• Sonuç bulunamadı

Siyasi parti kapatma davalarının Türk yazılı basınında sunumu: RP ve DTP örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Siyasi parti kapatma davalarının Türk yazılı basınında sunumu: RP ve DTP örneği"

Copied!
159
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GENEL GAZETECİLİK ANA BİLİM DALI

SİYASİ PARTİ KAPATMA DAVALARININ

TÜRK YAZILI BASININDA SUNUMU: RP VE DTP

ÖRNEĞİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Mustafa ŞEKER

HAZIRLAYAN Abdulkadir GÖLCÜ

(2)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ ... iii ÖZET ... iv ABSTRACT ... v İÇİNDEKİLER ... vi KISALTMALAR ... ix GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM MEDYA VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİNİN TEMELLERİ 1. KAVRAM OLARAK DEMOKRASİ ... 3

1.1. Demokrasinin Tarihsel Gelişimi ... 7

1.2. Demokrasinin Modelleri ... 13 1.2.1. Klasik Demokrasi... ...14 1.2.2. Korumacı Demokrasi ... 15 1.2.3. Gelişmeci Demokrasi ... 17 1.2.4. Halk Demokrasisi... 19 1.2.5. Anayasal Demokrasi ... 20 1.2.6. Liberal Demokrasi ... 21 2. DEMOKRASİ VE MEDYA İLİŞKİSİ ... 23

2.1. Medya Alanındaki Dönüşümler... 27

2.2. Siyaset Alanındaki Dönüşümler ... 30

2.3. Değişen Medya Düzeninde Medya Siyaset İlişkisi ... 32

(3)

İKİNCİ BÖLÜM

HABERİN SÖYLEMİNDEKİ SİYASAL ETKİ

1. HABERDE MEDYA VE SİYASET İLİŞKİSİ... 38

1.1. Haberde Siyasal Seçkinlerin Önemi ... 41

1.2. Haberde Siyasal Söylem ... 45

1.3. Haberde Demokrasi Söylemi ... 47

2. KAVRAM OLARAK SÖYLEM ... 49

2.1. Haber Söylemi ... 52

2.2. Haber Söyleminde İdeoloji Etkisi... 55

2.2.1. İdeolojik Bir Metin Olarak Haberi Ele Almak ... 57

2.2.1.1. Haberde İdeolojinin Dili... 59

2.2.2. Bir Mücadele Alanı Olarak Haber ... 62

2.2.3. Politik Güç Olarak haber ... 65

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM REFAH PARTİSİ VE DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİNİN KAPATILMASI HAKKINDA ULUSAL BASINDA YAYINLANAN HABERLERİNİN SÖYLEM ANALİZİ 1. YÖNTEM ... 68

1.1. Refah Partisi’nin Kapatılması Öncesinde Türkiye’deki Toplumsal ve Siyasal Ortam ... 69

2. REFAH PARTİSİ’NİN KAPATILMASININ YAYGIN YAZILI BASINDA SUNUMU ... 73

2.1. Hürriyet Gazetesi ... 73

2.2. Sabah Gazetesi ... 80

2.3. Cumhuriyet Gazetesi... 87

(4)

3. DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ’NİN KAPATILMASI ÖNCESİNDE

TÜRKİYE’DEKİ TOPLUMSAL VE SİYASAL ORTAM... 105

3.1. Demokratik Toplum Partisi’nin Kapatılmasının Yazılı Basında Sunumu... 108

3.1.1. Hürriyet Gazetesi ... 108

3.1.2. Sabah Gazetesi ... 117

3.1.3. Cumhuriyet Gazetesi... 124

3.1.4. Yeni Şafak Gazetesi... 132

SONUÇ... 141

(5)

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AKP : Adalet ve Kalkınma Partisi ANAP : Anavatan Partisi

BBP : Büyük Birlik Partisi BDP : Barış ve Demokrasi Partisi DEP : Demokrasi Partisi

DKP : Demokratik Kitle Partisi DP : Demokrat Parti

DTP : Demokratik Toplum Partisi DYP : Doğru Yol Partisi

IMF : Uluslararası Para Fonu

İHAS : İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi MGK : Milli Güvenlik Kurulu

ÖDP : Özgürlük ve Dayanışma Partisi TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi YDP : Yeniden Doğuş Partisi

(6)

GİRİŞ

Siyasal partiler demokratik sistemlerin işleyişi ve sağlığı için vazgeçilmez örgütlenmeler olarak kabul edilmektedir. Siyasi partiler sayesinde toplumlar demokratik süreçlere doğrudan ya da dolaylı yollarla katılarak, karar alma süreçlerinde etkili olabilmektedirler. Aynı zamanda siyasi partiler demokratik sistemlerin işleyişi ve güvenliği için de gerekli örgütlenmeler olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda Kapani (2000: 167) partilerin hükümet etme ya da iktidar olmasının yanında, var olan hükümete muhalefet etme ve onu denetleme görevini de yerine getirdiğini dile getirmektedir. Partilerin muhalefet yapmalarını iki gerekçeyle açıklayan Kapani, bunlardan birincisini alınacak siyasi kararları kendi görüşleri doğrultusunda etkilemek olarak dile getirirken, ikincisini de sorunlara alternatif çözüm önerileri sunmak olarak ifade etmektedir. Siyasi partilerin demokratik rejimler için böylesine önemli bir fonksiyonu yerine getirmesi, partilerin demokrasilerde güvence altına alınmasını sağlayan anayasal düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir.

1990’lı yıllar soğuk savaş sonrasında demokratikleşme dalgasının doğu Avrupa ve Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya yayıldığı yıllar olarak kabul edilmektedir. Türkiye de bu dalgadan ciddi olarak etkilenmiş ve demokratikleşme doğrultusunda önemli adımlar atılmış bir ülke olarak kabul edilmektedir. Heywood’un da (2006: 356) 1990’lı yılları demokratikleşme dalgasının etkin olduğu yıllar olarak göstermesi ve bu yılları aynı zamanda siyasi partilerin yeniden önem kazandığı yıllar olarak tanımlaması dikkat çekmektedir. Bu bağlamda 1990’lı yıllar dünya genelinde ve Türkiye örneğinde düşünüldüğü zaman demokratikleşme ve demokratik hakların anayasal güvenceler altına alınmaya başlandığı yıllar olarak kabul edilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre bir siyasî partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir. Bu yasanın uygulanmaya koyulması ile Türk siyasi hayatında bu güne kadar 26 farklı siyasi parti bu ve benzeri gerekçeler nedeniyle kapatma kararıyla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Kapatma kararlarının kesin kararlar olması ve karara itiraz hakkının bulunmaması da alınan kararların demokratik siyaset arenasında ne derece olumsuz yönde etkili olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

(7)

Refah Partisi (RP) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) de Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu kapatma kararları sonrasında siyasi hayatlarına son verilmiş iki partidir. Fakat bu partilerin kapatılması sonrasında kapatma kararının ülke gündeminde ele alınışı ve basının kapatma kararlarına yaklaşımı belirgin farklılıklar arz etmektedir. Demokrasinin ortak bir tanımlaması ve demokratik değerlerin kabul görmüş sınırları düşünüldüğünde, demokrasinin siyasal partilerin kapatılması sonrasında işlenişin de belirgin faklılıkların olması önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

Siyasal koşullar ve atmosfer medyanın içeriğini belirlemede kuşkusuz çok önemli araçlardır. Demokratik toplumlarda medya siyasal otoritenin eylemlerini habere dönüştürerek kamunun bilgilenmesini sağlarken, siyasal otoritenin eylemlerini de kamu adına denetleme görevini üstlenmektedir. Bu araştırma da demokratik toplumlarda demokrasinin varlığı için vazgeçilmez kurumlardan birisi olan siyasal partilerin kapatılması ve kapatma kararları sonrasında Türk Basını’nda yapılan haberlerde demokrasi algısının düzeyini ortaya koymaktadır. Araştırmanın kapsamını Türk siyasal hayatında yer edinen ve Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla kapatılan Refah Partisi ve Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılma kararları sonrasında, yazılı basında mahkemenin kararları hakkında çıkan haberlerin karşılaştırması oluşturmaktadır. Bu nedenle araştırma Türk basınının demokrasiye bakışı ve Türk basının demokrasi algısındaki değişimi ortaya koymak açısından önem arz etmektedir. Araştırmanın temel amacı siyasal atmosferden etkilenen Türk basınının demokrasi algısının dönemsel olarak değişmesini ve bu değişmenin siyasal partilerin kapatılması sonrasında yapılan haberler ve bu haberlerde kullanılan demokrasi kavramı ve kavramın haber çerçevelerine etkisini ortaya koymak oluşturmaktadır. Araştırmanın temel varsayımları şöyle sıralanabilir. Siyasal eylemlerin haberleştirilmesinde dönemin siyasal atmosferi çok önemli bir belirleyen olmaktadır. Basının siyasal iktidarla olan ilişkileri, siyasal partilerin kapatılması ile ilgili haberlerin söylemini belirlemektedir. Ekonomi-Politik süreçler demokratik kaygıların önüne geçerek, basının demokratik duruşunu etkilemektedir.

(8)

BİRİNCİ BÖLÜM

MEDYA VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİNİN TEMELLERİ

Birinci bölümde demokrasi kavramının gelişim süreci tarihsel bir bakış açısıyla ele alınacaktır. Kavrama yönelik farklı bakış açıları değerlendirilip, dünya genelinde genel kabul görmüş demokrasi modelleri açıklanacaktır. Demokrasinin toplumlar arasında farklı yansımaları da bölüm içerisinde ele alındıktan sonra, medya ve demokrasi ilişkisi tartışılacaktır. Özellikle medyanın demokrasi ve demokratikleşmeye nasıl katkılar sağlayacağı ve demokrasilerde medyanın rolünün ne olacağı birinci bölümün sonlarında detaylıca tartışılacaktır. Ayrıca demokrasi ve medya ilişkisi ele alınırken, iletişim bilimi bünyesinde bu konuya yönelik olarak gelişmiş olan farklı bakış açılarına da yer verilecektir. Gelişen iletişim teknolojileri sonrasında demokratikleşme için medyanın rolünün de ne yönde değişim gösterdiği ele alınacak olan bölümde, kitle iletiminde yaşanan teknolojik gelişim sürecinin siyaset mekanizmasındaki yansımaları da tartışılacaktır.

1. KAVRAM OLARAK DEMOKRASİ

21. yüzyıl dünyasında siyasal arenada en çok tartışılan kavramlardan biri kuşkusuz demokrasi olmuştur. Birçok düşünür tarafından farklı boyutlarda ele alınarak işlenen demokrasi kavramına, siyaset bilimcilerin üzerinde uzlaştığı tek bir anlam yüklemek mümkün değildir. Siyaset bilimi ve sosyal bilimler sözlüklerinde demokrasi kavramı birkaç tanımlamayla açıklanmaya çalışılsa da, kavram birçok farklı zeminde ele alınabilecek kadar geniş bir kapsama sahiptir. Kavramın kökeninin antik yunana kadar ulaşması ve üzerinde birçok düşünürün durması sonrasında kavramın farklı boyutlar kazanması, kuşkusuz demokrasiyi ortak bir tanım içerisine yerleştirememenin en önemli sebeplerinden birisidir.

Türköne demokrasi kavramının tek bir çerçeve içerisinde tanımlamamasını iki nedenle açıklamaktadır. Türköne’ye (2003: 188) göre demokrasiyi tanımlamak zordur ve kavramın üzerinde hala sürmekte olan karmaşadan yakınılmaktadır. Bu zorluğun ve karmaşanın ilk sebebi, demokrasinin saygın bir kavram olmasından kaynaklanır. Bu kavramın arkasına sığınarak, zayıf argümanlarla bile haksızlığınızı ispatlamaya

(9)

girişebilirsiniz. Nitekim demokrasiyle yakından uzaktan bir ilgisi olmayan yönetimler bile “demokrat” olduklarını ispatlamak için, akla zarar bir çaba sarf etmektedirler. İkinci sebep, kavramın tek başına kullanıldığı zaman pek fazla bir şey ifade etmemesidir. Kavram açık bir anlamda kullanıldığı zaman mutlaka önüne bir sıfat almak zorundadır.

Demokrasi, çoğu kere, bir siyasi rejimin belirli özelliklerini tanımlamak için olduğu kadar, o rejime yönelik onaylayıcı bir tutumu göstermek için de kullanılmaktadır. Son yarım yüz yılda; halk idaresi, halkın temsilcilerinin idaresi, halkın partisinin idaresi, çoğunluk idaresi, proletarya diktatörlüğü, maksimum siyasal katılma, seçkinlerin halkoyu için yarışması, çok partililik, siyasal ve toplumsal çoğulculuk, eşit vatandaşlık hakları, medeni ve siyasi özgürlükler, özgür toplum, sivil toplum, serbest piyasa ekonomisi, tarihin sonu, güzel olan her şey… demokrasi kavramına atfedilen anlamların sadece bir bölümünü oluşturmaktadır (Bettham, 2006: 1).

Barry’ye (2004: 319) göre ise demokrasi kavramı bugün oldukça duygusal bir anlam kazanmıştır. Günümüzde, ciddi farklılıklar gösteren siyasi sistemler hemen her zaman demokratik olarak nitelenmekte ve terim şaşırtıcı şekilde farklı bağlamlarda kullanılmaktadır. Barry bu sözle modern siyasal sistemlerde ortaya çıkan birçok farklı demokrasi tanımlamasının yanında, farklı demokrasi türlerinin de varlığını göstermeyi amaçlamıştır.

Demokrasi kavramı ele alınırken Rousseau’ya atıf yapılmadan başlanacak bir tartışma, kavramın çıkış koşullarını ve mantığını anlamadan yapılacak bir tartışmaya dönüşecektir. Fransız düşünürün demokrasi tartışmalarına antik yunan düşünürleriyle karşılaştırıldığında geç katılmış olması, düşünürün demokrasi kavramının çerçevesine yaptığı katkıları azaltmayacaktır. Rousseau ünlü eseri Toplum Sözleşmesi’nde, yöneten ve yönetilen arasında doğal durumun sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan güvenlik sorununu çözmek için bir sözleşmenin yapıldığından bahsetmektedir. Bu sözleşme somut koşullar ekseninde gelişmese de, Rousseau’ya göre sözleşme demokrasi kavramının başlangıcı olarak kabul edilmelidir. Toplum sözleşmesi sayesinde demokrasi, yöneten ve yönetilen ilişkisindeki yerini almıştır. Rousseau bu konuda “üyesinden her birinin canını, malını kuvvet ile koruyan öyle bir topluluk şekli bulunmalı ki, bu sayede her fert herkesle birleştiği halde yine kendisine itaat etsin,

(10)

eskisi kadar da hür kalsın” demektedir (Rousseau, 1992: 18). Bu tanımlama günümüz modern demokrasilerinin kökenini oluşturmaktadır.

Rousseau’nun demokrasinin çıkış koşullarını ortaya koyan ünlü eseri Toplum Sözleşmesi’nde değindiği önemli bir nokta ise, kavram olarak demokrasinin tartışılmasında ele alınması gereken bir boyutunu da ortaya çıkarmaktadır. Rousseau insan hayatında doğal durumun sona ermesiyle insanın özünün kötü yönlü olarak bozulduğunu dile getirirken, özündeki iyiliği kaybeden bu insan tipolojisinin demokrasi düşünü gerçekleştiremeyeceğini dile getirmektedir. Bu konuda Toplum Sözleşmesi’nde Rousseau (1992: 94) “Tanrılardan mürekkep bir millet olsaydı kendisini demokrasi ile idare ederdi. Bu kadar mükemmel bir idare insanların harcı değildir” diyerek, demokrasinin özünde kötü olan insan tarafından gerçekleştirilmesinin imkânsızlığından bahsetmektedir.

Bugün demokrasi kavramın etimolojik kökeni üzerinden yapılan ve yaygın olarak kullanılan birkaç tanımı vardır. Sonu “krasi” ile biten diğer kelimeler-otokrasi, aristokrasi, bürokrasi v.s- gibi demokrasi de Yunanca iktidar veya yönetme anlamına gelen “kratos” kelimesinden türemiştir (Heywood, 2007: 52). Yunanca kökeni demos (halk) ve kratos (yönetim) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ve belirli bir siyasi yönetim biçimini adlandırmak için kullanılan bir terimdir (Yayla, 2004: 60) Demokrasi genel anlamıyla etimolojik köken itibariyle “demos” yani halk tarafından yönetimi ifade etmektedir. Burada “demos” kavram olarak halk yığınlarını temsil etmesi için kullanılan bir kelime olarak kabul edilmiş ve kavramın teorik zeminini oluşturmuştur.

Sartori (1996: 8) bu etimolojik çözümlemede önemli bir konunun atlandığını dile getirmektedir. Ona göre demokrasi saydam bir sözcüktür, yani, sözcüğün anlamı, dildeki ilk anlamına kolaylıkla bağlanabilmektedir. Bu yüzden, demokrasiyi sözcük anlamına göre tanımlamak çok kolaydır. Nitekim sözcük anlamına göre demokrasi “halk iktidarı”, iktidarın halka ait olması demektir. Ama bu terimin Yunancadaki anlamının sözcüğü sözcüğüne çevrilmesinden başka bir şey değildir. Oysa demokrasi terimi bir şeyi temsil etmektedir ve doğasında temsili barındırmaktadır.

Meier’a göre (1972) ise kavram, “demos”- Yunanca’da halk, halk kitlesi veya yurttaşlık anlamında bir kelime- ile “egemen olmak” veya “iktidar kullanmak” gibi

(11)

anlamlara gelen “kratein” kelimelerinden oluşmaktadır. Bu bakımdan demokrasi, kısa ve özlü olarak halkın (demos ) –doğrudan veya dolaylı- egemenliği veya iktidar kullanımı, halk egemenliği veya çoğunluğun egemenliği olarak tanımlanabilir (Aktaran: Schmidt, 2002: 14). Kavramın sosyal bilimler sözlüğündeki tanımı ise demokrasiyi toplumsal bağlayıcılığı olan kararların, o kararlara uyması beklenen ya da zorlanan kişilerin iradesini yansıtacak biçimde oluşturulduğu yönetim tarzı olarak aktarmaktadır (Demir ve Acar, 2005: 88).

Demokrasi iktidarın halkçı kökenli olduğunu savunan ve iktidarı halka dayandıran bir teoridir. Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln’un çok ünlü olmuş “demokrasi halkın, halk için, halk tarafından yönetimidir” tanımına göre bir ülkede demokrasi olabilmesi için halkın aynı zamanda yönetilen ve yöneten olması veya en azından yönetilenlerin büyük bölümünün iktidarın kullanımına katılması gerekmektedir (Çam,1995: 387). Kapani’ye (2000: 137) göre klasik anlamda demokrasi bütün ergin vatandaşların hür ve eşit iradeleriyle toplum yönetimine katılmaları demektir. Göze’ye göre (1995: 203) demokraside yasayı yapan da uygulayan da egemen toplumun çoğunluğudur. Yasayı yapanın, yasayı en iyi uygulayacak ve yorumlayacak kişi olduğu ve demokrasinin de en iyi yönetim olduğu düşünülmelidir.

Robert Dahl’a (1993: 15) göre demokrasi egemen bir halkın sadece kendi kendini yönetme hakkını kazanmakla kalmayıp, bunu gerçekleştirebilmek için gerekli olan tüm kaynaklara sahip olması ile ortaya çıkacak olan yönetim biçimidir. Schumpeter’e (1971: 168) göre ise demokrasi halkın kendi iradesini gerçekleştirmek için, toplanacak kişileri seçme yoluyla, sonuçlar üzerinde son sözü söyleyerek müşterek iyiliğe yol açan politik kararlara varması için gerekli organizasyon tekniğidir. Demokrasiyi siyasal yönetime katılımla oranlı bir şekilde ele alan Touraine ‘na ise (1997: 25) göre demokratik yönetim biçimi en çok sayıda bireye en büyük özgürlüğü veren, olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam biçimidir.

Demokrasi tartışmalarına Amerika’da Demokrasi isimli çalışmasıyla farklı bir boyut kazandıran Tocqueville’de kavramı toplumsal ve bireysel yaşamdaki boyutlarıyla ele almıştır. Tocqueville göre ise demokrasi sadece toplumsal yaşamın değil, bireysel ve düşünsel yaşamın da şekillenmesinde önemli bir belirleyendir. Tocqueville (1994: 138) demokratik devletin ve kurumların insan zekâsının olağan gelişimini engellemese bile,

(12)

bir noktaya doğru yönelteceğini, eşitliğin bireye her konuda kendi karar verme isteğini aşılayacağını ve bireyin somut gerçeklere saygılı olurken, gelenekleri ve bilimselliği küçümseyeceğini dile getirmiştir.

Bugün modern toplum yapılanmasında ise demokrasi kavramının etimolojik kökeni üzerinden tanımlama tartışmaları yapmak, demokrasinin önüne belirli sıfatlar koymak yerine, modern siyaset bilimi bağlamında ortak bir konsensüs üzerinde uzlaşmak demokrasinin tanımlanmasında kullanılan geçerli bir yöntem olmuştur. Modernite ile birlikte demokrasi, Platon ve Aristo’da olduğu gibi, negatif bir yönetim biçimi olarak tanımlanmamış devletin tek rasyonel biçimi haline gelmiştir (Küçük, 1994: 19). Her yerde demokrasiyi tanımlamak için kullanılan “popüler”, “güdümlü”, “burjuva” ve “şeklî” gibi şüpheli sıfatlar sessizce terk edilmektedir. Aynı zamanda, hükümetlerin prestijli bir unvan olan “demokratik” unvanını hak etmek için kabullenmek zorunda oldukları asgari şartlar üzerinde de dikkate değer bir konsensüs ortaya çıkmıştır. Bunların da ötesinde, günümüzde pek çok uluslararası kuruluş bu standartlara ne kadar uyulduğunu izlemektedir; hatta bazı ülkeler dış politikalarını şekillendirirken bu standartları hesaba katmaktadır (Schmitter ve Karl, 1984: 67). Bütün bu durum değerlendirmeleri sonrasında Schmitter ve Karl‘a (1984: 68) göre modern siyasi demokrasi, yönetenlerin, yaptıklarından dolayı, seçilmiş temsilcilerinin rekabeti ve işbirliği yoluyla, dolaylı olarak hareket eden vatandaşlar tarafından, kamusal alanda sorumlu tutuldukları bir yönetim biçimidir.

1.1. Demokrasinin Tarihsel Gelişimi

Demokrasi; modern devlet yapısında uygulanan bir yönetim biçimi olana kadar geçirdiği uzun bir tarihsel geçmişe ve çok farklı yaklaşımlardan etkilenerek oluşturulmuş kavramsal bir temele sahiptir. Bu tarihsel süreç içerisinde birçok farklı etken ve süreç demokrasi kavramının modern devlet yönetimlerinde sıkça kullanılan bir yönetim biçimine dönüşmesinde etkili olmuş ve kavramın kuramsal zeminini güçlendirmiştir. Demokrasinin kavram olarak tanımlanmasında olduğu gibi, onun tarihsel olarak ortaya çıkışında da bazı tartışmalar hala devam etmektedir. Bu konuda

(13)

siyasal düşünceler tarihi üzerine yazılmış birçok kaynak, demokrasinin çıkışı olarak Antik Yunandaki şehir devletlerini işaret etmektedir.

Standart Batı aydınları demokrasi fikrinin ve demokrasi uygulamalarının başlangıç izlerini milattan önce 6. yüzyılda Atina şehir Devleti’nde ve zaman zaman da Sparta’da aramışlardır. Fakat bunun Batıyı dünya merkezine alan bir tarih görüşüyle renklendirilmiş bir çıkarsama olduğuna inanmaya yönelik bazı sebepler vardır. Aslında, Fenikeliler Yunanlılara kendi alfabelerini, koloni sistemlerini ve hatta bazı aydınlar itiraz etse de kendi oluşturdukları demokratik yönetim biçimiyle birlikte şehir devletlerini yönetmede kullandıkları kendi yönetim sistemlerini de vermişlerdir (Safty, 2003: 30-31). Parkinson’a (1984: 155) göre Atinalıların demokrasinin yaratıcısı oldukları yönünde yaygın bir inanç ortaya çıkmış fakat yazar bunun gerçek olmadığını, Atinalıların demokrasinin yaratıcısı değil demokrasinin nasıl doğduğunun ilk ayrıntılı anlatımını vermiş oldukları gerçeğinin altını çizmiştir. Parkinson demokrasinin kökenlerini yine Hint ve Çin kaynaklarında bulmuştur. Bu topluluklardaki köy hayatı ve lonca teşkilatları demokrasinin ortaya çıktığı yerler olarak kabul edilmiştir. Bu bakış açısına göre demokrasi özünü yunan şehir devletlerinde bulan bir kavram olmak yerine, bu devletlere Fenikelilerden geçmiş bir uygulama olarak gözükmektedir. Bu bağlamda demokrasinin tarihsel geçmişini daha eski dönemlere götürmek mümkün olmakta ve demokrasi kavramını Batı merkezli bir kavram olmaktan çıkarmaktadır.

Siyaset bilimi alanında demokrasiyi Antik Yunan merkezli bir kavram olarak kabul etmek ise daha yaygın bir bakış açısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Atina’daki cumhuriyet rejimi ve doğrudan katılımla gerçekleşen yönetim siyaset bilimciler için demokrasinin kaynağı olarak kabul edilir. Dönemin ünlü düşünürleri Sokrates, Platon ve Aristoteles’in demokrasi kavramına farklı yaklaşımları olmuştur. Heywood’a (2006: 95) göre genellikle demokratik düşüncenin beşiği olarak kabul edilen Antik Yunan’da bile demokrasiye olumsuz bir anlam yükleme eğilimi var olmuştur. Sokrates, Platon ve hatta Aristoteles gibi düşünürler, demokrasiyi bilgelik ve mülkiyet pahasına kitlelerin yönetimi olarak görmüşlerdir.

Sokrates’e göre sadece ender bulunan bir azınlık sorgulanmamış fikir zincirlerini kırıp, hakiki bilgiye ulaşmak üzere mağaradan çıkabileceğinden, insanların çoğu için aydınlanmadan kalmak en iyisidir (Arnhart, 2004: 284). Sokrates’in

(14)

aydınlanmış bireyleri yönetme yetisine ulaşırken, diğerleri alınan kararlara uymak zorunda kalacaklardır. Bunun sonucunda yönetimin doğasına çoğulcu bir mantık yerine, belirli bir topluluğun görüşü hâkim olacak ve demokrasi tehlikesi ortadan kalkacaktır. Maire’a göre Sokrates’in demokrasiye yönelik bu erken dönemde ortaya çıkan endişeleri, ilginç bir şekilde düşünürün idama mahkûm edilmesinde de karşısına çıkmıştır. Atina ve Sparta arasında yaşanan savaş sonrasında Atina’da kurulan “Otuz Tiran” yönetiminin yerine kurulan demokratik yönetim kısa bir süre sonra Sokrates’i ölüme mahkûm etmiştir (Aktaran: Göze, 1995: 18).

Aristoteles ünlü eseri Poetika’da şehir devletlerinin demokrasi için önemine dikkat çekmektedir. Aristoteles'e göre siyasal bir hayvan olan insan bir polis içinde yaşamak için yaratılmış ve insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin polise bağlı olması gerektiğini söylemiştir (Aristoteles, 1993: 9). Aristoteles bu sözleriyle, demokrasi için ideal alanın şehir devletleri ile oluşturulabileceğini işarete etmiş ve aynı zamanda Sokrates’in filozoflar tarafından yönetilmeyi merkeze alan ideal devlet sistemini de eleştirmiştir. Aynı zamanda bu sav demokrasi tartışmalarında sık sık dile getirilen nüfus ve demokratik rejim arasındaki ilişkiyi de ortaya çıkarmaktadır.

Aristoteles’in demokrasinin varlığı için şehir devletlerinin önemine dikkat çekmesi, demokrasi tartışmalarında yüz yıllardır etkisini devam ettiren, nüfus ve demokrasi arasındaki yapısal ilişkiyi ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda bu güne kadar birçok düşünür devletlerin nüfusları ve demokrasi arasında bir ilişki kurmaya çalışmış ve bunun üzerine tezler ortaya atmışlardır. Bu tartışmalar sonucunda demokrasinin sayı olarak daha az nüfusa sahip ülkelerde ideal bir yönetim biçimi olabileceği görüşü hâkimiyet kazanmış ve Aristoteles’in üzerinde önemle durduğu şehir devletleri için ideal bir yönetim olan demokrasi görüşü kanıtlanmıştır.

Antik Yunan düşüncesinde belirli bir dönem geçerlilik kazanmış olan demokrasi, günümüz dünyasının modern demokrasileri ile karşılaştırıldığında belirli farklar olduğu ortaya çıkmaktadır. Polis’lerde yaşanan demokrasi daha çok siyasal hayata katılma olanaklarına sahip bireyler tarafından gerçekleştirilirken, sosyal yapılanmada tüm sınıfları temsil eden gerçekçi bir katılımcı demokrasi uygulaması bulmak imkânsızdır. Özellikle köle sınıfların olması ve demokrasinin seçkin bir zümre

(15)

arasında yaşatılmaya çalışılması, kavramın tarihsel süreçte geçirdiği dönüşümü anlamak açısından gayet yararlı olmuştur.

Demokrasi için Yunan Yarımadası’nda yaşam süreci çok uzun olmamış, tiranlık ortaya çıkmaya başlamıştır. Tiranların yönetimi ele geçirmeye başladığı bu dönem sonrasında Antik Yunan’da demokrasi sürecinde belirli aksaklıklar ortaya çıkmaya başlamış ve demokrasi siyasal yönetim olarak tercih edilmemiştir. Göze’ye (1995: 51) göre bunun nedeni M.Ö 4. yüzyılda Yunan Polis’lerinin artık bağımsızlıklarını yitirmesi ve bu şehir devletlerinin Makedonya kralı tarafında istila edilmesi ile Yunan yarımadasında var olan sosyal ve siyasal düzenin bozulmuş olmasıdır. Özellikle Makedonya kralı Büyük İskender’in istilası sonrasında, Yunan yarımadasında felaketler birbirini izlemiş, Polis’lerin yıkılması, yeni siyasal güçlerin ortaya çıkışı, yeni bir düzenlemeye gidilmesi daha önceden oluşmuş olan Yunan siyasal düşüncesinin de etkilenmesine sebep olmuştur.

Yunan Yarımadası’nın istila edilmesi dolaylı olarak Yunan düşünce dünyasını da etkilemiş ve daha önceden oluşan demokrasi düşüncesinin gerilemesine ve önem kaybetmesine neden olmuştur. Bu süreç Yunan şehir devletlerinin Roma İmparatorluğu’na dönüşmeye başlamasını ortaya çıkarmış ve demokrasi düşüncesini uzun bir süre sekteye uğratacak olan feodalizm merkezli ortaçağın başlaması ile sonuçlanmıştır. Ortaçağ yaklaşık olarak bin yıllık bir dönem kapsamaktadır ve böylesine uzun bir dönemde siyasal ve sosyal değişikliklerin yaşanması da kuşkusuz şaşırtıcı değildir. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve Orta Çağda özellikle Batı Avrupa’da egemen olan toplum düzenine feodalite denmektedir. Aynı zamanda siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal bir rejim olan feodal düzende devlet birliği mevcut değildi; ülkeler birçok senyörlüklere ayrılmış bulunuyordu. Feodalitenin siyasal açıdan getirdiği en büyük özellik, devlet iktidarının parçalanmış olması ve halkın doğrudan doğruya devlete değil, toprakların sahibi olan senyörlere bağımlı durumda olmalarıdır (Sarıca, 1983:13).

Göze’ye (1995: 60) göre feodal düzende siyasal ve sosyal yapıyı belirleyen en önemli güç kişilerin toprakla olan ilişkileridir. Toprağa sahip olan kişi aynı zamanda siyasal iktidar sahibidir. Toprak sahibi olmayan kimseler ise, üzerinde yaşadıkları toprağın sahibine ekonomik, sosyal, hukuki ve siyasal yönlerden tabii ve bağımlı olarak

(16)

yaşayan kimselerdir. Bu bağlamda mülkiyet ilişkilerine bağımlı bir siyasal sistem ortaya çıkmakta ve yöneten ve yönetilen ilişkisi belirlenmektedir. Bu dönemde siyasal sistemde ve sosyal hayatta demokrasinin izlerine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Ayrıca ortaçağda güçlü bir şekilde ortaya çıkan kilisesin sarsılmaz otoritesi karşısında bulunan ve özünde insanı kutsayan demokrasi düşüncesinin gelişmesine doğal olarak karşı çıkmıştır.

Demokrasi tartışmalarında kaynak isimlerden Rousseau için de demokrasinin kökenleri Antik Yunan’da aranmalıdır. Rousseau’ya göre, gerçek anlamda özgür bir toplum modeli eski Sparta’dır. Bu kent, filozoflara tahammülü olmayan savaşçı yurttaşlar tarafından yönetilmiştir (Arnhart, 2004: 284). Sparta’da yurttaşların elinde bulunan yönetim, Rousseau’nun toplum sözleşmesi temeline dayanan bir siyasal sistem tahayyül etmesinde etkili bir belirleyen olmuştur. Rousseau’da demokrasi düşüncesinin gelişmesine etki eden bir başka önemli gelişme ise 1215’de İngiltere’de gerçekleşen Magna Carta olmuştur. Kralın otoritesini yurttaşlar için sınırlandıran bu anlaşma ile bugünün anayasal devlet sistemlerinin temeli atılmıştır. Rousseau’nun toplumsal zeminde oluşturulan sözleşme esasına en uygun yönetim biçim olarak demokrasi düşüncesini görmesi, kavramın 18. yüzyılda modern devlet sisteminin temellerini oluşturmaya başlamıştır. Özellikle düşünürün dönemin despot hükümdarlarına karşı birey hak ve çıkarlarını koruma altına almayı amaçlayan devlet tasarımını, bir milli egemenlik düşüncesi olarak kabul etmek gerekmektedir.

Ortaçağın sonlarına doğru feodal düzenin uygulamalarından rahatsızlık duyan halk kitlelerinin hareketlenmeleri başlamıştır. İlk olarak İngiltere’de ortaya çıkmaya başlayan bu sosyal ve siyasal hareketlenmeler, bireylerin siyasal işleyişten duydukları rahatsızlıklarını ortaya koymaktadır. Feodal düzene özgü serflik sistemi İngiltere’de 14. ve 15. yüzyıl başlarında ortadan kalkmıştır. Senyörlerin büyük arazileri ile kilisenin topraklarının yanında, özgür köylülere ait küçük tarlalar da belirmiştir. Bu bir başka ifadeyle feodal toprak sisteminin parçalandığını gösterir (Ağaoğulları ve Köker, 2001: 219). Bu hareketlerin yanı sıra, merkezi krallıkların güçlenmeye başlaması, kilisenin siyasal alandaki gücünü koruyamaması ve kentlerde gelişen ticari hayat sonrasında oluşmaya başlayan burjuva sınıfı, feodal düzenin sonunun gelmesini hızlandırmıştır.

(17)

Özellikle kentlerdeki ticari canlanma burjuva sınıfının gelişmesini hızlandırırken, dar anlamda da demokrasi fikrinin yeniden güçlenmeye başlamasına katkı sağlamıştır.

Feodal beyler ve kiliseye karşı mücadele eden krallar burjuva sınıfı ile belirli çıkar anlaşmaları yaparak, siyasal arenada söz sahibi olmak istemişlerdir. Bu sayede siyasal sistemin yeniden bir yapılanma içerisine sokulması kaçınılmaz olmuştur. Dönemin düşünürleri de siyasal sistemin demokrasi yönünde dönüşmesi gerekliliğini doğrulayan beyanlarda bulunmaktan kaçınmamışlardır. Montesquieu despotluğu önlemek, özgürlüğü sağlamak için kuvvetler ayrılığını, yani yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırmayı önermiştir. JJ. Rousseau egemenliğin halka ait olduğu ve bunun kimseye devredilemeyeceği üzerinde durmuştur. Voltaire kiliseye savaş açmış, laik düşüncenin savunucusu olarak karşımıza çıkmıştır. Bu düşünürler siyasal demokrasinin temel kurallarını koymuşlardır (Sarıca, 1983: 24). Burjuva sınıfının maddi temeller üzerinde oluşturduğu bu durum, yani bir sosyal sınıfın ortaya çıkarak siyasal iktidara adaylığını koyması olayı; her zaman olduğu gibi yeni bir dünya görüşü, yeni bir felsefe, yeni bir ekonomik ve sosyal öğretiyi de beraberinde getirmiştir. Bu öğretinin ismi de siyasal sistem bazında siyasal demokrasi olarak yankısını bulmuştur.

Gelişen burjuva sınıfı ve sanayi devrimi sonrasında demokratik sistemler kıta Avrupa’sında gelişme göstermiş ve yavaş yavaş diğer siyasal sistemleri de etkilemeye başlamıştır. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başından sonra dünya siyasal sistem olarak demokratik devlet biçimini kabul etmiştir. Bu devlet biçiminin oluşmasında kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulması ve ilan edilen Bağımsızlık Bildirisi’nin önemi görmezden gelinemez. Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, siyasal tarih ve demokrasi tarihi açısından çok önemlidir. Göze’ye (1995: 531) göre Amerikan Bağımsızlık Bildirisi yeniçağın kamu hukukunun ilkelerini belirleyip demokrasi kavramını siyasal platforma yerleştirirken, aynı zamanda da, eski düzenin ayrıcalıklarına dayanan kötülüklere açık sosyal yapısını da yıkmıştır. Bildiri ister koruyucu ister cezalandırıcı olsun herkesin yasa önünde eşit sayılacağı ilkesini açıklamış ve eski düzenin ayrıcalıklara dayanan yapısını yıkmıştır.

Fransız İhtilali’nden önce, ilk kez, insanların doğuştan sahip oldukları temel hak ve özgürlükler, demokrasinin temel ilkesi olarak bir belgede saptanmıştır ve bu devlet bazında gerçekleşen bir tanımlama olduğu için demokrasinin devlet bazında

(18)

uygulanabilirliği savını da ortaya atmıştır. Amerikan Bağımsızlık Bildirisi sonrasında Fransa’da gerçekleşen büyük devrimin kökenlerinde de büyük halk kitlelerinin siyasal sistemden duydukları rahatsızlık yatmaktadır. Oral Sander (2002: 162) Fransız Devrimi’nin kökeninde yatan sebepleri monarşinin aşırılıklarında, saray harcamalarındaki dengesizliklerde ve ağır vergi uygulamalarında aramak gerektiğini söyler. Fransız halkının bu düzensizliklere verdiği sert yanıt sonrasında Fransa’da ilan edilen cumhuriyet rejimi de, siyasal yapılanmada demokratikleşme yönünde gerçekleşen dönüşümü göstermektedir.

Bu süreç devlet bazında demokratikleşme süreçlerince takip edilmiş, Bağımsızlık Bildirisi ve Fransız İhtilali diğer ulusların demokratikleşme sürecinde yol gösterici ışığı olmuştur. Robert Dahl’a (1993: 271) göre bu sürecin başlaması ve hızlanmasında etkili olan en önemli neden devlet yapılanmasında yaşanan dönüşümdür. Ona göre kral devletinden ya da kent devletlerinden ulus devlete geçiş demokratikleşme sürecini hızlandıran en önemli değişkendir. Bu bağlamda iktidarın meşruiyetinin temel dayanağı haline gelen ulus, siyasal süreçler ve karar alma süreçlerinde görüşü alınması gereken bir konuma yerleşmiştir. Bu siyasal sistemde demokrasi uygulamalarının daha fazla gündeme gelmesiyle sonuçlanmış ve dolayısıyla demokrasi bir sistem olarak zaman içerisinde siyasal örgütlenmeler tarafından kabul edilmeye başlanmıştır.

1.2. Demokrasinin Modelleri

Demokrasinin uluslararası düzeye tek bir modelle yükselmesi mümkün olmasa da, her ülkenin farklı demokrasi modellerine ihtiyacı olacaktır. Bu farklı demokrasi modelleri farklı anayasal düzenlemelere, farklı siyasal sistemlere ihtiyaç duyacak ve bunları demokrasi tanımlaması altında aktaracaktır. Aynı süreç demokrasinin kavramsal tanımlamasında yaşanılan farklı yaklaşımlar ve farklı tanımlama süreçlerini, kavramın farklı uygulanış biçimlerinde de ortaya çıkarmıştır. Kavramın belirgin çizgilerle tanımlanamamasının yanı sıra, farklı toplumsal yapılanmalar, farklı kültürel temeller, nüfus oranı, coğrafi koşullar ve temsil ya da doğrudan katılım gibi birçok değişken demokrasinin uygulanmasında farklı modellerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Robert Dahl demokrasinin farklı modellerde ortaya çıkışında temsil sisteminin ve ülkenin nüfus değişkeninin çok önemli olduğunun altını çizer. Bu bağlamda Dahl (2001: 114); demokratik bir birimde ne kadar çok vatandaş varsa, hükümet kararlarına

(19)

direkt olarak katılabilecek olan vatandaşların sayısı da o kadar az olur ve o kadar çok kişinin başkalarına yetki vermesi gerektiğini ifade eder.

1.2.1. Klasik Demokrasi

Klasik demokrasi modeli demokrasi modelleri arasında en eski model olarak bilinen ve bugünün modern dünyasında uygulanma alanı bulmakta zorluklar çeken ender demokrasi modellerinden bir tanesidir. Halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımı esasına dayanan bu model, milattan önce 4. ve 5. yüzyıllarda Atina şehir devletinde ortaya çıkmış ve demokrasi modelleri arasında adil bir siyasal yönetim için en ideal demokrasi modeli olarak kabul edilmiştir. Klasik demokrasi modelinin en adil demokrasi modeli olarak kabul edilmesinde, halkın doğrudan katılımıyla gerçekleşen bir siyasal katılım sürecinin olması etkili olmuştur. Bu savı destekler bir şekilde, Held modern öncesi toplumlarda demokrasiyi doğrudan halk egemenliği olarak tanımlamıştır. Bu anlayışa göre tam vatandaş, kamusal işlerin görüşülmesine ve bunlarla ilgili kararların alınmasına doğrudan katılan kimsedir (Aktaran: Schmidt, 2002: 245). Bu bağlamda Antik Yunan’da uygulanma olanağı bulan ve temsil unsurlarını özünde barındırmayan klasik demokrasi modeli, idealize edilmiş demokrasi modeli olarak kabul edilmektedir.

Klasik demokrasi modelinin Yunan şehir devletlerindeki başarılı uygulamasında Ecclesia denilen ve yılda kırk kez toplanarak kamuyu ilgilendiren sorunların karara bağlandığı yer olan meclis çok önemlidir (Türköne, 2003: 196). Oluşturulan meclislerde halkın doğrudan katılımıyla toplumsal sorunlar hakkında alınan kararların yanı sıra, kamu görevlileri ve diğer görevlilerin atanmaları da karara bağlanmıştır. Atina demokrasisini bu kadar önemli yapan şey vatandaşların siyasi aktivitelere katılma isteklerinin yüksek düzeyde olması ile açıklanmaktadır. Klasik demokraside halk araya kimseyi sokmadan kendini yönetmektedir. Klasik demokraside halkın yaptığı bir tür parlamentonun yaptığı iştir, yani önemli kararları almak, yasa yapmak ama bunun yürütülmesini yöneticilere bırakmaktır (Çam, 1995: 399).

Schmidt (2002: 245) bu demokrasi modelinin alan bakımından daha küçük topraklara sahip topluluklarda geçerli ve uygulanabilir olduğunu söylemektedir. Büyük nüfuslu ve geniş alanlara sahip ülkelerde klasik demokrasi modelinin uygulanması

(20)

olanaklı görünmemekte ve bu gibi toplumlarda daha çok temsil esasına dayanan demokrasi modelleri uygulanmaktadır. Nüfusla doğrudan alakalı bir model olarak klasik demokrasi, nüfus olarak 100 bini aşmayan topluluklarda ideal yönetim modeli olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle bugün modern dünyada artan nüfusla birlikte klasik demokrasinin uygulanabilmesi mümkün görünmemektedir.

Türköne’ye (2003: 196) göre Atina demokrasisi, tüm erdemlerine rağmen, kısıtlayıcı bir yurttaşlık anlayışına sahiptir. Köleler, kadınlar ve yabancılar yurttaş sayılmıyor, yalnızca yirmi yaş üzerindeki mülk sahibi erkekler yurttaşlık haklarına sahip olabiliyorlardı. Aslında Atina demokrasisi demokratik ideallerin tam bir antitezidir. Heywood (2006) Atina şehir devletlerindeki kölelik sisteminin köle sahibi kişilerin siyasete daha aktif olarak katılmalarına olanak sağladığını dile getirir. Köleler sayesinde Atina vatandaşları günlük hayatın ağır işlerinden kurtulmakla birlikte, siyasal süreçlere katılma imkânını fazlaca bulmuşlardır.

Antik Yunan dönemin düşünürlerinden Eflatun, halk kitlelerinin kendi adlarına kendilerini dirayetli bir şekilde yönetmeleri için ne yeterli bilgiye ve ne de gerekli tecrübeye sahip olmadıkları fikrinden hareketle klasik demokrasinin eşitlik fikrine saldırmıştır (Heywood, 2006: 103). Katılımın sosyal statü ve ekonomik güce dayalı olduğu bir toplum yapısına sahip olması, Atina demokrasisinin önemli açmazlarından bir başkasıdır. Ayrıca bu demokrasi modelinde farklılıklara ve kadınlara oy hakkının verilmemesi de bugün modern demokrasi algısı içerisinde kabul edilmesi mümkün olmayan göze çarpan uygulamalardan birisidir.

1.2.2. Korumacı Demokrasi

Korumacı demokrasi anlayışı, liberal düşüncenin yeni yeni filizlendiği 17. yüzyılda liberalizmin bireysel hak ve özgürlüklere yaptığı vurguları esas alarak ortaya çıkmış bir demokrasi modelidir. Bu dönemde özellikle liberalizmin felsefik temellerini oluşturan düşünürlerin görüşleri, modelin şekillenmesinde önemli etkilerde bulunmuştur. Modelin ortaya çıkışında Rousseau ve Montesquieu gibi düşünürlerin toplum sözleşmesi ve anayasal rejim düşünceleri belirleyici olmuştur. Bu düşünürlerin fikirlerini demokrasi bağlamında ele alan James Mill ve Jeremy Bentham gibi 18. yüzyıl faydacıları, demokrasiyi bireysel çıkarları korumak ve geliştirmek için bir araç olarak görmüşlerdir. Bentham’a göre insanlar “ hazzı arayan, acıdan kaçan yaratıklar” olduğu

(21)

için evrensel oy hakkının getirilmesi en çok sayıda insan için en fazla mutluluğu sağlayacak yegâne yoldur (Türköne, 2003: 197).

Demokrasinin bu modeli ile toplumsal yaşamda toplumun faydasının toplu olarak gözetilmesi amaçlanmış ve demokrasi ile toplumun genel faydası bütünleştirilmiştir. Faydayı demokrasi bağlamında ele alan bu düşünürlerin fikirleri, toplum bünyesinde genel faydaya ulaşmak için demokrasinin koruyucu bir konseptte ele alınarak, korumacı demokrasi modeline dönüşmesine sebep olmuşlardır. Birey hak ve özgürlükleri koruma altına alınırken, bireyden hareket ederek yola çıkan korumacı model genel faydayı da koruma altına almış olur. Bu modelde tikelden genele doğru bir demokrasi anlayışı kabul edilmişken, tikelin haklarını koruma altına almak dolaylı olarak genelin de faydasını korumak olarak kabul edilmiştir.

Bu modelde demokrasi yurttaşların haklarının en geniş kapsamıyla korunması anlayışına dayanmakta ve yurttaşı devlet ya da siyasal otoritenin eylemleri karşısında korumaya almak temel amaç olarak aktarılmıştır. Aristo’nun Eflatuna verdiği ve tüm demokratik duyarlılıkların başlangıcı sayılabilecek “bekçileri kim bekleyecek” cevabı korumacı demokrasi modelinin temeli olan bireyin hükümetlere karşı korunması gerekçesini açık bir şekilde göstermektedir (Aktaran: Heywood, 2006: 104). Korumacı demokrasi ortaya çıkış koşulları düşünüldüğünde, modern demokrasilerin oluşmasına büyük katkılar yapmıştır. Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Bu da yönetenlerin halka hesap vermesini sağlarken, siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi de şarttır (Türköne, 2003: 197).

Koruyucu demokrasi modeli genel olarak klasik liberaller olarak tanımlanan ve serbest piyasa ekonomisinin işlerlik kazanması ile toplumsal ve bireysel yaşamın da özgür bir şekilde biçimleneceği düşüncesinde olan kişiler tarafından kabul edilmektedir. Bu modelde demokrasi vatandaşlara kendi hayatlarını kendi isteklerine göre şekillendirip, yaşayabilme olanağı sunarak kendisine meşruiyet aramaktadır. Bunun yanında bu modelle bireysel özgürlükler garanti altına alınırken, hükümetin eylem ve icraatları da demokrasi mekanizması ile denetlenmekte ve bu sayede genel fayda da

(22)

gözetilebilmektedir. Nihai olarak bu model anayasal demokrasilerin kökenini oluşturan demokrasi modeli olarak da kabul edilmektedir.

Sartori bu modeli çeşitli yönlerinden dolayı eleştirmektedir. Özellikle klasik liberallerin serbest piyasa ekonomisi ile bireysel özgürlüklerin nasıl gelişeceği yönünde bazı sorular yöneltmektedir. Sartori’ye (1996: 416-417) göre demokraside çoğulculuğun çok az değeri var iken, liberalizm çoğulculuğun bir ürünüdür. Ona göre liberalizm bireye, demokrasi ise topluma dayanmaktadır. Liberalizm daha çok siyasal esaret, bireysel girişim ve devletin biçimi ile ilgilenirken, demokrasi ise özellikle refah ve sosyal birliğe karşı duyarlıdır. Bu iki farklı temele sahip görüşler kümesini ortak bir amaç doğrultusunda korumacı demokrasi modelinde bütünleştirmeye çalışmak Sartori için en önemli çelişkilerin başında gelmektedir.

1.2.3. Gelişmeci Demokrasi

Gelişmeci demokrasi modeli Rousseau’nun görüşleri üzerine inşa edilerek geliştirilmiş bir modeldir. Bu modelde demokrasi toplumsal ve bireysel yaşamda gelişmeyi sağlayabilmek için demokrasiyi bir araç olarak görmektedir. Modelin temelinde toplumsal kararlara katılım için her bireyin eşit olduğu vurgusu yapılırken, bireylerin bu katılımı sağlaması için de belirli düzeyde bilgi birikimine sahip olması gerektiği dile getirilmektedir. Liberalizmin negatif özgürlük söylemi içerisinde her bireyin siyasal süreçlere ve bireysel olarak özgürce seçim yapma ve yaşama hakkına sahip olduğu düşüncesi, bu model içinde reddedilir. Model bireyin bu haklara yasal düzeylerde sahip olmasının yanı sıra, bu hakların pozitif özgürlük anlayışı ile düşünülerek toplumsal mekanizmalar tarafından da desteklenmesi gerektiğini işaret etmektedir.

Rousseau’ya göre böylesi bir model sadece siyasi değil, ekonomik eşitliği de sağlayacaktır. Rousseau’ya göre “kimse başkasını satın alacak kadar zengin, kimse de kendisini satacak kadar fakir olmamalıdır” (Türköne, 2003: 198). Bu bağlamda Rousseau demokrasiye vatandaşların sosyal haklarını korumak ve geliştirmek yanında, onların ekonomik koşullarını da gözetmek görevini yüklemektedir. Ekonomik ve siyasal olarak özgürlüğe kavuşan birey, demokratik mekanizmaların gelişmesine doğrudan katılabilecektir. Demokrasiyi bireyin özgürlüğü ve bu özgürlükle siyasal

(23)

süreçleri yapılandırma kapasitesine bağlayan Rousseau için, özgür birey toplumsal kalkınma ve gelişmenin öncüsü olacaktır. Bu sayede toplumsal yapılanmada bireyin kullanımı için var olan siyasal katılım mekanizmaları olgunlaştırılırken, bireyin ekonomik konumu da genel fayda ile beraber düşünülerek yükselecektir.

Bernstein’e göre bu modelde demokratikleşme devlet yetkilerinin zorunlu olarak genişletilmesi anlamına gelmez, aksine vatandaşların karar verilecek konularda özgür tartışma ile karar verebilmesi için maddi ve hukuki şartların üretilmesi anlamına gelmektedir (Aktaran: Schmidt, 2002: 158). Heywood bu modelin kökenini Jhon Stuart Mill’in yazılarında bulduğunu dile getirir. Mill’e göre demokrasinin merkezi faaliyeti, bireysel kapasitelerin en yüksek en ahenkli gelişimini teşvik etmesidir. Vatandaşlar siyasi hayata katılarak anlayışlarını zenginleştirir, duyarlılıklarını güçlendirir ve kişisel gelişimlerinin daha yüksek düzeyine ulaşır (Aktaran: Heywood, 2006: 107). Mill bu açıklamanın yanı sıra halk egemenliğinin de kendi içerisinde çoğunluğun tiranlığına dönüşme riski taşıdığını dile getirir. Çoğunluğun tiranlığını önlemek içinde çoklu oy verme sistemini önermektedir. Bu sisteme göre her oy eşit olarak kabul edilmemekte ve kişilerin statülerine göre farklı kat sayılarla çarpılmaktadır (Tannenbaum ve Schultz, 2006: 364).

Heywood, Mill’in çoklu oy verme sistemini eleştirerek gelişmeci demokrasi modelinden dayatmacı bir yönetime geçilme endişesi olduğu söylemektedir (Heywood, 2006: 108). Gelişmeci demokrasi modelinin seçkinci bir modele dönüşme riski taşıması nedeniyle belirli eleştiriler yapılmaktadır. Özellikle gelişmenin sağlanabilmesi için belirli koşullarda seçkinci bir demokrasi algısının kabul edilmesi ve dayatma ile gelişmeyi amaçlama demokrasinin doğasına aykırı davranışlar olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle modelin demokrasiden uzaklaşarak, farklılıklara kapalı tek tip modele dönüşme riski yüksektir.

Gelişmeci demokrasi modelinde, demokratik süreçlere katılım yöntemi ve kullanılan araçlar klasik demokrasi modelinden belirli yönlerde farklılaşmaktadır. Modelin bireysel ve toplumsal gelişmeyi demokrasi ile gerçekleştirme görüşüne uygun olarak; siyasal partiler, çıkar grupları ve sivil kuruluşlar kadar, aile, sosyal gruplar ve çalışma örgütleri gibi yapılar da önem arz etmektedir.

(24)

1.2.4. Halk Demokrasisi

Devrim sonrasında Sovyetler Birliği’nde uygulanma olanağı bulan bu modelde, demokrasi Marksist bir bakış açısıyla ele alınarak uygulanmaktadır. Marks’ın teorik görüşlerini pratikte uygulama imkânı bulan Lenin, bu demokrasi modelinin gelişmesinde çok etkin bir rol oynamıştır. Lenin işçi sınıfının halk demokrasisi modeli ile karar alma süreçlerine doğrudan katılabileceğine inanmış ve modeli komünist parti aracılığıyla uygulamak istemiştir. Marks’ın aksine Lenin, çalışan sınıfın burjuva fikirleri ve inançları tarafından kandırıldığından, proletaryanın kendiliğinden devrimci bir bilinç geliştirebileceğine inanmamıştır. Lenin, ancak devrimci partinin çalışan sınıfı sendika bilincinden devrimci sınıf bilincine yönlendirebileceğini ileri sürmüştür (Heywood, 2007: 163). Lenin komünist partiyi demokrasiye ulaşmada bir araç olarak görürken, aynı zamanda parti halkın iradesinin siyasal mekanizmalara aktarıldığı bir aktarma işlevini yerine de getirmektedir. Lenin için komünist parti işçi sınıfının öncüsünden başka bir şey değildir. Schumpeter’e (1971: 256) göre ise sosyalist rejimlerde halkçı demokrasi, her sınıftan halkın büyük çoğunluğunun demokratik oyunun kurallarına uymayı kabul ettiği, memnunluk verici bir fonksiyon olarak gördüğü ve bunun ise bu halkın müessese yapılarının temeli üzerinde bir inşa edilmesi gerektiği şeklinde olmuştur.

Marksistler, liberal demokrasiyi burjuva ya da kapitalist demokrasi modeli olarak eleştirdikleri için, bu modelde klasik demokrasi modeli ve liberal demokrasi modellerinin özellikle işçi sınıfı ve ekonomik özgürlüğü olmayan topluluklara burjuva sınıfının siyasal ve ekonomik koşullarına zarar vermeyecek kadar bir siyasal özgürlük tanındığı vurgulanmaktadır. Burjuva demokrasisinin bir aldatmaca ile işçi ve köylü sınıfını kandırdığı görüşü modelin temelini oluşturan düşüncedir. Halk demokrasisi modeli kendini toplumun bir deyimi olarak ifade eder ve her şeyden önce demokrasinin sosyalist olduğunu iddia eder; bireysel özgürlüklerin onayı yerine sınıfların özgürleştirilmesine yönelir (Çam, 1995: 410).

Halk demokrasisi parlamentonun halkın çıkarlarını yasa ile garanti altına alması ve yasayı kamuoyunun çıkarları ve genel çıkarlara uygun bir biçimde uyarlaması ve belirlemesi anlamına gelmektedir.

(25)

Özellikle eşitlikçi çağrışımları ve sınıf farklılıklarını eleştiren söylemleri nedeniyle Marksistler için halk demokrasisi modeli olumlu anlamlar taşımaktadır. Marksistlere göre gerçek anlamıyla demokrasi, kaynakların eşit dağılımını gerçekleştirerek, sosyal eşitliği sağlama amacı gütmelidir (Türköne, 2003: 198). Heywood’a (2006: 109) göre Marks kapitalizmin yıkılması ile gerçek demokrasiye ulaşmanın ilk adımı atılmış olacağına inanmaktadır. Kapitalizm yıkılarak gerçek demokrasinin temellerini tetikleyecek ve bu sayede sınıf çelişkisini sosyal yaşamdan uzaklaştırmak halkçı bir demokrasi anlayışı ile gerçekleştirilecektir.

Bu demokrasi modelinde halkın demokratik süreçlere doğrudan katılımı yerine, halkın demokrasiye olan inancını arttıracak ve halkın çıkarları doğrultusunda demokratik sistemi işletecek bir siyasal mekanizmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Genellikle bu süreç Sovyet Rusya rejiminde olduğu gibi Komünist Parti ya da o ülkedeki egemen devlet görüşünün siyasal kanadı olan siyasal partiler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu partilerin yanı sıra bazı halk demokrasisi modellerinde ise halk oylaması yöntemi kullanılarak, toplumda var olan siyasal kanı ve görüşler ele alınarak karar bağlanabilmektedir.

1.2.5. Anayasal Demokrasi

Anayasal demokrasi modeli modern devlet sistemine geçiş sürecinden önce ortaya çıkmış ve büyük ölçüde Montesquieu’nun Kanunların Ruhu isimli eserinden esinlenerek oluşturulmuş bir modeldir. Bu modelin kurucusu olarak Montesquieu gösterilmektedir. Düşünür Kanunların Ruhu isimli kitabında aristokratik bir rejimi destekleyen açıklamalar yapmış olsa da anayasal güvence altına alınması gereken kişisel hakların evrenselliğini de ortaya koymaktan çekinmemiştir. Aron’a (1994: 34) göre Montesquieu’nün siyaset sosyolojisinin özünde hiçbir gücün sınırsız olmayacağı, yasalar ve yurttaşların güvenliğine saygı ilkesi bulunmaktadır. Bu yaklaşım özünde her bireyin yurttaşlık haklarını anayasal güvence altına almayı amaçlayan Anayasal Demokrasi modeli için temel teşkil etmektedir.

Thomson’a (2000: 106) göre İngiltere ziyareti ile Montesquieu anayasa kavramıyla tanışmış ve anayasalcılığı Fransa’ya ithal etmiştir. Bu bağlamda her devlette yasama, yürütme ve yargı iktidarları vardır, diyen Montesquieu kuvvetler ayrılığı

(26)

teorisini kurarak, Anayasal demokrasilerin siyasal yapılanmasını da belirlemiştir (Göze, 1995: 185). Erdoğan’a (1996: 76) göre ise anayasal demokrasi modelinin karşılığı demokratik hukuk devletinin normlarını ve hukuk yoluyla demokrasiyi uygulamak olmalıdır. Türköne (2003: 201) bu modelin gelişmesinde liberal demokrasi modelinin etkili olduğunu, ekonomik ve bireysel alana olması muhtemel devlet müdahalesinden korunmak için anayasal güvenceler oluşturulduğunu söylemektedir.

Anayasal demokrasi modeli için demokrasi iktidarın kaynağının kimde olduğunu gösteren bir ibare olmaktan öte, siyasal iktidarın ne tür bir denetim mekanizması kullanılarak denetlendiğini de göstermektedir. Bu sayede demokratik rejimin geleceği güvence altına alınırken, diğer yandan da bireysel özgürlükler güvence altına alınmış olmaktadır. Model anayasal yapıların kullanılması ile hem bireysel hakların güvence altına alınmasını sağlarken, aynı zamanda da siyasal rejimin demokrasisinin işlerlik kazanmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin de sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamaktadır. Bu hedeflerin gerçekleşmesinde hukukun üstünlüğüne yapılan vurgu ön plana çıkarken, yine hukukun üstünlüğü ilkesinin de anayasal güvence altına alınması; modelin temelinde yer alan anayasanın ne kadar önemli bir kavram olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Ayrıca model azınlığın çoğunluk karşısında güvence altına alınmasını sağlarken, çoğunluğun tiranlığı olarak tanımlanan süreçlerinde siyasal yapılanmalarda oluşmasının önüne geçmektedir.

Anayasal demokrasi modeli günümüz modern devlet yapılarının en çok tercih ettiği demokrasi modeli olarak kabul edilmektedir. Bu model ile ideolojik ve etnik farklılıklar yok sayılarak, siyasal süreçlerin merkezine bireysel hakların devlete karşı korunması görüşü yerleştirilmektedir.

1.2.6. Liberal Demokrasi

Liberalizmin, bireye dayanması anlayışı ve insan eşitliği toplumdaki ayrıcalıklara karşı mücadelede demokratik gelişmelerle uyumlu bir tablo oluşturmuş ve demokratik gelişmelerin de yolunu açmıştır (Yılmaz, 2003: 52). Bugün modern dünyada en çok uygulanma alanı bulan demokrasi modeli kuşkusuz liberal demokrasi modelidir. Bu model adından da anlaşılacağı üzere, liberalizm ve demokrasi kavramları üzerine inşa edilmiş bir demokrasi modelidir. Liberal kavramı kelime anlamı olarak

(27)

özgürlük ve eşitliği temsil ettiği için bu demokrasi modelinde özgürlük ve eşitlik demokratik sistemin ulaşmayı amaçladığı nihai amaçlar olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım üzerinden basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak tanımlanmaktadır.

Liberalizm ve demokrasi arasındaki temel ilişki özgürlük ve eşitlik arasındaki ilişki olarak gösterilmiştir. Yani liberalizmi demokrasiden ayırt etmek için liberalizmde özgürlük, demokraside eşitlik vardır denmiştir. Böylece bunları birleştirmek için liberal demokratik sistemlerin görevinin özgürlük ile eşitliği birleştirmek olduğu söylenmiştir. Eğer liberalizm ile demokrasi arasındaki ayrımı belirleyen eşitlik ile özgürlük ise, bunun nedeni bu ayrımın altında yatan mantığın farklı farklı olmasıdır. Liberal demokrasi iki uçlu bir yumak olarak görülebilir. Bu yumağa dokunulmadığı sürece her şey yolundadır; ama yumağı çözmek için uçları çekmeye başladığımızda ipler birbirinden ayrılır (Sartori, 1996: 415). Bu açıklamayla Sartori liberalizm ve demokrasinin ayrıştırılmaya çalışılmasının faydasızlığını göstermeye çalışmış ve liberal demokrasi modelinin kapsayıcılığını ortaya koymuştur. Bu kapsayıcılık içerisinde çoğunluk ve azınlık bir arada ele alınırken, liberal demokrasi modeli yöneticilere, yönetilenlerin haklarını da kapsama gerekliliğini işaret etmektedir. Bu bağlamda liberal demokrasiyi ele alan Türköne liberal demokrasiyi tanımlamak için üç nitelik açıklamaktadır.

1. Demokrasinin temsili ve dolaylı bir biçimidir. Siyasi eşitlik prensibine uygun olarak yapılan düzenli seçimlerle iktidarın belirlendiği bir sistemi ifade etmektedir.

2. Liberal demokrasi rekabete dayanan seçimlerle sürdürülür. Rekabet, siyasi çoğulculuk, hoşgörü ve çatışan fikirlerin özgür bir biçimde var olabilmesi ile gerçekleştirilir.

3. Liberal demokraside devlet ile sivil toplum arasında açık bir ayrım vardır. Bu ayrım ekonomik hayatın piyasa kurallarına göre organizasyonu, özerk grup ve çıkarların meşru kabul edilmesi şartına dayanır (Türköne, 2003: 199).

Klasik demokrasi modelinin aksine liberal demokrasi modelinde katılım doğrudan değil temsil mekanizmalarının kullanılmasıyla gerçekleşmektedir. Bu temsil

(28)

mekanizmaları siyasal partiler, diğer siyasal ve sivil örgütlenmeler olarak şekillenmiştir. Liberal demokrasi modelinde katılım temsil mekanizmalarının kullanılması ile gerçekleşirken, bu mekanizmaların anayasal güvencelerle desteklenmesi, her bireyin katılımına açık olması ve işlerlik açısından demokratik katılımı hızlandırması; temsil mekanizmalarının sorunsallaştırılmasını önlemektedir. Bu nedenle liberal demokrasi modeli doğrudan katılım yerine, temsil mekanizmalarını kullanarak büyük çapta siyasal katılımı gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.

Liberal demokraside yönetim düzeyinde özgürlük, kamu işlerinin yürütülmesinde düşüncelerin çeşitliliğini kabul etmektedir. Bu çeşitli görüşlerden sayıca daha çok taraftar toplayarak çoğunluk durumuna geçecektir. Bu çoğunluğun temsilcileri toplumu yönetirken karşılarına bir azınlık çıkacaktır. Çoğunluk kendinden ayrı görüşte olan bu azınlığı da yönetecektir (Çam, 1994: 406). İşte tam bu noktada liberal demokrasi modelinde ince bir detay dikkatleri çekmektedir. Liberaller, demokrasinin çoğunluk sistemiyle bireylerin temel haklarını tehlikeye düşürebileceğini, bireylerin ve azınlık grupların çoğunluğun tahakkümünden kurtulması gerektiğini vurgular.

Liberallere göre doğal hakların çoğunluk tarafından çiğnenmesinin ve bireylere zorbalık yapılmasının, yani devletin yetkisinin kötüye kullanılmasının önlenmesi de gerekmektedir. Bunun için temel hakların çoğunluğun yetki alanından çıkarılması gerekir (Yılmaz, 2003: 54). Liberal demokrasi modelinde, bireysel hakların anayasa tarafından güvence altına alınması ile bireysel haklar haksız olarak etki alanını genişletmeyi amaçlayan bir siyasal iktidardan korunurken, bireyin dokunulmaz özerkliğini de devamlı kılmaktadır (Çam, 1994: 406).

2. DEMOKRASİ VE MEDYA İLİŞKİSİ

Demokrasi ve medya ilişkisi tartışılırken fark edilmesi gereken en önemli başlangıç noktası insan ve iletişim arasında var olan ilişkidir. Bu ilişkinin doğru bir zemine oturtulması ile demokrasi ve medya ilişkisi doğru anlaşılabilecektir. İnsanın toplumsal bir yaşamı tercih etmesi ve üretim faaliyetlerinde bulunması iletişimi zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluğun yanında yöneten ve yönetilen ayrımının toplumsal yapıda belirgin bir şekilde ortaya çıkması da insana siyasal bir boyut kazandırmıştır. Bu

(29)

nedenle demokrasi ve medya ilişkisi insanın özünde barındırdığı siyasallaşma ve toplumsal olarak yeniden üretim sürecine katılımıyla açıklandığı zaman sağlam temeller üzerine oturtulmuş olacaktır. İnsan siyasallaşırken iletişimi, siyasallaşma sürecinde zamanla bir araca dönüştürmeyi başarmıştır.

Bir başka boyut ise demokrasi ve medya kavramları arasında var olan ilişki bağımlılık çerçevesinde düşünülerek ele alındığı zaman ortaya çıkmaktadır. Özellikle ana akım iletişim çalışmaları kapsamında medyanın aracılığıyla demokratik kurumların denetimi kamu adına yapılmak istenirken, demokrasiden de bu denetimin yapılabilmesi için gerekli ortam ve mekanizmaları sağlaması beklenmektedir. Demokratik bir toplumun haber ve ifade özgürlüğüne ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç halkın demokratik vatandaş olmak için bilmeleri gereken haber ve bilgileri sağlama konusunda basına hayati bir görev vermektedir (Belsey, 1998: 118). Özellikle basın kuruluşlarına yönelik müdahalelerin önlenmesi ve devletin bireyin ifade özgürlüğüne sınır çekmemesi demokratik bir medya ortamının oluşmasında en gerekli düzenlemelerdir. McNair’de (1998: 84) bu görüşü destekler şekilde demokrasilerde devletin medya üzerindeki kontrolünün en düşük düzeyde olması gerektiğini ima eder ve bu sistem içinde politik elitlerin eylemlerini eleştiren gazetecilere karşı en üst düzeyde tolerans göstermeleri gerekliliğini dile getirir.

Basının tarihsel gelişimine bakıldığı zaman siyasal mekanizmaların ve siyasetçilerin denetlenmesi; yasama, yürütme ve yargı güçlerine karşı oluşturulmuş dördüncü bir güç olarak tanımlanan basının ortaya çıkmasıyla mümkün olmuştur. Liberal teorinin babası olarak bilinen İngiliz düşünür James Mill’in basının dördüncü güç olarak da tanımlanmasını yapan kişi olduğu ileri sürülmektedir. O basın özgürlüğü ile hükümet güçlerini yönetmek için seçilmiş bireylerin eylemlerini bilinir kılınacağını dile getirmiştir (Mill, 2001: 79). Bir başka görüş ise basına dördüncü güç işlevinin Edmund Burke tarafından 18. yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan Lord, Kilise ve Halk üçlüsünü denetlemek adına verildiğini dile getirmektedir (Schultz, 1998: 132). Sonuç olarak gelenekçi liberal düşünce medyanın temel demokratik rolünün, devleti gözleyen bir kamu gözcüsü olarak hareket etmek olduğunu ileri sürer. Bu gözcü rolünün, önem açısından medyanın tüm diğer işlevlerinden daha önce geldiği ve medyanın örgütlenme biçimini belirlediği söylenir (Curran, 1997: 142).

(30)

Basın özgürlüğü sayesinde hem kamunun faydası gözetilirken, aynı zamanda da bireysel özgürlükler ve daha birçok özgürlüğü de korunma altına almak mümkün olmalıdır. Bir örnek olayda Thomas Paine’nin iftiracılık suçlamasına karşı savunmasını yapan Erskine, bu suçlamanın İngiliz anayasasının basın özgürlüğü ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek, savunmasını iddianın geçersiz olduğu savına dayandırmıştır (Keane, 1999: 28). Bu bağlamda basın özgürlüğü bireysel bir özgürlüğün korunması değildir yalnızca, güçlüler sessiz ve gizlice, akrabalık, arkadaşlık ve ortak çıkar bağlarını da kullanarak kendi çıkarlarını savunabilirken, en güçsüzlere duyulma olanağı sağlamaktadır (Touriane, 1997: 23). Bu görüşe göre basın bekçi köpekliği olarak tanımlanan görevle görevlendirilmiştir. Kamu adına hem kamuyu hem de diğer güç odaklarını denetlemek basının temel amacı olarak kabul edilmiştir.

Dördüncü Güç tanımlamasının teorisyenleri tartışılsa da, bugün üzerinde uzlaşmaya varılan şey, demokratik toplumlarda basının tarihsel olarak böyle bir görevi yerine getirmesi beklentisinin kabul edilmiş olmasıdır. Bugün özgürlükçü demokratik bir düzende, devletin kitle iletişim araçlarıyla olan ilişkisi, yalnızca basının özgürce çalışabilmesi için gerekli hukuki şartları ve ortamı sağlamasıyla belirlenir. Gerekirse basında çok sesliliği korumak için –adil, eşitlikçi olmak ve ideolojik davranmamak şartıyla- ekonomik destekle sağlanabilir (Demir, 2007: 17). Bu demokrasi ve medya ilişkisinde ana akım iletişim çalışmaları tarafından normatif olarak oluşması beklenilen ya da bu felsefe üzerine işleyen bir medya örgütlenmesinin ulaşması gereken temel amaçtır.

Demokrasi ve medya ilişkisini eleştirel bir bakış açısıyla ele alan eleştirel yaklaşımlar da ise, bu ilişkinin yapısal olarak sorunlu bir zemin üzerinde inşa edilmiş olduğu vurgulanmaktadır. Modern devlet yapısında yasamanın güç kaybetmesi, antidemokratik uygulamaların olması, gizli askeri ve polisiye örgütlerin ve başka türden devlet sansürünün artması, sivil toplum ve medyanın antidemokratik eğilimler içinde şekillenmesi; medya ve demokrasi ilişkisinin ana akım çalışmalar tarafından görülmeyen yüzüdür (Keane, 1999: 158). Eleştirel yaklaşımlar çerçevesinde demokrasi ve medya ilişkisinde var olduğu kabul edilen dördüncü güç işlevinin bir yanılsama olduğu ve bu sayede toplumsal yapılanmada var olan üretim ilişkilerinin yeniden üretilebildiği dile getirilmektedir.

(31)

Eleştirel yaklaşımları esas alan çalışmalar medya demokrasi ilişkisinden öte; iletişimin endüstrileşmesi, uluslar arası yönü, geliştirilen yeni iletişim teknolojilerinin toplum üzerindeki etkileri, iletişimin siyasal ekonomisi, kültürel incelemeler, iletişim sosyolojisi gibi çeşitli konularda çalışmalar yapmışlardır (Yaylagül, 2006: 81). Eleştirel yaklaşım içerisinde yer alan ekonomi politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar, medya ve demokrasi arasındaki ilişkiyi tartışmalı sahiplik yapısı ve egemen dünya değerlerinin yeniden üretimi bağlamında ele alarak eleştirmişlerdir. Özellikle Althusser’in (2006) medyayı toplumsal rızanın ve toplumsal yapıda var olan egemen ideolojinin yeniden üretiminde kullanılan devletin bir ideolojik aygıtı olarak tanımlaması, demokrasi ve medya ilişkisinin çelişkilerini ortaya koymaktadır.

Demokrasi ve medya ilişkisinde başlangıçta medya adına oluşan kamu adına denetim işlevi ve medyanın siyasal süreçlere yaptığı öne sürülen pozitif yönlü katkı uzun süreli olmamıştır. Özellikle iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle birlikte medyanın ideolojik yapısı, günümüzde bütün toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel demokratik kuruluşların faaliyetlerini ve iş yapma tarzlarını etkilemiştir (Erdoğan, 1999: 35). Bu etkileşim doğal olarak medya ve demokrasi ilişkisini de etkilemiş ve bu ilişkinin negatif yönlerini ortaya çıkarmıştır. Tokgöz’e (2008: 206) göre medya artık kamu adına denetçilik yapmak yerine, kamuoyunu güdümleyen bir araç olmuş ve medyadan kamuyu edilgin tüketiciler haline getiren bir aygıt olarak söz edilmeye başlanmıştır. Gurevitch ve Blumler ise (1997:199) günümüz medyasının varsayılan demokratik yükümlülüklerini yerine getirmekten çok uzaklaştığını, medya sektörün birkaç dev şirketin tahakkümü altına girdiğini söyler.

Habermas ise demokrasi ve medya ilişkisini ele alırken kapitalizm ile oluşturulan hegemonik bir kültürün medyanın içeriğini belirlediğini, medyanın demokratik işlevini yerine getirmesinin mümkün olmadığını ve bu nedenle demokrasinin klasik özünü yitirdiğini dile getirmektedir. Özellikle kitle iletişim araçlarının yayınladığı eğlendirici ve oyalayıcı programların tüketicisi olmaya indirgenmiş kamuoyunun; siyasal alanda edilgin bir kamuya dönüşmüş olduğunu belirtmektedir (Aktaran: Oskay, 1993: 261-262). Bu bağlamda medya ve demokrasi ilişkisi düşünüldüğünde, demokratik sistemlerde medyanın yeniden örgütlenmesi

Referanslar

Benzer Belgeler

DTP'den dün yapılan yazılı açıklamaya göre Genel Başkan Yardımcısı Osman Özçelik 'in imzasıyla YSK'ye gönderilen dilekçede, yüzde 10'luk ülke seçim barajı

DTP, yeni anayasayla bütün dil ve kültürlerin önündeki engellerin kald ırılmasını, “eğitim dilini seçme hakkı” tan ınmasını, Kürt kimliğinin güvence

Böylece hiçbir kamu kurum ve kurulu şu Gökçek’in herhangi bir teminat göstermesi halinde hiçbir mal ve hakkı üzerine ihtiyati tedbir veya haciz uygulayamayacak..

2) Yayınlamak amacıyla yapılan röportaj: Amaç aynıdır; habere konu olan olay hakkında bilgi edinmek. Ancak bu röportajlar hazırlanacak haber içinde yayınlanacağı

To account for the influence of the EU’s role as a human rights promoter on subject states, building on Habermas’ theory of communicative action, the

Madde 13- Proje yürütücüsü, protokolde belirtilen bitiş tarihini izleyen 2 ay içerisinde, araştırma sonuçlarını içeren ve BAP Komisyonu tarafından belirlenen formata

Haberde Çin yönetiminin Doğu Türkistan'ı Çinlileştirme hedefine ulaşmak için bölgedeki pek çok doğal nokta başta olmak üzere Doğu Türkistan'daki yıkım sonrası sağ

Detaylı özel hesap kapatma için verilen kısıtlara göre Yukarıdaki alanlara girilen bilgiler doğrultusunda, rapor almak için kullanılan butondur.. Butonun sağ tarafında yer