• Sonuç bulunamadı

Çocukluk çağı travmasının erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzına etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çocukluk çağı travmasının erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzına etkisi"

Copied!
105
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL KENT ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMASININ ERKEN DÖNEM

UYUMSUZ ŞEMALAR VE STRESLE BAŞA ÇIKMA

TARZINA ETKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Birgül Sena MAYDA

Enstitü Anabilim Dalı : Psikoloji

Enstitü Bilim Dalı : Klinik Psikoloji

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Kadriye Esin CANTEZ

(2)

T.C.

İSTANBUL KENT ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMASININ ERKEN DÖNEM

UYUMSUZ ŞEMALAR VE STRESLE BAŞA ÇIKMA

TARZINA ETKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Birgül Sena MAYDA

Enstitü Anabilim Dalı : Psikoloji

Enstitü Bilim Dalı : Klinik Psikoloji

Bu tez ___/____/20___ tarihinde aşağıdaki jüri tarafından Oybirliği Oyçokluğu ile kabul edilmiştir.”

(3)

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Birgül Sena MAYDA

30.07.2020

(4)

ÖNSÖZ

Bu tezin yazılması aşamasında, çalışmamı sahiplenerek titizlikle takip eden danışmanım Prof. Dr. Kadriye Esin CANTEZ’ e değerli katkı ve emekleri için içten teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Dr. Fatma ÇAM KAHRAMAN’ a bütün süreç boyunca her anlamda yanımda olmuş, desteğini ve katkılarını esirgememiştir. Bu vesileyle tüm hocalarıma ve tezimin son okumasında yardımlarını esirgemeyen yakınlarıma teşekkürlerimi borç bilirim.

Çalışmanın en başından itibaren bilgi ve deneyimlerini eksiksiz paylaşan, desteklerini esirgemeyen Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü Dr. Öğretim Üyesi Bülent Demir hocama ve Enstitü Sekreterimiz Ercan TUTAR’a sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.

Tezimin en başından itibaren beni yalnız bırakmayan, bana inanan ve her zaman moral veren canım arkadaşlarım Orkun BAPOĞLU, Gizem Merve Tüzel, Ahmet Can ÜNSAL, Nuray ŞENER, Yusuf Can PAŞA ve Emre DOĞAN’a iyi ki hayatımdasınız diyerek teşekkürlerimi sunuyorum.

Son olarak bu günlere ulaşmamda emeklerini hiçbir zaman ödeyemeyeceğim, anneme, babama, kardeşime ve ablama şükranlarımı sunarım.

Birgül Sena MAYDA

(5)

i

İÇİNDEKİLER

Sayfa No. KISALTMALAR ... iii TABLO LİSTESİ ... iv ŞEKİL LİSTESİ ... vi ÖZET ... vii SUMMARY ... viii BÖLÜM 1: GİRİŞ ... 1 1.1. Araştırma Soruları ... 1 1.2. Araştırmanın Amacı ... 2 1.3. Araştırmanın Önemi ... 3 1.4. Araştımanın Sayıltıları... 3 1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları ... 3 BÖLÜM 2: LİTERATÜR TARAMASI ... 4 2.1. Travma Kavramı ... 4 2.1.1. Tanım ... 4

2.1.2. Çocukluk Çağı Travması ... 5

2.1.3. Tarihçe ... 7

2.1.4. Epidemiyoloji... 10

2.1.5. Çocukluk Çağı Travmaları Türleri ve Risk Faktörleri ... 12

2.1.5.1. Fiziksel İstismar ... 13

2.1.5.2. Duygusal İstismar ve İhmal ... 15

2.1.5.3. Fiziksel İhmal ... 19

2.1.5.4 Cinsel İstismar ... 20

2.2 Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ... 23

2.2.1. Kavramsal Model ve Özellikleri ... 23

2.2.2. Şemaların Kökenleri ... 26

2.2.2.1. Çekirdek Evrensel Duygusal İhtiyaçlar ... 26

2.2.2.2. Erken Dönem Yaşantıları ... 26

2.2.2.3. Duygusal Mizaç ... 28

2.2.3. Şema Alanları ve Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ... 29

2.2.3.1 Kopukluk ve Reddedilme ... 29

(6)

ii

2.2.3.3 Zedelenmiş Sınırlar ... 33

2.2.3.4. Başkası Yönelimlilik ... 34

2.2.3.5 Aşırı Uyarılma ve Baskılama ... 35

2.3. Stresle Başa Çıkma Tarzları ... 36

2.3.1. Stres Kavramı, Tanımı ve Kapsamı ... 36

2.3.2. Stresle Başa Çıkma ... 41

BÖLÜM 3: YÖNTEM ... 47

3.1. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ... 47

3.2. Veri Toplama Araçları ... 47

3.2.1. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ... 47

3.2.2. Young Şema Ölçeği Kısa Form 3 ... 48

3.2.3. Stresle Başa Çıkma Tarzı Ölçeği ... 48

3.3. Verilerin Analizi ... 49

BÖLÜM 4: BULGULAR ... 50

4.1. Demografik Değişkenlere ve Araştırma Değişkenlerine İlişkin Tanımlayıcı İstatistik Bulguları ... 50

4.2. Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanları Üzerindeki Etkilerine İlişkin Bulgular ... 55

4.3. Çocukluk Çağı Travmalarının Stresle Başa Çıkma Tarzları Üzerindeki Etkilerine İlişkin Bulgular ... 60

TARTIŞMA VE SONUÇ ... 68

ÖNERİLER ... 74

KAYNAKÇA ... 75

EKLER ... 85

(7)

iii

KISALTMALAR

ÇÇTÖ : Çocukluk Çağı Travması Ölçeği

DSÖ : Dünya Sağlık Örgütü

SBÇTÖ : Stresle Başa Çıkma Tarzı Ölçeği

(8)

iv

TABLO LİSTESİ

Tablo1: Katılımcıların Sosyodemograif Bilgileri için Sayı ve Yüzde Dağılımı ... 50

Tablo 2: Çocukluk Çağı Travmasına Ait Betimleyici İstatistikler ... 52

Tablo 3: Young Şema Ölçeğine Ait Betimleyici İstatislikler ... 53

Tablo 4: Stresle Başa Çıkma Tarzlarına Ait Betimleyici İstatistikler ... 54

Tablo 5: Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanı Kopukluk ve Reddedilme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 55

Tablo 6: Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanı Zedelenmiş Özerklik ve Performans Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 56

Tablo 7: Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanı Zedelenmiş Sınırlar Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 57

Tablo 8: Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanı Başkası Yönelimlilik Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 58

Tablo 9: Çocukluk Çağı Travmalarının Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanı Aşırı Uyarılma ve Baskılama Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 59

Tablo 10: Çocukluk Çağı Stresle Başa Çıkma Tarzından Kendine Güvenli Yaklaşımı Benimseme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları 60 Tablo 11: Çocukluk Çağı Travmalarının Stresle Başa Çıkma Tarzından İyimser Yaklaşımı Benimseme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 61

Tablo 12: Çocukluk Çağı Travmalarının Stresle Başa Çıkma Tarzından Çaresiz Yaklaşımı Benimseme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 62

Tablo 13: Çocukluk Çağı Travmalarının Stresle Başa Çıkma Tarzından Boyun Eğici Yaklaşımı Benimseme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 63

(9)

v

Tablo 14: Çocukluk Çağı Travmalarının Stresle Başa Çıkma Tarzından Sosyal Destek Arama Yaklaşımı Benimseme Üzerindeki Etkisine İlişkin Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları ... 64 Tablo 15: Erken Dönem Uyumsuz Şema Alanları ile Stresle Başa Çıkma Tarzı Arasındaki İlişkiye Ait Korelasyon Analizi Bulgusu ... 65

(10)

vi

ŞEKİL LİSTESİ

Şekil 1: Çocukluk Çağı Travmalarının Türleri ... 13 Şekil 2: 5 Şema Alanı ... 29 Şekil 3: Stresin Aşamaları ... 40

(11)

vii

İstanbul Kent Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü - Yüksek Lisans Tez Özeti Tezin Başlığı: Çocukluk Çağı Travmasının Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ve Stresle Başa Çıkma Tarzına Etkisi

Tezin Yazarı: Birgül Sena MAYDA Danışman: Prof. Dr. Kadriye Esin CANTEZ

Kabul Tarihi: Sayfa Sayısı: viii (ön kısım) + 84 (tez) + 8(ek)

Anabilimdalı: Psikoloji Bilimdalı: Klinik Psikoloji

Bu araştırmada, çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzlarına etkisi incelenmiştir. Ek olarak, erken dönem uyumsuz şema alanları ve stresle başa çıkma tarzları arasındaki ilişki de ortaya konmuştur. Çalışma örneklemini 18-61 yaş aralığında (Mode=18-28 yaş) İstanbul ilinde ikamet eden 430 (330 kadın, 100 erkek) katılımcı oluşturmaktadır. Öz bildirim anketleri aracılığıyla veriler toplanmıştır. Çocukluk Çağı Travması Ölçeği (Şar ve diğerleri, 2012), Young Şema Kısa Form-3 (Soygüt, Karaosmanoğlu ve Çakır, 2009), Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (Şahin ve Durak, 1995) kullanılmıştır.

Araştırma sonuçları, çocukluk çağı travmasının erken dönem uyumsuz şemaları etkilediğini göstermiştir. Ancak çocukluk çağı travmasının stresle başa çıkma tarzları üzerindeki etkisine bakıldığında etkinin sınırlı olduğu saptanmıştır. Ayrıca, bu çalışmada erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzı arasında da ilişki olduğu belirtilmiştir. Bu bulgular ışığında, sonuçlar alternatif açıklamalar göz önüne alınarak tartışılmıştır. Çalışmanın bulguları tartışılmış ve literatürdeki ilgili çalışmalar ışığında alternatif açıklamalar yapılmıştır. Ayrıca klinik uygulamalar, sınırlılıklar ve daha ileri araştırmalar için öneriler sunulmuştur.

(12)

viii

İstanbul Kent University Institute of Social Sciences-Abstract of Master Thesis Title of the Thesis: The Effect of Childhood Trauma on Early Maladaptive Schemas and Stress Coping Style

Author: Birgül Sena MAYDA Supervisor: Prof. Dr. Kadriye Esin CANTEZ Date: Nu. of pages: viii (pre text) + 84 (main body)+8 Department: Psychology Subfield: Clinical Psychology

In this study, the effects of childhood traumas on early maladaptive schemes and coping styles were investigated. In addition, the relationship between early incompatible schema areas and styles of coping with stress has been revealed. The sample of the study consists of 430 participants (330 females, 100 males) residing in Istanbul between the ages of 18-61 (Mode= 18-28 years). Data were collected through self-report questionnaires. Childhood Trauma Scale (Şar ve diğerleri, 2012),Young Schema Short Form-3(Soygüt, Karaosmanoğlu, Çakır, 2009), Stress Coping Styles Scale (Şahin, Durak, 1995) were used in this study.

Research results have shown that the early stages of childhood trauma affects incompatible schemes.However, when looking at the impact of childhood trauma stress coping styles were found to be less of an effect.In addition, it was stated in this study that there was a relationship between early maladaptive schemes and stress coping style.

In the light of these findings, the results are discussed considering alternative explanations. The findings of the study were discussed and alternative explanations were made in the light of related studies in the literature. Also in this study, clinical applications, limitations and suggestions are presented for further research.

(13)

1

BÖLÜM 1: GİRİŞ

Bu çalışmanın ana hedefi Çocukluk Çağı Travmalarının, Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ve Stresle Başa Çıkma Tarzları üzerindeki etkisini incelemektir. Çocukluk dönemlerinde travmaya sebebiyet veren olumsuz yaşam olaylarının bireyin ilerleyen yaşamında hayatını nasıl etkilediği ile ilgili çalışmalar artmış olmakla birlikte erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzları ile ilgili bilimsel çalışmalar kısıtlıdır. Dolayısıyla, erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzı arasındaki ilişki de incelenmiştir. Bu araştırmada, Çocukluk Çağı Travmasının Erken Dönem Uyumsuz Şemalar üzerinde etkisi olacağı ve Erken Dönem Uyumsuz Şemalar ile Stresle Başa Çıkma Tarzı arasında ilişki bulunması beklenmektedir.

Çocukken deneyimlenen travmalar, yaşamı her açıdan etkisi altına almaktadır. Örneğin, çalışan annelerin çocukları ile yeterince zaman geçirememesi gibi aslında günümüz koşullarında normal algılanan yaşam olayları bazı durumlarda travma olarak değerlendirilebilmektedir. Çocukluk döneminden beri maruz kalınan bu olaylar yetişkinlikte kişilerin düşüncelerini, olaylar karşısındaki inançlarını etkilemektedir. Bu sebeple, nispeten yeni bir psikoterapi ekolü olarak var olan, bilişsel davranışçı çerçeveyi ve kavramları genişleterek oluşturulan Şema Terapi, erken dönem uyumsuz şemaları inceleyerek çocuklukta edinilen çıkarımların yetişkinlikteki yansımalarını gözler önüne sermektedir.

Hayat olumlu ve olumsuz yaşam olaylarından oluşmaktadır. Sadece olumsuz olaylarla kalmamakla beraber olumlu yaşam olayları da insanların stresli hissetmelerine neden olabilmektedir. Bu bağlamda, bireyin stresinin arttığı bir durumla karşı karşıya gelmesi durumunda önceden öğrendiği ve düşüncelerinin şekillenmesine sebebiyet veren yaşam olaylarının yansımalarıyla birlikte inançlarıyla tutarlı bir şekilde davranış sergiler.

1.1. Araştırma Soruları

1) a. Çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şema alanlarından kopukluk ve reddedilme üzerinde etkisi var mıdır?

(14)

2

b. Çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şema alanlarından zedelenmiş özerklik ve performans üzerinde etkisi var mıdır?

c. Çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şema alanlarından zedelenmiş sınırlar üzerinde etkisi var mıdır?

d. Çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şema alanlarından başkası yönelimlilik üzerinde etkisi var mıdır?

e. Çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şema alanlarından aşırı uyarılma ve baskılama üzerinde etkisi var mıdır?

2)a. Çocukluk çağı travmalarının stresle başa çıkma tarzından kendine güvenli yaklaşımı benimseme üzerinde etkisi var mı?

b. Çocukluk çağı travmalarının stresle başa çıkma tarzından iyimser yaklaşımı benimseme üzerinde etkisi var mı?

c. Çocukluk çağı travmalarının stresle başa çıkma tarzından çaresiz yaklaşımı benimseme üzerinde etkisi var mı?

d. Çocukluk çağı travmalarının stresle başa çıkma tarzından boyun eğici yaklaşımı benimseme üzerinde etkisi var mı?

e. Çocukluk çağı travmalarının stresle başa çıkma tarzından sosyal destek arama yaklaşımı benimseme üzerinde etkisi var mı?

3) a. Erken dönem uyumsuz şema alanları ile stresle başa çıkma tarzı arasında ilişki var mıdır?

1.2. Araştırmanın Amacı

Yapılan araştırmada, çocukluk çağı travmalarının erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzı üzerinde etkisi olup olmadığını saptamak amacıyla yapılmıştır. Ayrıca erken dönem uyumsuz şemalar ile stresle başa çıkma tarzı arasındaki ilişki de incelenmiştir.

(15)

3

1.3. Araştırmanın Önemi

Literatür taraması yapıldığında çocukluk çağı travmaları ve erken dönem uyumsuz şemalar arasında yapılan çalışmalar mevcut olmasına rağmen çocukluk çağı travmaları ve stresle başa çıkma tarzı, erken dönem uyumsuz şemalar ve stresle başa çıkma tarzı ile ilgili araştırmalar bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu çalışmanın bilimsel çalışmalara katkıda bulunulacağı düşünülmektedir.

1.4. Araştımanın Sayıltıları

Araştırmada kullanılan form ve ölçeklere katılımcıların içten ve doğru bir şekilde yanıt verdiği varsayılmaktadır. Bu çalışmada mevcut olan ölçme materyalleri, ölçütleri özellikler yönünden geçerli ve güvenilirdir.

1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları

Çalışmamızdaki en önemli sınırlılık İstanbul ilinde ikamet eden, büyük çoğunluğunun kadın ve eğitim düzeylerinin yüksek olduğu katılımcılardan oluşmakta olmasıdır. Ayrıca Çocukluk Çağı Travmalarının ileriki yaşlardaki ölçümü ile ilgili sınırlılıklar olabilir. Çocukluk döneminde deneyimlenen olaylar unutulmuş veya bastırılmış olabilir. Bu araştırmanın kesitsel olması sebebiyle nedensellik ilişkisinin ortaya konmasında zorluklar.

(16)

4

BÖLÜM 2: LİTERATÜR TARAMASI

2.1. Travma Kavramı

2.1.1. Tanım

Travma diye nitelendirdiğimiz durum yeni bir kavram değildir. Travma; bireyin ruhsal ve bedensel varlığını farklı şekillerde sarsan, inciten, yaralayan her türlü olayı tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. 19.yy'dan 20.yy'ın ilk yarısına kadar "travma" kavramı daha çok fiziksel travma olarak kullanılırken 19.yy'da sadece "fiziksel travma" anlamında kullanılmıştır (Jones, 2007: 174; Özen, 2017: 106). Tıp sözlüklerine günümüzde bakıldığında ise travmanın " dış bir etmen tarafından kişinin fiziksel olarak zarara uğraması" olarak tanımlandığı görülmektedir (Kocatürk, 2005: 712). 1870 senesinde yaşanan Prusya ve Fransa savaşı akabinde travmatik olayların bedensel hasar dışında da problemler meydana getirebileceği fikri ortaya çıkmıştır (Kardiner, 1959: 250).

Travma kavramı, doğal yollarla ya da insan kaynaklı oluşan felaketlerin ardından bütün toplumların önemsediği bir durum olmuştur. Birden bire ortaya çıkan (ani) travmatik yaşam olaylarının psikolojik yansımaları çok şiddetli olursa bireylerin hayatını çekilmez bir hale sokabilir.

Hayatımız boyunca olumlu yaşam olaylarının yanı sıra kaçınılmaz olarak yaşadığımız çok fazla stresli, olumsuz duygular hissettiren olaylarla da karşılaşmaktayız. Böyle olmasına karşın, her stresli olay ya da durum bireyler tarafından travma olarak algılanmamaktadır. Bir olayın travma olarak tanımlanabilmesi için bazı belirleyici faktörler vardır. Travma durumunu yaşantımız süresince deneyimlediğimiz zorlu olaylardan ayıran faktör, kişi başkalarının ya da kendisinin ömrüne, bedensel bütünlüğüne bağlı olarak tehdit algılaması, şiddet veya ölüm tehlikesiyle burun buruna gelmesidir (Türksoy, 2003: 215).

Travma az rastlanılan bir durum veya olay olması, bireyin günlük yaşantısında baş etme yöntemlerinin yetersiz kalmasına neden olabilecek kadar yoğun yaşanmasından dolayı olağan dışı bir deneyimdir (Türksoy, 2003: 212)

(17)

5

ICD-10 (International Classification of Diseases) 'a göre, travma, hemen hemen herkesi sıkıntıya sokabilecek, sıra dışı, insanların neden olduğu ve insan kontrolünde olmayan durum veya olayların sonucunda bireyin kendini tehdit altında hissetmesiyle birlikte meydana gelen uzun dönemli ya da kısa dönemli reaksiyonlardır (ICD-10, 1992: 22).

"Travma kavramı" olarak bahsedilmesi gereken diğer bir önemli noktaya değinecek olursak; beklenmedik bir şekilde oluşan, tekrarlanmayan, kısa bir an için olan durum veya olaylar olarak tanımlanan tekli travmanın yanı sıra çocukluk çağında yaşanan istismarlar, askeri savaşlarlarla yüz yüze gelinmesi ve bu durumun sürmesi gibi örneklerle açıklanan "çok olaylı travma" kavramı da bulunmaktadır (Handwerger, 2009: 186).

2.1.2. Çocukluk Çağı Travması

Çocuğa karşı bir yetişkin, başka bir çocuk, halk tarafından çocuğun fiziksel, emosyonel, gelişimlerini negatif yönde etkileyen istemli veya istemsiz davranışlar sergilenmesi olarak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) çocuk istismarını değerlendirmiştir. Ayrıca, bu olaylara maruz kalan çocuk veya ona bu davranışları sergileyen ya da diğer bireyler bu davranışları istismar olarak algılamasa dahi sergilenen bu eylemler çocuk istismarı olarak kabul edilmektedir (Kırımsoy, Acar, Sevük ve diğerleri, 2013: 206).

Çocukluk çağı travmaları kişinin çocukluk dönemlerinde yada genç yetişkinlikte karşılaştığı beş çocukluk çağı travması türlerinin (cinsel istismar, duygusal istismar, duygusal ihmal, fiziksel istismar, fiziksel ihmal) hepsini kapsayan genel bir başlıktır. Literatür araştırmalarında karşımıza genellikle ihmal ve istismar olarak çıkmaktadır (Demirkapı, 2013: 2).

Çocukluk döneminde maruz kalınan psikolojik travmalar hiçbir bağı olmayan ya da kendisine çocukluk çağında bakımıyla ilgilenmesi gereken kişiler tarafından, çocuğun her türlü bedensel ve zihinsel durumuna hasar verecek, gelişimsel dönemlerini sekteye uğratacak ekonomik hedeflerle kötüye kullanmayı kapsayan her türlü eylemdir (Şahin, 2008: 38).

(18)

6

Aktif bir şekilde 18 yaşından küçük olan her çocuğun zihinsel ve sosyal gelişimlerini olumsuz yönde etkileyen, emosyonel ve fiziksel davranışlar istismar olarak tanımlanırken, ihmal ise 18 yaşından küçük olan çocukların eğitim-öğretimi, gözetimi ve yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçlarının giderilmemesi olarak kabul edilmektedir (Demirkapı, 2013: 3).

Fiziksel istismar etken, ihmal ise edilgen bir kavramdır. (Ayvaz ve Aksoy, 2004: 29). Diğer bir deyişle; İhmali istismardan ayıran nokta ebeveynlik sorumluluklarını yeterli düzeyde sağlayamama durumu olduğundan farkındalık açısından daha az göze çarpmaktadır (Mennen ve diğerleri, 2010: 648).

American Professional Society on the Abuse of Children, (APSAC, 1995)'a göre çocuğa yönelik kötüye kullanılmayı altı alt başlıkta incelemiştir. Bunlar;

1) Çocuğun diğer çocuklardan ve etkinliklerden ayrışmasına neden olan soyutlama eylemi.

2) Çocuğa dostça yaklaşılmayan, kabul edilmediği görmezden gelme davranışı. 3) Bir olay ya da duruma karşı tehdit edilip, çocuğu ürkütme davranışı.

4) Çocuğun sağlık gereksinimlerinin ve ihtiyaç dâhilinde tedavisindeki sorumlulukların ihmal edilmesi.

5) Çocuğu yasal olmayan durumlara özendirme davranışı.

6) Çocuğun emosyonel istek ve gereksinimlerini yok sayma davranışı.

Çocukluk çağında karşılaşılan istismar ve ihmalin fark edilmesi, tanı konulması güç olduğundan dolayı sağlık sektöründe çalışan kişilerin çocuk ve aile ile ilk kez yüz yüze geldiklerinde dikkatli bir şekilde gözlemlemeli, her bir aileye şüpheyle yaklaşmaları gerekmektedir aksi takdirde tanı alınmaması veya gecikmesi hastalık ve vefat bağıntısının yükselmesine sebep olmaktadır (Sarı ve diğerleri, 2016: 502).

Son olarak, kültürel açıdan çocukluk çağı travmalarını ele alacak olursak kültürler arası farklılıklar olduğundan bakım veren kişilerden beklenilen tutumlar değişiklik gösterecektir (Elliott ve Urquiza, 2006: 807).

(19)

7

2.1.3. Tarihçe

Fransa-Prusya savaşına kadar olan süreçte, zihinsel sağlıkları iyi olan bireylerin çok fazla stresli bir durumla karşılaşması durumunda dahi belirli bir zaman diliminde sıkıntı yaşasa da kalıcı olarak psikiyatrik bir problemin ortaya çıkmasının imkânsız olduğu öne sürülüyordu. Fakat bahsi geçilen savaşın ardından terhis edilen askerlerin fiziksel hasar haricinde de sıkıntılar deneyimlemesi psikiyatristlerin dikkatini çekmiştir. Bu askerlerin sergilediği davranışlar TSSB semptomlarına yakın belirtiler olarak görülmüştür. Daha detaylı bir şekilde anlatılacak olursa; Cepheye gidilmeden önce zihinsel olarak bir sorunu olmayan askerler, muharebe sonrası tepkilerinin azaldığı, muharebe esnasında deneyimlediği olayları bir daha yaşadığı, cephe öncesi deneyimlemekten haz aldığı durumların artık çekici gelmediği gözlemlenmiştir (Norman, 1989: 139; Veith, 1977: 8).

Başlangıçta "Travmatik nevroz" teşhisi bu bozukluğu taşıyan vakalara sunulmuştur (Kardiner, 1959: 250). Freud travmatik nevrozu; bireyin yaşamında tehdit algısına neden olan ağır kazalar ve yıkım sonrası yaşanan durum olarak tanımlamıştır. Freud'a göre travmatik nevrozu maruz kalınan olaya veya duruma hazırlıklı olmamaktan ve bu durumda korku duygusunun aktive olmasıyla beraber ortaya çıkacağını savunmuştur (Freud 1987; Freud 1955).

Ruhsal travma üç farklı şekilde geçen yüzyılda kamusal olarak farkındalığa çıkarılmıştır. Travmatik yaşantıları inceleyen kişiler her defasında aktif olarak siyasete girdiklerinden başarıya ulaştılar. İlk yaklaşım; Fransa'da kadın ruhsal durumunun arketipi olarak oluşan histeri, kilise karşıtı siyasi bir hareket olarak doğmuştur. Freud ve meslektaşları, deneyimlenen travmanın histeriye sebebiyet verdiğini ortaya koydular. İkinci olarak, ABD ve İngiltere'de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan çalışmada bomba şoku (shell shock), harp nevrozu gibi kavramlar ortaya çıkmış olup, Vietnam savaşıyla beraber literatür ağırlıklı olarak bu tip çalışmalara olan odak artmıştır. Travma kavramı ile ilgili olarak son çıkan farkındalık ise; cinsel ve ev içi şiddettir. (Jones, 2007: 166; Herman, 2019: 25).

Bahsi geçilen bu üç çalışmanın kombinasyonu günümüzdeki travma literatürünün inşasını oluşturmaktadır (Jones 2007: 173; Herman, 2019: 63).

(20)

8

Yakın geçmişe kadar birçok kez travma kavramı gündem haline gelmiş ve zaman içinde defalarca kez değişime gidilmiştir. Bütün bu süreçleri zaman içerisinde yenilenen DSM (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) üzerinden ilan eden Amerikan Psikiyatri Birliğinden takip edilebilmektedir (Wilson 1994: 684).

DSM1'de ilk olarak travmatik deneyimin savaş esnasında ortaya çıkan bir olay veya durumun varlığına ilişkin bilgiler kayıt altına alınmalıydı. Hatta bu durum muharebe sırasında ortaya çıkmış olsa bile patlama/yıkım gibi normal sayılmayacak kadar önemli bir olay olmalıydı. Dolayısıyla bütün bu kriterleri kapsayan "Büyük Stres Reaksiyonu" denilen tanı kavramsallaştırılmıştır. Bu derece büyük bir deneyim yaşayan kişi tümüyle normal (sıradan) bir kişi olarak tanımlanamazdı. Bunlara ek olarak, hastalıklarda temel sebebinin ruhsal kaynaklı olup olmadığına bağlı olarak bu tanı kalıcı olmayan kişilik bozukluğu olarak varsayılmıştır. Ancak DSM1'de bireyler arasında gerçekleşen şiddet ve cinsel saldırı gibi noktalara değinilmemiştir (Çolak ve diğerleri, 2010: 22).

DSM-2 travma konusunda farklı bir şey eklememiş dahası geçici uyum bozukluklarına sebebiyet verir önerisiyle travma kavramı değersizleştirilmiştir. Odaklanılması gereken diğer bir kısım ise, kişiye özel travma'dan söz edilmemiştir onun yerine DSM-2'ye göre travma ses getirecek ölçüde önemli, toplumsal durumlarla kısıtlanmıştır (Özen, 2017: 114).

Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve bu koşula bağlı olarak "travma" kavramı ilk kez DSM-3'te belirtilmiştir. 1970 yılından önce, travmatik olay sonrası genel görünüm bireyin ruhsal ve biyolojik yapısıyla ilişkili olduğu görüşü ve deneyimlenen travmatik olayın sadece bir tetikleyici olduğu görüşü ileri sürülmüştür. Travma Sonrası Stres Bozukluğunun tanımının yapılmasıyla temel neden birey odaklı değil travma diğer bir değişle olay odaklı olmuştur (Özen, 2017: 114). O zamanlarda, içinde bulunulan ortamın siyasi ve kültürel etkisinde kalındığı ileri sürülmüştür (Jones, 2007: 172).

Bütün bunlara bağlı olarak; sağlıklı bir kişi maruz kalınan olaylar neticesinde dayanıklı olmak zorunda kalmayacaktır yani sağlıklı (normal) bir kişi normal olmayan bir olaya normal olmayan tepki verebilecektir çünkü DSM-3 ile psikolojik semptomların çevresel durumlara ya da olaylara bağlı olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir (Özen, 2017: 115).

(21)

9

Kaynağı stres olan travmatik olayın ciddiyetinin anlamı üzerinde yoğunlaşarak soru işaretlerinin giderilmesinde DSM-3'ün gözden geçirilmişinde (DSM-3-R) daha çok üstünde durulmuştur. Gündelik yaşamda sık rastlanılmayan (olağan dışı) tanımın eklenmesi bu nedene atfetmektedir. Fakat bu çabalara rağmen, "travma" kavramının tanımlanmasında hala bir eksiklik olduğu düşünülmesinden dolayı DSM-4'te daha ayrıntılı bir tanım yapılmıştır (Çolak ve diğerleri, 2010: 23).

DSM-4'te kendisine karşı ya da bir başkasına karşı yapılan bedensel bütünlüğü tehdit eden, ölümle sonuçlanma ya da yaşamını sona verdirmeyle ilgili tehdit, ciddi bir yaralanma gibi belirlenen maddelerin olması zorunlu tutulmuştur (Çolak ve diğerleri, 2010: 23).

Ayrıca, DSM-4 öncesinde eleştirilere maruz kalan olağandışılılık kişiden kişiye değiştiğinden dolayı bu betimleme DSM-4'te çıkarılmıştır (McNally, 2004: 3). Burada, tanımlanan kavrama nesnellik kazandırmaya çalışmanın yanı sıra yaşantılanan travmatik olayda subjektifliğin de ayrıca üstünde durularak ikisi arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Subjektiflik sağlanırken kişinin olayla karşılaştığı zaman tepkileri sorulmuş ve cevaplarda bulunulması gereken semptomlar olarak belirlenmiştir. (Çolak ve diğerleri, 2010: 23).

Günümüzde kullanılan DSM-5'te yer alan bilgilere göre ise; bir durumun veya olayın kişide travmaya sebep olabilmesi için aşağıdaki kriterlere sahip olması gerekir:

* Kişinin direkt olarak kendi fiziksel bütünlüğünü ve benliğini tehdit eden veya dolaylı yoldan gözlemlediği tehdit edici olaylar veya durumlarla karşı karşıya gelmesi. Yani; kişi kendi maruz kalmakla beraber yakın bir arkadaş ya da akrabanın deneyimlediğini duyma, tanıklık etme olarak da tanımlanabilmektedir.

* Kişinin sıklıkla ve şiddetli bir şekilde, rahatsız olmasına karşın tekrarlayan detaylarla veya durumlarla karşılaşması (APA, 2013: 266).

* Bu gibi durumların sonucunda, bireyin suçluluk hissetmesiyle birlikte korku, çaresizlik, dehşete düşme gibi olumsuz duyguların aktive olması (Sungur; Herbert, 2011: 3).

Çocuklar açısından incelendiğinde ise; kopuk, garip eylemler gösterebilmekte veya huzursuzluk, taşkınlık gibi reaksiyonlar görülebilmektedir (Çolak, Kokurcan ve Özsan, 2010: 22).

(22)

10

2.1.4. Epidemiyoloji

Travma tanımlamalarında çeşitlilik gösterilmesinden, vaka çeşitliliği ve bölgesel çeşitlilikten dolayı istatistiksel veriler bu kavramın yaygınlığını net bir şekilde açıklamakta yetersiz kalmaktadır (Jacobi, Dettmeyer ve Banaschak, 2010; Bernstein, Cohen ve Johnson, 1999: 215).

Çocukluk Çağı Travması; çocuğa karşı ailesi ya da bakım verenlerin, çocukta ağır bir şekilde bedensel veya emosyonel yaralanmaya veya yaşamının son verilmesine neden olabilecek davranış ya da davranışa yeltenilmesi, çocuğa karşı duyarsızlaşma, terk edilmesi veya cinsel istismar şeklinde kavramsallaştırılmıştır (Ayyaz ve Aksoy, 2004: 29).

Cambridge Üniversitesi’nin basının bulguları dikkate alındığında (2009) orta sınıf Amerikalılarla yapılan bir çalışmada; çocukluk ve ergenlik çağlarında yaşanan istismar ve ihmalin yaygınlıkları detaylıca aşağıdaki gibi belirtilmişir;

• İstismar

1. Emosyonel (duygusal) : Yinelenen tehditler, aşağılama (%11) 2. Bedensel (fiziksel) : Dayak (%28)

3. Cinsel istismara başvuran : (% 28 kadın, % 16 erkek )

• İhmal

1. Fiziksel (% 10)

2. Duygusal (% 15) olarak belirtilmiştir.

Alt başlıkları bulunan istismar ve ihmal ailelerin yanında halkı, sosyal yardım kuruluşlarını, yasal ve eğitim sistemlerini hatta iş alanlarını dahi kapsayan bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır (Taner ve Gökler, 2004: 82).

133 ülkeden gelen verileri değerlendirilerek elde edilen bulgulara göre ise; tüm dünyadaki yetişkinlerin takribi çeyreği değişik şekillerde çocuk istismarıyla karşı karşıya gelmek durumunda kalmıştır (Şiddeti Önleme Konusunda Küresel Statü Raporu, 2014: 103).

Yaygınlığa bakılacak olursa ise; fiziksel (bedensel) istismar (%36,3), duygusal (emosyonel) istismar (16,3), fiziksel ihmal (%16,3) olarak belirlenerek cinsiyetler

(23)

11

açısından bakıldığında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (Şiddeti Önleme Konusunda Küresel Statü Raporu, 2014: 103).

Çeşitli istismarlara dünya genelinde sıklıkla rastlanıldığı halde, sosyal gerekçelerle saklanıldığından dolayı vakaların sadece %15'i açığa çıkmaktadır. Çoğu ülkede yapılan araştırmalar sonucu kızların erkeklerden daha fazla istismara maruz kaldığı belirtilmekte bu da, istismarın cinsiyet farklılığı gözettiğini göstermektedir. Cinsiyet açısından istismar incelendiğinde diğer bir altı çizilmesi gereken mühim nokta erkekler yabancılar tarafından istismara maruz kalırken, kızlar genellikle aile içerisindeki kişiler tarafından istismara maruz kalmaktadır (Mutlu, 2015).

Çoğu ülkede yapılan çalışma verilerine bakıldığında dünyada her yıl 300.000 çocuk cinsel istismarla karşı karşıya kalmaktadır. Resmi raporlara bakıldığında yeryüzündeki kadın cinsiyetinin %30-45'i, erkeklerin %13-16'sı 18 yaşına ulaşmadan cinsel istismarla karşılaşmak durumunda kalmıştır (Mutlu, 2015:17).Dünya Sağlık Örgütü (WHO) (2002) çocukluk çağında hemen hemen 150.000.000 kızın cinsel şiddet aracılığıyla bedensel ilişki kurulduğunu vurgulamıştır. Güney Afrikalı 15-49 yaş aralığındaki kadınların 15 yaşına gelmeden tecavüze uğradıkları 1988 senesinde yapılan ulusal temsili bir çalışmada açıklanmaktadır (Reza, Breiding, Gulaid ve ark., 2009: 234). Konuyla alakalı başka bir araştırmada yıkımı en ağır olan cinsel şiddet %65.4 olarak raporlanmıştır (Kurt ve diğerleri, 2017: 407).Kötü muameleyle karşılaşılan seçili Svaziland'daki ilkokul ve ortaokuldaki çocuklarda fiziksel istismar cinsel istismara göre yaklaşık 2 kat daha sık görülmektedir. Öğrencilerin yaşlarına bakıldığında en savunmasız yaş grubunun 10-15 yaş grubundakiler olduğu savunulmuştur. Yine cinsel davranış kalıplarıyla ilgili olarak yapılan başka bir araştırma bulgularına göre; ortaokula giden çocukların %13'ü ilk cinsel ilişkilerini gönüllü olarak deneyimlememiştir (Reza, Breiding, Gulaid ve ark., 2009: 345). Bütün bunlara ek olarak, Svaziland'daki okullarda karşılaşılan cinsel istismarın öğretmenler tarafından yapıldığı bilhassa belirtilmiş olup bu bölgedeki çocukların durmadan okullarını terk ederek eğitimden uzaklaştıkları gözlemlenmiştir (Motsa, 2016: 125).

Türkiye’de çocukluk dönemlerinde travmatik olaylarla karşılaşan evli kadınlar üzerinde yapılan örneklem sayısıyla güvenilirliği en yüksek araştırma verilerine bakıldığında, kadınların %39'u fiziksel şiddete uğrarken, cinsel şiddette bu oran %15 olarak karşımıza çıkmaktadır. %42 oranıyla ise cinsel ve fiziksel şiddetten en az biriyle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu çalışmanın dikkat çekici yönlerinden birisi yöntem

(24)

12

olarak yüzyüze anket ve yüz yüze olmayan anketler şeklinde dağılıma uğramış, 15 yaş öncesi cinsel istismarı deneyimleyenlerin yaygınlık oranı yüz yüze'de %4.4 olarak görülürken, diğerinde bu oran %7.2'dir (Türkiye’de Çocuk İstismarı ve Aile İçi Şiddet Araştırması Raporu, 2010: 33).

Ülkemizde 1986'da 5000 çocukla yapılan Bilir ve meslektaşlarının yürüttüğü geniş çaplı araştırmada, yaşamlarının herhangi bir döneminde fiziksel istismara uğrayan henüz 5 yaşına gelmeyen çocukların oranı %36 olarak saptanmıştır. Yine çocuk psikiyatri servislerinden toplanan bulgularda fiziksel ve duygusal istismar sıklığı sırasıyla %36 ve %52'dir. Ayrıca, yine ükemizde yapılan ancak yayınlanmamış anketlere göre ise; lise döneminde cinsel istismara maruz kalanlar %11'i, üniversite zamanında ise %15'i oluşturmaktadır (Oral ve diğerleri, 2001: 283).

Hiyerarşik doğrusal modelleme analizinde cinsel yönelimin, çoğu mağduriyet değişkenlerinde belirleyici etken olduğu ortaya çıkmıştır. LGB katılımcıları (lezbiyen, gay ve biseksüel) heteroseksüel katılımcılarla kıyaslandığında; çocukluk dönemlerinde bakım verenlerinden daha fazla psikolojik ve fiziksel olarak kötüye kullanılmışlardır. Ayrıca yetişkinliklerinde aynı şekilde heteroseksüellere göre daha sık eşleri tarafından cinsel kötüye kullanımı deneyimlemek durumunda kalmışlardır. Cinsel kimliğin oluşum sürecinde çocukken yaşantılanan bu olayların tesirinde kalınıldığı varsayılmaktadır (Balsam ve diğerleri, 2005; Lisa ve diğerleri, 2013: 481).

2.1.5. Çocukluk Çağı Travmaları Türleri ve Risk Faktörleri

Çocukluk Çağı travmaları 5 alt kategori altında toplanmıştır. Bu bölümde her biri tek tek ele alınmıştır.

(25)

13

Şekil 1: Çocukluk Çağı Travmalarının Türleri

2.1.5.1. Fiziksel İstismar

Henüz 18 yaşına gelmemiş olan gencin veya çocuğa bakım veren kişilerin ona karşı yeterince sorumluluklarını yerine getirememesinden dolayı, kazadan bağımsız olarak bedende bir yaralamaya ya da hasara sebep olunan ya da riski taşıyan davranışların genel adıdır. Genel olarak ebeveynlere ya da bakım veren kişilere sorulduğunda bedende görülen hasarın nasıl olduğu net bir şekilde açıklanamadığı saptanmıştır (Kara ve diğerleri, 2004; Tıraşçı ve Gönen, 2007: 143). Başka bir tanımda, çocukta kalıcı ya da geçici zarara sebebiyet veren, ağrıya neden olan çürük, yanık, kafa hasarları, kırık ya da iç yaralanmalar olarak vurgulanmıştır. Kalıcı hasarı yara yerinin belirli bir şekilde görülmesi, nörolojik eksiklik olarak açıklanabilmektedir (Paavilaienen ve Tarkka, 2003: 52).

Fiziksel istismarın en sık görülen şekli vurma, dövmeyken daha az görülen şekli yanma, boğulma, zehirlenmedir(Kara ve diğerleri, 2004: 154). Örnekleri çoğaltacak olursak, bedensel olarak çocuğun canını acıtan, kulak ve saçların çekilmesi, ceza vermek amaçlı odası gibi alanlara kilitlenmesi, tek ayağının üzerinde durması gibi çocuğun belirli bir zaman diliminde aynı pozisyonda durulmasını sağlayan çeşitlilik açısından geniş davranışları kapsamaktadır (Korkmazlar ve diğerleri, 2010: 5).

Psikanalitik teori bireyin içinde tuttuğu yıkıcı duyguları dile getiremediği zaman sinir halinin ya da stresli durumun fiziksel olarak ifade edildiğine değinmiştir (Şenkal

Çocu

kluk

Çağı

Tr

avm

ası

Fiziksel İstismar

Duygusal İstismar

Cinsel İstismar

Duygusal İhmal

(26)

14

ve Işıklı, 2015: 77). Bazı kaynaklara göre burada sadece fiziksel tesirlerden değil, çocuğun gelişimini negatif yöne çeken bilişsel ve ruhsal etkilerden de bahsedilmektedir. (Tatar, 2019: 36).

Öğrenmenin kendi yaşantılarımızdan edinilen bilgilerle kalmadığı, diğer kişilerin yaşantılarından da gerçekleşebileceği Bandura'nın Sosyal Öğrenme Kuramında vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, çocuk kötüye kullanım sergileyen bakım veren kişinin davranışlarını inceler ve bu davranışların normal olduğunu düşünür bu da ileriki yaşlarında onları taklit ettiğinden çocuğun sosyal yaşantısında aynı şekilde davranabileceğini belirtmiştir (Paavilaienen ve Tarkka, 2003: 52). Ayrıca, toplumsal unsurlar da önemini korumaktadır. Rahat şekilde ulaşılamayan sağlık hizmetleri, temel ihtiyaçları karşılayamama, toplumsal yoksulluk bunlara örnek verilebilmektedir. Bu durum sosyal öğrenmeyle birleştiğinde çocukluk döneminde fiziksel şiddet yönelten anne-babasını model alarak çocukken hissettiği kızgınlığı, korku duygusunu ve güvensizlik hissini yetişkinliğinde dışarıya şiddet olarak yansıtabilmektedir (Paavilaienen ve Tarkka, 2003: 54; Tatar, 2019).

Alkol bağımlılığı ve psikotik sorunları olan ebeveyne sahip olan çocuklarda istismar riskinin daha fazla olduğu belirtilmektedir. İstismara neden olacak davranışlar sergileyen anne babaların, çocuklarıyla ilgili beklentilerinin gerçekçi olmadığı, kendi yaşam doyumlarının çocuklarının ihtiyaçlarından daha önemli olduğu, katı düşünceleri olan, duygularını kontrol edemeyen kişilik yapısına sahip bireyler oldukları gözlemlenmiştir. Bu sebeplerden ötürü, anne-babanın beklentilerini karşılayamayan çocuk yine onlar tarafından disipline etme hedefiyle ceza yöntemiyle öğrenmeye tabi tutulur (Kara ve diğerleri, 2004: 146). Tıraşçı ve Gören (2007) aracılığıyla elde edilen benzeri çalışmada bedeninin herhangi bir yerinde iz oluşumu ya da iz oluşmasa dahi el veya yabancı bir cisimle şiddete başvurma amacı ceza sistemini kullanarak otoriteyi sağlayarak aynı zamanda öfkenin dışa vurumunun sağlanması olarak saptanmıştır.

Başvurularda, çocuğun tedaviye geç getirilmesi, bedensel morartı gibi vücuttaki bulgularda uyumsuz öykü alınması, ebeveynlerin birbirini suçlaması veya birinde ya da ikisinde birden istismar geçmişi olması göze çarpmaktadır. Dahası gözlemlere göre çocuğun vücudunda oluşan izlere karşı aşırı ihmalkâr ya da aşırı endişeli davranışlar göstermişlerdir (Tıraşçı ve Gönen, 2007:72). Fiziksel istismar değerlendirilirken, bu duruma maruz kalınma yaygınlığı, kaç yaşından beri bu sürecin yaşandığı ve olay anında

(27)

15

çocuğun deneyimlediği olumsuz hislerin bilinmesi önemli bir yere sahiptir (Briere and Elliott, 2003: 1207).

Yapılan araştırmalara göre, istismara uğrayan bebeklerin istismarı anneden görme oranları istismarı baba tarafından görme oranından 5 kat fazlayken, ergenlik döneminde babaların fizik istismar etme oranı annelerinkinden fazladır. Ayrıca, her iki dönemde de yaşanan bu istismar türünün yaşanma sıklığının birbirine yakın olduğu görülmektedir.

Ancak, ergenlik döneminde deneyimlenen fiziksel istismarda cinsiyet bazında farklılar görülmektedir (kız> erkek) ( Şenkal, 2013: 97).

Yapılan incelemelerde, çocukların fiziksel istismara maruz kalması ardından yakın ilişki kurmalarında, özellikle kendinden yaşça büyük insanlarla iletişim kurmalarında kaçıngan özellikler sergilemeri beklenen sonuçlardır.

Konuyla ilgili farklı bakış açılarına göre; çocuklara uygulanan fiziksel istismarın henüz anne karnındayken başladığı savunulmaktadır. Örneğin; çocuğun anne karnındayken bilinçli bir şekilde öldürülmesi, annenin hamileyken çocuğun gelişim sürecine zarar verici maddeler kullanması (Uğurlu, 2017).

Aksi düşünülmesine karşın medyada şiddeti barındıran içeriklerin çocukların şiddete yönelmesine sebep olduğu fikri çoğunluğun ortak görüşüdür. İnsanların görsel basında (televizyon) şiddeti görmesi, onların dünyayı algılayış biçiminde değişikliklere neden olması, korku ve endişe seviyesini arttırmakla birlikte saldırgan davranışlar meydana getirdiği ve erkeklerde bununla ilgili fantazilerin arttığı belirtilmektedir (Güleç ve diğerleri, 2012: 37).

2.1.5.2. Duygusal İstismar ve İhmal

Duygusal ihmal ve duygusal istismar, farkına varılması diğer çocukluk çağı travmalarından zor olan iki ana başlıktır ve kısaca her ikisi birden "duygusal kötü muamele" kavramı altında toplanabilmektedir (Egeland, 2009: 23).

Her çocuk ebeveynlerine ve bakıcılarına bağlanma ihtiyacı hisseder ve ihtiyaçlarının giderilmesiyle ilgili olarak öncelikle onlardan destek ve yardım beklerler. (Polat, 2007). Bu bağlamda, çocukların bakımlarından mesul olan kişilerin yeteri kadar sevgi göstermeme, çocuğun varlığına yönelik rahatsız hissettirici duyarsız davranışlar

(28)

16

sergileme, çocukta kendisiyle alakalı olumsuz düşünceler doğmasına neden olacak ruhsal şiddet, ihmal, çocuğun reddedilmesi gibi bütün davranışlar psikolojik olarak kötü muamele olarak kavramsallaştırılmaktadır(Özgentürk, 2014: 267).

Hornor (2012)'a göre, duygusal kötü muamelenin iki geniş kategorisi aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır;

Duygusal İstismar: Alay edilme, küçümseme, reddetme ve sözlü bir şekilde düşmanlık içeren eylemler. (İcraii fiil olarak düşünülebilir.)

Duygusal İhmal: Çocuğun duygusal ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamaya yönelik olan sorumlulukların yerine getirilmemesidir. (İhmal eylemi olarak düşünülebilir.)

Polat (2007)'a göre; çocuğun küçük düşürülmesi, çocuğa karşı düşmanca eleştiriler yapmak, onur kırıcı tavırlar yöneltmek, alay edilip utandırılması, fazla sorumluluk yüklenmesi gibi duygusal istismarın yaşantılanması çocukların aileleriyle arasına mesafe koyulmasına, uyum sıkıntıları yaşanmasına ve uygunsuz davranışlarda bulunmalarına yol açar. Ebeveynlerin de çocukluk dönemlerinde bu duyguları deneyimlemesi, alkol ve madde tüketiminin yanı sıra sürekli bir işe sahip olunmaması, fakirlik gibi toplumsal ve etnik faktörlerin değişkenliği tetikleyici durumlar olarak göze çarpmaktadır.

Kairys ve Johnson (2002)'a göre; çocuk ve ebeveynleri ya da bakıcıları arasındaki etkileşimi zedeleyen, tekrarlayan patternlerle artık normalleşen ilişki duygusal ya da psikolojik kötü muamele olarak tanımlanabilir. Alkol ve ilaç kullanımı gibi güçlendirici bir etken tarafından uyarıldığında bu patternler kronikleşebilir ya da yaygınlaşabilir.

Son zamanlarda, etkileyici bir şekilde fiziksel ve cinsel istismar haberlerine, daha fazla aşina olunduğundan duygusal ihmal ve istismar toplumsal bilince çok fazla çıkmamaktadır bu da emosyonel kötü muamelenin ciddi bir problem olmadığına dair yanılsamaları içerir. (Hornor, 2012). Bütün bunların aksine, günlük hayatta istismar türleri arasında en çok karşılaştığımız duygusal istismar diğer istismar türleriyle de beraber ya da sonuçları olarak görülebilir hatta onların yıkımı azalıp bitse dahi duygusal istismarın etkisi daha kalıcı olmaktadır. (Tıraşçı ve Gönen, 2007; Kara ve ark., 2004; Hornor, 2012). Fakat bu istismar türünün anlaşılması ve bildirilmesi güçtür ve yeterince sevgi göremeyen çocukların duygusal gelişimini kısıtlamaktadır. (Taner ve Gökler, 2004).

(29)

17

Konuyla alakalı olarak yapılan araştırmalarda duygusal ihmal, beslenme ihtiyaçlarının yoksunluğundan kaynaklı fiziksel gelişimi engelleyen nonorganik gelişimsel bir problem olarak da belirtilmektedir (Egeland, 2009: 25).

Shaffer ve arkadaşları rasyonel kötü muamelenin gerçekleştiği yaşa göre etkilerinin de farklılaştığına dair ilginç bir noktaya değinmişlerdir. Daha önceki çalışmalarda örneklem olarak kullanılan 19 ebeveyni tespit etmişlerdir. Bu ebeveynler 3-24 aylık bebeklerinin bağrış seslerine tepki vermeyen, sıcaklık ve rahatlık ihtiyaçları gibi duygusal gereksinimlerinden doğan sinyallerini görmezden gelmeye eğilimli ebeveynlerdi. Bahsi geçen ebeveynlerin çocukları bebeklik dönemlerinden sonra gözlemlenmiş ve duygusal olarak ihmal edilen çocukların %43'ünün 12. aylarında kaygılı bağlandıkları tespit edilmiştir. 18 aylıkken ise çocukların hepsinin kaygılı bağlandıkları ve bağlanma stillerinden kaygılı-kaçıngan gruplandırmasının içerisinde yer aldıkları gözlemlenmiştir. Mevcut çalışma video-bantlı değerlendirmeler olarak devam etmiş ve 24. ve 42. aylarda emosyonel olarak istismarı deneyimleyen çocukların, deneyimlemeyenlere kıyasla daha hırçın, öfkeli oldukları ve daha az olumlu etkilerle beraber uyumsuz davranışları olduğu incelenmiştir. Duygusal ihmale maruz kalan çocuklar Barley Bebek Gelişimi Ölçeğinde (Bayley Scales of Infant Development) performansları 9 aylıkken ortalama 121 puanken 24 aylık olduklarında ortalamalarının 83'e düştüğü saptanmıştır. Anasınıfına gittiklerinde ise öğretmenlerine karşı aşırı bağlandıkları, uyumsuz ve olumsuz davranışlar, küfürler gibi sorunlarla karşılaştıkları belirtilmiştir (Egeland, 2009: 25).

Arşiv Kaynak Tarama Dergisinde 2013’de yayınlanan Acehan ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada istismar ve ihmalin ortak paydada buluştuğu nokta çocuğun sağlıklı gelişimini engelleyen eylem ve eylemsizlerinin tümü olarak belirtilmiştir(Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 2013: 598).

Fiziksel ve cinsel istismardaki gibi açık eylemlerin gerçekleştirilmemesi ihmal'in varlığını güçleştirir. İhmal, hayatta yüz yüze geldiğimiz ayrı olaylarda farklı şekilde kategorize edilir. Örneğin, bir anne yeterince para kazanıp çocuğunu beslemek amacıyla çalışırken çocuğunu evde yalnız başına bırakıyorsa burada da anne ihmalden suçludur(Mennen ve diğerleri, 2010: 652).Yurdakök ve arkadaşlarının 2010 senesindeki çalışmasında, çocuğun sosyal gelişimini kısıtlayacı etkinliklere katılınmaması, yeterince sosyal kuralları ve davranışları öğretmeme gibi eylemler de duygusal ihmal olarak sunulmuştur ( Akt., Tatar, 2019: 17).

(30)

18

Bu konuda alanında uzman kişiler çocukların ihmal deneyimlerini daha geniş kategorilerde inceleyerek sorunlarla baş etmeye çalışmışlardır. Aşağıda Mennen ve arkadaşlarının incelemeleriyle İhmal gruplarının yıllara göre değişimi gösterilmiştir. * Dubowitz ve meslektaşları (2004): Fiziksel, ruhsal ve çevresel

* Slack ve meslektaşları (2003): Fiziksel, ruhsal sağlık, bilişsel.

* Kantor ve meslektaşları (2004): Emosyonel, bilişsel, denetim (supervisor) ve fiziksel. * Knutson, DeGarmo ve Reid (2004) net bir tavırla bakım ve eğitim ihmallerini reddettiklerinden bu iki kategori tıbbi ihmaller (medical neglect) altında yer almaktaydı. Sonrasında, günümüzde bakım veren için kullanılan bakım ihmalini çevresel ihmal olarak tanımladılar.

* Erickson ve Egeland (2002) : Duygusal, fiziksel, tıbbi, eğitimsel ve ruh sağlığı ihmali. Bu alt tipler arasında benzerlikler görülse de net bir şekilde alt tiplerinin ne olması gerektiğiyle ilgili hala ortak bir fikir birliğine varılmamıştır (Mennen ve diğerleri, 2010: 653).

Teorilerde de gözlemlenen son araştırmalar duygusal istismarın Borderline Kişilik Bozukluğu patolojisinin gelişmesine yol açan potansiyel bir "ana merkez" (core) olduğunu göstermiştir. Mevcut çalışma duygusal olarak istismara uğrayan kişilerin duygusal farkındalıklarında eksiklik, duygusal sınırlar çizememe, dürtüsellik ve stresli durumlarla karşılaştığı zaman amacına ulaşmak için motivasyonunu korumada zorluk çekme gibi duygu düzenlemede sıkıntılar yaşadığını vurgulamışlardır. Linehan (1993) ve Hughes (2012) yaptığı değerlendirmelerde duygusal istismarın bireyin sosyal gelişim ortamının bozulmasına neden olabileceği savunulmuştur. Özellikle Linehan'ın modelinde geçersiz kılınan bir çevrenin kişinin içsel deneyimlerinde yaşantıladığı duygularına bir reaksiyon ile karakterize olduğunu açıkca göstermiştir.

Mevcut kanıtlara benzer şekilde bipolar kişilik bozukluğu tanılı kişilerde, dissosiyatif belirtiler travma türleri açısından bakıldığında en çok duygusal ihmal ve istismar ile anlamlı şekilde ilişkilidir (Kuo, 2015: 149).

Duygusal gelişimi etkilemesiyle beraber bebeklerin geç konuşması üzerinde de duygusal istismarın rolü vardır. Aynı zamanda çocukların o anki durum içerisindeki duyguları uygun şekilde hissetme, ifade etme ve düzenlemesinde yaşıtlarına göre gecikme görülmektedir. Duygusal olarak istismara maruz kalan çocukların erişkinlerle

(31)

19

ikili ilişkilerinde ve geleceğe yönelik olarak düşünüldüğünde kariyer olasılıklarında da negatif yönde bir etki görülmektedir (O’Hagan, 2006: 156).

Duygusal istismar ve ihmalin var olduğu ailelerde terapötik çalışmaların olması gerekmektedir ancak bazı ailelerde bu düzenin sağlanması güçtür. Brassard ve Hardy bu ailelerde isteksizliğin hâkim olduğunu belirtmiştir. Eğer bakıcı isteksizse ve değişim için bir uğraş vermiyorsa yasal önlemler alınmalı. İlk olarak isteksiz olan bakıcı zaman içerisinde sınırlı bir şekilde terapötik değişim çalışmasına katılım için teşvik edilmelidir, fakat sonrasında bu değişim yeterli gelmezse bakıcının kalıp kalmamasına dair kararlar alınmalıdır. Bakıcının gitmesi dâhilinde çocuk aileyle birlikte kalacaktır ve hala duygusal istismar ve duygusal ihmalin devamı durumunda kötü muameleyle başa çıkmak için nitelikli ve durmadan desteğe ihtiyaç duyulacaktır (Glaser, 2011: 869).

2.1.5.3. Fiziksel İhmal

18 yaşına henüz basmamış kişilerin bakım verenler tarafından yeterince giyim ve besin gereksinimlerinin karşılanmaması, temizlik ve bakım ihtiyacının yeterince iyi olmamasından kaynaklanan zarara "fiziksel ihmal" denilir. Çocuğun anne babaları tarafından gözetilmemesi, uyuşturucu ve sigara gibi zararlı maddelere ulaşımının engellenmemesi yine bu kavram altında değerlendirilir (Kaplan ve diğerleri, 1999; Yargıç ve diğerleri, 2012: 1214). Fiziksel ihmal konulu literatür taramalarında ayrıca, ebeveynlerin çocuklarını evden kovma ve dışlama eylemleri, güvenli yer (barınma) gereksinimini karşılamak için uygun şartlara sahip olunmaması, çocuğun yıkanmaması, çocuklarının sağlık sorunlarının olması ve tedavi sağlanmaması gibi durumlar da sıkça belirtilmiştir (Taner ve Gökler, 2004: 83). Başvurularda ya da değerlendirmelerde fiziksel istismar genellikle gözden kaçırılıyor çünkü "kaza" olarak değerlendirilebiliyor bu nedenle fiziksel ihmalin daha sık karşılaşıldığı düşüncesi doğmaktadır (Kaplan ve diğerleri, 1999: 1215).

Stres seviyesinin şiddetli olduğu ailelerde çocuk istismarının daha yaygın olduğu gözlenmiştir (Gladstone GL ve diğerleri, 2004: 1417). Stith ve meslektaşları (2009) aynı şekilde fiziksel ihmalin var olduğu ailelerde de çocuklar ve ebeveynleri arasında stresin baskın olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca, bu ailelerdeki ebeveynlerin çocuklarını tanımlarken "sorunlu" kelimesini vurguladıkları dikkat çekmiştir. Ailede stresli yaşam ile beraber ihmalde önemli rol oynayan diğer bir etken ise sosyal bağdır. Bu ailelerde

(32)

20

eşler arası da dâhil olmak üzere iletişim anlaşmazlıkları yaşantılanmaktadır. Ailedeki ilişkiye çoğu zaman çatışmalar ve sonuca varılmayan tartışmalar hakimdir.

Fiziksel ihmal ve istismarın görülmesiyle beraber çocuklarda en çok rastlanılan problemler suça yönelik ve saldırganca davranışlardır. Fiziksel olarak ihmal ve istismara uğramayan çocuklara nazaran karşıt olma karşıt gelme bozukluğu ve davranış bozukluklarından şikâyetçilerdir. Fiziksel ihmale maruz kalan çocuklar ile fiziksel istismara maruz kalan çocuklar kıyaslandığında ise, fiziksel olarak ihmal edilenlerde bilişsel bozukluklar ve eğitim hayatındaki yetersizliklerle beraber tetiklenen toplumdan kendini soyutlama, içe çekilme, arkadaşlarıyla iletişim becerisindeki sorunlar daha sık göze çarpmaktadır (Taner ve Gökler, 2004: 85).

Yukarıda da belirtildiği üzere çocukluk dönemlerinde ihmalle yüz yüze gelinmesi istismara kıyasla daha fazladır. Fakat, çocukluk çağı ihmalleri ile ilgili kaynaklara erişim daha kısıtlı olsa da bu konuyla ilgili yapılan araştırmalarda istismar ve ihmal belirtilerinde çakışmalar olduğu incelenmiştir. Fakat istismar ve ihmal tek tek çözümlendiğinde, yeniden istismarı (re-abuse) en sağlıklı şekilde yordayandır (Stith ve diğerleri, 2009; Myers ve diğerleri, 2006: 17).

Fiziksel istismar ve ihmal için risk faktörleri arasında, bakım verenin de çocukluk döneminde istismara ya da ihmale maruz kalması, bu kişilerde herhangi bir psikiyatrik bozukluğun varlığı, madde bağımlılığı, sosyal yardım eksikliği gibi yaşamına ilişkin bilgiler bulunmaktadır (Taner ve Gökler, 2004:85).

2.1.5.4 Cinsel İstismar

Yetişkin bir kişinin cinsel ihtiyaçlarını ve zevklerini tatmin etmek amacıyla çocuklardan faydalanması "cinsel istismar" olarak belirtilmiştir (Taner ve Gökler, 2004:83).

Çocuk ile edepsizce cinsellik hakkında telefon görüşmeleri, çocukların üzerindeki kıyafetlerin istismarcı tarafından çıkarılması, teşhircilik olarak nitelendirilen istismarcının özel bölgelerini göstermesi ya da röntgencilik denilen çocuğu izleme davranışı, istismarcının kurbanın yanında mastürbasyon yapması, cinsel amaçlı temas edilmesi, cinsel içerikli görsellerin bulunduğu yayınlar, zoraki bir şekilde cinsel organını çocuğun ağzına vermesi ya da vajinaya, anüse penetrasyon gibi çeşitli yollarla yapılabilmektedir (Ceylan ve diğerleri, 2009: 132).

(33)

21

Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarında çocuklara yönelik istismar çeşitleri incelendiğinde en ağırı olarak cinsel istismar belirtilmiştir. Literatürdeki kavram tanımlamalarına bakılarak daha fazla açıklanacak olursa; Finkelhor ve Brown, 18 yaşından küçük olan kişiler "çocuk" olarak nitelendiğinden, çocuktan en az 5 yaş büyük kimse tarafından belirli ya da belirsizce rızası olmadan çocuğa karşı cinselliği barındıran eylemlerde bulunma olarak tanımlamıştır (Akt., Kır, 2013: 786). 2004 senesinde Kara ve arkadaşlarının çalışmalarında cinsel istismar yasal ve terbiye açısından da sıkıntılı bir durum olarak açıklanmış cinsel doyuma ulaşmak için bir yetişkinin psikolojik ve sosyal gelişimini bitirmeyen çocukların kullanılması tanımı kullanılmıştır.

Tüm toplumlarda farklı istatistiksel verilerle açıklanan çocuklara yönelik cinsel istismarın çeşitli kapsamları görülmektedir. Örneğin; ev ortamında ebeveynler ve kardeşlerden, okul ortamlarında eğiticilerden ve çalışanlardan zarar görülebilir (Ceylan ve diğerleri, 2009: 133).

Tıp bilimindeki “Bakmazsanız, bulamazsınız" vecisesinden yola çıkılarak bazı şeylerin görülebilmesi için bakılması, düşünülmesi ve sorgulanması şarttır. Fiziksel ve cinsel olarak taciz edilen kişiler ve yakınları bu durumla başa çıkabilmek için yardıma ihtiyaç duyarlar (Hedin, 2000: 349). Çocuğun yaşıyla örtüşmeyen cinsel davranışlar sergilemesi durumunda kuşkuyla yaklaşılmalıdır. Cinsel istismarla yüzleşen çocuklarda uyku sorunları, karın ağrıları, altını ıslatma, büyük tuvaletini kaçırma ya da farklı fobilerinin oluşması gibi belirtiler göze çarpmaktadır ve ilk olarak bu şikâyetleriyle ilgili destek almak için müracaat ederler. Daha spesifik semptomlara cinsel organ kanaması, ani beliren cinsel eylemler ve cinsel deneyimlerle ortaya çıkan hastalıklar örnek verilebilir (Kara ve diğerleri, 2004: 142).

Cinsel istismarın epidemiyolojisine bakıldığında demografik özelliklerden ekonomik durumla alakalı bir ilişki saptanmamıştır (Taner ve Gökler, 2004:83). Cinsiyet farkı olmaksızın her çocuk için de bu tehdit vardır.

Çocukluk döneminde cinsel olarak istismar deneyimlemenin yetişkinlikteki psikolojik etkileri bir çok çalışmanın konusu olmuştur (Lansford ve ark, 2009:825). Bu amaçla yapılan incelemelelerde büyük ölçüde rastlanılan psikolojik bozukluk "post travmatik stres bozukluğu" olmuştur. Sadece cinsel istismara uğrayan çocuk ve gençler değil aynı zamanda cinsel istismarın varlığı netleştikten sonra ebeveynler de belirli ölçülerde stres yaşamaktadırlar hatta çocukları cinsel istismara uğramayan ebeveynlere

(34)

22

göre bu kişilere daha fazla post travmatik stres bozukluğu teşhisi konulduğu saptanmıştır (Şimşek ve diğerleri, 2011: 320). Çocukları ve kadınları baz alan şiddetler incelendiğinde bunun sadece aileleri ve yakın çevrelerinin bir problemi olmadığını bu konunun aynı zamanda kurum ve kuruluşları, sosyal hizmetleri, hukuki ve eğitim öğretim sistemlerini kısacası tüm toplumu ilgilendiren bir sorun olarak karşımıza çıktığı netleştirilmiştir (Hedin, 2000: 349).

Cinsel şiddet teşhisleri çoğu zaman çocuktan edinilen bilgilerle konulmaktadır. Fakat şu unutulmamalıdır ki sorularda taraflı soru türlerinin tercih edilmesi öyküyle ilişkili yanıtlarda odağı farklı yönlere çekebilmektedir (Kara ve diğerleri, 2004: 142). Aynı zamanda, örtülü salgın olarakta nitelendirilebilen cinsel tacizle savaşmak için gizlilikten kaçınılmalı ve önlemler alınmalıdır (Hedin, 2000: 350). Bu önlemler kapsamında; çocuklara, öğretmenlere, velilere ve çocuk odaklı çalışan bireylere eğitimler verilmelidir, çünkü çocuk bu durumla karşı karşıya gelmeden önce kendini savunmayı öğrenmesi yasal süreçler ölçüsünde çocuğun sağlığı açısından mühimlik arz eder (Kır,2013: 777). Ek olarak, 1999'da Duffy ve meslektaşlarının çalışmasında acil servisine başvuran çocuk ve gençlerin annelerinde aile içi şiddetle yüzleştiklerine dair bulgular elde edilmiştir. Dolayısıyla, acil servis hekimleri de dâhil olmak üzere aile içi şiddetle beraber fiziksel ve cinsel istismar ile ilgili bilgilendirilmelerin arttırılması önemle bildirilmektedir.

Cinsel istismar ve ihmallerin sebeplerine bakıldığında ebeveynlerden biri ya da her ikisinin de vefatı, ebeveynler arasındaki iletişim sorunları, işsizlik, sağlığa kötü etki eden maddelerin tüketilmesi, evliliklerin erken yaşlarda olması, istenilmeden ya da evlilik dışı çocuk sahibi olunması, beyinde hasar oluşumu, beyin felcinin (serabral palsi) olması, zekâ geriliği ya da motor ve sosyal beceriler göz önüne alındığında akranları kadar yeterli gelişim görülmemesi gibi faktörleri içeren geniş bir yelpazede incelenmektedir. Fakat mevcut çalışmada ekonomik düzeylere göre cinsel istismarın görülme sıklığının değişiklik gösterdiği şeklindeki bulgular Taner ve Gökler'in (2004) çalışmasına göre farklılık göstermektedir.

Son olarak, cinsel olarak istismar edilmiş çocuklarda olaylar karşısında korku tepkilerinde artış, öfke, saldırganca davranışlara eşlik eden dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon, kısa sürede anksiyetenin ortaya çıkması, travma sonrası stres bozukluğu ve ayrıca cinsel ilişkiye girmeyi taklit etme, anüs veya vajinaya

(35)

23

alışılmadık bir cismi sokmak, cinsel organları sürtme, özel bölgeleriyle oynama gibi uygun olmayan cinsel davranışlara sıklıkla rastlanılmaktadır ( Kara ve diğerleri, 2004:83 ; Taner ve Gökler, 2004: 84).

2.2 Erken Dönem Uyumsuz Şemalar

2.2.1 Kavramsal Model ve Özellikleri

Bilişsel kuram "şema" kavramını kişinin deneyimlerine göre olayları ve durumları algılayış şekillerinin ve inançlarının oluşmasına neden olan bilişsel yapılar olarak değerlendirilmektedir (Beck, 1979: 268). Alman Psikianalist Karen Horney (1885-1952) ise çocuklukta yaşantılanan durumların bireyin kendisi ve dünya ile ilgili negatif yaşantılara neden olabileceğini savunmuş ve sonrasında bu durumu nötralize ederek dengeleyen süreçleri anlamlandırabilmiştir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) uygulanırken yapılan vaka formülasyonunda önemli yer tutmaktayken sonrasında Şema Terapinin de vazgeçilemez bir unsuru olmuştur. Yapılması gereken şeylerin kişiliğimizi ideal ve gerçek benlik olarak ikiye böldüğünü düşünen Horney bunu "zorunluluk zulmü" (the tyranny of shoulds) olarak ifade etmiştir (Katharine Brooks Ed.D., 2017: 87). Bu söz daha sonra Şema Terapideki "talepkar ebeveyn" kavramının oluşmasına vesile olmuştur.

Bireylerin bir konu hakkında neticeye ulaşmak için karar almaları, dünyayı anlamlandırma şekilleri ve ihtimalleri düşünürken zihinde oluşan fikirlerin düzenlenmesinde şemaların aktif rol oynadığı belirtilmektedir. Hemen hemen herkes çevrelerindeki kişileri anlayabilmek ve dünyadaki olayları anlamlandırabilmek için şemalar geliştirirler.

Şema terapi, güvenli alan, yaşamın her alanıyla ilgili olarak istikrar, beslenme, kabul ve özerklik, ihtiyaçları ve duyguları ifade edebilme özgürlüğü, gerçekçi sınırlar gibi bazı evrensel olarak kabul edilmiş duygusal ihtiyaçların farkına varmakla başlar. Aslına bakılırsa emosyonel ihtiyaçlar doğduğumuz andan itibaren mevcuttur hatta çoğu çocukken şiddetli bir şekilde kendini gösterir. Örneğin; yaşam boyu hissettiğimiz güvenlik ve/ya istikrar ihtiyacı yapılan araştırmalarda en güçlü şekilde çocuklukta yani savunmasız, kırılgan ve çaresizlik hislerinin en yoğun olduğu anlarında hissedilmektedir (Fard ve diğerleri, 2014: 12).

(36)

24

Her bireyin uygun bir şekilde gereksinimlerini karşılama yeteneğine erişmesi gerekmektedir. Bu koşulların sağlanması psikolojik sağlığın yerinde olması için yeterlidir. Bu nedenle, çocukların gelişiminde merkezi amaç temel ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenmesi olmuştur. Bütün bunlar göz önüne alındığında temel ihtiyaçları karşılamak ebeveynlerin ve şema terapinin merkezi projesidir. Bu amaçla, şema terapi aracılığı ile bu gereksinimlerin sağlıklı bir şekilde karşılanması için uyumlu yollar aranır. Psikoterapi ve psikoloji açısından incelendiğinde şema, bir kişinin yaşantılarından anlamlar yüklemesi için düzenlenmiş bir prensip olarak genellenebilir. Ayrıca en önemli özelliği sayılan konu ise; kişinin bu deneyimleri hayatı boyunca detaylandırmaları ve artık işlevsel olmasalar dahi kişinin ileriki dönemlerinde deneyimleri üzerine eklenerek etkileme özelliklerine sahiptirler. Aslında şemalar kusurlu ve çarpık olmalarına rağmen her zaman kusursuzmuş gibi mükemmel bir algı yaratmaktadırlar. .(Fard ve diğerleri, 2014: 14 ; Young ve ark., 2019: 38).

Çoğunlukla çocukluk veya ergenlik süresince biçimlenen şemalar, kişinin aile ve yakın çevreye uyum sağlamalarında oldukça fonksiyonellerdir. Yaşam boyu var olan şemalar ilerleyen zamanlarda uyum bozucu bir hal alabilmektedirler çünkü şemaların en önemli özelliklerinden biri katı olmaları ve değişime karşı güçlü bir şekilde direnmeleridir. Fakat erken gelişen şemaların uyumsuz hale gelmesi farklı Eksen I- II bozukluklarındaki merkez sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (Soygüt ve diğerleri, 2009: 77). Yine Young ve meslektaşları (2003) bu şema gelişiminin patolojik seviyedeki duygudurum değişikliği ve kronik karakterolojik kişiliklerle bağlantılı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Öncesinde benlikleri ve karakterolojik problemlerini bir bütün olarak gören bu kişiler şema modelini kullanarak bu iki kavramı birbirinden ayırma yeteneğine sahip olup onları terk etmek için daha motive olurlar.

Young ve arkadaşları (203) çocukluk zamanında deneyimlenen toksik olaylar ve durumlar sonucu oluşan şemaların çeşitli kronik Eksen I bozukluklarının temelini oluşturduğu düşüncesini açıklamak istemişlerdir. Bu sebeple, şemaların alt kümelerini öne sürerek bunları "erken dönem uyumsuz şemalar" olarak nitelendirmişlerdir. Bu kavramın genişletilerek yeniden gözden geçirilip düzenlenmiş tanımlaması:

- Genel, yaygın bir tema ya da örüntüdür.

- Anılardan, duygulardan, bilişlerden ve bedensel duyumsamalardan oluşur. - Bir kişinin kendisi ve diğerleri ile olan ilişkileri

Şekil

Şekil 1: Çocukluk Çağı Travmalarının Türleri ............................................................
Şekil 1: Çocukluk Çağı Travmalarının Türleri
Şekil 2: 5 Şema Alanı
Şekil 3: Stresin Aşamaları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Yaş, cinsiyet, medeni durum, kişilik, eğitim düzeyi, gelir düzeyi ve çevresel faktörler. bireysel stresi etkileyen faktörler olarak göze

In fact, results of this study confirmed our hypothesis in that in patients who favorably responded to bevacizumab treatment showed a significantly more change in serum uric

Aynı evde oturma süresi 1-9 yıl arasında olan katılımcılar kullandıkları pencerelerde karĢılaĢtıkları sorunlardan pencere ölçülerinin iyi alınmamasından

Elde edilen sonuçlara göre; yüksek konsantrasyonlardaki ağır metallerin Pistia stratiotes bitkisinde büyüme oranına, klorofil ve karotenoid miktarları, lipid peroksidasyon

Roza Törökulovna Aytmatova 1 tarafından 2020 yılında yayımlanmış olan eser, yazarın babası Törökul Aytmatov’un 2 Kırgızistan’ın tarım ve sanayi alanlarının

Çalışmada üniversite öğrencilerinde kararsızlık düzeyi ile duygusal yoksunluk, başarısızlık, karamsarlık, sosyal izolasyon, duyguları bastırma, onay

Özellikle, son dönemde ortaya koyulan şema kuramı, çocukluk döneminde karşılanmayan temel duygusal ihtiyaçların ve olumsuz yaşantıların sonucu olarak, erken

Bu derleme çalışmasında kaygı ile ilişkili olarak ele alınan TSSB’ye yönelik yapılan çalışmalar erken dönem uyumsuz şemalar ve dissosiyatif yaşantılar arasında anlamlı