• Sonuç bulunamadı

Kuruluşundan 17. yüzyıla kadar Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim faaliyetleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kuruluşundan 17. yüzyıla kadar Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim faaliyetleri"

Copied!
154
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI

MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM

FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN

HAZIRLAYAN Ahmet ULUSOY 034214032004

(2)
(3)

ÖZET

“Başlangıcından 17. Yüzyıla Kadar Osmanlı Medreseleri’nde Eğitim-Öğretim Faaliyetleri” konulu bu araştırma ile medreselerin, Osmanlı Devleti’nin eğitim-öğretimindeki yeri ve önemi ortaya konulmuştur. Çalışmamızda, İlk Osmanlı Medreseleri’nden başlayarak 17. yüzyıla kadar olan devrede Osmanlı medrese sisteminin teşkilatlanması ve eğitim-öğretim yapılanması ele alınmıştır. Bu teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanmasının Osmanlı eğitiminde icra ettiği fonksiyonlara değinilmiş, bu değerlendirme medreselerin sosyal boyutları da göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Bu değerlendirme çerçevesinde Osmanlı medreseleriyle ilgili bazı hususlar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI

MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM

FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN

HAZIRLAYAN

Ahmet ULUSOY 034214032004

(5)
(6)

ÖZET

“Başlangıcından 17. Yüzyıla Kadar Osmanlı Medreseleri’nde Eğitim-Öğretim Faaliyetleri” konulu bu araştırma ile medreselerin, Osmanlı Devleti’nin eğitim-öğretimindeki yeri ve önemi ortaya konulmuştur. Çalışmamızda, İlk Osmanlı Medreseleri’nden başlayarak 17. yüzyıla kadar olan devrede Osmanlı medrese sisteminin teşkilatlanması ve eğitim-öğretim yapılanması ele alınmıştır. Bu teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanmasının Osmanlı eğitiminde icra ettiği fonksiyonlara değinilmiş, bu değerlendirme medreselerin sosyal boyutları da göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Bu değerlendirme çerçevesinde Osmanlı medreseleriyle ilgili bazı hususlar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

(7)
(8)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...iii

GİRİŞ...1

1. Araştırmanın Amacı ve Önemi...1

2. Araştırmanın Sınırları ...3

3. Araştırmanın Metodu...3

4. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar...4

I. BÖLÜM ...6

1. BİR EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMU OLARAK MEDRESE...6

1.1. MEDRESENİN TANIMI VE TARİHİ GELİŞİMİ...6

1.2. MEDRESELERİN TEŞKİLAT YAPISI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLILARA KADARKİ GELİŞME SAFHASI...12

II. BÖLÜM...20

2. İLK OSMANLI MEDRESELERİ ...20

2.1. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA ...24

2.1.1. Fizikî Yapı ... 24

2.1.2. Sosyal Yapı... 28

2.1.3. İdarî Yapı... 30

2.1.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması ... 32

2.1.5. Diğer Hizmet Personeli ... 39

2.2. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ ...40

2.2.1. Eğitim-Öğretim Metodu ... 41

2.2.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları... 45

III. BÖLÜM ...48

3. FATİH SULTAN MEHMED DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE TEŞKİLATI ...48

3.1. SAHN-I SEMAN ÖNCESİ FATİH MEDRESELERİ ...48

3.2. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİ...49

3.2.1. Sahn-ı Semân Medreselerinin İnşası ... 49

3.2.2. Osmanlı Medrese Tarihinde Sahn-ı Semân Medreseleri’nin Yeri ve Önemi ... 53

3.3. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA ...54

3.3.1. Fizikî Yapı ... 54

(9)

3.3.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması ... 60

3.3.5. Diğer Hizmet Personeli ... 64

3.4. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ ...66

3.4.1. Eğitim-Öğretim Metodu ... 66

3.4.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları... 68

IV. BÖLÜM...77

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE TEŞKİLATI ...77

4.1. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİ ...77

4.1.1. Süleymâniye Medreseleri’nin Tesisi ... 77

4.2. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISI...77

4.2.1. Fizikî Yapı ... 80

4.2.2. Sosyal Yapılanma... 80

4.2.3. İdarî Yapı... 82

4.2.4. Akademik Yapı... 82

4.2.5. Diğer Hizmet Personeli ... 84

4.3. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ ...85

4.3.1. Eğitim-Öğretim Metodu ... 85

4.3.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları... 86

4.4. KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DAN SONRA MEDRESELER....89

V. BÖLÜM ...90

5. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR TEŞKİLAT YAPISI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLI MEDRESELERİNE TOPLU BİR BAKIŞ...90

5.1. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISINA TOPLU BAKIŞ ...90

5.2. KURULUŞUNDAN XVII. YÜZYILA KADAR GENEL HATLARIYLA OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ ...92 VIII/XIV ...104 IX/XV ...104 X/XVI ...104 SONUÇ ...106 BİBLİYOGRAFYA...108

(10)

ÖNSÖZ

Bilgi edinme ve eğitim, fert ve toplum ölçeğinde insanın varlık ve devamlılığına esas olan geniş tabanlı ihtiyaçlardır. Eğitim, cins ve kalitesine bakılmadan dil, din, örf, âdet, tarih şuuru, sanat anlayışı gibi birçok ortak paydanın fertler tarafından taşınması demektir.

Osmanlı eğitim sistemi içinde teşkilatlı, yüksek seviyede eğitim ve öğretimi gerçekleştiren müesseselerden bir tanesi şüphesiz medreselerdi.

Osmanlı Devleti’nin fetih siyasetinin en belirgin uygulamalarından biri, yöre ve o yöreye iskân ettirilen ahâli için câmi, medrese, imâret türünden dinî, ilmî ve sosyal müesseseler kurmaktı. Kurulan bu müesseseler Osmanlı toplumunda Türk-İslam kültürünün süratle yayılmasını sağlamıştır.

Osmanlı devleti içinde yüksek öğretim yapan kurumlar arasında yeralan medreselerin en önemli görevlerinden biri ilmiye sınıfını yetiştirmekti. Devlet kademesinde istihdam edilen din adamlarının, öğretmenlerin, idarecilerin, hatta hekim ve mühendislerin buradan yetiştiği düşünülürse bu eğitim birimleri bir mânâda devletin beyni konumundaydı. Ancak Osmanlı medreselerinin sadece dinî eğitim veren, fâkih yetiştiren ve devlet kademelerinin personel ihtiyacını karşılayan kurumlar olarak nitelenmesi, Osmanlı medreselerinin birçok yönünü eksik bırakır. Bu nedenle Osmanlı medreselerinin fonksiyonlarının sadece belli konularda eğitim-öğretim vermekle sınırlı olmadığı, aksine bu kurumların kabul ettiği öğrencilere, bilinçli bir kontrol yöntemiyle, belirli değerleri kazandırarak, toplumun yeni bir kimliğe sahip olmasında, halkın değişik kesitleri arasındaki bütünlüğü sağlamasında ve nihayet siyasî otorite ile toplum arasında iletişim ve diyaloğun gerçekleştirilmesinde aktif rol alan kurumlardan biri olduğu söylenebilir.

Bu çerçevede Osmanlı devlet yapısı içinde gerek meydana gelen sosyal boyutlu hâdiseler, gerekse zaman içinde devlet kademesinde meydana gelen gelişmeler, Osmanlı medrese geleneğinde yeni açılımlara zemin hazırlamıştır.

(11)

Çalışmamız dâhilinde, kuruluşundan 17. yüzyıla kadar Osmanlı medreselerinin teşkilat yapısı ve eğitim-öğretim faaliyetleri, ifade ettiğimiz bu çerçevede, farklı boyutlarıyla ve tarihî gerçekler ışığında ele alınmaya çalışılmıştır.

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında rehberliğiyle bana yol gösteren danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Sayın Mustafa GÜLCAN’a ve kaynak konusunda yardımlarını esirgemeyen İSLAM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ’ne teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim.

Ahmet ULUSOY Konya - 2007

(12)

GİRİŞ 1. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Millet özelliğini taşıyan her insan toplumu; her tür inanç, gelecekte yaşamak isteyen her medeni varlık, eğitimle içli-dışlı olmak mecburiyetinde kalmıştır. Eğitim, cins ve kalitesine bakılmadan, dil, din, örf, âdet, tarih şuuru, sanat anlayışı gibi birçok ortak paydanın fertler tarafından taşınması demektir. Eğitim, insanlık tarihi kadar eskidir ve vazgeçilmezdir. Türk milleti olarak geçmişte Türk toplum yapısı ile iç içe olan eğitim kurumları vardı. 1924 öncesi bunlardan bir tanesi, belki de en önemlisi medreselerdi.

Kurum olarak ilköğretim seviyesinin üstünde eğitim yapan medrese teşkilatı, İslamiyetin ilk devirlerinde daha şekillenmemişti. Okunan sadece Kur’an olduğu için okumak ve öğrenmek sadece camilerde yapılırdı. İslam da toplu öğretim yapılan ilk yer Erkam bin Ebi’l Erkam bin Esed’ın evidir. Hz. Peygamber (S.A.V) müslümanlara orada Kur’an öğretiyordu. Daha sonraları cami ve mescidler, geniş anlamda okul görevini yapmaya başladılar. İhtiyaçların büyümesi üzerine eğitimin, cami dışında hususi mekanlarda yapılmak istenmesi medrese teşkilatını ortaya çıkarmıştır diyebiliriz (Bkz. Atçeken,1998:188).

İslam toplumları eğitim kurumları konusunda sıkıntı çekmemiştir. Erkam’ın evi müslümanların yetiştiği ilkokul işlevini görmüş, arkasından peygamber mescidi, daha sonra diğer camiler birer eğitim kurumu olarak her seviyeden insanın yetiştirildiği yerler olmuştur. İslamiyetin ilk günlerinden beri İslam toplumlarında okuma yazmanın öğretilmeye başlanmasını Kur’an-ı Kerim’in ilk inen “oku” ayeti kerimesinin bir yansıması olarak görmek gerekir.

Türkler müslüman olduktan sonra kendilerinden öncekilerin yaptıkları gibi eğitimi ele almışlar, camilerin dışında mektep ve medreseler açmışlardır. Özellikle Mısır’da Fatımi devletinin şii mezhebi öğretisini yayma konusunda sistemli ve medotlu çalışmalarını hızlandırması Selçukluları harekete geçirmiştir. Şiilerin amacı, İslam dünyasında şiilerin çoğunlukta olmasını sağlamak ve İslam ülkelerini elde etmekti. Bunun üzerine Selçuklu Türkleri, şii mezhebine karşı uyanık, bilgili ve şii propagandasını etkisiz kılabilen, sünni inancın

(13)

savunucularını yetiştirmeyi bir kamu hizmeti saydılar. “Nizamiye Medreseleri” bu amaçla açılmaya başlandı (Baltacı,1976:7). Daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin de medreselere büyük önem verdiğini görüyoruz.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kendinden birçok değer kattığı medrese teşkilatının, Osmanlılar zamanında geliştirilerek daha da ileri götürüldüğü tarihi bir hakikattir. Kendi fetih politikasına göre Osmanlı Devleti’nin fethettiği yere ilk önce bir cami ve yanına da medrese inşa ettirmesi, bu cihan devletinin eğitime verdiği önemi bize açıkça göstermektedir. Belki de Osmanlı Devleti’nin bir cihan devleti olmasında, eğitime verdiği önemin bir sonucu olarak yetişen liyâkatli devlet adamlarının etkin rolü olmuştur. Tabiki Osmanlı gibi farklı kültürlere sahip bir toplumda, ilmiye teşkilatının kurulması, geliştirilmesi ve zirveye ulaştırılması kolay olmamıştır. Fatih Sultan Mehmet gibi birçok padişah ve devlet adamı Osmanlı medrese teşkilatını zirveye ulaştırmada büyük gayret sarfetmişlerdir. Ancak Osmanlı medreselerinin zamanla, devletin diğer kurumları gibi gerilediği bilinmektedir. Zaman zaman bu gerilemeye yönelik ıslah çalışmaları da yapılmıştır.

Bu bağlamda, ilim ve kültürün şekillenip yaygınlaşmasında eğitim birimlerinin ve bu birimlerden yetişen insanların oynadığı etkin rol, bize eğitim kurumlarının ne derece önemli olduğunu göstermektedir. İşte buraya kadar kısaca değindiğimiz İslam toplumunun eğitim seyrinde Osmanlı devleti, kurmuş olduğu medrese teşkilatıyla nasıl bir fonksiyon icrâ ediyordu? Kurmuş olduğu bu medreselerde eğitim- öğretim düzeni ve teşkilat yapısı nasıldı? Sorularının cevabı bu çalışmada incelendi ve çalışma bu doğrultuda şekillendi.

Bilindiği gibi eğitim ve öğretim, hiçbir devlet ve toplumun vazgeçemeyeceği bir faaliyettir. Bununla beraber her devlet, vatandaşını kendi şartları, ihtiyaçları ve ileriye dönük hedeflerini göz önünde bulundurarak yetiştirmeye çalışır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti de vatandaşını kendi durum ve şartlarına göre uygun bir şekilde yetiştirmeye gayret etmiştir. Bu gayenin tahakkuku için de Osmanlı Devleti’nin tesis ettiği en önemli müesseseler medreselerdi.

(14)

Bu haliyle medreseler Osmanlı Devleti’nin kaderine yön veren devlet ve toplum hayatında son derece önemli etkilere sahip ilmiye sınıfı mensuplarını yetiştiren bir kurum olarak karşımıza çıkıyorlar.

Medreselerin asırlar boyunca Osmanlı Devleti’ndeki hukukçuları, din adamlarını, öğretmenleri, çoğu idareci sınıfı hatta hekim ve mühendisleri yetiştiren bir eğitim ve öğretim kurumu olduğunu hatırlamak bu kurumların önemini ortaya koymaktadır.

Osmanlı Medreseleri’nin gerek teşkilat yapısı ve gerekse eğitim-öğretim faaliyetleri ile toplumla bütünleşen yanlarının varolması da ayrıca dikkate değer bir husustur.

Geçmişten bu yana Osmanlı medreseleri ile ilgili yazılan yazıların çoğu, medreselerin dereceleri, okutulan dersler ve ders kitapları gibi salt bilgi içeren yazılar mahiyetindedir. Medreselerin sosyal yönlerine değinen yazı sayısı çok sınırlıdır. Bu noktadan hareketle Osmanlı Medreseleri’nin teşkilat yapıları ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin yanında sosyal yönlerinin de ele alınmasının medreseleri daha anlaşılır hâle getireceğine inanıyoruz.

İlk Osmanlı medreselerinden başlayarak Sahn-ı Semân Medreseleri ve Süleymaniye Medreseleri ile alâkalı bazı bilgi eksiklikleri veya bilgi yanlışlıkları da bu medreseler hakkında farklı değerlendirmelere yol açmıştır.

Bütün bu bahsedilen hususlar çerçevesinde Osmanlı Medreseleri’nin sosyal yönleriyle birlikte ele alınmasına ve tarihî gerçekler ışığında değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.

2. Araştırmanın Sınırları

Çalışmamız, İlk Osmanlı Medreseleri’nin inşasından başlayıp Süleymâniye Medreseleri’ni de içine alan 16. yüzyılın sonlarına kadar olan devreyi kapsar nitelikte oluşturulmuştur.

3. Araştırmanın Metodu

(15)

çalışmamızın birinci bölümünde, bir eğitim ve öğretim kurumu olarak medresenin tanımı ve tarihî gelişimi üzerinde durulmuş, medreselerin Osmanlılar’a kadarki gelişme safhalarına değinilmiştir.

İlk Osmanlı Medreseleri, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye Medreseleri ise teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanması ana başlıklarında değerlendirilmiştir. Medreselerin teşkilatlanmaları fizikî yapı, sosyal yapı, idarî yapı, eğitim-öğretim yapılanması ve hizmet personeli alt başlıklarında ele alınırken, eğitim-öğretim faaliyetleri ana başlığını ise eğitim-öğretim metodu ile okutulan dersler ve ders kitapları alt başlıkları oluşturmuştur.

Son bölüm olan beşinci bölümde ise başlangıcından 17. yüzyıla kadar Osmanlı Medreseleri’nin, teşkilat yapısı ve eğitim-öğretim faaliyetleri açısından genel bir değerlendirmesi yeralmıştır.

4. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar

Osmanlı medreseleri ile alakalı geçmişten günümüze birçok eser kaleme alınmıştır. Çalışmamız Osmanlı medrese eğitimi ile ilgili olduğu için ilk önce Osmanlı medrese eğitimi ile alâkalı eserler tespit edilmeye çalışılmıştır. Tabiatıyla Osmanlı medreseleri, kendilerinden önce kurulan Selçuklu dönemi medreselerinden ve diğer İslam memleketlerindeki medreselerden etkilenmiştir. Bu açıdan çalışmamızda, Osmanlı öncesi medreseleri ele alan kaynaklara da yer verilmiştir.

Osmanlı öncesi medresleri konu alan kaynaklara M. Asad Talas’ın yazmış olduğu Nizamiye Medreseleri ile ilgili müstakil bir eser olan “Nizamiyye Medreseleri” isimli eseri, yine Selçuklu dönemine vurgu yapan, daha çok medreselerin fizikî yapılarının değerlendirildiği Aptullah Kuran’ın yazdığı “Anadolu Medreseleri”, Osman Turan’ın Belleten dergisinde çıkan ve Anadolu Selçuklu dönemine ışık tutan “Selçuklu Devri Vakfiyeleri, Şemseddin Altun Âba Vakfiyesi ve Hayatı” isimli makalesi, İsmet Kayaoğlu’nun “İslam Kurumları Tarihi I ve II” isimli eserleri örnek gösterilebilir.

İlk Osmanlı medreseleri ile ilgili Mustafa Bilge’nin “İlk Osmanlı Medreseleri” isimli eseri, Mefâil Hızlı’nın “Osmanlı Klasik Döneminde Bursa

(16)

Medreseleri” isimli eseri, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Belleten dergisinde çıkan “Osmanlı Medrese Geleneğinin Doğuşu” isimli makalesi, Yekta Demiralp’in “Erken Dönem Osmanlı Medreseleri” isimli eseri yararlandığımız kaynaklardan birkaçıdır.

Bunun yanında yararlandığımız kaynaklar arasında Sahn-ı Semân ve Süleymâniye Medreseleri’ne ışık tutan temel kaynak mahiyetindeki İ. Hakkı Uzunçarşılı’ya ait “Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı” isimli eserini zikretmek gerekir. Buna ilave olarak Fatih ve Süleymâniye Vakfiyelerine vurgu yapan Hüseyin Atay’ın Vakıflar Dergisi’ndeki “Fatih-Süleymâniye Medreseleri, Ders Programları, İcazetnâmeler” isimli makalesi ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Osmanlı ve Bilim” isimli eseri, yine Fatih Kanunnâmesini mukayeseli bir şekilde ele alan Abdülkadir Özcan’ın “Fatih’in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi” isimli makalesi yararlandNizam-ığNizam-ımNizam-ız kaynaklara örnektir.

Ayrıca Ahmed Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdet” isimli eseri, Emin Bey’in İlmiye Salnâmesi’nde çıkan makalesi, A. Adnan Adıvar’ın “Osmanlı Türkleri’nde İlim” isimli eseri, Şehabettin Tekindağ’ın “Medrese Dönemi” isimli makalesi, yararlanmış olduğumuz kaynaklara örnektir.

(17)

I. BÖLÜM

1. BİR EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMU OLARAK MEDRESE 1.1. MEDRESENİN TANIMI VE TARİHİ GELİŞİMİ

Medresenin farklı yönleri ile birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan bazıları şunlardır:

İslam tarihinde eğitim ve öğretim kurumlarının genel adı olan medrese, sözlükte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak” anlamına gelen ders (dirâse) kökünden mekân ismidir (Bozkurt,C.28, 2003: 323).

Arapça “Derase” kökünden gelen “Medrese” kelimesi, “talebenin ilim öğrendiği yer” mânâsında olup, umumî olarak Sıbyan mektebinin üstünde eğitim ve öğretim yapılan orta ve yüksek tahsil müesseselerine delâlet etmektedir (Baltacı, 1976: 25).

Bir eğitim ve öğretim kurumu olan “medrese” ismi, “okumak” anlamındaki Arapça “derase” kökünden gelir. Buna göre medrese, “talep edilen şeyin okutulduğu yer, mekân, ders okutulan yer” anlamındadır (Furat, S. 8, 2003: 182).

Medrese sözcüğü, “İslam ülkelerinde, görenekçi yöntemlerle yürütülen öğretim kurumu” anlamında kullanılmıştır. Medreseler genel olarak Sıbyan mektebi mezunlarının eğitildiği öğretim kurumlarıdır (Demiralp, 1999: 3).

Medrese; Arapça ders okunacak yerle beraber talebenin içinde oturup ders okuduğu bina mânâsına da gelir (Pakalın, C. 2, 1983: 436).

Medrese, “ders yapılan” veya “ders çalışılan yer” demektir (Kütükoğlu, 2000: 3).

Medreseler kamuya açık belirli programı olan eğitim kurumlarıdır (Özbilgen, 2003: 307).

(18)

Bütün bu tanımlamalardan medresenin, “öğrencilerin içinde oturup ders okuduğu bina” anlamına geldiği ve İslam eğitim sisteminde orta ve yüksek öğretimi düzenleyen bir kurum olduğu ortaya çıkıyor.

Medreselerin tarihi gelişimini, İslam tarihinde eğitim-öğretim faaliyetlerinin başladığı devre kadar götürmek mümkündür. Ancak bir millette ilmin başlangıç tarihini kesin bir şekilde tespit etmek hemen hemen mümkün değildir. Adıvar bu doğrultuda şunları kaydetmektedir: “İlim, bir harbin ilanı, bir sulhün akti yahut istiklâl gibi muayyen bir günde asla başlamış değildir” (Bkz. Adıvar, 1943: 1). Her ne kadar bir millette ilmin başlangıç tarihi kesin sınırlarla tespit edilemese de, kaynaklar umumiyetle İslam dünyasında eğitim sisteminin başlangıcını Hz. Peygamber zamanına kadar götürmektedirler. İslam’da toplu öğretimin yapıldığı ilk yer, Erkam bin Ebu’l-Erkam’ın evidir. Hz. Peygamber orada müslümanlara Kur’an öğretiyordu (Atçeken, 1998: 188).

Başlangıçta sistemli bir eğitim-öğretim faaliyetinden söz etmek mümkün olmasa gerektir. Eğitim faaliyetleri, her şeyden önce yeni bir dinin prensiplerinin öğretilmesine yönelikti. Bu durum müslümanları camiye yöneltti. Dar cemaat yapısı içerisinde Hz. Peygamber ve çevresi, tabiî birer öğretmen durumundaydılar; bu ilk öğretmenler, bu cemaatin daha ziyade yeni dinle ilgili öğrenmek istediklerini sözlü olarak öğretiyorlardı (Unan, C. 5, 1999: 149). Bu bakımdan medresenin felsefî ve tarihî kökleri, İslamiyetin temel kaynakları mesabesindeki Kur’an ve Hadiste yer alan teşri’î emirler ve bu emirlerin düşünce birikimidir (Akgündüz, 1997: 234, 235). Hicretten sonra da eğitim-öğretim faaliyeti Medine’de devam etti. Medine mescidinin planında bir de “suffa” denilen mektep bulunmaktaydı. Suffa’nın ihtiyaca cevap vermemesi üzerine de Medine’de 9 mescidde daha tedris faaliyeti yürütüldü. Emevîler devrinde ise büyüklerin eğitimi camilerde yürütülürken çocukların eğitimine daha çok önem verildiği ve bu maksatla büyük “küttâblar” açıldığı görülmektedir (Baltacı, S. 3, 1979: 5).

(19)

Abbasiler devri İslam maârif tarihinde önemli bir merhaledir. Genel anlamda resmî ve sarayın dışında herkese açık ilk okuma ve daha doğrusu araştırma enstitüsü veya akademisi, Halife Me’mun devrinde Zerdüştî okullarının ilhamıyla 832’de Bağdat’ta kurulmuştur. “Beytu’l-Hikme” denilen bu müesseselerde Arap, Yahudi ve Hristiyan ilim adamları beraber çalışıyorlar; Yunan, Hint ve eski İran kültürüne ait kaynakları tetkik ediyorlardı. Yine bu devirde Bağdat’ta “Beytü’l-İlim” ve “Dâru’l-İlim” adıyla açılan müesseselerin de medreselerin doğuşuna müessir oldukları anlaşılıyor (Atçeken, 1998: 189).

“Medrese” adı altında ilk müessesenin ne zaman inşa edildiği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır.

İslam tarihçileri umumiyetle Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi’nin ilk kurulan medrese olduğunu kaydetseler de bu medrese inşa edilmeden önce medresenin varolduğu bilinmektedir (Bkz. Kafesoğlu, 1973: 162; Kayaoğlu,S.49, 1985: 126; Gül, 1997: 10; Atçeken, 1998: 189; Furat, 2003: 183; Bozkurt,C.28, 2003: 324). Ancak, Bağdat’taki Medrese-i Nizamiye’nin İslam ilim tarihinde ilk medrese sayılması, bu medresenin umumî ve tam teşkilatlı olması, müderris ve talebenin barınması ve beslenmesi için vakıflar bulunması itibariyledir diyebiliriz (Bkz. Berki, C. 10, S. 110-111, Tarihsiz: 232).

İslam tarihinde ilk inşa edilen medreselerden bazıları şunlardır:

1. 349/960 tarihinde Ebu’l-Velid Hasan b. Muhammed Emevî’nin Nişabur’da yaptırdığı medrese,

2. 354/965’ten önce İbn Hibban Teymî’nin Nişabur’da inşa ettirdiği medrese,

3. 402/1011’den önce Nişabur’da yapılan es-Saidiye Medresesi,

4. 405/1014’den önce Nişabur’da yapılan Ebu Osman Sabunî Medresesi, 5. 405/1015’den önce Nişabur’da yapılan İbn Furek Medresesi,

(20)

6. 450/1058’den önce Buşih’te yapılan İbn Gadıret Esedî Medresesi (Atay, 1983: 31).

A. Gül de yukarıdaki altı medreseyi içine alan on dört medreseyi kaydetmiştir. Medreseler sırasıyla şöyledir:

1. 349/960 Ebu’l-Velid Hasan b. Muhammed el-Ümevî’nin Nişabur’da yaptırdığı medrese.

2. Nişabur’da Şafiî fâkihi es-Saig en-Neysaburî (ö. 349/960) için yaptırılan özel mektep: Bu, fıkıh, kelam, hadis, tefsir, Kur’an ve diğer İslamî ilimlerin okutulduğu ilk müstakil medresedir (Gül,1997:10).

3. Nişabur’da 353/965’ten önce İbn Hibban et-Teymî’nin yaptırdığı medrese,

4. Ebû Hâtim el-Bustî (ö. 353/965)’nin özel medresesi.

5. Ebu Ali el-Huseynî (ö. 392/1002)’nin hadis mektebi. Bu mektebin 1000 öğrencisi vardı.

6. 402/1011’den önce Nişabur’da yapılan es-Sa’îdiyye Medresesi.

7. 405/1014’ten önce Nişabur’da yapılan Ebu Osman es-Sâbunî Medresesi.

8. 405/1015’ten önce Nişabur’da yapılan İbn Furek Medresesi.

9. Nişabur’da Beyhakiyye Medresesi: Şafiî fakihi Ebu Bekr el-Beyhakî 441/1050’de yaptırdı.

10. Gazneli Mahmud (389-421/999-1030)’un Gazne’de, kardeşi Nasır b. Sebüktekin (ö. 424/1033)’in Nişabur’da 437/1046’da yaptırdığı medrese.

11.Tuğrul Bey (428-55/1037-63)’in Nişabur’da 437/1046’da yaptırdığı medrese.

(21)

13. Taberan ve Bağdat’ta açılan medreseler: Bunlar da daha ziyade fıkıh (İslam Hukuku) öğretimi yapılıyordu.

14. Nişabur’da Ebu Ali el-Huseynî ve Ebu’l-Kasım el-Kureyşî (ö. 464/1072) tarafından açılan öğretim müesseseleridir (Bkz. Gül, 1997: 10, 11).

Medrese adıyla açılan ilk yüksek eğitim ve öğretim müesseselerinin İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından önce Belh ve Buhara’da bulunan eski Budist “vihara”larının örnek alınarak yapıldığını kaydeden kaynaklar çoğunluktadır (Bkz.Atçeken, 1998: 189; Kütükoğlu , 2000 :3; Bozkurt,C.28, 2003: 324). Uygurlar tarafından M.Ö. III. asırda Asoka devrinde kurulan viharalar, birer üniversite mahiyetindeydiler (Baltacı,S.3,1979: 4).

Bozkurt, kaynaklarda medrese olarak anılan ilk eserin, fâkih ve muhaddis Ebu Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbgi (ö. 342/954) tarafından Nişabur’da kurulan “Daru’s-sünne” olduğunu kaydeder. Hasan b. Ahmed el-Mahledî ve Muhammed b. Hüseyn el-Hasenî gibi hadis âlimlerinin imlâ meclisleri düzenlediği bu Daru’s-sünne’de 1000 kadar öğrencinin ders yapabildiği belirtilmektedir (Bozkurt, C. 28, 2003: 324).

Bozkurt’un naklettiğine göre İbni Kesir, Büveyhi hükümdarlarından Bahâüddevle zamanında vezirlik görevine getirilen Ebu Nasr Sabür b. Erdeşir’in Bağdat’ın batısındaki Kerh’te kurduğu Daru’l-ilm’in fukaha için tahsis edilen ilk medrese olduğunu söyler. Buranın Nizamiye Medreseleri’nden çok önce kurulduğu belirtilmektedir. Bağdat’taki Nizamiye’den önce Nişabur başta olmak üzere Doğu İslam dünyasında otuzdan fazla medresenin kurulduğu ifade edilmektedir (Bkz. Bozkurt, C. 28, 2003: 324).

Horasan ve Maveraunnehr’in çeşitli bölgelerinde fıkıh ve hadis öğretimi için Nizamiye Medreseleri’nden önce birçok medrese kurulmuştu (Kazıcı, 1995: 48).

Medreselerin resmi bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. asırda Karahanlılar (840/1211-2) zamanında vuku bulmuştur (Atçeken, 1998: 189). İlk

(22)

defa Karahanlı hükümdarı Aslan Gazi Tafgaç Han (v. 1035), Merv’de bir medrese tesis etti ve vefatında orada defnolundu (Baltacı, S. 3, 1979: 5).

Şiî inancına mensup, şiîlik propagandasını yayan Büveyhoğulları ve Fatımîler’e karşı Selçukluların Irak’ı fetihleri ve Bağdat’a girmeleri, Ehl-i Sünnet’in şiîler üzerine zafer başlangıcı sayılabilir. Bu dönemde Selçuklular daha açık fikirli ve gerçek ilim takipçisi olarak ortaya çıkmışlardır. Alparslan ve Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’ün kurduğu medreseler bu dönemde hakiki birer ilim yuvası olmuştur (Bilge, 1984: 3).

Abbasi halifelerinin ülkesinde hakimiyet Büyük Selçuklular’a geçtikten sonra ünlü devlet adamı Nizamülmülk (1018-1092) tarafından bir genel öğretim müessesesi halinde 13.10.1065 tarihinde Bağdat’ta açılan ve kurucusunun ismine bağlanarak “Nizamiye” adıyla anılan medrese, Türklerin İslam dünyasına kazandırdıkları yüksek öğretim kurumlarının öncüsü oşmuştur (Unat, 1964: 3).

Şiîliğin yayılmasını engellemek ve devletin ihtiyacı olan ilim adamı, idareci ve bürokratları yetiştirmek maksadı ile, sünnî olan Selçuklu Türk-İslam Devleti’nce Nizamiye ve diğer adlarla medreseler kurulmuş ve sünnî inanca dayalı İslamî ilimler okutulmaya başlanmıştır (Gül, 1997: XV). Devletlerini sağlam temellere oturtmak ve batınî inançlara karşı en faydalı yolun ilmi yaymak olduğunu anlayan Selçuklular’da medreseler, bu gayenin tahakkuku için ortaya çıkmış ve sonra geliştirilmiştir (Anadol ve Abbasova, 2002: 346). Gerçekten, bir ilim ocağı olarak medreselerin geniş anlamda devlet eli ile kurulup teşkilatlanması ve vakıf suretiyle tahsilin parasız olması Selçuklular’ın eseridir (Kazıcı, 1995: 48).

Selçuklular tarafından Bağdat’ta faaliyete geçirilen Nizamiye Medreselerini (459/1065) bu medreselerin birer benzeri olan Merv, Herat, İsfahan, Belh, Basra, Musul, Amül, Taberistan gibi şehirlerde kurulan medreseler takip etti (Unan, C. 5, 1999: 150).

(23)

Selçuklular Anadolu’ya hâkim olduktan sonra da birçok medrese kurmuşlardır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda Anadolu’da beylikler döneminde de çok sayıda medrese kurulmuştur. Böylece medreseler XIV. yüzyılın başlarında Anadolu’nun her yanına yayılmış bulunuyordu. 1330’larda Anadolu’ya bir seyahatte bulunan İbni Batuta, Anadolu’nun her tarafında hatta küçük kasabalarında bile medreselerin bulunduğunu kaydediyor (Bkz. Taşdemirci, S. 3, 1989: 520).

İlk olarak IV./X. asırda Buhara, Nişabur, Horasan gibi İslam dünyasının doğu bölgelerinde ortaya çıkan medresenin, buradan Bağdat, Suriye, Mısır, Tunus ve Endülüs gibi diğer İslam memleketlerine yayıldığı görülüyor. Anadolu’da ise medreseler ilk defa VI./XII. yüzyıllarda Selçuklular ve Beylikler döneminde, Suriye ve Bağdat medreseleri örnek alınarak çeşitli yerlerde kurulmuştur (Sarıkaya, 1997: 24).

Bu bilgiler, medresenin her İslam ülkesinde farklı şartlar altında meydana geldiğini, ilk medreselerin Türkistan ve Horasan’da kurulduktan sonra diğer İslam ülkelerine yayıldığını ortaya koymaktadır.

1.2. MEDRESELERİN TEŞKİLAT YAPISI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLILARA KADARKİ GELİŞME SAFHASI

Kuruluş tarihi bakımından medrese sisteminin yapısı, fıkıh (hukuk) ilmi uzmanları tarafından tanımlanan, yorumlanan ve korunan hukukî bir temele dayanıyordu. Teşkilat bakımından medreselerde yürütülen tahsilde fıkıh ve ona yardımcı olan bütün sahalara öncelik tanınmıştır (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Başlangıçtan beri İslam dünyasında medreseler, vakıflarca idare edildikleri için medrese binalarına müessesenin mâlî durumuna göre imâret, kütüphane, hamam gibi diğer müesseseler de ilave edilirdi. Bunun için her medresenin bir vakfiyesi bulunur, bunda vâkıfın (vakfı kuran kimse) şartlarına

(24)

göre medresenin nasıl işleyeceği, müderris, talebe ve memurların ne kadar maaş alacakları ve daha başka konular yeralırdı (Kazıcı, 1995: 43).

Büyük Selçuklu Devleti vezirlerinden Nizamülmülk’ün inşa ettirdiği Nizamiye Medreseleri’nin yönetimi Nizamülmülk ve çocuklarının elindeydi. Medreseye kitaplar, arazi ve dükkânlar vakfedilmişti (Bozkurt, C. 28, 2003: 326). Bağdat’ta inşa edilen Nizamiye Medresesi’nde talebeye sadece ders verilmekle kalınmıyor, talebenin yiyecek ve barınma ihtiyaçları da karşılanıyordu. Bunu sağlamak için ünlü vezir medreseye, Bağdat’ta Dicle nehri kenarına karşı han, hamam ve çiftlikler vakfetmişti (Kütükoğlu, 2000: 3). Bağdat Nizamiyesi’nde aralarında memleketin en ileri gelenlerinin çocuklarının yanında, en fakir aile çocuklarının da bulunduğu 6.000 talebe aynı anda eğitim-öğretim görüyordu (Anadol ve Fazile, 2002: 349). Bu kuruluşun senelik masrafının 15.000 dinar olduğu tahmin edilir (Talas, 2000: 47).

Talas’ın bize naklettiğine göre Nizamülmülk, her memurun, hocanın ve hoca yardımcısının ve hatta kapıcının Nizamiye Medreseleri’ne kabul edilebilmeleri için Şafiî ve Eş’arî olmalarını şart koşmuştur (Talas, 2000: 48).

Bu uygulamanın temelinde, o dönemde oldukça etkili olan Şiî propagandasına karşı, sünnî mezhebe mensup ve sünniliğin yayılmasını gaye edinen bir girişimin varolduğu bilinmektedir.

Bağdat Nizamiye Medresesi’nin bu özelliklerinin yanında mimarî yapı özelliklerinin de daha sonra inşa edilen medreselere örnek olduğu, sonraki medreselerin teşkilat yapılarını önemli ölçüde etkilediği tarihî kaynaklarda ifade edilmektedir. Bu itibarla Bağdat Nizamiye Medresesi’nin mimarî özelliklerine değinmek yerinde olur.

Bağdat Nizamiye Medresesi taştan ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Zeminde girerken sağda iki oda olup, birincisi küttab olarak kullanılırdı; daha sonra kuyunun solunda esas salon ve kurucusunun mezarı, birinci kata çıkan

(25)

merdiven, uzun bir galeri, kütüphane olarak kullanılan bir oda ve talebelere ayrılan diğer bir oda bulunmaktaydı. Dersler talebelere salonda veriliyordu.

Kare şeklinde büyük bir bahçe ile çevrili olan Nizamiye’nin birçok geniş konferans salonları ve dershaneleri, depo ve erzak kileri olarak kullanılan zemin katta bir hamamı ve bir de mutfağı vardı (Talas, 2000: 42).

Devlet tarafından maddî ve manevî yardım gören ve saray tarafından himaye edilen Nizamiyeler’in gerek teşkilat, gerekse öğretim bakımlarından o çağın diğer öğretim kurumlarından çok üstün olduğu muhakkaktır (Kuran, 1969: 6).

Medrese görevlilerinin sayısı kurumun büyüklüğüne ve okutulan derslere göre değişmekteydi. (1233-34)’te tamamlanan Mustansıriyye Medresesi’nde dört Sünnî mezhepten birer müderris vardı. Burada altmış iki fâkih, dört mescid, bir Şeyhu’l-hadis, iki Kârî, on Müstemî, bir Şeyhu’t-tıb, on kadar da tıp öğrenimi gören öğrenci bulunuyordu. Medresenin bünyesinde yetim çocuklar için de bir mektep yeralmaktaydı (Bozkurt, C. 28, 2003: 326). Mektebe bağlı bir kütüphane, hamamlar, hastahane ve bir de mutfak bulunmakta idi. Girişte bir duvar saati, mektebin yanında halifenin bir köşkten bütün binaya bakabileceği bir bahçe bulunuyordu (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 127).

Memlukler dönemi medreselerinde ise görevlilerin durumu ve görevleri şöyleydi: Hadis hocalarına Muhaddis, Şeyhu’l-hadis veya Şeyhu’r-rivâye deniliyordu. Muhaddis, bölgedeki hadis şeyhlerini, onların doğum ve ölüm tarihlerini, ilmî durumlarını bilirdi. Şeyhu’r-rivaye muhaddislerin rivayet ettikleri hadislerin lafızlarını tashih ederdi. Hafızlar Kur’an’ı ezberleyenlerin derslerini takiple görevliydi. Müfessir, Kur’an ayetlerini açıklar, Müderris talebeye ders anlatır, Muîd müderrise yardımcı olurdu. Müfîd, ders çalışmaları esnasında öğrenciye yardım eder, Müntehî tartışılan konularda araştırma yapardı. Kâtibu’l-gaybe, talebenin devam durumunu izlerdi. Zâbitu’l-esmâ ise öğrencinin kaydıyla ve onların derse ilgisini takiple görevliydi. Muallimu’l-küttab küçük çocuklara İslamiyetin esaslarını öğretir, Kâs (kıssa anlatan) halka ibretli olaylar ve sözler

(26)

nakleder, Kâriu’l-kesâsî de kâs gibi bir görev yapardı. Vâiz, halka şiirler ve güzel sözlerle zühd, tevekkül gibi konular hakkında vaaz verirdi. Fıkıh medreselerinde ayrıca Reis, Müftü, Kadı, Şâhid, Mütesaddir, Müfîd gibi görevliler bulunurdu. Hadisle ilgili bölümlerde yardımcıya Müstemlî, dil hocalarına Nahvî denirdi. Kıraat hocaları da hadis hocaları gibi Şeyh olarak adlandırılırdı. Ribat, zâviye ve hankâhlarda ders verenlere şeyh denirdi. Medreselerde ayrıca Nâsih, Verrâk, Musahhih, Muarrid gibi yazı ile ve yazı malzemesinin sağlanmasıyla ilgili görevliler de bulunurdu (Bozkurt, C. 28, 2003: 326).

Anadolu Selçuklu medreselerindeki teşkilat yapısı ve eğitim şeklinin klasik İslam medrese eğitimine paralel olarak devam ettiği ifade edilmektedir (Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Metinleri bulunabilen medrese vakfiyelerinden Anadolu medreselerinde eğitimin Salı ve Cuma günleri hariç hafta boyunca yürütüldüğü ve eğitim süresinin azami beş yıl ile sınırlandığı anlaşılmaktadır. Fakih denilen medrese öğrencilerine başlangıçta “mübtedî” daha sonra “mutavassıt”, en sonunda da kendi kendine istidlal yaparak hüküm çıkarabilecek duruma gelince “müstedil” denilmekteydi (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

M. 1201/2 tarihli Konya’daki Altun-Âba Medresesi Vakfiyesi Anadolu Selçuklu Medreseleri’ndeki teşkilatı ortaya koyması bakımından önemlidir. Vakfiyeye göre vâkıf (vakfeden kişi) Hanefî mezhebinden olacağını şart kıldığı müderrise 800, muîde 240 dinar tahsis etmiştir. Hanefi ve Şâfiî mezhebinden olması kaydedilen talebe ve fâkihlerden istidlâl yapabilecek, ilerlemiş üç talebeye her birine üçte biri olmak üzere ayda 45 dinar, orta derecede olan on beş talebeye her birine 10 dinar olmak üzere ayda 150 dinar, başlangıçta olan (mübtedî) yirmi talebeye her birine 5’er dinar olmak üzere ayda 100 dinar, medresedeki cemaate namaz kıldıran ve Hanefi mezhebinde olması şart kılınan imama yılda 200, müezzine 100 ve medresenin serilmesi, temizliği ve içeridekilerin hizmetine bakan ferrâşa ayda 5 dinar maaş tahsis edilmiştir. Bu

(27)

XI, S. 42: 202). Vakfiyenin tasnifine göre medresenin ilk talebesine “müteallim”, yüksek talebesine de “mütefakkih” denilmektedir (Konyalı, 1964: 824).

Mübârizeddin Halifet Gazi’nin Amasya’da 606/1209-1210 senesinde kurduğu medresenin vakfiyesinde ise bir müderris, iki muîd ve on iki fâkih (talebe) bulunacak, müderris yıllık bin iki yüz hâlis gümüş dirhem maaş karşılığında Hanefî fıkhını okutacaktır (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

Mevcut vakfiyelerden anlaşıldığına göre Anadolu Selçuklu Medreseleri’nde öğrenci sayısı 20-40 arasındadır. Sivas Buruciye Medresesi’nde 30 öğrenci Konya Altun-Âba Medresesi’nde 38 öğrenci vardı (Kuran, 1969: 3).

Anadolu Selçuklu devletinde iklim şartları ve birtakım unsurlar göz önüne alınarak medreseler iki tip üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: “Açık Avlulu Medrese” ve “Kapalı Kubbeli Medrese” tipleridir. Bunların arasında aslında büyük bir fark yoktur. Kapalı avlulu tipte orta mekân kubbe ile örtülüdür. Bu sebeple plan kare veya kareye yakın bir dikdörtgen biçiminde olur (Atçeken, 1998: 191). Açık avlulu tipin avlusu ise genellikle giriş ekseni itibarı ile uzunlamasına dikdörtgen biçimindedir (Aslanapa, 1984: 135).

Anadolu Selçuklu medreseleri genellikle tek katlıdır. Fakat iki katlı olanlar da mevcuttur (Sırçalı Medrese gibi). Eyvan sayıları belli değildir. Eyvanlar sivri, beşik tonozlu örtülü; ana eyvanın yanlarındaki odalar ise umumiyetle kubbelidir (Atçeken, 1998: 191).

Herhangi resmî bir derecelendirmeye tabi tutulmadığı görülen Osmanlı öncesi medreseler, umumiyetle müderrislerin ilmî kabiliyetlerine göre şöhret bulmuştur. Temel eğitimini tamamladıktan sonra, herhangi bir ilimde ihtisas yapmak isteyen talebeler, o bilim dalındaki tanınmış hocalara gidip onlardan ders görürler ve icâzet alırlardı. İcazetnâmelerde müderris esastı ve eğitim görülen medreselerin adı değil, okutulan derslerin tanımı ve icâzeti veren müderrisin hocalarının silsilesi gösterilirdi (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

(28)

Başlangıcından itibaren medresede yürütülen eğitim-öğretim faaliyetleri önemli bir husustur. Bazı kaynaklar Selçuklu öncesi ve Selçuklu döneminde inşa edilen medreselerde yalnızca dinî ilimlerin okutulduğunu ileri sürerken, bazı kaynaklar da bu medreselerde naklî ilimlerin yanında aklî ilimlerin de okutulduğunu ifade etmektedir. Bu hususa açıklık getirmek için bu devrin eğitim-öğretim faaliyetine değinmek gerekir.

Bilindiği gibi Kur’an, ilk ayeti ile öğrenmeyi emreden bir dinin kitabıdır. Bu kitabın gönderdiği peygamber de ümmetine bu yolda talimat vermiştir. Kitap ve Sünnetin bu konudaki emirlerini yerine getirmeye çalışan müslümanlar, daha İslamın ilk yıllarından itibaren öğrenmek için bütün imkânlarını seferber etmiştir (Kazıcı, C. 5, 1999: 161).

Kur’an, Hadis ve Arapça öğretimi ilk zamanlardan itibaren camilerde yapılmaktaydı. Fıkıh ve ilahiyat alanındaki gelişmeler neticesinde, bu konularla ilgili dersler de camilerde okutulmaya başlandı. Bu bilgi dallarının hepsinin bir arada okutulduğu camiler olduğu gibi, birinin veya birkaçının okutulduğu camiler de vardı. Camilerde İslamî ve lisanî bilimler dışında, aklî bilimler de okutulurdu. Mesela el-Ezher Camii’nde tıp okutulduğundan bahsedilmektedir. Fakat felsefe camilere girememiştir (Taşdemirci, S. 3, 1989: 527).

İhtiyaçların artmasıyla Emevîler devrinde inşa edilen müstakil mekteplerde din eğitiminin yanında çeşitli müspet ilimler de okutuluyordu.

Halife Me’mun’un (813-833) devrinde Zerdüştî okullarının ilhamıyla 832’de Bağdat’ta inşa ettirdiği Beytu’l-Hikme’lerde Arap, Yahudi ve Hristiyan ilim adamları beraber çalışıyorlar, Aristo ve Eflatun gibi birçok filozofun eserlerini Arapçaya çeviriyorlardı (Atçeken , 1998:189 ).

Devlet tarafından maddî ve manevî yardım gören ve saray tarafından himaye edilen Nizamiye’lerin gerek teşkilat ve gerekse öğretim bakımından o çağın diğer eğitim kuruluşlarından üstün olduğu muhakkaktır.

(29)

Bazı kaynaklar ilk Nizamiye Medreseleri’nde fıkıh dersleri ile sarf, nahiv gibi Arapça dil eğitimi dışında özellikle aklî ilimlerden ders okutulduğuna dair bilgi bulunmadığını kaydederler (Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Nizamiye Medreseleri konusunda ayrıntılı bilgi veren Talas ise, Eş’arî âlimler tarafından kabul edilmeyen genel felsefe ve metafizik konularının Nizamiye’de yasak edildiğini ifade eder ve Nizamiye’nin belli başlı hocalarının ve yardımcılarının biyografik incelemelerine göre bu medresede öğretilen konuların genel bir programını verir. Buna göre Bağdat Nizamiyesi’nde okutulan dersler şunlardır:

1- Kur’an ve Kur’an ilimleri, 2- Hadis ve ilimleri, 3- Şafiî usulü fıkhı ve Eş’arî kelamı, 4- Şafiî fıkhı, 5- Arapça ve ilimleri, 6- Âdab ve kısımları, 7- Riyaziyat ve Ferâiz (aritmetik ve mirasın taksimi ile ilgili ilim) (Bkz. Talas, 2000: 50).

Kuran ve Kazıcı da Nizamiyeler’in ders programında tıp, riyaziye ve hey’et derslerinin varolduğunu ifade etmektedir (Bkz. Kuran, 1969: 6; Kazıcı, 1995: 44).

M. 1233-34’te tamamlanan Bağdat’taki Mustansıriyye Medresesi’nde dört sünnî mezhepten birer müderris vardı. Medresede bir Şeyhu’l-hadis, bir Şeyhu’t-tıb, on Müstemi, iki Kârî ve on kadar da tıp öğrenimi gören öğrenci bulunuyordu (Bozkurt, C. 28, 2003: 326). Şeyhu’t-tıp ünvanlı müderris bu on talebeye tıp ilmini öğretirdi (Kuran, 1969: 4).

Yine bu döneme ait Kırşehir’deki Cacabey Medresesi’ndeki Germiyanoğulları tarafından inşa edilen Kütahya Vacidiye Medresesi’ndeki mimari değişikliklerden hareketle bu medreselerde astronomik gözlemler yapıldığı ileri sürülmektedir (Bkz. Furat,S.8, 2003: 184).

Anadolu Selçuklu medreselerinde daha çok ihtisaslaşma görülür. Medreseler okutulan konulara göre daru’l-hadis, fıkıh medresesi ve tıp medresesi şeklinde sınıflandırılmıştır. Konya’daki İnce Minareli Medrese (1258) bir

(30)

daru’l-hadis, yine Konya’daki Sırçalı Medrese (1242) fıkıh medresesi, Kayseri’deki Çifte Medrese’nin doğudaki kısmı ise bir tıp medresesidir (Kayaoğlu, 1994: 54).

Daru’l-hadislerde verilen esas ders hadis ilmi idi. Fıkıh medreselerinde ise, “İslam hukuku” esasına dayanan fıkıh tedrisi yapılırdı. Tıp medreselerinde ise tıp tahsili yapılırdı (Bkz. Kuran, 1969: 4).

Anadol ve Abbasova Selçuklu Medreseleri’nde Hadis ilmi, Fıkıh, Kelam ilmi Hey’et, Riyaziye, Tıp, Edebiyat, Belağat ve Arûz gibi derslerin okutulduğunu kaydeder (Bkz. Anadol ve Abbasova, 2000: 349-351).

Bunun yanında medrese, ister bir hayırseverden, isterse bir devlet tarafından yapılmış olsun, ders okumak ve ilim tahsil etmek için yapıldığından, yaptıranın kafasında, kendine göre bir programı mevcuttu. Onu medresenin vakfiyesine yazdırmayı ihmal etmezdi ( Atçeken ,1998 : 189 ).

Medrese, eğer bir devlet ve hükümet başkanı tarafından inşa edilmiş ise, programına daha çok önem verildiği ve kurucusunun gayesine hizmet edecek bir öğretimin takip edildiği görülmektedir (Atay, C. XIII, 1981: 172).

Medrese eğitimini başarıyla tamamlayanlara icâzet verilir, belli bir süre sonra kendisinde kabiliyet görülmeyen öğrenci uzaklaştırılırdı. Dersler umumiyetle ezberleme, tekrar, tefakkuh, müzâkere ve imlâ metodlarıyla öğrenilmeye çalışılırdı (Bozkurt, C. 28, 2003: 326).

(31)

II. BÖLÜM 2. İLK OSMANLI MEDRESELERİ

Osmanlı Devleti kuruluşunun ilk yıllarından itibaren, daha önce Anadolu’daki Türk devletlerinde de görüldüğü gibi, bilimsel yapılanmaya gereken önemi vermiştir (Kahya, C. 8, 1999: 25). Zîra Türkler, daha Anadolu’ya gelmeden ilmî faaliyetlerde bulunmuşlar ve özellikle Büyük Selçuklularda olduğu gibi Anadolu Selçuklu Devleti de çeşitli şehirlerde medreseler tesis etmişlerdi. Bu medreseler gerek teşkilat ve gerekse idarî bakımdan daha sonra kurulacak olan Osmanlı medreselerine örnek olmuştur (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 439).

Bu yönüyle ilk Osmanlı medreseleri, teşkilatlanma ve idarî yapılanma bakımından Selçuklu devri medreselerinin bir devamı olarak kabul edilmektedir.

Burada ilk Osmanlı medreseleri hakkında birkaç hususa değinmek gerekir. Bunlardan ilki, ilk Osmanlı medresesinin nerede kurulduğu meselesidir. Taşköprülüzade İsamüddin Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi’nin “eş-Şekaiku’n-Nu’maniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmaniye” isimli eserinde Osmanlı devletinde ilk kurulan medresenin İznik medresesi olduğunu belirten kesin bir kaydın olduğu ifade edilirken (Bkz. Hızlı, S. 88, 1991: 279), Arif Bey bu konuda farklı bir görüşü dile getirir ve şöyle der: “Orhan Bey saltanatının üçüncü yılında İzmit’i fethettikte oradaki mebâni-i kadîmeden birini medreseye kalbetti. Memâlik-i Osmaniye’de ilk medrese budur. Lâkin İzmit aksâ-ı memlekette olduğundan medresesi matlup derecede feyz ve şöhret bulmadı. Hükümetinin altıncı senesinde İznik’i aldı. Ehemmiyet-i mevkisine ve şöhret-i kadimesine nazaran merkez-i hükümet yaptı. Zaman-ı kadîmdeki şöhretinin ihyâsı maksadıyla mebâni-i kadimeden birini medrese haline vaz ettirdi” (Arif Bey, 1922: 139).

Burada ilk medresenin İznik’teki Süleyman Paşa Medresesi olduğuna işaret edilmekte ancak İznik Medresesi’nin ondan daha şöhretli olduğu

(32)

bildirilmektedir (Bilge, 1984: 12; Hızlı, S. 88, 1991: 27). Gerçekten de İznik Medresesi Çelebi Sultan Mehmed’in (Pakalın, 1983: 436) Bursa’da yaptırmış olduğu medreseye kadar Osmanlı medreselerinin en şöhretlisi olarak kalmıştır (Bilge, 1984: 12).

Ancak ilk Osmanlı medresesi hususundaki genel kanaat, 731-732 H. 1330-1331 M. senesinde İznik’te yapılan ve müderrisliğine Davud-i Kayserî’nin getirilmiş olduğu medrese yönündedir.

Tevarih-i Âl-i Osman ve Şekâiku’n-Nu’mâniye gibi tarihi kaynaklarda Orhan Bey’in İznik’te yaptırmış olduğu medresenin Osmanlı devletinde yapılan ilk medrese olduğu kaydedilmesine rağmen (Bkz. Hızlı, S. 88, 1991: 27), Ârif Bey’i bu konuda farklı bir görüşe sevkeden hususun İzmit’in fethi konusunda kaynaklarda yeralan farklı tarihler olduğu söylenebilir.

İzmit’in 727 (H) = 1326-1327 (M), 728 (H) = 1327-1328 (M) ve bazen de 731 (H) = 1330-1331 (M) gibi farklı tarihlerde fethinin gerçekleştiğinin Osmanlı kaynaklarında kaydedildiğini ifade eden İ. Hâmi Danişmend, Bizans rivayetlerine dayanan batılı kaynaklarda ise İzmit fethinin 738 (H) = 1337-1338 (M) tarihinde gerçekleştiği bilgisinin yeraldığını ifade eder. Danişmend, bu fetih tarihindeki ihtilaf konusunda iki sebep gösterir. Birincisi, İstanbul’un fethinden sonra yazılan Osmanlı kaynaklarının Osman Bey ve Orhan Bey zamanını yeterince aydınlatamamasıdır. İkincisi ise, İzmit’in Bizanslılarla Osmanlılar arasında bir iki defa alınıp verilmiş olmasıdır. Danişmend’e göre daha önce alınmış olmasına rağmen İzmit’in kat’i surette fethi 738 (H) = 1337-1338 (M) tarihindedir (Bkz. Danişmend, C.1: 22).

Bu bilgiler ışığında, yukarıda da belirtildiği üzere Osmanlı devletine ait ilk medresenin İznik’te yeralan medrese olduğu ifade edilebilir.

İznik’teki medreseden başka Osmanlılar, diğer şehirlerde de medreseler inşa etmişlerdir. Nitekim Orhan Gazi Bursa’nın fethini müteakip, süratle imar faaliyetlerine başlamış, bu arada kurduğu birçok sosyo-kültürel müesseseye iki

(33)

medreseyi de ekleyerek şehrin ilim ve kültür hayatına canlılık kazandırmıştır. Medreselerin ilkini Hisar’da, diğerini ise Orhan Camii’nin yanında inşâ ettirmiştir (Hızlı, 1998: 15).

Öte yandan ilk dönemde Bursa, Edirne ve diğer Osmanlı şehirlerinde birçok medrese inşâ edildiğini ifade eden Halaçoğlu, bunları Bursa’dan başlayarak şöyle sıralar (Bkz. Halaçoğlu, C. 12, 1994: 410-413): Bursa’da Orhan Gazi zamanında yapılan Lala Şahin Medresesi, I. Murad dönemi medreselerinden Çekirge mevkiinde yeralan Hüdavendigâr Medresesi, Ulu Camiî civarında bulunan Esediye Medresesi, Yıldırım zamanında yapılan Çandarlı Hayreddin Paşa’nın oğlu Ali Paşa Medresesi, Ebu İshak Medresesi, I. Murad Han’ın hanımı Gülçiçek Hatun Medresesi, Eyne Bey ve Molla Yegân Medresesi, Eyne Bey Subaşı Medresesi, Ferhâdiye Medresesi, Molla Fenâri Medresesi, Yıldırım Medresesi, Çelebi Mehmed devrinde Bayezid Paşa Medresesi, Çelebi Mehmed tarafından kurulan Yeşil Medrese veya Bursa Sultaniyesi, II. Murad devrinde Fazlullah Paşa Medresesi, Hacı İvaz Paşa Medresesi, Kara Hasan Paşa Medresesi, İsa Bey Medresesi, Sultan II. Murad’ın Muradiye Medresesi sayılabilir. Bunların hepsi de vakıflar bağlanmak suretiyle varlıklarını sürdürmüştür. Bunlardan özellikle Orhan Gazi’nin Manastır Medresesi, I. Murad’ın Hüdâvendigar Medresesi, I. Bayezid’in Yıldırım Medresesi, Çelebi Sultan Mehmed’in Yeşil Medresesi (Bursa Sultaniyesi), Hacı İvaz Paşa Medresesi ve II. Murad’ın Muradiye Medresesi, birinci derecede eğitim ve öğretim kurumları olarak vazife görmüştür.

Osmanlı sultanları ve devlet adamları Edirne’nin fethini müteakip burada da medreseler inşa etmişlerdir. Bunlardan Çelebi Mehmed Medresesi (Eski Camiî Medresesi) adından da anlaşılacağı üzere, Çelebi Mehmed tarafından Eski Camiîn arkasında 1413 yılında inşa ettirilmiştir. Medreseye Yıldırım Bayezid zamanında bazı yerlerin gelirleri evkaf olarak bağlanmıştır. Öte yandan Edirne’de Sultan II. Murad’ın yaptırdığı Daru’l-Hadis Medresesi ile Üç Şerefeli Saatli Medrese ilmî derece yönünden önemli bir seviye olup hususiyetlerini uzun

(34)

süre devam ettirmişlerdir. Bunlardan ayrı olarak II. Murad zamanında Rumeli Beylerbeyi olan Sinan Bey tarafından yaptırılan Beylerbeyi Medresesi, Kürt Hoca Medresesi, Amasya ileri gelenlerinden Şah Melek b. Şâdi Bey Medresesi, Çelebi Mehmed devri meşayihinden olan Şeyh Şucâ Medresesi, Saruca Paşa Medresesi ve Halebiye Medresesi sayılabilir (Halaçoğlu ,C.12 , 1994 : 412 ).

İznik, Bursa ve Edirne haricindeki diğer Osmanlı şehirlerinde de medreseler inşa edilmişti. Bunlardan Afyon’da Umur Bey Medresesi, Alaşehir’de Yıldırım Medresesi, Amasya’da I. Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad Medreseleri, Yörgüç Paşa Medresesi, Balıkesir’de Yıldırım Medresesi, Bergama’da II. Murad zamanında yapılmış Hatip Paşa ve Umur Bey Medreseleri, Bolu’da Yıldırım Medresesi, Çorum’da II. Murad Medresesi, Dimetoka’da Oruç Paşa Medresesi, Filibe’de II. Murad devrinde Rumeli Beylerbeyi olan Kula Şahin Paşa tarafından yaptırılan medrese ile ayrıca Gelibolu, İştip, Kütahya, Malkara, Merzifon, Milas, Mudurnu, Sapanca, Tire, Tokat, Üsküp, Yenişehir (Bursa) ve Yenişehr-i Fenar (= Larissa)’daki medreseler sayılabilir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 410-413).

Erken dönem Osmanlı medreselerini mimarî yönden inceleyen Yekta Demiralp 1300-1500 (M) yılları arasında Anadolu’nun en küçük yerleşim birimlerinde dahi medreseler inşâ edildiğini ifade eder. Günümüze ulaşamamış medrese sayısının ise hayli fazla olduğunu belirtir ve bu medreselerden günümüze ulaşabilen otuz altı medresenin kendisi tarafından incelendiğini vurgular. Bugün mevcut olmayan erken dönem Osmanlı medreselerinin yirmi beşini ise liste halinde verir (Bkz. Demiralp, 1999: 13).

XIV. yüzyılın başlangıcından Fatih Sultan Mehmed devrinin başlangıcına kadar büyük şehirlerden Bursa’da yirmi beş, Edirne’de on üç, İznik’te dört olmak üzere toplam kırk iki medresenin kurulmuş olduğu, aynı dönemde daha küçük şehirlerde ise kırk medresenin bulunduğu bilinmektedir (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 237).

(35)

Kısaca 1331-1451 yılları arasında, Osmanlı devletinin ilim çevreleri henüz kuruluş döneminde iken toplam seksen iki medresenin tesis edilmiş olması, Osmanlılarda eğitim ve bilim ortamının çok hızlı bir şekilde geliştiğini göstermektedir. Bu durum, her üç senede en az iki medresenin kurulmasına tekabül eder. Aynı şehirlerde medrese sayısının artmasıyla medreseler arasında bir derecelendirme ihtiyacı doğmuştur. II. Mehmed (Fatih)’ten önceki dönemde medreselerin statüsüne göre bir derecelendirmeye gidilmesi, medreseler arasında bir fark ortaya çıkarmıştır (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 414).

Osmanlıların ilk birbuçuk asır içinde yapmış oldukları medreselerin derece ve sınıf itibariyle en mühimleri İznik, Bursa ve Edirne idi. Kuruluşun başlangıcında İznik Medreseleri bu beyliğin birinci sınıf medresesi idi; sonra Bursa’da yapılan medreseler dolayısıyla İznik ikinci dereceye inerek Bursa’daki (Sultan Medresesi) birinci dereceyi aldı. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II. Murad zamanında 851 (H.)/1447 (M) senesinde tamamlanan Üç Şerefeli Camiî yanındaki büyük medrese ile Daru’l-Hadis o tarihte Osmanlı memleketlerindeki medreselerin üstünde yeraldı (Uzunçarşılı, 1988: 2-3).

2.1. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA 2.1.1. Fizikî Yapı

Önceleri camiler, aynı zamanda medrese olarak kullanılır iken, müstakil medreselerin ortaya çıkmalarıyla medrese mimarisi doğmuştur. Umumiyetle camiler etrafında kurulan medrese binaları, iklim şartlarına ve devre hakim olan mimarî tarzına göre taştan, tuğladan, kerpiçten veya ahşaptan yapılmışlardır. Bazen de daha önceden başka gayeler için yapılmış olan binalar, medrese olarak kullanılmışlardır (Baltacı, 1976: 25).

Osmanlı biliminin teşekkülü ve gelişmesi Osmanlı öncesi Selçuklu döneminde Anadolu şehirlerindeki eski ilim müesseselerinin yerleşik gelenekleri ile dönemin en mühim ilim ve kültür müesseseleri sayılan Mısır, Suriye, İran ve Türkistan’dan gelen âlimlerin sayesinde gerçekleşmiştir (İhsanoğlu, C. 8, 1999:

(36)

17). Osmanlılar ilk medreseleri kurarlarken Selçukluların, Mısır ve Türkistan medreselerinin teşkilat ve eserlerinden istifade etmişlerdir (Pakalın, C. 2, 1983: 436). Selçuklu, Mısır ve Türkistan medreselerini örnek alarak medreseler açmaya başlayan Osmanlıların bu faaliyetleri, kendilerinden önce Anadolu’da bu alanda yapılan faaliyetlerin bir devamı sayılabilir (Taşdemirci, S. 3, 1989: 520).

E. Hakkı Ayverdi, Osmanlı mimarisinin ilk devri ile ilgili bilgiler verirken Osmanlı medreselerinin mimarî özelliklerinden de bahseder. İlk devir Osmanlı medreselerinin mimarî özellikleri bize bu dönem medreselerinin fizikî yapılanmaları hakkında da bilgi verir. Ancak fizikî yapılanmadan önce İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı medresesi hakkında bir hususu dile getirmek gerekir. Geçmişten bu yana İznik’te kurulan ilk Osmanlı medresesinin manastırdan çevrilme olduğu tekrar edilegelmektedir. Ancak Ayverdi, Molla Hüsrev tarafından 841 (H)/1437-38 (M)’de tescil edilen Orhan Gazi Vakfiyesi suretinde: Orhan Gazi’nin bu vakfının 841 (1437-38) yılında Molla Hüsrev tarafından tescil edildiğini, sonra vakfiyenin 895 (1489-1490)’da Sultan II. Bayezid’e arz ve 903 (1497)’de tekrar tescil olunduğunu ifade eder ( Ayverdi , C. 1, 1966 : 175 ).

Bu bilgi doğrultusunda Ayverdi, medresenin manastırdan çevrilme değil, yeni inşa edilen bina olduğunu belirtir. Medresenin yerini Hayrüddin Paşa Caminin kuzeyinde ve Nilüfer İmâreti’nin doğusundaki kale duvarıyla hudutlu olan boş bir arazi olarak gösterir (Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 172). Bu ilk medreseden başka İznik’te inşa edilen Süleyman Paşa Medresesi’nde ise, güzel bir revâk, ferah bir avlu, yeterli adet ve ebatta hücre, dershane, müderris odası, hususî bir giriş gibi önemli unsurları içinde barındırdığı, Lala Şahin Medresesi’nde ise Selçuklu ve beylikler döneminin etkisi olduğu aktarılmaktadır (Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 175).

İlk Osmanlı medreselerinden Bursa’daki Yıldırım Bayezid Medresesi (1399), Çelebi Mehmed’in Yeşil Medresesi (1415) ile II. Murad’ın Muradiye Medresesi (1426)’nin ölçü farkları bir yana bırakılırsa hemen hemen aynı plân

(37)

revaklarla çevrili bir açık avlu, revakların arkasında öğrenci odaları bulunmaktadır. Burada görülen fark, Selçuklu medreselerindeki simetrik eyvanların ortadan kalkması, kıble tarafından çıkıntı halinde büyükçe kubbeli dershanenin eklenmesi ve her öğrenci odasının dışarıya bir pencere ile açılmasıdır. Bir fark da tek katlı olan bu medreselerde portallerin sadeleşmesi, taşla tuğlanın birlikte kullanılmasıdır. Bu üç medresenin kubbeli dershanelerinin önü açık olduğu için bunlara eyvan dershane denilmektedir. Bu üç medrese dışında, Hüdavendigâr Medresesi (1363), Çelebi Mehmed’in Merzifon’da yaptırdığı medrese (1414) ayrı birer mimarî özellik ve gelişme çizgisini gösterirler. II. Murad’ın Edirne’de yaptırdığı Saatli Medrese ise Bursa’da Yıldırım Bayezid’in başlattığı Osmanlı medrese tipinin devamı olarak kabul edilir ancak, kubbeli bir eyvanın yanında kapalı bir dershanenin yer alması ile onlardan ayrılır. Bu kapalı dershane daha önce Orhan Gazi devrinde inşa edilen İznik Süleyman Paşa Medresesi’nde ortaya çıkmıştır (İhsanoğlu, 2003: 93-94).

İlk Osmanlı medreselerinin fizikî yapılanma bakımından daha önce kendine örneklik teşkil eden Selçuklu medreselerinden önemli ölçüde etkilendiğini ifade etmiştik.Bu bakımdan Selçuklu medreselerinin daha önce değinmiş olduğumuz fizikî yapısıyla ilgili bazı bilgileri hatırlatmak yerinde olur.

Örneklerini, Büyük Selçuklu devrinde Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’ün Tus’da ve Bağdat’ta yaptırdığı eyvanlı medreselerden alan Anadolu Selçukluları da medreselere çok önem vermişlerdir. Avluya açılan dört büyük eyvanlı Asya medreseleri örneği, Selçuklular devrinde ana hatları muhafaza edilerek tatbik edilmiştir. İklim şartları da göz önüne alınarak bu dönemde medreseler iki tip üzerine yapılmışlardır. Bunlar: 1- Açık Avlulu Medreseler, 2- Kapalı Kubbeli Medreseler.

Bunlar arasında büyük fark yoktur. Kapalı avlulu tipte orta mekân kubbe ile örtülüdür. Bu sebeple plan kare veya kareye yakın dikdörtgen biçiminde olur. Açık avlulu tipin avlusu ise genellikle giriş ekseni itibariyle uzunlamasına dikdörtgen biçimindedir (Atçeken, 1998: 191).

(38)

Selçuklu medreselerinde form, dıştan içe doğru değil, içten, yani avludan dışa doğru gelişmiş ve avlu düzeni binanın şekillenmesinde en önemli eleman olmuştur. Açık avlulu Selçuk medreselerinde portal genellikle binanın uzunlamasına ekseni üzerinde, ana eyvanın karşısındadır. Kapıdan giriş eyvanına geçilir. Bütün kapalı avlulu medreselerde olduğu gibi açık avlulu Selçuklu medreselerinde de dershane hacimleri ana eyvanın bir veya iki yanına konulmuş ve genellikle bu odalar kubbeli yapılmıştır (Kuran, C. 1, 1969: 101).

Eflakî’nin dağınık kayıtlarını bir araya toplayan Baykara, Selçuklu dönemi Konya medreselerinin fizikî yapısı ile ilgili şunları aktarır: “Medreseler umumî bir kapıdan girilen yapılardır. İçlerinde ikişer, üçer “talib-i danişmendin” kaldığı pencereli hücreler vardır. Sahın, gezinilebilen, nispeten geniş bir alan olmalıdır. Sofa veya sofalar zeminden biraz yüksekte olup, medresenin “asitâne-i medrese” denilen önemli kısmıydı. İçinde bir havuz bulunabilen medreselerin toprak damı özellikle yaz mevsiminde bir gezinti yeri idi. Burada köşk denilen mekânlar da bulunabiliyordu. Medresede ayrı bir kapısı olan bir bahçe olurdu. Burada çoğu zaman bir de su kuyusu bulunabilirdi” (Baykara, 1985: 11).

Selçuklu medreselerinin büyük ölçüde tesirinin olduğu ilk Osmanlı medreselerinde de umumiyetle büyükçe bir oda hacminde ve genellikle kubbe ile örtülü olan dershane zemini hasır veya kilimle kaplanırdı. Öğrenciler minderler üzerinde oturur, müderris büyükçe bir rahle önünde oturduğu yerden ders anlatırdı. Medrese avlusunda çoğunlukla bir kuyu, müstakil suyu olan medreselerde ortada bir şadırvan veya bir köşede sebil yeralırdı. Bunun dışında çamaşırhane, gusulhane, abdesthane için ayrılmış mekânlar vardı (İşpirli, C. 28, 2003: 331).

Medrese binaları çok defa camilerin yanında veya camilerle birlikte inşa olunan kargir yapılardı. Genel olarak tek katlı ve bir avluyu çevreleyen revakın etrafında sıralanmış odalarla bunların arasında münasip bir yere inşa olunmuş büyük, kubbeli bir dershane veya mescitten müteşekkil bulunurdu (Unat, 1964:

(39)

Bütün bu bilgilerden, erken Osmanlı külliye mimarisinin örneklerinin belli bazı özellikler ortaya koyduğu görülmektedir. Medresenin de dâhil olduğu külliyeyi meydana getiren bu fonksiyonel yapılar, arazinin topoğrafyasına bağlı olarak konumlanmışlardır. Gene erken dönem külliyelerinin muhteşem örneklerini teşkil eden hükümdarların yaptırdığı külliyeler, yeni yerleşmelerin doğuşunu sağlayan çekirdeği oluşturmuşlardır (Cantay, C. 10, 1999: 310).

2.1.2. Sosyal Yapı

Geçmişten bu yana inşâ edilen medreselerin temeli vakıf sistemine dayandığından şüphesiz ki medreselere sosyal bir hüviyet kazandıran sistem vakıf sistemi olmuştur.

Modern devlet anlayışına göre, devletin halka götürmek mecburiyetinde olduğu hizmetlerden hemen hemen hepsi Osmanlılar’da vakıf müessesesi yoluyla karşılanmıştır. Osmanlılarda vakıf yoluyla hayat bulan kuruluşların en mühimlerinden birisi hiç şüphesiz külliyelerdir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 264). Bu külliyeler içerisinde önemli sosyal fonksiyonları içeren kurumlardan biri de medreselerdi.

Osmanlı medreselerinde öğretim kadrosu ve görevlilerin maaşları, öğrencilerin yeme, içme ve yatma masrafları, eğitimle ilgili araç ve gereçler vakıf gelirlerinden karşılanmıştır (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 19).

İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı medresesine de Sultan Orhan Gazi tarafından Kozluca Köyü ve çevresiyle birlikte İznik çevresindeki evler vakıf olarak bağlanmıştı (Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 172). Vakıf gelirlerinin altıda biri talebelere, altıda beşi de müderrislere tahsis edilmişti (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 410). Yine Şehzade Süleyman Paşa’nın İzmit’te inşa ettirdiği medresede talebelere 5 akçe, Şah Melek Paşa’nın Edirne’de kurduğu medresede ise talebelere 10 akçe yevmiye verildiği bilinmektedir (Bkz. Bilge, 1984: 39).

İlk Osmanlı medreselerinde müderrislere günlük maaş yanında bir takım yan ödenekler de verilirdi. Bunlar senelik veya mevsimlik hesabıyla olur ve

(40)

lâhmiye, bahâriye, yaylâkiye ve taâmiye isimlerini alırdı. Taâmiye olarak buğday, arpa, kışlık yakacak olarak da odun verilirdi. Sultan I. Murad’ın meşhur Kaplıca Medresesi’nde bulunan talebeler ve diğer vazifeliler caminin yanındaki imâretten istifade ederlerdi. İmârette her gün pişirilen yemekten, Muharrem ayının 10. gününde pişirilen aşûra’dan, Ramazan günlerinde pişirilecek hususî yemeklerden ve senede sadece iki defa pişirilen “zibâc” isimli yemekten müderris efendiye, diğer vazifelilere ve talebelere ne kadar verileceği önceden tespit edilmişti (Bkz. Bilge, 1984: 28).

Bu doğrultuda İlk Osmanlı Medreseleri’nde görevli müderrislerin, talebelerin ve diğer hizmet personelinin yeme, içme, barınma, maddî kazanç gibi sosyal ihtiyaçlarının eksiksiz karşılandığı anlaşılmaktadır.

Selçuklulardan bu yana Osmanlı medreselerinin diğer bir sosyal özelliği de eğitimde fırsat eşitliğini sağlamasıdır. Devletin himaye ettiği medreselerde, fakir talebenin ilim tahsil etme fırsatı daha geniş ve daha avantajlı olmuştur. Öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılıksız sağlanmıştır ( Akyüz, 1993: 72 ; Anadol-Abbasova , 2002 :348 ).

İlk Osmanlı Medreseleri’nin bir diğer sosyal boyutu da cer uygulamasıdır. Örgün eğitimlerini yılın belirli dönemlerinde alan büyük kentlerdeki medrese öğrencileri, tatil olan üç aylarda (Receb, Şaban, Ramazan) özellikle Ramazan ayında taşraya giderek, bir taraftan teorik bilgilerini pratik olarak uygulama fırsatı bulurken, diğer taraftan yıllık eğitim giderlerinin ve kış dönemi erzak ihtiyaçlarının belirli bir kısmını karşılamaya çalışırlardı. Medreselerdeki eğitimin tatil olduğu dönemde taşraya yapılan bu seyahat sadece öğrencilere maddî katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda devletin farklı bölgelerindeki değişik örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri, kültür ve sanatları tanımalarına imkân sağlıyor ve onların toplumla bütünleşmesini kolaylaştırıyordu (Cihan, C. 5, 1999: 179).

(41)

Öğrencilerin sadece medreseye ait bir hücrede kalmadıkları, çeşitli dinî hayır kurumlarında çalışarak öğrenimini sürdüren bir çok kişinin cami, kayyimhâne, tabhâne, aşhâne, müezzin odaları ile türbelerde sâkin oldukları ifade edilmektedir (Bkz. Cihan, C. 5, 1999: 178).

Medrese öğrencilerinin, gündüz okunan dersleri yeniden gözden geçirip pekiştirmek, arkadaşlarından yeni bilgiler almak ya da karşılıklı olarak fikir teâtisinde bulunmak üzere, akşamları başka medreselere gittikleri ve bazen arkadaşlarının yanında misafir olarak kaldıkları da bilinmektedir (Bkz. Cihan, C. 5, 1999: 178).

2.1.3. İdarî Yapı

Esas itibari ile medrese bir vakıf kurumu olduğundan işleyişi,mâli kaynakları,bunların kullanılması ve denetlenmesi tamamıyla vakıf kuralları içinde yapılırdı ( İşpirli ,C. 28 ,2003 :330 ).

Konuya açıklık getirebilmek için vakfın tarifini yapmak gerekir. Vakıf, bir kişinin kendi mülkiyeti olan bir şeyi, toplumun ihtiyacı için dinî, hayrî veya sosyal bir amaca, Allah’a yakın olmak niyetiyle müebbed olarak tahsis etmesi aktidir (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 14).

Muhtelif İslam milletleri tarafından benimsenen ve kendi millî kültürlerini meydana getirme ölçüsünde, kendi dünya görüşleri ve istikbal felsefelerine intibak ettirilen vakıf müessesesinin, Büyük Selçuklulardan itibaren bir hız kazandığı, daha sonra kurulan İslam devletlerinde ve bilhassa Osmanlılarda çok daha büyük gelişmeler gösterdiği biliniyor.Daha önce ifade ettiğimiz üzere devletin halka götürmek mecburiyetinde olduğu hizmetlerden hemen hemen hepsi Osmanlılar’da vakıf müessesesi yoluyla karşılanmıştır. Bunlar ana hatlarıyla din, eğitim-öğretim, ulaşım, sağlık, sosyal yardım hizmetleri olarak sınıflandırılabilir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 263-264).

(42)

Medreselerde vakfiye, medreselerin hukukî manada (mahkemeden tescil edildikten sonra) kuruluşunu sağlamak ve vakfedilen malları tespit ederek, bunların geliriyle medresenin bakımı, müderris, öğrenci ve diğer görevlilere verilecek günlük maaş ve burslarının temini ve diğer masrafların karşılanması için düzenlenmiştir (İhsanoğlu, S. 247, 2003: 882).

Konu toplum eğitimini ilgilendirdiği için, Osmanlı medreselerinde devletin daima sıkı bir denetimi vardı. Bütün medreseler önceleri Kazasker’e bağlı iken, XVI. yüzyıl sonralarından itibaren yüksek dereceliler Şeyhulislam’a verilmiş, diğerleri Kazasker’de kalmıştı. XIX. yüzyılda teşkilat meşihat makamına devredilmiştir (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Gerek eğitim-öğretim, öğrenci alımı ve bu öğrencilere oda tahsisi bakımından, gerekse denetim ve kontrol edilmesi, asayiş ve güvenliğin sağlanması açısından Osmanlı Medreseleri özerk bir yapıya sahiptir. Medreselerin teftiş ve denetimi merkezî otoritenin özel izni ile gerçekleştirilmektedir (Cihan, C. 5, 1999: 181).

İlk Osmanlı Medreseleri’nde her bir medresenin yönetimi genellikle müderrisin sorumluluğunda idi. Talebenin gördüğü derslerin deftere kaydını da müderris yapardı. Geliri ve kapasitesi küçük olan medreselerde ayrı bir mütevelli olmayıp bu görevi de müderrisler yerine getirirdi. Talebenin çalışmasını, medresedeki inzibatı ve gündelik hayatı müderris takip ederdi (İşpirli, C. 28, 2003: 330). İlk Osmanlı Medreseler’inde umumiyetle medreselerle ilgili detaylar görev başında bulunan müderrise bırakılmıştır (İhsanoğlu, S. 247, 2003: 882).

Osmanlı eğitim sisteminde, idarî teşkilatlanmanın merkez organları, ders vekâleti kanalıyla Şeyhulislamlık, Rumeli ve Anadolu kadıaskerliğidir. Eyalet, sancak ve kaza kadıları, taşradaki eğitim idarecileridir. Tedrisâtın muhtevası, usulleri ve idaresi konusunda ise müderris ve mütevellinin yetki sorumluluğu vardır (Sarıkaya, 1997: 32).

Referanslar

Benzer Belgeler

Yapılan çalışmada elde edilen veriler incelendiğinde 7 numunenin 3 ppb düzeyinin üzerinde tespit edilmiş olup, beta-laktam antibiyotikler yönünden sütlerde

The aim of this study is to develop STEM activities for the fifth grade science unit "Measurement of Force and Friction" in middle school and to

Bizim milletin esenliği uğrundaki toplumcu ve gerçekçi sanat görüşümüzün kökleri milletimizin ve edebiyatımızın çok derinlerinden gelerek Atatürk’ün aynı

Mevcut bilgi birikiminin yaygınlaştırılmasını sağlamak için kullanılan kitaplar her ne kadar yazılı kültürün bir nesnesi olsalar da sözünü ettiğimiz

Hasan Koyuncu 2 , Ece Akar 3 , Nejat Akar 3 , Erol Ömer Atalay 1 1 Pamukkale University Medical Faculty Department of. Biophysics,

Esnek üretim sistemi üretimde kullanılan mamüllerin bir diğer üretim istasyonuna ulaşması için bant sistemleri ile birbirine bağlanmış, bağımsız veya yarı

Denizli Merkezefendi ve Pamukkale ilçelerinde çalışan sınıf öğretmenlerinin algılarına göre öğretmenlerin iş doyum düzeyi ile cinsiyet değişkeni arasında

Performans değerlendirme ölçeğinin güvenirlik çalışması için yapılan test tekrar test uygulaması, sektördeki personel devir hızının oldukça yüksek olması