mr
♦
A F T A
K O N U Ş M A S I
/ — %n » » » »
*rrw f
PüD#v «I
ûfûû
M ü riaSd i& ® ,fcllll®
YD
m ®
S û
Uta
ml)
(Hukuku Beşer Beyannamesi) nin Ruhundan Kopmuş
Şuğleden Bir Kuş M esafeler A şarak Buraya Düşmüş, Bu
Damın Altında Barınıp Kalmış, Burada Yuvasını Kurmuştur
Ş
u fikirdeyim ki — pek yeni, henüz kimsenin bulmadığı bir şey söylemiyeceğimi biliyo rum — biz yaşımızı, başımızı aldıktan sonra, çocukluk devri ni hatırdan geçirinken, hele ya şıtlar toplanıp geçmiş günleri konuşurken kendimize veya bir birimize masal okuruz, masal okumakta yanşa gireriz, gerçeği muhakkak değiştirir, realist bir edebiyat yerine eski mânada şi ir yapanz. Vaktile, köyden bah sederken orman yamacında yem yeşil, tertemiz, sulak, ,saadetli, kır çiçeği kakan yerleri akla getiren romantikler gibi çocuk luğumuzu lüzumsuzca süslemek çocukluk çilelerimizi tadına do yulmaz bir zevk halinde gösteı mek, diken, kılçık, koçan, sap, kabuk ,posa, telve cinsinden ol dukça yorucu ve tatsız kısım larını unutup o günleri şurup, şerbet imişçesine hep lezzetten ibaret sanmak âdetim izdir.Bizi dinlerseniz mektep haya tımız Boğaziçinde mehtap safası veya Marmara denizinde kotra gezintisi gibi gümüş ışıkların yayılıp serin rüzgârların e,stiği, nefti ve tirşe gölgeliklerle çev rili bir keyif âlemidir; neş’e için de geçmiştir. Ne fırtına kopmuş ne dalgalar yükselmiş, ne esinti durmuş, ne de — kayaya otur mak, karaya vurmak şöyle dur sun — can sıkıcı ufacık bir hâ dise olmuştur. Çocukluğumuzu söyleşme ve düşünme demek ye diğimiz keçiboynuzunun yarım okkalık tahtasını unutup bir dir hemlik balım hatırlamaktan, o- nun hayalini damakta ve dimağ da gevelemekten başka nedir?
Geçmişteki çirkini güzelleştir, me insan kafasının sakat taraf larından biridir.
Şüphe yok ki bu kafa, şaşır- 1
tıcı icatların kaynağı olmakla beraber icat ettiği o makinelerin âletlerin mükemmelliğine vara madığından görüşte, tartıda, öl çüde hislerine kapılarak daima kusur işler. Çocukluğumuzu dü şünüp konuşurken realitenin bütününü değil, meselâ loş, iz be, isli bir mahalle kahvesinin kendisinden ziyade uçurtma
/■— Y A Z A N : — ^
Refik Halid K A RA YI
menler elinde tatsız tuzsuz, â- deta yoksul yetim bir ömür sür düğümü bütün sızısı ile hatırla maktan da kendimi alamıyo rum. O devrin en modern tahsil yurdu olan (Mektebi Sultani), belki zamanın her yatılı mekte bine üstündü; fakat ne fikir, ne de vücut sıhhati şartlarına uy gundu.
Şimdi, her biri ayrı ayrı çehre hatlarile gözümün önüne gelen çeşitli ırklardan devşirme mu bassırların çoğu — hele küçük küçük sınıflara ayrılanlar — pek zavallı adamlardı; taıısilsiz- diler, görgüsüzdüler; bazıları da idarenin dikkatini çekmiye- cek şekilde sinsice bize eziyet etmekten haz duyarlardı. Öğret menlerden bir kısmı çoktan te kaüde sevkolunacak yaşa gel dikleri, masa başında kayluleye vardıkları, kalem tutan elleri titrediği ve görmelerine artık gözlük değil, pertevsiz, mikros kop, teleskop bile fayda verme diği halde yerlerinde muhafaza edilirdi. İçlerinde bunaklara, sakatlara da rasfl^rabilirdiniz. Kadrolar — hürriyetçi
unsurla-rin talebeyi zehirlemesi korku- si’le — bir türlü gençleştirile- mezdi. Müdürümüz Abdurrah man Efendi hoşsohbet, tarih me raklısı, iyi ve değerli bir zattı ama mektebi herhangi bir kırta siyeci dairenin âmiri gibi, oda sına belli saatlerde gelip otur mak, hattâ üzerine aldığı tarih dersine vekil göndermek şure- tile isteksiz, emelsiz idare yolu nu tutmuştu. İkinci müdür Mösyö de Lys seksenlik bir ih tiyardı, belini demir çubuklar la tuttururdu, göz kapaklarını da ayni usulle tutturamadığın- dan kâğıdı burnuna yapıştırma dan okuyamazdı. İşin kötüsü ayrıca, çoğu bir dairede kâtip ve mümeyyiz olan Türkçe öğ retmenlerin çalışma tarzını da, Fransız vatandaşı bulunan- frenklerinki gibi, kimse kontrol etmez, mektebimiz şahısların mizacına, ruhî haletine, beden kudretine göre düzensiz, başsız yürürdü.
Fakat ne acaip işti ki yine de seçme başlar yetiştirirdi.
★ ★
Ş ö h reti dillerde destan olan - pilâvı gerçekten pek mi ne fisti?
Damağımda kalan tam kırk Devamı Sa. 4, Sü. 1
kâğıdından kesilmiş göz boyayı cı askısmı görürüz, bunu şür- leştiririz.
★ ★
^ ü p h e yok ki çocukluğumu- zun ve mektep hayatımızın bazı hoş hatıraları vardır; fakat acı, üzücü, gurbet kadar yıpra tıcı, azaplı tarafları daha çok tur. Hele bizim zamanımızda, Galatasaray lisesinde bile...
Bugün o lisenin pilâv gününe rastlıyor, Eylülde de yetmiş be şinci yıldönümünü kutlayaca ğız. Bir müddet önce yazdığım bir konuşmada Galatasaraym yalnız benim içinde bulundu ğum tahsil devri sırasında ve 1 yine, yalnız irfan âlemine ka- I zandırdığı değerli şahsiyetlerin j adlarını sayarken pek haklı ola
rak öğünmüştüm.
Öğünmekle beraber, sonradan yanan lise damı altında otsuz ocaksız, yarı aç, yarı tok kaldı ğımı ve bilgiciz, bezgin, çetrefil dilli mubassırlar, hattâ
öğret1-Baş taralı 3 üncüde şu kadar yıllık tad hatırasını yoklayınca 'buna, umumun bir birini tesir altında bırakarak candan, gönülden “evet, şüphe mi var, enfesti!” demesine karşı sadece “fena değildi!” cevabmı vereceğim. Karavana yemekleri nin hususî bir çeşnisi vardır; o pilâvda olsa olsa onu bulursu nuz. Hem, doğrusunu isterseniz (Mektebi Sultanî) nin yemekle ri yutulmaz şeyler olmamakla beraber miktar azlığından do layı tam doyurucu sayılamazdı. Mide ezikliğini bastırmak zorun da kalarak paralılar — teram- petçi Bekir ağanın azami, tarife ve nark üzerinden gizlice koy- nuna sokup getirdiği — tahan helvacını ikindi ekmeğine katık ederler, pastalar ve kuru üzüm lerle şekerli maddelere olan ih tiyacı gidermek zorunda kalır lardı.
Asıl müthişi ışık azlığından gözlerimiz yorulur, ateş noksa- ı nrndan iliklerimiz donardı.
Bütün mektep hava gazile ay- dınlanırdı. Fakat yalmz meme den ibaret, gömleksiz, alt tarafı mavi, üst kısmı penbemsi, çift kanat, gürültülü, kör ışıklarla! Sonradan talebe, aralarında pa ra toplıyarak meme deliklerine ziyayı beyazlaştırıp kuvvetini arttıran gömlekler taktırmışlar dı da biraz nura kavuşmuştuk! j
Bu gömlekler parçalanınca yeni sini yine biz alırdık.
Fakat ısınmağa çare bulama mış, yani ders çalışma koğuşla rına soba kurduramamıştık. Ak şam üzeri, îstanbulu zemherir soğuğu ve matemli loşluk basar ken ateşçiler, karanlığa sıcak ışıklar saça saça koridorlardan geçerler ve bir ucundan öte ucu güç görünen kocaman mütalea koğuşlarındaki gaç mangallara az sonra kararıp kül olacak bi rer kürek kömür ateşi dökerler di. Yirmi dört saatte görüp gö receğimiz rahmet bundan ibaret ti. Ben, daima pencere önünde oturmak merakında olduğum dan macunları kuruyup pervaz lan aşinmış camlardan sızan so ğuğa biraz karşı koymak için .dizlerimi bir battaniye parçası
na sarardım ve ayrıca soğukla beraber, evde çini sobaların ra hat sıcaklığına gömülü, ılık bir hayat sürenler arasında bulun manın gönül sızısını da çeker dim- tıkanm ak için değil de kemiklerimi bir kısa müddet ol sun sızıdan kurtarmak için, sa bah ayazı açık avlulardan geçe rek hamama gittiğim çoktu, ı Bizim zamanımızda sofra ma
salan örtüsüzdü; yemek koğuş lan ıslak paçavra ve biraz da bulaşık suyu kokardı; hademe ler döke saça gidip gelirler, önü müze temizliği çok şüphe götü ren tabaklar dizerlerdi. Yatak çarşafları seyrek değiştirilir, iç çamaşırları kurumadan getirilir, yüz yıkamağa yeter vakit bıra kılmaz, en iptidaî şekilde yapıl ımş ayakyollarına ise hiç bakıl-} mazdı.
f Realist gözle bütün bunları ve sütunuma sığdıramadığım daha nice münasebetsizlikleri düşününce bende mektebin bı raktığı hatıralar o kadar da se vindirici, coşturucu, “ah ne gün lerdi! Ne güzeldi! Ne tatlı ha yattı! dedirtecek mahiyette de ğildir, hattâ eski devrin savsak zihniyetine, daha iyi olabilecek bir şeyi fena idaresine belirgin bir örnek olmak bakımından acıdır, hüzün vericidir.
★ ★ V.
-S
imdi bu, maddî hüviyeti . huşusî bir kıymet arzetmi- yen tablonun içinde gizli gizli yüreği atan nur kaynağının as lına geleceğim: Eski (Mektebi Sultanî) nin şahsiyetini yapan bambaşka bir havası vardı ki en sağlam temeli, bütün ruhu, ger çekten güzel ve canlı tarafı o idi: (Mektebi Sultani), çoğunlu ğu itibarile istibdaddan yaka silken diktatörlüğe kafa tutan, dalkavukluğa yan çizen ve kö tülüğe âlet olmaktan çekinen hürriyet âşıkı, haksever, yenili ğe bağlı bir irfan ordusu yetiş tirirdi.(Hukuku Beşer Beyanname s i nin ruhundan kopmuş bir şuğle, mesafeler aşarak buraya düşmüş, bu damın altında barı nıp kalmış, burada — bir daha geri dönmeği hatırına getirmi- yen bir hürriyet, müsavat ve sulh güvercini gibi — yuvasını kurmuştu.
i inşallah yavru çıkarmakta 4evam ediyordur..