• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3. FATİH SULTAN MEHMED DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE

3.3. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA

İstanbul’un fethini müteakip Fatih Sultan Mehmed’in bugünkü Fatih semtinde inşa ettirmiş olduğu Fatih Külliyesi çeşitli birimlerden oluşmuştur. Külliyenin müştemilatında iki minareli ve bir şerefeli cami ile iki tarafında Sahn- ı Semân veya Semâniye Medreseleri ismiyle sekiz medrese yaptırılmış, ayrıca bu medreselere talebe yetiştirmek için de medreselerin arkasında “Tetimme” ismi verilen sekiz medrese daha inşa edilmiştir. Külliyede bunlardan başka misafirlerin hayvanları için ahırlar, bir imâret, aşhâne, daru’ş-şifa denilen bir hastahane, bir muallimhane, bir kütüphane, ders okumaya mahsus Daru’t-ta’lim ve iki hamam bulunmaktaydı. Ayrıca bu külliye içinde vakıf suretiyle tesis edilen bir sıbyan mektebi de yeralıyordu (Halaçoğlu, 1995: 133). Sarıkaya da bu külliye içinde bir tımarhânenin olduğunu kaydeder (Bkz. Sarıkaya, 1997: 26).

Fatih’in kendi adına inşa ettirdiği bu külliye yapısı, fonksiyonel yapılarının çeşitliliği, konumlanmaları ve bünyesinde bulundurduğu 16 medrese ile Bursa Yıldırım Külliyesi’nden sonra eğitim sistemini de düzenleyen önemli bir külliye kuruluşu olmuştur (Cantay, C. 10, 1999: 311).

Fatih Külliyesi At Meydanı’ndan başlayıp, Edirne Kapısı’na uzanan yolun kuzey kenarında Mimar Sinaneddin Yusuf (Atik Sinan)’un hazırladığı plana göre

inşa edilmiştir. Külliye kuruluşu itibariyle eksenel bir düzenlemeye sahiptir. Orta eksen üzerinde cami ve haziresi, yanlarda paralel bir çift eksen üzerinde dörderden sekizer medrese ve bunları doğu ve batıda bütünleştiren külliye duvarı ile bu duvarlarda yeralan Çorba kapısı, Türbe kapısı, Boyacı kapısı, Börekçi kapısı gibi külliye kapıları yer alır. Paralel beş eksen üzerinde toplanan cami ve eğitim yapılarının dışında Fatih Külliyesi’nde yeralan sosyal-sağlık hizmetlerinin verildiği daru’ş-şifa, tabhâne, imaret ve kervansaray ise külliyenin kıble tarafında ara iki eksen üzerinde konumlanmıştır (Cantay, C. 10, 1999: 311).

Bu külliye içinde önemli bir yere sahip olan Sahn-ı Semân Medreseleri’nin ise fizikî yapı bakımından Bursa’da Yıldırım Bayezid ile başlayan Edirne’de II. Murad ile gelişen bir çizginin devamı olduğu anlaşılmaktadır. Plan bakımından Bursa’daki medreselerin tipolojisinin bir devamı olan Sahn Medreseleri’nin, daha önce inşa edilen medrese tiplerine uygun olarak, üç tarafı revaklarla çevrili bir açık avlusu vardır. Önlerinde revak bulunmayan dershaneler yan revaklara kubbeli birer geçitle bağlanır. Her medresede ondokuz oda ve bunların eyvan vazifesini gören bir ufak açıklık ve bir giriş bulunmaktadır (İhsanoğlu, 2003: 94).

Fatih’in kendi adını taşıyan Fatih Camii’nin iki tarafında yeralan Sahn-ı Semân Medreseleri’nin kuzeyde yeralan kısmına Karadeniz Medreseleri, güneyde yeralan kısmına da Akdeniz Medreseleri denilmiştir (Bkz. Baysun, C. 8, 1979: 73). Bu medreselerden kuzey taraftakilere sıra ile Başkurşunlu, Çiftebaş Kurşunlu, Çifte Ayak Kurşunlu, Ayak Kurşunlu ve güney taraftakilere ise Baş Kurşunlu, Ayak Kurşunlu, Çifte Ayak Kurşunlu, Çifte Başkurşunlu denir. Her birinde ondokuzar olmak üzere bu sekiz medresedeki hücre (= oda)lerin sayısı 152 idi (Tekindağ, 1973: 13).

Karadeniz ve Akdeniz Medreseleri olarak adlandırılan Sahn-ı Semân Medreseleri’nde önceki plan şemalarının tekrarlanmış yorumunu bulmakla beraber, kubbeli dershanede kapının bir taraftaki revak altına açılması, cephede

iki pencerenin yeralması ve diğer tarafta bir avlu içine konumlanan helâlar, medrese planlamasında farklı özellikler olarak belirtilebilir (Cantay, 2002: 42).

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin dershane duvarları küçük ebat kaba yontma taştandır. Dershanelerin bazısının pencere aynalarında altı köşe ve üçgenlerle yapılmış tezyinat vardır. Dershanelerin arkasında geniş birer avlu üzerinde dörder helâ ve gusülhâne yapılmıştır. Dershanelerde üç altlık, üç üstlük pencere bulunmaktadır. Akdeniz tarafındakilerde kasnak penceresi olmadığı halde Karadeniz cihetinde kasnaklarda sekizer pencere bulunmaktadır. İçlerinde bir mihrab ve Akdeniz tarafındakilerde dört hücre vardır (Ayverdi, C. 3, 1973: 388).

Fatih Semâniye Medreseleri’nde doruk noktasına ulaşan ve müstakil dershane olarak vasıflandırılan kapalı dershane sistemi, Fatih devrinde ve daha sonraki devirlerde inşa edilen medreselerin ana unsurunu teşkil etmiştir (İhsanoğlu, 2003: 95).

Nitekim Sahn-ı Semân Medreseleri daha sonraki Osmanlı medreselerinin prototipini teşkil etmiştir.

3.3.2. Sosyal Yapı

Fatih Medreseleri’nin yeraldığı Fatih Külliyesi, sadece eğitim ve öğretimin değil, diğer sosyal ihtiyaçların karşılandığı bir yapılar manzumesidir. Medreselerin dışında, talebenin parasız yıkanma için istifade ettiği hamamlar, yemeklerin piştiği ve yendiği aşhâne ve yemek salonları, seferden gelenler için misafirhaneler, zayıf ve hastalara nekâhathâne, beslenme ve dinlenme yeri mahiyetinde tabhâne, kara yolculuğundan gelenlerin atlarını muhafaza için büyük bir ahır, küçük çocukların okuması için ilk mektep, zamanın bilinmesi için muvakkithâne, külliyeyi oluşturan yapı elemanlarıdır (Özdemir, C. 10, S. 33, 1990: 14).

Bu sosyal bütünlük içerisinde Sahn-ı Seman Medreseleri’nin sahip olduğu sosyal yapıyı medrese vakfiyesinden öğreniyoruz. Medrese vakfiyesinde; medreseden her birinde bir müderris bulunması ve günde 50 akçe alması, her

medresede müderrise yardımcı birer muîd olması ve günde 5’er akçe alması, her medresede 15’er danişmend bulunması ve günde ikişer akçe almaları şart kılınmıştı (Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 16).

Medrese mensubu olan muîd ve danişmendlere verilen günlük ücretin yanında ekmek ve çorba gibi gıdalarla da günlük yiyecek ihtiyaçları karşılanmış, ayrıca medreseye ek olarak yapılan Tetimme binasında eğitim gören ve “Sohtegân” adı verilen talebelerin her birine her ay 12’şer akçe mum parası verildiği ifade edilmiştir. Bu talebelere de sabah ve akşam imaretin yemekhanesinden yahni ve çorba, seher vaktinde pirinç, ikindi zamanında ise gendüm (buğday) aşlarından verilmek suretiyle gıda ihtiyaçları karşılanmıştır (Bkz. Âli, b123).

Yukarıda Âli’nin ifade ettiği Tetimme talebelerine verilen aylık 12 akçelik tahsisatın, Adıvar’ın (Bkz. Adıvar, 1943: 31) ve Kayaoğlu’nun (Bkz. Kayaoğlu, S 49, 1985: 16) medrese vakfiyesindeki tespitlerine göre aylık 12 akçe değil 15 akçe olduğu ifade edilmektedir.

Bu bilgiler ışığında Fatih Külliyesi bünyesine dahil olan eğitim kurumlarındaki müderrislerin, muîdlerin, danişmendlerin ve talebelerin yeme- içme, barınma ve maaş gibi birçok sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı ve onlara rahat bir eğitim-öğretim ortamı sağlandığı söylenebilir.

Daha önce de ifade edildiği üzere Sahn-ı Semân Medreseleri’nin her birinde bir dershane ve ondokuz oda bulunmaktadır. Bunların 15’i talebeler için, ikisi muîd için ve ikisi de hizmetliler içindir (Tekindağ, 1973: 13). Buna göre Sahn-ı Semân Medreseleri’nde yatılı 120 talebe bulunmaktaydı (Özdemir, C. 10, S. 33, 1990: 14). Sahn Medreselerindeki odaların toplamı ise 152 idi (Uzunçarşılı, 1988: 8).

Sahn-ı Semân arkasında bulunan ve Semâniye’ye hazırlık sınıflarından oluşan Tetimme Medreseleri ise sekiz medreseden oluşmaktaydı. Bu medreselerin başlarında on, ortalarında dokuz oda olmak üzere yetmiş altı oda

bulunmaktaydı. Her tetimmede sekiz talebe hücresi ve her hücrede üçer talebe bulunmaktaydı (Baltacı, 1995: 246). Bu ise toplamda 192 öğrenci eder.

Bu bilgilerden Sahn-ı Semân Medreseleri’nde her öğrenciye bir oda, Sahn-ı Semân’a hazırlık medresesi olan Tetimme Medreseleri’nde ise her üç öğrenciye bir oda verildiği anlaşılmaktadır. Bu özellik, günümüz modern eğitim sisteminin ulaştığı ferah ve geniş eğitim-öğretim imkânlarının bu dönemde varolduğunu ortaya koymaktadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin sosyal yapısı içerisinde tatil günlerine de değinmek yerinde olur. Osmanlılardan önceki medreselerde tatbik edilen tedris ve tatil günleri, Osmanlı devrinde de itibar görmüş, umumiyetle haftanın üç günü (Salı, Perşembe, Cuma) tatil yapılmıştır (Baltacı, 1976: 43). Ancak bu üç gün azamî tatil süresidir. Haftada üç gün tatil yapan müderrisler olduğu gibi iki gün ve bir gün tatil yapan müderrisler de vardı (Bkz. Halaçoğlu, C. 12, 1994: 415). Verilen bu tatil süresinde talebeler, kitap istinsâh ederler ve kendi hususi işlerini görürlerdi (Baysun, C. 8, 1979: 76). Haftalık tatil dışında bayram günleri ve “üç aylar” adı verilen Receb, Şaban ve Ramazan aylarında da tatil yapılırdı (Cihan, C. 5, 1999: 179). Özellikle Ramazan ayında “cerre çıkma” adı verilen bir uygulama ile büyük kentlerdeki medrese öğrencileri taşraya giderek teorik bilgilerini pratik olarak uygulama fırsatı buluyor, bu hizmet karşılığında ise toplum, sosyal yardım anlayışı içinde talebelerin bazı ihtiyaçlarını karşılıyordu. Medrese öğrencilerinin taşraya yaptıkları bu seyahat sadece öğrencilere maddî katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda medrese öğrencilerinin imparatorluğun farklı bölgelerindeki değişik örf ve âdetleri, gelenek ve görenekleri, kültür ve sanatları tanımalarına imkân sağlıyor ve onların toplumla bütünleşmesini kolaylaştırıyordu (Cihan, C. 5, 1999: 179). Hatta medrese sisteminde yetişen öğrencilerin Tanzimat’tan sonra açılan mekteplerde yetişen öğrencilere göre daha “memleketçi” oldukları ifade edilmektedir (Bkz. Akyüz, 1993: 72).

Osmanlı medreselerinin müştemilatı içinde bulunan cami, Osmanlı Medreseleri’nin halka açılan kapısı durumundadır. Medresede elde edilen

bilgiler, medresenin hocaları veya talebeleri tarafından bu yolla halka aktarılabilmektedir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 268). Bu özellik, medrese-halk ilişkisini ortaya koyması bakımından son derece önemli bir uygulamadır. Bu yolla medrese, hem halkı bilgisiyle aydınlatmış, hem de halkla bütünleşerek halkın desteğini almış ve varlığını devam ettirmiştir.

İslam medeniyetinin temelinde ilim taliplerine destek verilmesi bir gelenek olduğundan medrese civarındaki evlerden ve konaklardan da öğrencilere yiyecek maddeleri gönderilir, ayrıca ihtiyaçları olan kışlık odun ve giyecek yardımı yapılırdı (İşpirli, C. 28, 2003: 331).

Böylece medrese talebesiyle toplum arasında yüzyıllar boyunca gelenek halini almış bir ortak anlayış oluşmuştur.

3.3.3. İdarî Kadro

Esas itibariyle medrese bir vakıf kuruluşu olduğundan işleyişi, malî kaynakları, bunların kullanılması ve denetlenmesi tamamıyla vakıf kuralları içinde yapılırdı (İşpirli, C. 28, 2003: 330). Hükümdarlar tarafından kurulan müesseseler de vakıf sistemine dâhildi (Unan, C. 5, 1999: 151). Medreselerin işleyişinde bu vakıfları yöneten bir mütevellî heyeti bulunurdu. Görevli mütevellinin maiyyetinde kâtip, câbi, câbi kâtibi ve mu’temed adlarında memurlar yeralmaktadır. Vakıfları kontrol eden Veziriâzam ve Divan-ı Âli’dir. Hükümdar da hakem durumunda bulunmaktadır. Veziriâzam, medrese kütüphanesine alınacak memurun tayini hatta kitap alınması gibi hususlarda da birinci derecede rol oynamaktadır. Medrese kadrosunu oluşturan memurlardan biri de noktacıdır. Medreselerdeki müderris, muîd ve danişmendlerin derslere vaktinde gelip gelmediklerini tespit etmekle vazifeli olan noktacılar, devam etmeyenlerin durumunu mütevellisine bildiriyor. Mütevelli de vazifesine gelmeyenlerin maaşlarını kesiyordu (İzgi, 1997: 43).

Medreselerdeki eğitim toplum eğitimini ilgilendirdiği için devamlı sıkı bir denetim altındaydı. Bütün medreseler önceleri kazaskere bağlı iken, XVI. yüzyıl

sonlarından itibaren yüksek dereceliler Şeyhülislam’a verilmiş, diğerleri kazaskere kalmıştır (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Fatih Kanunnâmesi’nde de ilmiye teşkilatının başı Şeyhülislamdı (Taşdemirci, S. 3, 1989: 525). Ancak, ülkenin her köşesine dağılmış, farklı seviyelerdeki yüzlerce medrese üzerinde Şeyhülislamın fazla bir idari yetkisi yoktu. Buralarda daha ziyade mahallin ulemâ başkanı sayılan müftülerin denetimi sözkonusuydu. Buna göre idarî teşkilatlanmanın merkez organları, ders vekâleti kanalıyla Şeyhülislamlık, Rumeli ve Anadolu kadıaskerliğidir. Eyalet, sancak ve kaza kadıları ise taşradaki eğitim idarecileridir. Tedrisatın muhtevası, usulleri ve idaresi konusunda ise müderris ve mütevelli söz sahibidir (Sarıkaya, 1997: 32).

Bu özellik medreselerin yönetim bakımından mahallî, denetim bakımından da merkeziyetçi olduğunu gösterir. Ayrıca medresedeki tedris programının ve usullerinin müderrise ve mütevelliye bırakılması eğitimde özerklik anlayışının bir göstergesidir.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin idarî sistemi de yukarıda ifade ettiğimiz sisteme dâhildir diyebiliriz.

3.3.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması

İstanbul’da Sahn-ı Semân ve Musıla-i Sahn (Tetimme) Medreseleri yapıldıktan sonra Osmanlı sınırları içindeki medreseler yeni bir teşkilata tabi tutuldu. Buna göre medreseler Haşiye-i Tecrid, Miftah, Kırklı, Hariç, Dahil ve Sahn-ı Semân olarak sınıflara ayrıldı (Tekindağ, 1973: 14).

Müderrisin yevmiyesi yirmi veya yirmibeş akçe olan medreseler Haşiye-i Tecrid, müderrisin yevmiyesi otuz veya otuz beş akçe olan medreseye Miftah, müderrisin yevmiyesi kırk akçe olan medreseye Kırklı veya Telvih, bundan bir derece yüksek olan medreseye de Ellili Medreseleri denilmiştir. Bundan sonra en yüksek tahsil yolu ise Sahn-ı Semân Medreseleriydi. Musıla-i Sahn veya

Tetimme Medreseleri de Dâhil medreseleri derecesinde idi (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 11-12).

Fatih’in tertib ettiği medrese dereceleri konusundaki bilgilerini Gelibolulu Mustafa Âli’nin “Künhü’l-Ahbâr” isimli eserine dayandıran (Bkz. Âli, b124) birçok tarihçi, bu tertibat içine Altmışlı Medrese derecesini de alırlar. Ancak Fatih’in teşkilat kanunnâmesinde “ve Dâhil müderrisi ve Hâriç müderrisi dahi makam-ı mevleviyettedir. Ve Hâriç ve Dâhil ve Sahn ellişer akçe ile olur. Elli akçe müderris cümle ağaların üstünde oturur” (Özcan, S. 33, 1982: 39) denilerek Sahn Medresesi’nin müderrisleri ulemâ arasında en yüksek pâye sahibi olarak tespit edilmiştir. İhsanoğlu da Altmışlı Medreselerin sonradan kurulduğunu ifade etmektedir (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 66). Yukarıda da ifade edildiği üzere konuyu ayrıntısıyla araştıran Uzunçarşılı (bkz. Uzunçarşılı, 1988: 11) Fatih’in tesis ettiği medrese teşkilatında medrese derecelerini sayarken Altmışlı Medrese’den bahsetmez. Aynı şekilde Tekindağ da Fatih’in medrese teşkilatı içinde Altmışlı Medreseleri göstermez (Bkz. Tekindağ, 1973: 14). Ancak burada bir konuya açıklık getirmek gerekir. Bilindiği üzere İstanbul’un fethiyle birlikte camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi yanında tesis edilen Ayasofya Medresesi’nin müderrisine günlük altmış akçe yevmiye veriliyordu (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 10). Sahn müderrislerine elli akçe yevmiye verilmesine rağmen Ayasofya Medresesi müderrisine altmış akçe yevmiye verilmesi, akıllara en yüksek pâyenin, müderrisine günlük altmış akçe ödenen Ayasofya Medresesi olduğunu getirir. Ancak Osmanlı medreselerinde dereceleri göstermek için üç ayrı usulün kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar Haşiye-i Tecrid, Haşiye-i Miftah, Haşiye-i Telvih medreseleri şeklinde kitap adlarına, yirmili, otuzlu, kırklı, ellili gibi müderrise ödenen günlük ücretlere ve Hâriç, Dâhil, Sahn, Altmışlı şeklinde medreselerin statüsüne göre yapılmış derecelendirmelerdir (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Uzunçarşılı, 1988: 10). Bu sebeple Fatih’in nizama koyduğu medrese dereceleri sıralamasında ilk dönem statü itibariyle Sahn-ı Semân Medreseleri ve Ayasofya Medresesi eşit olduğu için en yüksek derece olarak Sahn Medreseleri gösterilmiştir diyebiliriz.

Bütün medreselerde olduğu gibi Sahn-ı Seman Medreseleri’nde de eğitim- öğretim yapılanması içinde en temel unsur şüphesiz müderrislerdi. Osmanlı medrese vakfiyelerinde müderrislerin genelde bazı özelliklere sahip olmaları istenir. Sahn-ı Seman Medreseleri’nin vakfiyesinde de müderrisin sahip olması gereken özellikler şöyle sıralanmıştır:

“…Seccâde nişin-i sadr-ı ifâde olmağa istihkâkı zâhir, mebâdi ve mukaddimat-ı akliyyât ve nakliyyatda nazîri nâdir, esbâb-ı liyâkat makâm-ı tedris-i câmi, ulûm-ı nâfia tahsiline sarf-ı ömr-i aziz eylemiş bir müderrisin-i fihâm beyninde terk ve ta’tili mu’tad-ı eslaf-ı kirâm olan eyyâmın gayrında külle yevm medresesine varup vâkıf-ı mekârim-âyinim medâris-i aliyelerine tertîb ve ma’ârif buyurdukları müsta’iddine ifâde-i envâ-i ulûm ve ma’ârif ve ifâzâi esnâf- ı hikem ve letâif eyleyüp müderrisin-i mezbûrinden her biri külle yevm mukabele-i tedrisde rey’i vakfı şeriflerinden elli akça vazifeye mutasarrıf ola” (İzgi, 1997: 45).

Vakfiyede geçen müderrislerle alâkalı bu ifadeden, kurulan Semâniye Medreseleri’nden her birine, Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen özelliklere sahip, aklî ve naklî bilimlerde uzman, eğitici olma sıfatını taşıyan ve ömrünü faydalı ilimlere adamış birer müderris atanacağı, bu müderrislerden her birinin tatil günleri hariç, her gün medreseye giderek, vakıf şartlarına uygun olarak orada hazır bulunanlara (talebelere) çeşitli ilimlerden okutacağı, ayrıca hikmet türleri ve inceliklerinden feyiz vereceği ve bunun karşılığında her bir müderrisin vakıftan günlük elli akçe alacağı anlaşılmaktadır.

A. Kadir Özcan’ın neşrettiği Fâtih’in teşkilat kanunnamesinde Sahn müderrislerine ait elkâb şu şekilde belirtilmiştir: “Sahn ve Dâhil müderrislerine: İftihâru’l-ulemai’l-muhakkıkîn, muhtâru’l-fuzalâi’l-müdakkıkîn, yenbâû’l-fazl

ve’l-yakîn vârisü ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn el-muhtasa bî mezîdi inâyeti’l- Meliki’l mu’în yazıla” (Özcan, 1982: 50).

Eğitim-öğretim yapılanmasında diğer medreselerde olduğu gibi Sahn-ı Semân Medreseleri’nde de müderristen sonra en önemli unsur muîd idi.

Danişmendler arasından en liyakatli olanlardan seçilen muîd, hem müderrisin derslerini tekrarlar, hem de danişmendlerin disiplini ile meşgul olurlardı. Sahn-ı Semân muîdlerinin ise, bunlara ilaveten Tetimme Medreseleri’nde sühtelere ders verdikleri görülmektedir (Baltacı, 1976: 33).

Medrese vakfiyesinden edindiğimiz bilgiye göre Semâniye Medreseleri’nde görev yapan muîdlerde aranan özellikler şu şekilde ifade edilmektedir: “…zümre-i müsta’iddînden birer mu’îd ki akranı beyninde ferîd ve ta’lim-i kütübde mâhir ola. Her müderrisin medresesinde mu’îd olup vazife-i yevmiyyesi beş akça ola” (Uzunçarşılı, 1988: 8). Buna göre muîdlerin iyi huylu, doğru düşünen, akranları arasında seçkin, kitapları özetlemede yetenekli, öğrenme ve uzun konuları hazmetmede kabiliyetli kişilerden olacağı ve bunların günlük beş akçe ücret alacakları anlaşılmaktadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim-öğretim yapılanmasında muîdlerden sonra danişmend (öğrenci)ler gelmekteydi. Sahn Medreseleri vakfiyesinde danişmendler için ise şu ibâreler geçmektedir: “…ve her medrese içün onbeşer nefer danişmend ta’yin buyırdılar. Onlar dahî kütüb-i mu’tebereden fehme kâdir müderris huzırında fünûn-ı şettâdan mübahese ve muhatabaya kabil tâlib-i ilim olup her biri külle yevmin ikişer akçe vazifeden mecmu-ı her gün otuz akçe vazifeye mutasarrıf olalar” (İzgi, 1997: 53). Buna göre her medrese için on beş danişmend tahsis edildiği, bunların zekâ ve kabiliyetleri açık, okuduklarını anlayacak, müderrislerin huzurunda çeşitli ilimleri tartışmaya yetenekli ve ders günlerinde müderrisi dinlemeye hazır kişiler olması gerektiği anlaşılmaktadır. Ayrıca danişmendlerin vakfiyeden günlük ikişer akçe alacakları ifade edilmiştir.

Vakfiyede yeralan bu bilgilerden, Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim- öğretim yapılanmasında önemli unsurlar olan müderris, muîd ve danişmend (talebe)lerin belirlenen bazı niteliklere sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Ayrıca vakfiyede tespit edilen medreselere verilecek müderris, muîd ve öğrenci sayısının standart tutulması ve kapasitenin üstünde öğrenci alınmaması günümüz modern eğitiminin en önemli hedefleri arasındadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim-öğretim yapılanmasında Mülâzemet usûlünden de bahsetmek gerekir. Unan’ın ifadesine göre XV. yüzyılda ve XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde mülâzemet usûlü fazla yaygın değildir. Unan’a göre Fatih Kanunnâmesi’nde geçen mülâzım kelimesi daha ziyâde mezun manâsında kullanılmıştır (Bkz. Unan, 1999: 153). Ancak kanunnâmede mülâzım kavramı geçtiği için mülâzemet usulüne değinmek yerinde olur.

Osmanlı medrese sisteminde bir medrese talebesi Hâşiye-i Tecrid Medreseleri’nden başlayarak değişik medrese derecelerini kat eder. Dâhil ve Hâriç derslerini gördükten sonra Sahn-ı Semân’a ulaşırdı. Burayı da bitirdikten sonra kendisine müderrislik edebileceğine dair icâzet (diploma) verilirdi. Bundan sonra müderris adayı “nevbet” denilen müderrislik veya kadılık için sıra beklerdi. Aday Anadolu’da müderris veya kadı olmak istiyorsa Anadolu kazaskerinin, Rumeli’de müderris veya kadı olmak istiyorsa Rumeli kazaskerinin belirli günlerindeki meclisine devam edip “matlab” denilen deftere ismini kaydettirirdi (Uzunçarşılı, 1988: 45). Bu durumda olan danişmendlere de “mülâzım” adı verilirdi. Bir çeşit staj devresi olan mülâzımlık iki veya üç yıl sürerdi (Baltacı, 1976: 35).

3.3.5. Diğer Hizmet Personeli

Sahn-ı Semân Medreseleri’nde tedris dışı faaliyetlerde görevli olan hizmet personelinin de görevleri ve alacakları ücretler vakfiyede belirlenmiştir. Vakfiyeye göre tedris dışı hizmet faaliyetlerini yürüten personelin görevleri ve aldıkları ücretler şu şekilde tespit edilmiştir (Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 17): “Her medrese-i şerîfe için bir bevvâb (kapıcı) tâyin buyrulup, bu parlak ve

yegâne medresenin kapı ve pencerelerini zamanında açıp, zamanında kapayıp gece ve gündüz hizmetinde bulunsun. Kapı halkası gibi medreseye bağlı olsun; müderrisin seccâdesini yaysın ve toplasın, dersin sonuna kadar pür-nur olan ders yerinde hazır olarak dünya ve ahirette nura mazhar olsun.

İki kişi medreseye hâdim (hizmetçi) ve bir kişi ferrâş (temizlikçi) olup, medreseyi, içini ve tuvaletlerini temizlemede kusur etmeyip, bu işi yaptıkları hakkıyla belirgin olmakla, vakf-ı şerîflerinden her birine günde iki akçadan toplam altı akça verilmesi şart kılınmıştır.

Medreselerin hasır, kandil, kandil yağı ve fitil ihtiyaçları için günde ikişer akça tayin buyrulmuştur.”

Uzunçarşılı Sahn-ı Semân Medreseleri’nin dışarıdan kirletilmesini engellemek için “mubassır” (gözetici) isimli bir görevlinin çalıştığını ve bu görevi karşılığında iki akçe yevmiye aldığını ifade etmektedir (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 8).

Bu görevliler yanında Sahn-ı Semân Medreseleri’nin tedris dışı faaliyetlerini yürüten görevliler arasında kütüphane görevlileri de bulunmaktaydı. Medrese vakfiyesinde kütüphane görevlileriyle ilgili şu bilgiler verilmektedir (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 54): “Medrese’ye vakfedilen kitaplardan oluşan kütüphaneye bir Hâfızu’l-kütüb tayin edilsin. Bu kişi mûteber kitapların isimlerini bilen, müderris, muîd ve talebelerin ihtiyaç duydukları kitapları tanıyan biri olsun. Hafızu’l-kütüb, nâzır veya nâibin bilgisi dahilinde vakıf kitapları