• Sonuç bulunamadı

Kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermaye sorunu: Konya örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermaye sorunu: Konya örneği"

Copied!
138
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARINDA BEŞERİ

SERMAYE SORUNU: KONYA ÖRNEĞİ

MEHMET BUĞRA AHLATCI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

DOÇ.DR. ERTAN ÖZENSEL

(2)
(3)
(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Kalkınmacı iktisat anlayışı, kalkınmanın ülke genelinde bütünsel bir hamle ile gerçekleşebileceği fikrini benimseyerek kolektif bir kalkınmacılık yaklaşımını benimsemiştir. Türkiye özelinde bu iddia politik söylemde sıklıkla dile getirilmekle birlikte, pratikte yaşanılan süreç kalkınmanın yerel ölçekteki görünümlerinin daha etkin olduğunu göstermektedir. Sanayi bölgelerinin üretmiş olduğu artı değer ve kentlerin sağladığı yaşam kalitesini artırıcı faktörler gibi cezp edici veriler Türkiye’nin kır nüfusunun giderek azalmasına, yaşlı nüfus oranının artmasına, aynı zamanda kırsal alandaki sosyal servis imkânlarının kısıtlanmasına sebep olmaktadır. Kır-kent ayrımında neredeyse bütün göstergelerin kent lehine olduğu bir dönemde beşeri sermaye ihtiyacının gün geçtikçe artmasına karşın mevcut kırsal sisteme bakıldığında hızla yaşlanan, eğitim seviyesi düşük ve aktif genç nüfusunun göç etmekte olduğu bir yapı görülmektedir. Bu çalışmanın kapsamında, bahsedilen dönüşüm etkisinde, kalkınma politikalarında kırsal alanlarda beşeri sermaye vurgusu ile Konya ilçeleri özelinde değişen nüfus yapısı arasındaki ilişki irdelenmektedir.

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı MEHMET BUĞRA AHLATCI Numarası 124205002001

Ana Bilim / Bilim

Dalı SOSYOLOJİ

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı DOC.DR.ERTAN ÖZENSEL

Tezin Adı KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARINDA BEŞERİ SERMAYE SORUNU: KONYA ÖRNEĞİ

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı MEHMET BUĞRA AHLATCI Numarası 124205002001

Ana Bilim / Bilim

Dalı SOSYOLOJİ

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı DOC.DR.ERTAN ÖZENSEL

Tezin İngilizce Adı THE PROBLEM OF HUMAN CAPITAL IN RURAL DEVELOPMENT POLICIES: KONYA APPLICATION

SUMMARY

Developmentalist Economics; by defending the idea that development could take place with a ‘holistic, nation-wide movement’, internalizes a collective developmentalist approach. In the case of Turkey, although this argument is often voiced in political discourse; in practice, the experienced process shows that the outlook for development is more efficient on the local scale. Some revealing data, such as the surplus value created by industrial areas and the factors in urban areas to improve the quality of life, cause the rural population to gradually decrease; the elderly population to increase, and a restriction of opportunity in the field of social services. In this period of rural and urban distinction, where almost all the indicators are in favor of the “urban”, regardless of the fact that the need for human capital is on the increase. When we look at the current rural system we see a rapidly aging population, with a low level of education where active younger generations migrate. Within this study, under the thumb of this aforementioned transition, the relationship between “human capital emphasis in “Developmental Politics” within rural areas and the altering population structure in the districts of Konya is examined.

(6)

TEŞEKKÜR

Dersini aldığım ve bu tezin yazımında emeği geçen tüm hocalarım ve danışmanım Ertan ÖZENSEL’e, lisans öğrenciliğimin ilk yıllarından itibaren her zaman desteğini hissettiğim Yusuf ŞAHİN’e ve son olarak maddi manevi destekleri için aileme ve hocama.

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI……...……….………..I ÖZET……….………..III SUMMARY……….………...……….………IV TEŞEKKÜR……….……….V İÇİNDEKİLER………..……….…….………VI TABLOLAR LİSTESİ ... IX ŞEKİLLER LİSTESİ... X GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM- ARAŞTIRMA TASARIMI ... 4

1.1 ARAŞTIRMANIN KONUSU VE PROBLEMİ ... 4

1.2 ARAŞTIRMANIN AMACI ... 5

1.3 ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 5

1.4 ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI ... 6

1.5 ARAŞTIRMANIN KAPSAM VE SINIRLILIKLARI ... 6

1.6 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ ... 7

1.7 ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ ... 8

İKİNCİ BÖLÜM- KALKINMANIN TEORİLEŞTİRİLMESİ ... 11

2.1 KALKINMANIN SOSYO KÜLTÜREL BOYUTU ... 14

2.2 KALKINMANIN EKONOMİK BOYUTU ... 20

2.3 KALKINMANIN ÇATIŞMACI BOYUTU ... 25

2.4 KALKINMANIN BEŞERİ BOYUTU ... 28

2.5 ULUSLAR ARASI KURULUŞLAR AÇISINDAN KALKINMA ... 30

2.5.1 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ... 30

2.5.2 DÜNYA BANKASI... 34

2.5.3 OECD’YE GÖRE KALKINMA ... 35

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM- KIRSAL KALKINMA ... 36

3.1 KIRSAL ALAN ... 36

3.2 KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI ... 38

3.2.1 1923-1962 DÖNEMİ ... 40

3.2.2 BİRİNCİ KALKINMA PLANI ... 40

3.2.3 İKİNCİ KALKINMA PLANI ... 42

(8)

3.2.5 DÖRDÜNCÜ KALKINMA PLANI... 45

3.2.6 BEŞİNCİ KALKINMA PLANI ... 46

3.2.7 ALTINCI KALKINMA PLANI ... 47

3.2.8 YEDİNCİ KALKINMA PLANI ... 48

3.2.9 SEKİZİNCİ KALKINMA PLANI ... 50

3.2.10 DOKUZUNCU KALKINMA PLANI ... 51

3.2.11 ONUNCU KALKINMA PLANI ... 53

3.2.12 ULUSAL KIRSAL KALKINMA STRATEJİSİ ... 54

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM- KONYA İL VE İLÇERİ DEĞERLENDİRMESİ ... 56

4.1 KONYA İL DEĞERLENDİRMESİ ... 58 4.2 SELÇUKLU İLÇESİ ... 59 4.3 MERAM İLÇESİ ... 61 4.4 KARATAY İLÇESİ ... 62 4.5 AHIRLI İLÇESİ ... 64 4.6 AKÖREN İLÇESİ ... 66 4.7 AKŞEHİR İLÇESİ ... 67 4.8 ALTINEKİN İLÇESİ ... 69 4.9 BEYŞEHİR İLÇESİ ... 70 4.10 BOZKIR İLÇESİ... 72 4.11 CİHANBEYLİ İLÇESİ ... 73 4.12 ÇELTİK İLÇESİ ... 75 4.13 ÇUMRA İLÇESİ ... 76 4.14 DERBENT İLÇESİ ... 78 4.15 DEREBUCAK İLÇESİ ... 79 4.16 DOĞANHİSAR İLÇESİ ... 81 4.17 EMİRGAZİ İLÇESİ ... 82 4.18 EREĞLİ İLÇESİ ... 84 4.19 GÜNEYSINIR İLÇESİ ... 86 4.20 HADİM İLÇESİ ... 87 4.21 HALKAPINAR İLÇESİ ... 89 4.22 HÜYÜK İLÇESİ ... 90 4.23 ILGIN İLÇESİ... 92 4.24 KADINHANI İLÇESİ ... 93

(9)

4.25 KARAPINAR İLÇESİ ... 95 4.26 KULU İLÇESİ ... 96 4.27 SARAYÖNÜ İLÇESİ ... 98 4.28 SEYDİŞEHİR İLÇESİ ... 100 4.29 TAŞKENT İLÇESİ ... 102 4.30 TUZLUKÇU İLÇESİ ... 103 4.31 YALIHÜYÜK İLÇESİ ... 105 4.32 YUNAK İLÇESİ ... 106

4.33 KONYA İLÇELERİ DEĞERLENDİRMESİ ... 108

4.34 KONYA İLÇER NÜFUS DEĞİŞİMİ VE YAŞLILIK HARİTALARI ... 113

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 115

KAYNAKÇA ... 122

(10)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Yıllara göre yaş grupları ... 60

Tablo 2: Yıllara göre yaş grupları ... 62

Tablo 3: Yıllara göre yaş grupları ... 64

Tablo 4: Yıllara göre yaş grupları ... 65

Tablo 5: Yıllara göre yaş grupları ... 67

Tablo 6: Yıllara göre yaş grupları ... 68

Tablo 7: Yıllara göre yaş grupları ... 70

Tablo 8: Yıllara göre yaş grupları ... 71

Tablo 9: Yıllara göre yaş grupları ... 73

Tablo 10: Yıllara göre yaş grupları ... 74

Tablo 11: Yıllara göre yaş grupları ... 76

Tablo 12: Yıllara göre yaş grupları ... 77

Tablo 13: Yıllara göre yaş grupları ... 79

Tablo 14: Yıllara göre yaş grupları ... 80

Tablo 15: Yıllara göre yaş grupları ... 82

Tablo 16: Yıllara göre yaş grupları ... 83

Tablo 17: Yıllara göre yaş grupları ... 85

Tablo 18: Yıllara göre yaş grupları ... 87

Tablo 19: Yıllara göre yaş grupları ... 88

Tablo 20: Yıllara göre yaş grupları ... 90

Tablo 21: Yıllara göre yaş grupları ... 91

Tablo 22: Yıllara göre yaş grupları ... 93

Tablo 23: Yıllara göre yaş grupları ... 94

Tablo 24: Yıllara göre yaş grupları ... 96

Tablo 25: Yıllara göre yaş grupları ... 98

Tablo 26: Yıllara göre yaş grupları ... 99

Tablo 27: Yıllara göre yaş grupları ... 101

Tablo 28: Yıllara göre yaş grupları ... 103

Tablo 29: Yıllara göre yaş grupları ... 104

Tablo 30: Yıllara göre yaş grupları ... 106

(11)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1: UNDP Beşeri sermaye ölçüsü ... 33

Şekil 2: Selçuklu 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 60

Şekil 3: Meram 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 61

Şekil 4: Karatay 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 63

Şekil 5: Ahırlı 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 65

Şekil 6: Akören 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 66

Şekil 7: Akşehir 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 68

Şekil 8: Altınekin 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 69

Şekil 9: Beyşehir 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 71

Şekil 10: Bozkır 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 72

Şekil 11: Cihanbeyli 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 74

Şekil 12: Çeltik 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 75

Şekil 13: Çumra 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 77

Şekil 14: Derbent 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 78

Şekil 15: Derebucak 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 80

Şekil 16 Doğanhisar 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 81

Şekil 17: Emirgazi 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 83

Şekil 18: Ereğli 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 85

Şekil 19: Güneysınır 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 86

Şekil 20: Hadim 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 88

Şekil 21: Halkapınar 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 89

Şekil 22: Hüyük 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 91

Şekil 23: Ilgın 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 92

Şekil 24: Kadınhanı 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 94

Şekil 25: Karapınar 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 95

Şekil 26: Kulu 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 97

Şekil 27: Sarayönü 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 99

Şekil 28: Seydişehir 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 101

Şekil 29: Taşkent 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 102

Şekil 30: Tuzlukçu 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 104

Şekil 31: Yalıhüyük 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 105

Şekil 32: Yunak 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi ... 107

Şekil 33: MEVKA Sege analizi ... 109

Şekil 34: İlçeler bazında lise ve üzeri eğitim seviyesine sahip kişi oranı (%) ... 111

Şekil 35: İlçeler bazında imalat sanayi işletme oranı (%) ... 111

Şekil 36: Konya İlçeler bazında yaşlılık kıyaslaması ... 113

(12)

GİRİŞ

Son yıllarda kalkınma kavramı ait olduğu politik ve akademik söylem sınırlılıklarını aşarak günlük hayatta sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda farklı toplumsal kurumların kullanabildiği bir terim haline gelmiştir. Kalkınma kavramı sözcük olarak 19. yüzyıl içerisinde şekillenmiş ve kullanılmaya başlanmış olmasına karşın ontolojik yaklaşım içerisinde ilişkilendirildiği durum insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Toplumların zaman ve mekân sınırlılıklarını aşmaya başlaması ile birlikte dinamik bir değişim ve dönüşüm yapısına sahip olması, beraberinde birçok problem ve tartışma alanları meydana getirmiştir.

Toplumsal düzen içerisinde eksikliklere, çatışmalara yönelik durum tespiti ve çözüm önerileri ile oluşturulan her politika ve uygulama araçları toplumun refah içerisinde sağlıklı ve üretken bir düzene kavuşması için oluşturulmuştur. Oluşturulan bu politikalar gerek toplumsal ihtiyaçların gerekse de toplumların benzer olmamaları neticesinde farklılıklar teşkil etmektedir. Türkiye kendi kalkınma serüveninde, kalkınmanın ülke genelinde bütünsel bir hamle ile gerçekleşeceği fikrini benimseyerek kolektif bir iktisadi kalkınmacılık anlayışını benimsemiştir. Bu yüzden de Türkiye’de kalkınma planlarının vaat ettiği toplum ile mevcut reel yapı arasında büyük uçurumlar bulunmaktadır. Küçük hayatların ön planda dramatize edildiği ama arka planda büyük bir toplumsal dönüşümün yaşandığı sanayileşme süreci ülkemizde kendi iç dinamikleri ile şekillenerek şehirleşme temelinde yeni bir sosyal, kültürel ve ekonomik atmosfer ortaya çıkarmıştır.

Bütüncül kalkınma anlayışının gerçekçilikten uzak, kent ve kır anlayışı günümüzde yerini kalkınmayı kır ve kent ayrımı ile anlamaya çalışan ve her iki yapı için farklı çözümler üretmeyi ilke edinen bir yaklaşıma bırakmıştır. Bu anlayış teknik olarak daha gerçekçi ve uygulanabilirlik açısından daha olumlu görünse bile temel olarak kent merkezli bir düşünce yapısının şekillendirdiği kırsal algısına sahiptir. Ulusal kalkınma planlarında yeni atılımlarla temel olarak alt yapı güçlendirmesi ve beşeri sermayenin geliştirilerek uzmanlaşmanın sağlanacağı ile planlanan kırsal, gerçekte tüm bu plan ve projelerin resmettiği durumdan çok ama çok uzaktır. Planlarda atfedilen insani gelişme potansiyeline sahip kırsalın aksine, hızla yaşlanan, eğitim seviyesi düşük ve aktif genç nüfusunun göç etmiş olduğu kırsal alanlarla karşı

(13)

karşıya bulunmaktayız. Özellikle tarım ile uğraşan kesimin yaşlı, eğitim seviyesi düşük özellikte olması, uzmanlaşma ihtiyacına göre oluşturulmuş kırsal kalkınma politikalarının başarıya ulaşmasındaki en büyük engellerden birisini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın temel problemi kalkınma politikalarında kırsal ve yerel dinamikler dikkate alınmadan yapılan her uygulamanın, teoride ne kadar iyi-kapsamlı olursa olsun, pratikte istenilen sonuca ulaşamaması olmuştur. Kırsal kalkınma politikalarının mevcut reel politik ile olan ilişkisini değerlendiren çalışmanın konusu kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermayeye atfedilen rol ile reel politikte kırsal alandaki demografik yapı arasındaki uyumsuzluk üzerinden kırsal kalkınma politikalarının değerlendirilmesi, kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermayenin mevcut durumu ve Konya özelinde ilişkisidir. Çalışmanın temel amacı beşeri sermaye dinamiklerinin reel politik uygulamaları ile olan demografik ilintisini ortaya koyarak, kırsal kalkınma politikalarında beşeri faktörlerin etkisini mevcut analizler bazında tartışmaya açmaktır.

Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde araştırmanın tasarımı, kapsamı, metodolojik olarak izlenen yolu ve kavramsal çerçevesi açıklanmaktadır. İkinci bölümde kalkınma kavramının tarihsel süreç içerisinde gelişiminin sosyo kültürel, ekonomik, çatışmacı ve beşeri boyutları incelenmektedir. Kalkınma kavramının toplumların ihtiyaçlarına göre nasıl teorize edilerek politika uygulama araçları haline getirildiği teorik çerçeveler içerisinde anlatılmaktadır. Üçüncü bölümde kalkınma kavramının alt başlığı ve çalışmanın temel konusu olan kırsal alanlar ve kırsal kalkınma konuları incelenmektedir. Dünyada ve Türkiye’de kırsal alanların tanımı ve tarihsel gelişimi doğrultusunda cumhuriyet dönemi ve planlı dönemler olmak üzere günümüze kadar ulusal kalkınma yaklaşımlarında kırsal kalkınmanın yeri ve beşeri sermayeye yönelik nitelendirmeler irdelenmiştir. Kırsal alanlara yönelik vurgu ve nitelendirmelerin beşeri boyutunun kalkınma planlarında değerlendirilmesi yapıldıktan sonra dördüncü bölümde Konya ilçelerinde beşeri sermaye ve demografik değişimler incelenmiştir. Konya mevcudunda ilçelerin beşeri sermaye yapıları ve demografik değişimi elde edilebilen resmi istatistikî veriler üzerinden (nüfus değişimleri, yaş grupları, bitirilen eğitim düzeyi verileri kapsamında) değerlendirilerek durum tespiti yapılmaya çalışılmıştır. Veri temini konusunda TÜİK ve kaymakamlık brifingleri temel alınmıştır. Ancak kaymakamlık

(14)

brifinglerinin nitel veri temini konusunda yetersiz kalması ve sınırlı nicel verileri içermesi bakımından ilçelerinin demografik değişimleri konusunda sosyolojik yorum yapılabilmesi yetersiz kalmıştır. Bu sebeple çalışma beşeri sermaye bileşenleri olan ve elde edilebilen nüfus değişimi, yaş grupları ve bitirilen eğitim düzeyi kapsamında sınırlandırılarak kalkınma politikalarının beşeri sermaye vurgusu ile Konya ilçelerinin mevcut reel beşeri yapısı incelenmiştir. Sonuç ve değerlendirme bölümünde kalkınma planlarının temel amacının toplumların mevcut ihtiyaçları ve sorunları üzerinden oluşturulduğu yaklaşımının kendi politikalarımızda da oluşturulması gerektiği ancak bunun için kalkındırılması istenen toplumsal yapıların çok iyi tanımlanması, analiz edilmesi ve gerekli veri teminlerinin yapılması gerektiği Konya ilçeleri farklılıkları temelinde ifade edilmektedir. Bu şekilde kırsal alanlara yönelik sağlıklı veri temini ve durum analizlerinin yapılması ile önümüzdeki dönemlerde oluşturulacak planların daha verimli olması, yatırımların atıl kalmaması ve insan emeğinin boşa gitmemesi sağlanmış olacaktır.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMA TASARIMI

1.1 ARAŞTIRMANIN KONUSU VE PROBLEMİ

Kalkınmacı iktisat anlayışı, kalkınmanın ülke genelinde bütünsel bir hamle ile gerçekleşeceği fikrini benimseyerek kolektif bir kalkınmacılık fikrini benimsemiştir. Türkiye özelinde bu iddia politik söylemde sıklıkla dile getirilmekle birlikte, pratikte yaşanılan süreç kalkınmanın yerel ölçekteki görünümlerinin daha etkin olduğunu göstermektedir. Sanayi bölgelerinin üretmiş olduğu artı değer, kentlerin sağladığı yaşam kalitesini artırıcı faktörler gibi cezbedici kentsel veriler Türkiye’nin kır nüfusunun giderek azalmasına ve yaşlı nüfus oranının artması ile birlikte kırsal alandaki kamu hizmetlerinin ve sosyal yaşamın kısıtlanmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkan bu durumu tersine çevirmek için kente olan göçün azaltılması, kırsal bölgelerdeki yaşam kalitesinin artırılması gibi çeşitli kalkınma politikaları gündeme getirilmiştir. Kır-kent ayrımında neredeyse bütün göstergelerin kent lehine olduğu bir dönemde beşeri sermaye ihtiyacının gün geçtikçe artmasına karşın mevcut kırsal sisteme bakıldığında hızla yaşlanan, eğitim seviyesi düşük ve aktif genç nüfusunun göç etmiş olduğu kırsal alanlarla karşı karşıya bulunmaktayız. Özellikle kırsal kalkınmanın önemli bir parçası olan tarım ile uğraşan kesimin yaşlı ve eğitim seviyesi düşük özellikte olması, kırsal kalkınma politikalarının başarıya ulaşmasında engel oluşturan sebeplerden birisidir.

2000 yılından itibaren kırsal alanların nüfus yapısındaki değişimler incelendiğinde, sürekli azalan bir demografik gerçeklik mevcutken kalkınma politikaları kırsalda beşeri sermayenin güçlendirilmesi üzerine vurgu yapmaktadır. Temel olarak alt yapı güçlendirmesi ve beşeri sermayenin geliştirilmesi yaklaşımı ile bu nüfus kayıplarının önlenerek kırsal kalkınmanın sağlanacağı düşüncesi ilçelerin gerçekte nüfus kayıplarının sebeplerinin araştırılması ihtiyacını da göz ardı etmektedir. Kırsal kalkınma politikalarının mevcut reel politik ile olan ilişkisini değerlendiren bu çalışmanın konusu kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermayeye atfedilen rol ile reel politikte kırsal alandaki demografik yapı arasındaki uyumsuzluk üzerinden kırsal kalkınma politikalarının değerlendirilmesi, kırsal kalkınma politikalarında beşeri sermayenin mevcut durumu ve Konya özelinde ilişkisidir.

(16)

1.2 ARAŞTIRMANIN AMACI

Kalkınma politikalarında yöresel ve yerel dinamikler dikkate alınmadan yapılan her uygulama, teoride ne kadar iyi-kapsamlı olursa olsun, pratikte istenilen sonuca ulaşamamaktadır. Çalışmanın temel amacı beşeri sermaye dinamiklerinin reel politik uygulamaları ile olan demografik ilintisini ortaya koyarak, kırsal kalkınma politikalarında beşeri faktörlerin etkisini mevcut analizler bazında tartışmaya açmaktır. Kalkınmacı söylemin sahip olduğu pozitif çağrışım, politik söylemdeki olumlu karşılığı, politika uygulayıcılarının itiraz etmeksizin kabullenmesi ve merkeziyetçi bürokratik planlamanın ilgisi dikkate alındığında, kırsal kalkınma Türkiye’nin kalkınma politika ajandasında önemli bir yer tutmaya devam edecektir. Bu sebeple çalışmanın amacı, kırsal kalkınma temelli çalışmalarda göz ardı edilen beşeri sermayenin aktüel durumuna demografik değişimler ışığında dikkat çekmektir.

1.3 ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Kalkınmanın, sadece iktisadi verilerle değerlendirilemeyecek kadar kapsamlı bir kavram olması ile birlikte ülkemizde kalkınma düşüncesi ekonomiyi merkeze alan ve sosyal gerçekleri ikinci plana atan bir yaklaşıma sahip olmuştur. Bu araştırmada, iktisadi yaklaşımın aksine kalkınmanın sosyal boyutunu ön plana alan ve demografik veriler ışığında kırsal kalkınma politikalarının değerlendirilmesi gerektiğini ele alan bir yaklaşım benimsenmiştir. Türkiye’de kalkınma düşüncesinin vaat ettiği toplum fikri ile günümüz toplumu arasında büyük farklar bulunmaktadır. Özellikle son otuz yıldır Türkiye büyük bir toplumsal dönüşüm ve sosyal değişim yaşamaktadır. Kırsal alanlarda bu değişim şehirlere göre daha etkili ve derin yaşanmaktadır. Kırsal alanlarda yaşanan değişim ve dönüşümlerin kırsalın kendi dinamikleri göz önüne alınarak değerlendirilmesi ve bu değerlendirmelere göre oluşturulan kırsal kalkınma politikalarının mevcut insan potansiyeline uygunluğu, amaçlanan başarının temel göstergesi olmaktadır. Aksi takdirde kamu yatırımlarının atıl kalması ve planlamadan uygulamaya kadar tüm paydaşların emeklerinin boşa gitmesine sebep olmaktadır.

(17)

1.4 ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI

Araştırma kapsamında öncelikli olarak durum tespiti yapılmıştır. Kırsal kalkınma politikalarında kapsam genişledikçe mevcut insani gerçeklikle ilişkili olan bağ zayıflamaktadır. Kalkınma politikaları, özelde kırsal kalkınma politikaları, kırsal alanlarda demografik dönüşümün ortaya çıkarttığı yeni toplumsal yapıya uygun hedefler belirlememektedir. Bu araştırma, Konya ilçelerinde mevcut beşeri sermaye dikkate alınmadan oluşturulan her politikanın politika oluşturucular ile hedef kitle arasında kopukluk oluşturacağı varsayımını içermektedir.

1.5 ARAŞTIRMANIN KAPSAM VE SINIRLILIKLARI

Kalkınma kavramı iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda yaygın kullanıma sahip bir kavramdır. Bu çalışma kapsamında kalkınma kavramı sosyolojik bir perspektifle ele alınacak ve bu kavramın tarihsel süreç içerisinde iktisat merkezcil anlamlandırılmasından, sosyo-ekonomik ve beşeri temelli değerlendirilmesine kadar geçen süreç ele alınacaktır. Modernleşme tartışmaları gölgesinde şekillenen kalkınma kavramının tarihsel gelişiminin ülkelerin kendi ihtiyaçlarına veya gerekli gördükleri eksikliklere göre şekillendiğinin kavramsal çerçeve içerisinde anlatımı ardından Türkiye’deki kalkınma planlarının yıllara göre kırsal kalkınma açısından değerlendirmesi yapılacaktır.

Kırsal kalkınma Türkiye genelinde tarımsal üretim, iktisadi planlama, pazarlama gibi alanlarda sıklıkla kullanılmaktayken, kavramın beşeri sermaye ile ilintisi demografinin ve sosyolojinin uğraş alanı içerisinde yer almaktadır. Bu bağlamda beşeri sermaye kavramı özellikle kırsal kalkınma politikaları etrafında ele alınmıştır. Konya mevcudunda ilçelerin beşeri sermaye yapıları elde edilebilen resmi istatistikî veriler üzerinden (nüfus değişimleri, yaş grupları, bitirilen eğitim düzeyi verileri kapsamında) değerlendirilerek durum tespiti yapılmaya çalışılmıştır. İş gücüne katılım ve sağlık değerleri kapsamında veri temini gerçekleştirilemediği için beşeri sermaye bileşeni olan bu değerler kapsam dışında bırakılmıştır. Ayrıca beşeri sermaye durumunu dolaylı olarak etkileyen ilçelerin mekânsal özellikleri ve demografik değişimlere yönelik sebep ve sonuçların analizi, yeterli düzeyde veri temini gerçekleştirilemediği için sınırlı niteliksel özellikleri ve somut bulgular üzerinden değerlendirilebilmiştir. Sonuç olarak Konya ilçelerinin beşeri sermaye

(18)

sorunu, kalkınma teorileri ve kırsal kalkınma politikaları bağlamında analiz edilmeye çalışılacaktır.

1.6 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ

Öncelikli olarak modernitenin gelişiminden itibaren günümüze kadar süregelen kalkınma ve iktisadi gelişme gibi kavramların teorik ilişkilendirmesi yapılmıştır. Sonrasında uluslararası kuruluşlar kapsamında kalkınmanın, özelde kırsal kalkınmanın, tanımlanması ve beşeri kalkınma üzerinden değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmeler ile aynı doğrultuda Türkiye’deki kalkınma politikalarının şekillenmesi beşeri sermaye ve kırsal kalkınma değerleri üzerinden açıklanmıştır. Değerlendirmeler neticesinde Konya ilçelerinin nüfus değişimleri, yaş grupları ve bitirilen eğitim düzeyleri TÜİK verileri kapsamında yorumlanarak kalkınma politikaları ile ilişkilendirmesi yapılmıştır. Kaymakamlık brifinglerinden ilçelere yönelik niteliksel verileri temin edilmeye çalışılmış olsada sınırlı nicel veriler elde edilebilmiştir. Bazı ilçelerin ilk nüfus sayımları 2000 yılında gerçekleştiği için nüfus değişimleri 2000 yılından itibaren temel alınmıştır. Ancak 2007 yılında adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçildiği için 2000-2007 yılları arasında bazı ilçelerde çok keskin nüfus düşüşleri yaşandığı tespit edilmiştir. Bu nüfus değişimlerinin ne kadarının belde belediyelerinin önceki yıllarda daha fazla bütçe elde edebilmesi için uygulamadan kaynaklı nüfus şişirmesi olduğu ya da ne kadarının göçten kaynaklanan düşüş olduğu bilinmemektedir. Bu yüzden ilçe yorumlarında hem 2000-2007 yılı değişimleri hem de 2007-2013 yılı değişimlerine yer verilmiştir. Çalışmanın yöntemi literatür taraması, TÜİK verilerinin yorumlanması, kaymakamlık brifingleri üzerinden yapılmıştır. İlçeler bazında nitelikli veri temini sağlanamamış olsada beşeri sermaye bileşenleri olan nüfus değişimleri demografik yapı ve eğitim düzeyleri çalışmanın temel analizinin işlevsel yapısını oluşturmuştur.

(19)

1.7 ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

Kalkınma ve gelişmişlik kavramları ikinci dünya savaşından itibaren ulusal ve uluslar arası platformlarda sıklıkla kullanılmaya başlanmış olsa da tarihsel süreç içinde modernleşme tartışmalarının etkisinde şekillenen bir olgudur. Özleri itibari ile modernite ve kalkınma kavramları belirli sınırlar içinde objektif yaklaşımlardan ziyade ilişkili oldukları konular ve birbirlerinin etkileri üzerinden tanımlanmaktadır (Willis, 2005, s. 2). Bu kavramların evrensel tanımlamalardan ziyade göreceli ve değişken bir yapıda olması zaman ve mekânsal sınırlamaları aşmasından kaynaklanmaktadır. Başlangıç ve bitiş sınırlamaları kesin olmayan modernite en genel anlamıyla “On yedinci yüzyılda başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini işaret eder” (Giddens, 1994, s. 11). Modernitenin toplumlar arasında ortak noktasını yansıtabilecek yaklaşım olarak, Weber’in dünyevileşme olgusu kapsamında, insanın fiziksel ve sosyal çevresi üzerinde rasyonel üstünlük sağlaması olarak da tanımlanabilmektedir (Tipps, 1973, s. 203).

Tarihsel süreçte batı Avrupa’da dönemin ekonomik ve siyasi dönüşümlerinin sonucu olarak ortaya çıkmasından dolayı genel anlamda modernite hem şehirleşme ile birlikte sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değişmesi hem de endüstriyelleşme ve artan ekonomik üretim ilişkileri ile teknoloji kullanımı üzerinden tanımlanmaya çalışılmıştır. Yıllar içinde farklı konu ve disiplinler referans alınarak açıklanmaya çalışılan bu gelişmeler kalkınma, ilerleme, uzmanlaşma, toplumun

atomize olması, bireyselleşme ve yabancılaşma gibi kavramlarla da

ilişkilendirilmiştir (Willis, 2005, s. 3). Konu itibari ile tanımlamaların ya da ilişkilendirmelerin evrensel bir bütünlük içermemesinin sebebi her toplumun sabit bir çizgide ve aynı koşullar altında olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir topluma göre gelişmiş olan bir durum farklı toplumlara göre geride kalmış olurken, aynı gelişmişlik durumu belirli bir zaman sonrasında içinde bulunulan toplum tarafından da “eski” olarak görülebilmektedir. Diğer taraftan yaşanan zaman diliminde gerçekleşen dönüşümleri kıyaslamak ya da anlamak için önceki dönemlere atıfta bulunularak “yeni” olan tanımlanabilmektedir.

(20)

İki taraflı ve tek tip modernleşme yerine farklılıkları referans olan ve “çoğul modernlikler” olarak adlandırılan kavramı Eisenstadt (2000, s. 1-3) günümüz dünyasının, tarihsel gelişimini de göz önünde tutacak şekilde anlamanın en iyi yolu olduğunu, bununla birlikte modernleşme süreçlerinin toplumların kendi içyapıları ve şekillenmelerine göre değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Eisenstadt’ın yorumlarını modernleşmenin batı dışı gelişimi üzerine konumlandıran Göle (2000, s. 164) yerel ve alternatif modernlik kavramları ile Avrupa çıkışlı klasik modernleşmeden ziyade toplumların iç dinamiklerine göre şekillendirilmiş süreçlerinin göz önünde tutulması gerekliliğini belirtir. Bu sebeple toplumsal değişim ve dönüşümün bir parçası olarak yorumlanan olguların, kırsal, kentsel ve ülkelere göre farklılıklarından dolayı moderniteye bakış açılarında da farklılıkların teşkil edeceği görülebilmektedir.

Gelenek ve modernleşme kuramcısı sosyolog Eisenstadt, sosyal dönüşümleri ve değişimleri referans alarak oluşturduğu yaklaşımda modernleşmeyi geleneksele başkaldıran “batılı ve kıta Avrupa”sına ait bir kavram olarak tanımlamaktadır (Eisenstadt, 2007, s. 36). Toplumsal bütünlük içerisinde, değişimin yaşandığı alanlar referans alınarak oluşturulan modernite kavramı, günlük hayat ilişkilerinden toplumu oluşturan yapılara kadar süreç içerisinde farklılaşmalara atıfta bulunmaktadır. Bu geçiş sürecini açıklamak için kullanılan uzmanlaşma, çatışma ve rasyonelleşme kavramları modernite teorilerinin temelini oluşturmuştur. Modernitenin, gelişme veya kalkınmanın kapsayıcısı konumlandırılmasının dışında, birbirinden farklı alanlara yönelik ayrımın yapılması gerektiği düşüncesi de bulunmaktadır. Gelişme veya kalkınma ile toplumun ekonomik dinamiklerinde gözlenen değişimler vurgulanırken modernite ile sosyal, kültürel, politik ve psikolojik değişimler belirtilmektedir (Canatan, 1995, s. 12).

Modernite kavramı ile birlikte kalkınma kavramı da bakış açısı referans alınan disiplinler ve değerlendirilmesi yapılan toplumlara göre değişebilen rölatif bir kavramdır. Evrensel ve somut göstergelerinin olmayışı sebebiyle tanımlanması için farklı başlıklar altında kıyaslama yapılmaktadır. Kalkınmayı tek bir gösterge ile tanımlamak zordur (Demir, 2006, s. 1). En temelde kıyaslanan yapıların farklı

(21)

uçlarını; hedeflenen ve başarılması istenen nokta ile geride kalmış ya da eksikliği mevcut olan durumları göstermektedir.

Ülkelerin farklı hedefleri ve eksiklikleri olduğu göz önüne alındığında kalkınma kavramının araçları ve hedeflerinin belirlenmesi, kavramın içinin doldurulması açısından önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Tarihsel süreçte kurumlar ve teoriler, içinde bulundukları toplumun ekonomik, siyasi ve toplumsal dönüşümleri açıklamak ve diğer ülkeler ile ilişkilendirmek için birçok farklı yaklaşım belirlemişlerdir. Günümüze kadar kalkınmanın en çok kullanıldığı ve teorilerle ilişkilendirildiği alan olan iktisat açısından kalkınma kavramının tanımlanması paranın ölçülebilir-mukayese edilebilir bir değer olmasından dolayı daha çok tercih edilmiştir. Ancak özellikle son yıllarda sosyal alanları da kapsayan yaşam kalitesi ve mutluluk endeksleri oluşturulmasında kalkınma kavramının kapsayıcılığı ve kıyaslanması ülke içi ya da ülkeler arasında değerlendirmelerde hala tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Kalkınma olgusunun bütüncül ve topyekûn bir yaklaşımla uygulanması yerine tematik sınırlandırmalar içinde daha etkili ve soruna yönelik olacağı düşüncesi ile kalkınma üst başlığının altında sürdürülebilir kalkınma, iktisadi kalkınma, kırsal kalkınma gibi alt başlıklar oluşturulmuştur.

(22)

İKİNCİ BÖLÜM

KALKINMANIN TEORİLEŞTİRİLMESİ

Eski çağlardan itibaren insanlar yaşadıkları toplumu, bireysel ilişkileri ve yaşamsal amaçlarını sorgulama yoluna gitmişlerdir. İçinde bulundukları toplum tarafından şekillendirilmiş bakış açısıyla toplumsal olayları, olguları anlamak için oluşturdukları gözlemleri zaman içinde sistematik bilgiler halini dönüştürerek benzer ya da farklı olgular karşısında referans alınacak bilgi kümeleri oluşturmuşlardır. Zaman içerisinde filozoflar, politikacılar ve ekonomistlerin ortaya koydukları bakış açılarıyla şekillenen modernleşmenin teorileştirme süreçleri, 18. yy ile birlikte yeni bir bilim dalı altında sosyologlar tarafından daha bütüncül bir yaklaşımla irdelenmeye devam edilmiştir. Özellikle toplumsal olayların zaman ve mekân açısından değerlendirilmesi sosyologların öncelikli çalışma alanlarından birisini oluşturmuştur. Bu sebeple entelektüel bilgi analizinden ziyade sosyologların asıl meselesi sosyal olayları teorize etmek olmuştur (Abend, 2008, s. 174). Teorinin tek bir açıklaması bulunmamaktadır ancak olayların anlamlandırılması ve farklı fikirler ile tartışma ortamının oluşturulması açısından kolaylık sağlamaktadır. Tanımlanmış gerçeklikler ya da farklı teoriler arasında ilişkilerin incelenmesi ile olguların sınırlılıklarının nasıl bir dönüşüm yaşadığının da açıklanmasına yardımcı olunmuş olacaktır.

Özellikle sosyal alanlardaki ampirik çalışmalarda teori olmadan çalışma yürütülmesi çok zordur. Teoriler bilim insanına hangi alanda çalışılması gerektiğini, çalışılması gereken konunun sınırlılıkları ve gerekliliklerini göstererek planlanan çalışmanın temelini oluşturmaktadır (So, 1990, s. 11). Bilimsel çalışmayı yürüten kişilerin elinde bulunan veri ve gözlemler teorilere göre şekillendirilerek gerekli yöntem oluşturulur. Oluşturulan yönteme göre bilimsel çalışmalar devam ettirilir ya da farklı disiplinlerle birleştirilerek siyasi, ekonomik veya toplumsal uygulama alanları oluşturulur. Nasıl ki sosyal bir olguyu tek bir teori açıklamada yetersiz kalmakta ise kalkınma veya modernleşme teorilerini de tek bir paradigma ile açıklamak yetersiz olacaktır. Bu teoriler durağan olmamakla birlikte zaman ve mekân farklılıkları sebebiyle evrensellikten uzak kalmaktadır. Güçlü gözlemler ve

(23)

etkili tespitlerinin olmasının yanında zayıf yanları ve etkisiz kaldıkları alanlarda olabilmektedir.

Antik Yunandan itibaren dünyanın farklı yerlerinde, farklı dönemlerde, zamanın en ileri imkânlarına sahip ülkeler&topluluklar ve bu toplumları anlamaya çalışan teoriler mevcut olmasına karşın günümüzde temel teoriler aydınlanma sonrası Avrupa’sındaki gelişmeleri referans almaktadır. Sanayi devrimi ile birlikte gelişen üretim ilişkileri, yeni yerleşim merkezleri oluşturmaya başlamıştır. Özellikle, artan iş gücü ihtiyaçları ve şehirleşmenin vermiş olduğu yaşam imkânları yeni kurulan merkezleri büyüme kutbu haline getirmiştir. Yeni oluşan bu cazibe merkezlerinin sosyo kültürel ve sosyo ekonomik çekiciliklerine karşın birçok Avrupalı teorisyen modernleşme adı altında oluşan bu dönüşümün eski-yeni, geleneksel-modern adı altında uyumsuzluk ve çatışmalarının oluşturduğu sonuçlar ya da olması & evrilmesi gereken olasılıklar bakımından ele almıştır. Serbest piyasa düzenin oluşmasıyla birlikte sanayi devrimi ve Fransız devrimi ile şekillenen evrimci&pozitivist düşünce modernleşme teorilerinin ilk örneklerini oluşturmuştur. 20.yy’a yaklaşıldığında modernleşme teorilerinde ekonomik ve politik yaklaşımların ağırlıklı olduğu görülmektedir (Willis, 2005, s. 27). Özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan uluslararası örgütler ekonomik ve siyasi olayların etkisinde dönemin gelişmelerini tanımlamak ve ülkeler arasında farklı başlıklar altında kıyaslama ölçütü oluşturabilmek için gelişmişlik kavramını ekonomik göstergelerle açıklayan çalışmaları dikkate almışlardır. Kalkınmanın hem ekonomik hem de politik yönüne yönelik bir uygulamaya gidilişinin üç ana sebebi bulunmaktadır. Bunlar Amerika’nın yeni bir güç olarak dünya düzeninde yer alması, ikincisi Rusya’nın dünya düzeninde etkili olmaya başlaması ve üçüncü olarak da kolonilerin parçalanarak üçüncü dünya ülkelerinin oluşmasıdır (So, 1990, s. 17).

İlki özellikle ikinci dünya savaşı olmak üzere birçok savaş ve krizler yaşamış kıta Avrupa’sının yıpranmış olarak çıkmasına karşın kendi topraklarında savaş görmeyen ve özellikle endüstriyel sanayisi daha çok güçlenen Amerika’nın politik arenada daha güçlü hale gelmesidir. İkinci sebep savaş sonrasında gücünü daha etkili hale getiren Sovyetler Birliğinin sadece doğu Avrupa’da değil Asya’da ve dünyanın farklı noktalarında siyasi ve ekonomik etkisinin gittikçe hissedilir olması ve bu

(24)

durumun başta Amerika olmak üzere batılı devletler tarafından tehdit olarak görülmesidir. Üçüncü ve son sebep olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki kolonilerin parçalanarak üçüncü dünya olarak adlandırılan ulus devletlerin oluşmasıdır. Özellikle bu yeni üçüncü dünya ülkelerinin kendi politik duruşları ve ekonomik imkânlarını kazanabilmesi ya da Sovyet bloğuna kaymaması için özellikle Amerikan politik bilimcileri bu alanda ciddi çalışmalar yaparak modernleşme teorilerine katkıda bulunmuşlardır (Başkaya, 2000, s. 26-29). Politik temelli bu yaklaşıma göre Avrupa ve Amerika’daki gelişmeler referans alınarak oluşturulan değerler ile geri kalan tüm ülkelerde otomatik olarak sağlık, eğitim, gelir dağılımında eşitlik ve demokrasi gibi göstergelerin ölçülebileceği ya da geliştirilebileceği düşünülmüştür (Willis, 2005, s. 3).

Ancak yıllar içerisinde sadece ekonomik gelişmenin hedef alınarak sosyal, kültürel, çevresel ve beşeri kaynakların plansız kullanımı; öngörülemeyen krizlere, çevresel sıkıntılara, kronik yoksulluk gibi etkileri uzun yıllar devam eden, çözmek için ise en başında yapılması gerekenden çok daha yüksek maliyetler içeren bir durum haline gelmiştir (Giddens, 1994, s. 8). 1960’lardan itibaren özellikle gelişmekte olan ülkelere yönelik çizilen politikalar beklenen iyimser tablodan ziyade toplumsal krizlere hatta rejim değişikliklerine yol açmıştır. Başta Frank, Santos, Amin ve Baran gibi teorisyenlerin öncülüğünü yaptığı bağımlılık okulu olarak şekillenen yaklaşım batı merkezci düşünce sistemi ve az gelişmişlik kavramını üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerin bakış açısından yorumlamıştır. Daha çok Marksist ve yapısalcı bakış açılarına sahip yaklaşımla batı ile ilişkilerin (merkez-çevre) devam ettiği sürece bağımlılığın devam edeceği vurgulanmıştır. Sonrasında başta Wallerstein’in dünya sistemi olmak üzere uluslararası işbölümü teorileri ile küreselleşmenin etkinliği, ülke sınırlamalarından çok karşılıklı etkileşimliliği savunan yaklaşımlar oluşmuştur. (Liping, 1996, s. 91). 1980’li yıllarda ulusal kalkınmacılık yerine neo-liberal politikaların etkisiyle kalkınmanın beşeri ve finans ağırlığı ön plana çıkarak “insani gelişme” kavramı daha çok kullanılmaya başlanmıştır (Gürses, 2009, s. 341). Bireylerin yaşam standartlarının ve yeteneklerinin geliştirilmesine odaklı bu yaklaşım günümüzde birçok uluslararası örgüt tarafından ana yaklaşım olarak kullanılmaktadır. Sonuç olarak yüzyıllardır

(25)

farklı başlıklar altında, temelinde toplumların yaşadığı değişim ve dönüşümleri, yönünü ve gidişatını inceleyen bakış açıları değişmiş olsada toplumların dönüşümü ve dönüşüm ihtiyaçları değişmemiştir.

2.1 KALKINMANIN SOSYO KÜLTÜREL BOYUTU

Coğrafi keşiflerin başlamasından itibaren dünya hızlı bir ekonomik dönüşüme girmiştir. Kolonileşme hareketleri, sanayi devrimi gibi kırılma noktaları, yaşanan dönüşümleri sadece ekonomik boyutta sınırlamayıp toplumun her alanına yayılmasına sebep olmuştur. Üretim ve tüketim ilişkilerinin yeni bir yaşam tarzı olarak şehirleşmeyi ve sanayileşmeyi iç içe geçirmesi ile sosyal, kültüre ve siyasi dönüşümlerin, birçok teorisyen açısından sadece ekonomik ilişkiler açısından değil toplumun başlı başına bir bütün olarak incelenmesi ile açıklanabileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Sosyal evrimcilik ekolüyle başlayan sonrasında modernleşme okulunun şekillenmesinde etkili olan ve sıklıklı toplumların lineer bir çizgide ilerleyeceği yaklaşıma sahip olan teorisyenlerden Spencer, tarihsel yaklaşım içerisinde toplumların değişim ve dönüşümlerini merkeze alan evrimsel bakış açısı ile insanoğlunun eski çağlarda yaşantısıyla içinde bulunulan dönem arasında karşılaştırmalar yapmıştır. Zaman içinde özellikle nüfus artışından dolayı toplumlar büyüdükçe artan ihtiyaçlar karşısında yeni yapılar ve uzmanlık alanları ihtiyaçları oluşmuştur (Ritzer G. , 2011, s. 37). Spencer bu tip sosyal evrimsel yönelmelere dönemindeki bazı düşünürlerin aksine olumlu ve pozitif olarak bakmaktadır. Çünkü yapılar arasındaki temel farklılıklar arttıkça uzmanlaşmalar ve güçlenmeler artar. Bu şekilde toplum içten ya da dıştan gelecek tüm tehditleri kontrol ederek varlığını sürdürebilmektedir (Allan, 2005, s. 34). Gelişme belli bir noktaya geldiği zaman Spencer basit yapılardan karmaşık yapılara dönüşümü modernleşme olarak görmektedir. Farklı yapıların işlevsellik kazanabilmeleri için etkileşimde olmaları gerekmektedir. Toplumsal sistem içerisinde uzmanlaşmalar oluştukça her yapı kendi değerlerini, dilini, alt uzmanlık alanlarını oluşturur. Bu şekilde toplum en basitten karmaşık yapıya evrimsel döngü içinde dönüşürken yapısal bütünleşme sağlanmış olur (Allan, 2005, s. 40-41). Spencer evrim teorisini iki farklı toplumsal yapı olan

(26)

askeri toplum ve endüstriyel toplum üzerinden tanımlamaktadır (Ritzer G. , 2011, s. 38). Devletin düzenleyici ve kontrol edici olduğu, ekonomi, din, eğitim gibi kurumların devletin işleyişine hizmet etiği, bireyin sembolik değerlerden ve devletten sonra geldiği askeri toplum ile yeniliğe ve girişimciliğe açık olan bireysel ve özgür bir toplum modeli olan endüstriyel toplum arasında modernleşmeyi konumlandırmaktadır (Allan, 2005, s. 42).

Doğa bilimlerinde olduğu gibi sosyal dünyanın da bilimsel teknikler ile gözlemlenebilir ve açıklanabilir olduğu düşüncesi ile yola çıkan Comte ise sosyal bilimlerde pozivitizmin kurucusu olarak değerlendirilmektedir. On yedinci yüzyıl Fransa’sında yaşanan kargaşa ve çatışmalar karşısında toplumsal düzeni ve ilerlemeciliği açıklamaya çalışmıştır (Ritzer G. , 2011, s. 15). Çalışmalarında nesnelliğin ve aklın ön planda olduğu yaklaşımlara yönelerek özellikle biyoloji ile sosyolojiyi ortak almıştır. Toplumların da biyolojik organizmalar gibi belirli süreçlerden geçtiğini, önemli olanın sistemin bütüncül varlığının korunarak ilerlemeci bir yapıda kalmasının sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. Toplumların değişime direnerek gelenekçi kalması ile ilerlemeci ve reformcu yapıları içererek dinamik kalması arasındaki durumun, temelde sosyal düzen ve yeni bir insanlık dini olarak tanımladığı pozitivist felsefe ile aşılacağını belirtmiştir. Evrimci görüşü referans olarak aldığı çalışmada toplumsal dönüşümün üç evresinin (teolojik, metafizik ve pozitif) olduğunu, bu evreler ile insanlığın en iyiye ulaşacağına inanmıştır. (Aron, 2007, s. 76). Tüm toplumlar bu evrelerden er ya da geç geçecektir. Toplum içerisinde farklılaşmalar, uzmanlaşma ve karmaşıklaşma arttıkça pozitif evreye ulaşılmış olacaktır. Farklılıkları bir arada tutacak ve çatışmaları engelleyecek dayanışma ile ortak bir uzlaşma sağlanarak toplumsal ilerlemenin sağlanabileceğini belirtmektedir (Slattery, 2008, s. 72-73). Bu açıdan ilerlemeyi ve toplumun kalkınmasını toplumsal yapılardan ziyade sosyalliği şekillendiren bütüncül etkileşim ve işlevsellik üzerinden değerlendirmektedir.

19.yy Batı Avrupa’sında yaşanan siyasi ve ekonomik dönüşümlerin mekânsal açıklamalarını yapan Alman sosyolog Ferdinand Tönnies kent sosyolojisinin temellerini oluşturmuştur. Hızla artan sanayileşme ve kentleşmenin geleneksel davranış kalıplarını ve üretim ilişkilerinde dönüşümü Gemeinschaft&Gesellschaft

(27)

terimleriyle açıklamıştır (Nollmann, 2005, s. 843). Gemeinschaft terimi ile genellikle geleneksel ve tarıma dayalı üretim ilişkilerine sahip homojen ve komünal bir yapı belirtilmektedir. Topluluk değerleri ve ahlaki kuralları bireylerin üstünde olan, statünün bireylere atfedildiği, sosyal hareketliliğin sınırlı olduğu, herkesin birbirini bildiği, alışkanlıkların ve duyguların günlük hayatta sık sık kullanıldığı kırsal topluluklar örnek olarak verilebilir. Gesellschaft terimi ile kentleşme ve sanayileşmenin etkisinde toplum, cemiyet kavramlarını vurgulanmaktadır (Ritzer & Smart, 2003, s. 154). Bu yapılarda farklılaşmalar sonucunda bireyselleşme ve rasyonalite ön plana çıkmaktadır. Ortak değer ve kültür sınırlaması olmadığı için insanların güvenden ziyade sözleşmelere ve çıkarlarına göre hareket ettiği kalıplar oluşturulmuştur. Tönnies; ekonomik, sosyal ve mekânsal dönüşümlerin kaçınılmaz olduğunu ve bu dönüşümlerin sonucu olarak cemaat ilişkilerin ve kırsal üretim ilişkilerinin kaybolacağını düşünmüştür (Slattery, 2008, s. 58-59). Kişilerin çıkarlarının toplumdan daha değerli olması ve toplumsal statülerin bireysel başarılara bağlı olması toplum içerisinde sınırsız rekabet ortamı oluşturmaktadır. Bu durum doğal olarak toplumsal dönüşümün ve modernitenin tetikleyicisi bir ortam oluşturmaktadır.

Gelenekselden moderne dönüşümü açıklamaya çalışan diğer bir teorisyen Emile Durkheim’dir. Yaşadığı dönem içerisinde batı Avrupa içerisinde siyasi ve ekonomik karmaşaların karşısında geleneksel yaşam tarzının yetersiz kalmasının yanında keskin toplumsal dönüşümleri incelemiştir. Özellikle gelenekten moderniteye, kırsaldan şehre geçiş sürecindeki iç karışıklıklar ve savaş dönemlerinden sonra toplumun kendini nasıl yenilemesi, oluşturulan düzenin nasıl sürdürülmesi gerektiği üzerinde çalışmalarda bulunmuştur (Aron, 2007, s. 295-296). Evrimci ve işlevselci bir yaklaşımla toplumsal olguları nesnel gerçeklik olarak incelemeyi hedefleyerek öncelikli olarak toplumun nasıl bir arada olduğunu, sosyal olgular, kolektif bilinç ve kültür arasındaki etkileşimlere odaklanarak toplumun işleyişini ve dönüşümü ile açıklamaya çalışmıştır (Ritzer G. , 2011, s. 81). Durkheim’a göre bireyin içinde yaşadığı toplum bireyin eylemlerini şekillendiren ve kısıtlayan bir özelliğe sahiptir. Var olan toplumsal olgular sonuç olarak birey

(28)

tarafından içselleştirildiği için birey ahlaki güç ile iç içe yaşamaya başlar (Allan, 2005, s. 126).

Geleneksel düzen içerisinde kolektif bilinci oluşturan din ve ahlak kavramları modernleşen toplumlarda işlevselliğini yitirmeye başlamaktadır. Gelişme ve farklılaşma yaşandıkça iş bölümleri artmaya başlayarak gruplar içerisinde bağlılıkları ve ortak değerleri zayıflatır (Pearce, 2005, s. 220). Bu yüzden geleneksel ahlak ve din bazlı dayanışma sistemi yerine yeni sistemler oluşturulması gerekmektedir. Modernleşme aşamasında yeni oluşan kentlerde “…farklı meslekler, hayat tarzları ve alt kültürlerin çoğalması ve yasallık kazanması ile benzerlik yerini farklılaşmaya, homojenlik heterojenleşmeye bırakır. Kolektivizm yerini bireyciliğe, ortak mülkiyet yerini özel mülkiyete, toplumcu sorumluluk yerini bireyci haklara” (Slattery, 2008, s. 115) devrederek toplumda yeni bir yurttaşlık etiğinin şekillendiği belirtilmektedir. Toplumu bir arada tutacak çıkarlar, ekonomi veya diğer yapılardan ziyade ortak bir ahlaki değerin olması gerekmektedir. Gelenekseli temsilen mekanik yapılardan moderni temsil eden organik yapılara dönüş, toplum için sancılı ve kaotik olduğu için ahlaki değerlere adapte olamayarak anomi durumuna düşebilmektedir. Bu yüzden alışılmış dayanışma kalıplarından kopulması ve yeni değerlere alışılamaması sonucu toplumlarda intihar oranlarında artma yaşandığını belirtilmiştir. (Slattery, 2008, s. 118). Durkheim en genel anlamda geleneksel ile modern arasındaki dönüşümün özünü toplum üzerinden değerlendirmektedir. Artan nüfus ve iş bölümü ekonomik sistem içerisinde moderniteye geçişi hızlandıran bir faktör olsada kültür ve ahlaki değerler bu dönüşümün çimentosunu oluşturmaktadır.

Durkheim’in bütüncül organizmacı görüşünün aksine Weber rasyonaliteyi ve bireyi merkeze almaktadır. Bireylerin toplumu algılayış biçimine göre toplumun gerçekliği değiştiği için toplumsal dönüşümü ve toplumun karakterize edilmesini düşünce ve akıl üzerinden tanımlamaktadır (Allan, 2005, s. 151). Diğer sosyologlar gibi toplumsal dönüşümün süreçlerini, sanayileşmenin ve kapitalizmin gerçekliğini anlamaya çalışmıştır. Gelenekselden moderniteye geçişin sosyal ve kültürel rasyonalite ile sağlanacağını vurgulayarak öncelikli olarak içinde yaşadığı toplumun davranış kalıplarını incelemiştir (Collins, 1999, s. 47). Dinsel ve değerler sistemi üzerinden batı Avrupa ve farklı toplumların karşılaştırması sonucu kendi gelişme

(29)

modelinden yola çıkan “ideal tip” kavramını geliştirerek geleneksel yapıların sosyal kalıplarına ve din yapısına karşı çıkarken modern dünyada dini, sosyal dönüşüm ve ekonomik gelişme üzerinden değerlendirmektedir (Ritzer G. , 2011, s. 120-121). Ekonomik düzen içerisinde daha fazla varlık kazanmak için bireysel arzuları&ödüllendirmeleri ikinci plana atıldığı çalışma etiği, ekonominin asıl büyüme sebebidir (Willis, 2005, s. 119). Diğer taraftan rasyonaliteyi sadece ekonomik değerlere indirgememektedir. Modernleşme toplum içerisinde sağlandıkça geleneksel yapıların özellikleri yetersiz kalmaktadır. Toplumun nüfus yoğunluğu ve işlevselliği, devlet yapısı ve yönetilmesi de rasyonalite ile yeni bir boyut kazanmaktadır. Bürokrasi kavramı ile toplumların devlet yönetiminin ve hukukun rasyonel halini vurgulamaktadır (Aron, 2007, s. 477-478). Ekonomi gibi politika da aklın kontrolü altında kalarak duygular ve batıl inançların yerini alarak objektif bir yönetim halini almaktadır. Toplum bu şekilde rasyonel organizasyonlar oluşturarak modernleşmeyi kendi içinde yönlendirir, faydalı bir hale getirir.

Evrimci ve işlevselci teorisyenler gibi Parsons’ta toplumu biyolojik organizma olarak temellendirir. Ağırlıklı olarak çalışmalarının Durkheim’ın sosyal gelişmesi üzerine kurmuştur (Willis, 2005, s. 118). Sistem, içerisinde birbirinden farklı işlevleri bulunan kurumlar organlar gibi aynı işlevsel yapılardan oluşmaktadır. Sistem içerisindeki kurumların kendi iç mekanizmaları ve süreç yönetimi olduğu için işlevselliğin yanında yapısalcılığı da vurgulamaktadır (Ritzer G. , 2011, s. 240-242). Toplumu simgeleyen organizma içerisinde yapılar dönüştükçe diğer organlarda denge ve uyum sağlama sürecine girerler. Bu yüzden sosyal dönüşüm sürekli ve birbirini etkileyen bir şekilde gerçekleşmektedir. Tüm yapılar toplumsal düzenin sürdürebilirliği için uyum sağlama hedefindedir. Yaşanan dönüşümler içten ya da dıştan olabilmektedir ve hep daha karmaşık bir düzene doğru evrilmektedir. Weber toplumsal dönüşüme odaklanmak için belirli “kalıp değişkenleri” tanımlamıştır (Münich, 2005, s. 554). Bu tanımlamalarla geleneksellikten modernliğe dönüşümü açıklamaktadır. Geleneksel yapıda aile, akrabalık ilişkileri arasında verili statü ile belirlenen hiyerarşiler, modern toplumda kazanılan statü olarak performansa göre şekillenmektedir. Modern topluma geçiş sürecinde ilişkiler belirlilik esasına dayalı olarak şekillenirken toplumsal olaylar objektif, evrensel değerlere göre duygulardan

(30)

uzak olarak belirlenmektedir. Birey geleneksel yapı içerisindeki konumundan daha özellikli ve etkin olmaktadır (Allan, 2005, s. 351-353). Kişinin kendi düşünce ve kararları özgür irade içerisinde şekillenmektedir. Bu açıdan Parsons sadece toplumun bütüncül yapısını değil alt sistemler içerisinde bireylerin de açıklamasını yapmaktadır. Parsons’a göre toplum bireylerin üzerindedir ve bireyler toplum içerisinde şekillenir. (Cirhinlioğlu, 1999, s. 39).

Yapısal işlevselciliğin sonucu olarak alt sistemlerinde bütün içerisinde kendi işlevselliğinin olmasını, her sistemin dört temel işlevi yerine getirmesine bağlamaktadır (Allan, 2005, s. 365). Adaptasyon süreci ile her yapı etkileşimde bulunduğu çevresi ile ilişkilerini düzenler gerekli dönüşümleri gerçekleştirir. Etkileşimde bulunduğu çevrenin durağan olmamasından kaynaklı sürekli bir devinim gerekliliği bulunmaktadır. Hareketliliğin sağlanması için belirli mekanizmaların harekete geçirilmesi ve amaçlanan hedeflerin oluşturulması gerekmektedir. Sistem içerisinde farklılaşmalar ve uzmanlaşmalar yaşanıyor olsada bütün sistemin uyum içerisinde işlerliğinin sağlanması gerekmektedir. Bütünleşme sağlanması ile bu kalıbın belirli normlara göre eylem bütünlüğünün korunması gerekmektedir. Sistem devamlılığı temel amaçtır. Toplum içinde hızlı artan nüfus ve etkileşimden dolayı farklılaşma ve uzmanlaşma arttıkça toplum içinde bütünleşme ve uyum süreçlerinden zorluklar yaşanmaya başlar bu süreçlerin sorunsuz atlatılabilmesi “sosyalleşme, sosyal kontrol ve rollerin gereği gibi oynanmasıyla giderilir” (Slattery, 2008, s. 377). Özellikle yeni yetiştirilen nesillerin, toplumun değerler ve yargılarını kendi ahlaki değerleri haline getirilecek şekilde yetiştirilmesi sosyal sistemin sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır. Bu şekilde denge, bütünleşme ve uzlaşma sağlanarak toplumun istikrarı sağlanmış olur.

Kalkınmanın sosyo kültürel boyutu kapsamında yukarıda ele alınan teorisyenlerin genel özellikleri itibari ile evrimsel bir modernite anlayışına sahip olmalarıdır. Toplumların geleneksel yapıdan modern bir yapıya bir bütün olarak ve tek yönlü dönüşeceğini ele alan yaklaşım içerisinde gelişmenin yaşanacağını vurgulamışlardır. Başta post modern yaklaşımların öncülüğünde sosyo kültürel perspektife sahip modernite teorilerine yapılan eleştirilerden biri, birçok kalkınma teorisinin kültürel ve etnik özelliklere, kadın-erkek arasındaki yaşamsal farklılıklara

(31)

yeteri kadar yer vermediğidir. Yaklaşımlarında kültürün gelenekseli yansıtmasından ötürü kalkınmanın önünde engel oluşturduğu inancı ile toplumda hiçbir farklılıkların gözetilmeksizin her kesimin kalkınmaya aynı şekilde katılacağı görüşü yaşanılan toplumun gerçekliklerini görmede yetersiz kalmaktadır (So, 1990, s. 59-62). Post-modern yaklaşımlar ve insani gelişme kavramları ile birlikte yapı çözümüne uğrayan kalkınma kategorileri mikro düzeyde farklılıkları incelemeye başlamıştır (Willis, 2005, s. 120). Ayrıca sürdürülebilir kalkınma ve yerel dinamiklerin hayata geçirilmesi açısından başta yerel insanların kendine özgü değerleri üzerinden oluşturulan ekoturizim gibi politikalar oluşturularak kalkınmanın sosyo kültürel alanına yönelik güncel politika uygulamaları bulunmaktadırlar. (Willis, 2005, s. 122).

2.2 KALKINMANIN EKONOMİK BOYUTU

Ekonomik gelişme modelleri ya da gelişmenin ekonomik perspektif içinde değerlendirilmesi kolonileşme süreçlerine kadar dayanmaktadır. Gelişen orta sınıf kaynaklı ticari ilişkiler ile birlikte feodal temelli ekonomik ilişkilerin yerine kar amacı güden serbest piyasa ekonomisinin başlamasıyla oluşan yeni düzen, başta siyasi ve sosyal yapılar olmak üzere tüm toplumları dönüştürmeye başlamıştır. Üretim ilişkilerinin sermaye oluşturmaya yönelik örgütlenme biçimlerine yönelişi ile oluşan ekonomik dönüşüm, başta toplumsal düzen olmak üzere siyasi sistemleri yönlendirebilecek bir gelişim sahası oluşturmuştur (Ercan, 2001, s. 63-64). Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında, ilerleme ve gelişme kavramlarının gölgesinde şekillenmiş uluslar arası sömürgecilik hareketleri yerini kalkınmanın ekonomik boyutuna bırakmıştır (Kothari R. , 1989, s. 143). Öncesinde sömürge ülkeleri olarak tanımlanırken 20.yy itibari ile üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılmaya başlayan ülkelerin, gelişmiş ülkelerin belirlediği sınırlar içerisinde kapitalist sisteme ait konumlarını devam ettirdikleri sürece uygulayabileceği gelişme modelleri oluşturulmuştur (Başkaya, 2000, s. 29). Bu şekilde 17.yy’dan itibaren evrimci pozitivist modernleşme yaklaşımının, toplumun bir bütün olarak dönüşümünün gerekliliği algısından aynı evrimci yaklaşım paradigması altında iktisadi kalkınmanın toplumsal dönüşüm ve modernleşme sürecinin temel dinamiğini oluşturacağı ve bu şekilde diğer yapıları dönüştürebileceği yaklaşımı benimsenmiştir.

(32)

Modernleşme sürecini hem tarihsel süreç içerisinde toplumun kendi iç dinamiklerindeki değişime göre hem de ilişkili olduğu ülkelere göre değerlendiren Levy, çalışmalarını ekonomik ilişkiler üzerinden oluşturmuştur. Toplum içerisinde modernleşmenin nasıl oluştuğu, modernleşmenin ülkelere göre “göreceli” olarak nasıl değiştiğinin sebeplerini inceleyerek modernleşme seviyesini teknoloji kullanımı üzerinden açıklamaktadır (Cirhinlioğlu, 1999, s. 52). Modern olmayan toplumlarda güç genellikle insan ve hayvan kaynağı yardımıyla sağlanır ve tüm toplumsal ihtiyaçlar, üretim ilişkileri bu kaynaklar üzerinden gerçekleştirilir. Ancak toplum modernleştikçe doğal kaynaklar kullanılmaya başlanarak makineleşme ile daha fazla güç elde edilir. Bu yüzdende modernleşmeyi aynı süreç içerisindeki farklı uçlardaki bir çeşit teknolojik derecelendirme olarak görmektedir (So, 1990, s. 24). Modernleşme sürecinin nasıl gerçekleştiğinin açıklamasını ise Spencer’in karşılıklı etki ile açıkladığı değişimi, mevcut olan yapının diğer yapıları etkilemesi ile açıklamaktadır. Farklı uçlarda iki toplum arasında etkileşimden kaynaklı bilgi ve güç aktarımı bir kere sağlandığı zaman diğer alanlara yayılma kaçınılmaz olacaktır. Etkileşimlerden kaynaklanan tetiklenmenin olabilmesi için göreceli modern toplumlar ile göreceli modern olmayan toplumlar arasındaki farklıların incelenmesi gerekmektedir. Levy bu aşamada modern toplumlarla modern olmayan toplumun farklı özelliklerini incelemektedir (Coşkun, 1989, s. 299). Toplum içinde yapılar ve bireyler arasındaki ilişki türlerinin modern olmayan toplumlarda geleneksel ve bireyüstü olurken, modern toplumlarda rasyonel ve bireysel işlevsellik temelinde olduğu, bu şekilde örgütlenme ve farklılaşma neticesinde merkezileşmenin modern olmayan toplumlarda sınırlı ve düşük seviyede iken modern toplumlarda yüksek olduğunu belirtmektedir (Cirhinlioğlu, 1999, s. 53-54). Ekonomik ilişkilerde araçların artması ve bürokrasinin etkinliğinin modern toplumlarda daha önemli bir hal alması ile birlikte kır-kent farklılığı ve karşılıklı bağımlılıkların modern toplumlarda daha çeşitli olduğunu vurgulamaktadır (So, 1990, s. 24-25). Levy’ye göre modernleşmenin kaçınılmaz bir süreç olmasının yanında olumsuz etkileri ve toplum içerisinde dirençlerden de bahsederek Parsons’tan farklı bir bakış açısı içermektedir.

(33)

Levy’nin yaklaşımlarıyla benzerlik gösteren Smelser ekonomik ve teknolojik kalkınmanın toplumsal yapı üzerindeki etkilerini incelemektedir. Öncelikli olarak modernleşme için dört ana süreç üzerinde durmaktadır (So, 1990, s. 27). Basit teknolojiden karmaşık düzene, geçimlik tarım ilişkilerinden endüstriyel tarıma, insan ve hayvan gücünden endüstriyel güce ve son olarak merkezi şehirleşmeye. Bu dönüşümler düzgün ve her ülke için aynı olmayabilir. Gelişim süreçleri ülkenin içyapısına göre ve dışsal etkilere göre şekillenebilir. Bu değişim sürecinde önce yapısal değişiklikler oluşur. Geleneksel merkezi yapı içerisinde mekanizmalar farklılaşma ve uzmanlaşmanın etkisinde parçalanmaya başlar ve alt işlevsel mekanizmalar oluşmaya başlar (Cirhinlioğlu, 1999, s. 57-58). Yeni oluşan bu mekanizmalar uzmanlıklarını göre varlıklarını sürdürürler ve her ne kadar geleneksel yapı içerisinde aynı konu başlıklarını karşılıyor olsada modern yapı içerisinde daha etkili ve sürdürülebilir olmaktadır. Yeni oluşturulan yapıların davranış normları alışılmış davranış kalıplarından farklı olduğu zaman sosyal düzensizlikler oluşabilir. Sosyal düzen ve uyumun sağlanması için yeni kurumsal yapılar oluşturulur ve bu yapıların, ekonomik temelli toplumsal değişimin getirdiği düzensizliği önlemede etkili olabileceğini vurgulamaktadır (So, 1990, s. 27-28).

Üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırdığı gelişmemiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında farklılıkları inceleyerek evrimci lineer bir yaklaşım geliştiren Rostow ise, gelişmiş ülkelerin geçtiği aşamaları referans alarak gelişmemiş ülkelerin modernizasyonunun hangi aşamalarla olması gerektiğini, öncelikli olarak ekonomik aşamalarla sonrasında sosyal değerler ve davranış kalıplarındaki değişim üzerinden, açıklamaktadır (Rostow, 1956, s. 25-48). Geleneksel toplumların özellikleri ile başladığı gelişme evrelerini kitlesel tüketim evresiyle son verir. Bu evreler beş aşamalıdır (Rostow, 1971, s. 21-22). İlk iki aşama fiziksel ve ekonomik kalkınma ile ilişkili iken asıl kalkınmanın üçüncü aşama olan “kalkış” (take-off) seviyesinde ekonomik kalkınma ile birlikte toplumun sosyo-kültürel kalkınmasının da sağlanmış olacağını belirtmektedir. Bu beş evrenin ilki geleneksel toplumdur. Üretim ilişkileri ve üretim araçlarının sınırlı ve ilkel olmasından olayı verimlilik düşüktür. Aile ve akrabalık değerleri ön plandadır. Toplumsal hareketlilik sınırlı ve gelenekseldir. Neredeyse tüm üçüncü dünya ülkelerinde benzer özelliklere sahiptir (Başkaya, 2000,

(34)

s. 66). İkinci aşamada “kalkış için gerekli önkoşullar” bulunmaktadır (So, 1990, s. 30). Bu aşama genellikle ekonomik ve toplumsal açıdan dışsal etkilerin artması ile toplum içinde hareketlenmelerin oluşmaya başladığını belirtmektedir. Yeni ekonomik adımların atılmasıyla oluşan ilişki sistemleri kendi faaliyet alanlarını ve davranış örüntülerini oluşturur. Teknolojik imkânlar ve altyapı yatırımlarında artış görülür. Gerek ekonomik gerekse teknolojik imkânların artması ile yaşam koşullarında gelişme sağlanır. Özellikle ölüm oranlarının azalması ve yaşam koşullarında sağlanan gelişme ile nüfus artışı görülür. Her ne kadar sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel etkileşim sağlanmış olsada toplum kendi imkânlarıyla sürdürülebilir gelişme göstermede yetersiz kalmaktadır (So, 1990, s. 30). Çünkü üretilen mallar sınırlıdır ve artan nüfusu karşılamada ancak yeterli olabilmektedir. Kalkış için gerekli ön koşullar sağlandıktan sonra kalkış evresine geçilir (Cirhinlioğlu, 1999, s. 71). Bu evrede toplumsal yapılarda radikal değişiklikler olur. Örgütlenme ve işlevsel gelişmeler eşliğinde ekonomik faaliyetler içsel ve dışsal etkinlik kazanır. Yatırımlar ve üretim arttırılarak toplum kendi kendine yetmeye başlar. Endüstriyel alt yapı oluşturulmaya başlanır. Ekonomik ilişkiler çevresinde mekânsal dönüşümler yaşanır. Bu dönüşümler bir kere yaşandıktan sonra herhangi bir siyasi ekonomik ve sosyal engel oluşmadığı takdirde süreç otomatik bir sonraki evre olan olgunlaşma eğilimine geçiş yapar (Canatan, 1995, s. 19). İletişim araçlarının gelişmesi, alt yapıların güçlenmesi ve teknolojinin etkin kullanılması toplumun gerek kendi içinde gerekse uluslar arası alanda etkinliğini arttırır. Son aşama olarak kitlelerin yüksek düzeyde tüketim çağı gelmektedir (Cirhinlioğlu, 1999, s. 72). Ekonomik gelişme ve şehirleşmenin getirdiği yüksek yaşam standartları ve refah seviyesi başta hizmet sektörü olmak üzere tüketim arzına yönelik yeni alanlar oluşturur. Bu aşamaları evrimci yaklaşım içerisinde gelenekselliğin yıkılması ile açıklayan Rostow, üçüncü dünya ülkelerinin yetersiz kaynaklar yüzünden herhangi bir aşama sağlamaması durumunda dış yardımlar ile tetiklemenin sağlanabileceğini belirtmektedir (Canatan, 1995, s. 71).

Kalkınmanın ekonomik boyutunun içerdiği genel özelliklere bakıldığında ülkelerin iki farklı sınıflandırma içinde yer aldığı görülmektedir (Ercan, 2001, s. 94-95). Gelişmiş ve azgelişmişlik kutupları arasında, az gelişmiş ülkelerin kendi iç

(35)

dinamikleri ile gelişmekten yoksun oldukları için gelişmiş ülkelerin yönlendirmesine ihtiyaç duyduğudur. (Canatan, 1995, s. 14-15). Evrimci yaklaşım içerisinde tek tipleştirilen ve tek kaynaktan yönlendirilen gelişme yaklaşımlarının ekonomik sınırlar içerisinde tutulması oluşturulmaya çalışılan ideal gelişme tipinin başarısız olmasına yol açmıştır. Az gelişmiş ülkelerin kendi kültürel ve tarihsel değerlerinin göz ardı edilerek ülkeler arasındaki farklılıkların modernleşme sürecinde de farklılık göstereceği görüşünün göz ardı edilmesi “…gerçekte var olan eşitsiz ve hiyerarşik ilişkilerin dil ve kavram düzeyinde yeniden üretilmesine ve dahası var olan ilişkilerin meşrulaşmasına yol açmıştır” (Ercan, 2001, s. 95). Sonuç olarak sosyo kültürel ve ekonomik paradigmaların modernleşme ve kalkınma süreçlerinde istenilen kalkınmayı hedefleyememesi ve başarısızlıklara yol açması kalkınmanın çatışmacı boyutunu gündeme getirmiştir.

Şekil

Şekil 2: Selçuklu 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi
Şekil 3: Meram 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi
Tablo 3: Yıllara göre yaş grupları
Şekil 5: Ahırlı 2000-2013 yıllarına göre nüfus değişimi
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Kırsal Kalkınmada Sosyal Sermayenin Rolü Callois ve Aubert, kırsal alanların örnek alan olarak belirlenmesinin homojen ve durağan sosyolojik yapı- ları nedeniyle ilginç

Bu tür bir güven, korunan alanlardaki tür ve ekosistemler muhafaza edilirken, korunan alanların dışındaki aynı tür ve ekosistemlerin zarar görmesine yol açan çelişkili

BeĢinci alt probleme iliĢkin bulgular incelendiğinde öğretmenlerin eğitimde değiĢim çabalarına iliĢkin algılarında branĢ değiĢkenine göre projeler ve

1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan içsel kalkınmaya dönük, her bölgenin görece üstün yönlerini ortaya çıkarmayı esas alan, merkezi planlama

In order to understand the molecular aetiology of CF and CBAVD and to determine the CFTR gene mutations in the Taiwanese population, we analysed the whole CFTR gene in 36

AB’nin kırsal alanlara yönelik kalkınma yaklaşımlarında; ekonominin geliş- tirilmesi ve iş imkanlarının geliştirilmesi, insan kaynaklarının, örgütlenme düzeyinin ve

Sonra,,anların»,özellikle mekânlarla somutla- yarak çok değişik tümce yapılarıyla yeni bir Sa­ lâh Birsel kimliği sunduğunu anımsayalım. Bu ki- taplannda

Kan hücreleri için du- rum çok farklı, bu hücreler koruyucu çözeltiler için- de yaklaşık 6 hafta kadar işlevsel olarak saklanabili- yor.. Ne yazık ki damar sistemi