal ve dünyevi alan ayrımı her kültür için kabul edilmektedir. Ancak bu iki alan tamamen de birbirinden bağımsız değildir.

Bu çerçeveden sonra büyünün bilimle ilişkisine Frazer özelinde değinen Malinowski konuyu biraz daha açar:

“İlkel insan her şeyden önce pratik nedenlerden ötürü doğa süreçlerini denetimi altına almaya çalışır… Ancak çok sonra kendi büyü gücünün sınırlarını öğrendiği zaman… yüce güçlere seslenme arasındaki bu ayrışmada Frazer, dinle büyü arasındaki farkı görür. Eğer doğayı sihirli biçimde yöneten yasalar biliniyorsa, insanın doğaya doğrudan egemen olabileceği inancına dayanan büyü, bu yönüyle bilime akrabadır. Bazı bakımlardan insan acizliğinin itirafı olan din ise, insanı, büyüden daha yüksek bir düzeye çıkarır ve daha sonra da büyüye baş eğdirmek zorunda olan bilimden bağımsızlığını ilan eder”241.

Dolayısıyla büyünün bilime benzerliği Malinowski’nin de dikkat çektiği bir konu olmaktadır. Tabiî ki bu benzerlik mutlak anlamda benzerlik değildir. Birçok noktada benzer olsalar da kanaatimizce asıl önemli noktanın amaç benzerliği olduğunu

240 Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, s.7. 241 Malinowski, a.g.e., s.9.

söyleyebiliriz. “… büyü bilime benzer. Şu anlamda ki açık bir amaç peşindedir ve insanın güdülerine, gereksinimlerine, uğraşılarına yakından bağlıdır… büyü ile bilim arasında çok sayıda benzerlikler vardır ve biz de James Frazer ile birlikte onun ‘yalancı bilim’ olduğunu söyleyebiliriz”242. Ancak Malinowski’ye göre yalancı bilim olan büyüyle bilim arasındaki ilişki aynilik ilişkisi değil akrabalık ilişkisidir. “Bilim deneyimin, çabanın ve aklın geçerli olduğu kanısına dayanır. Büyü ise umudun boşa çıkmayacağı ve isteğin yanıltmayacağı inancında temellenir. Bilimin kuramları mantıkla, büyününkiler isteklerin etkisi altında oluşan düşünceler zinciriyle belirlenmiştir”243. Sonuç ne olursa olsun Malinowski bu konuda Frazer’in görüşünene yakın durmaktadır diyebiliriz. Sanki o, bilim-büyü-din sıralaması yapmakta ve büyüyü bilimle ve dinle ilişkili alan olarak görmektedir.

Günümüzde sosyal antropologların büyü-bilim-din ilişkisine bakışlarıysa biraz farklıdır. Frazer büyüyü dinden ayırıp bilime yaklaştırmıştı. Ancak bu görüş tamamen terk edilmiştir diyebiliriz. “Frazer’in ayrımı, büyüyü dinden ayrı gören Batılı kültürün bir önyargısı olmaktan öteye geçmez”244.

Netice olarak karşımıza bu noktada üç görüş çıktığını söyleyebiliriz: Birincisi büyüyü dinden ayıran Frazer’in görüşü; ikincisi büyüyü hem dinle hem bilimle ilişkilendiren Malinowski’nin görüşü ve üçüncüsü büyüyü, dini ayinlerin bir parçası gören günümüz antropologlarının görüşü. Kanaatimize göre büyü görüntü olarak Malinowski’nin görüşüne yakın dursa da, o, sonuçta dine ait bir olgudur. Biz bu konuda sosyal antropologların görüşünün doğru olduğu kanaatindeyiz.

Buraya kadar tasvir etmeye çalıştığımız Trobriand adalarındaki dini, kısaca toparlayacak olursak şu noktalar karşımıza çıkmaktadır: 1- Herhangi bir Tanrı inancı yoktur. 2- İnancın temelini reenkarnasyon oluşturmaktadır. 3- Reenkarnasyon inancından dolayı ruh ön plana çıkmıştır. 4- Büyü bir ritüel olarak hayatın her yerine girmiştir. Özellikle kişinin gücünü aşan durumlarda büyü kaçınılmaz bir ritüel konumundadır. Bireysel olarak büyü yapılabildiği gibi toplu olarak da yapılmaktadır.

242 Malinowski, İlkel Toplum, s.148.

243 Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, s.86-87.

Ancak bir ritüel olan büyü için özel bir mâbet bulunmamaktadır. 5- Büyünün önemli oluşu büyücüleri de önemli bir konuma yükseltmiş görünmektedir. 6- Mucizeler dini hayatta yer almaktadır 7- Mitolojiler önemli yer tutmaktadır. 8- Ölüm bu dinde çok önemli, kritik ve korkutucu bir olgudur. Her yerli ölümden ürkmekte, cenaze törenleri çok önemli âyinlere dönüşmektedir. 9- Peygamber, kutsal kitap, melekler, âhiret inancı yer almamaktadır. Ancak ölümden sonra ruhun bir müddet kalmak için gittiği yerin tasviri, semâvi dinlerin cennet tasvirine bazı yönlerden benzemektedir. Cehennemle ilgili herhangi bir anlatıma rastlamadık.

Bu özelliklere sahip olan Trobriand dinini isimlendirmek kanaatimizce kolay değil. Ancak mutlaka bir isimlendirme yapmak gerekirse buradaki yerlilerin inancının ‘atalar kültüne’ yakın olduğunu söyleyebiliriz. Zira reenkarnasyonun merkezi konumu ruhu ön plana çıkarmaktadır. Malinowski’nin, eserlerinde bu bölgenin inancını anlatırken ruh üzerinde uzunca durması da kanaatimizce atalar kültüne yakın olduklarını göstermektedir.