• Sonuç bulunamadı

Zoraki Evlilikler

Belgede Türk romanında aile (1971-1980) (sayfa 174-180)

Evlenecek çiftlerden en az birinin rızasının olmadığı evlilik türüdür. Bu evlilik türü çoğunlukla kırsal kesimlerde ve erkek egemen toplumlarda görülür. Genellikle zorla evlendirilen taraf, kız tarafıdır. Erkek egemen toplumlarda kadınların iradesinin pek bir hükmü yoktur. Aile reisinin iradesi, evlenecek genç kızın iradesinden çok daha kıymetlidir. Eski Türk ailesinde evlilikler genellikle evlenecek gençlerin isteğiyle gerçekleşir (bk. Aşk Evlilikleri). Bu durum, Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra da değişikliğe uğramaz. Çünkü İslam dini, evliliklerde evlenecek çiftlerin rızasını şart koşar. Örneğin genç bir kız Resulullah’a (s.a.v) gelerek “Babam, hakirliğini benimle gidermek için kardeşinin oğluyla evlendirdi” diye şikâyette bulunur. Bunun üzerine ise Resulullah (s.a.v) bu durumu kabullenmez ve nikâhın kabul veya reddi noktasında kızı yetkili kılar (Canan, 1988d: 194). Fakat Resulullah’ın bu açık hükmüne rağmen çeşitli dönemlerde zorla evlendirme vakaları görülmüştür. Örneğin 1826 yılında çıkarılan bir ferman, bu tür zorla evlendirmelerin önüne geçmeyi amaçlar. Ferman, velilerin sebepsiz yere bakire ve dul kızlara karışmamasını ve onları otuz yaşına kadar bekletmemesini emreder. Fermana göre buna uymayan veliler, mahkeme-i şer’ice cezalandırılacaktır (Özdemir, 1991: 477). Görüldüğü gibi zorla evlendirme uygulaması, dini ve kanuni olarak yasaklanmasına rağmen toplum içerisinde varlığını sürdüregelmiştir.

Zorla evlendirme mevzusu, Türk romanının başlangıcından itibaren sosyal bir problem olarak görülmüş ve eleştirel bir gözle işlenmiştir. Şemsettin Sami, ilk yerli romanımız olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta görmeden yapılan evlilikleri eleştirir. Fitnat’ın üvey babası, onu istemediği bir adamla zorla evlendirir. Sonrasında ise bu durum arka arkaya birçok felakete sebep olur. Ahmet Mithat’ın Felsefe-i Zenan’ındaki Zekiye, istemediği hâlde Sıtkı ile evlendirilir. Fatma Aliye Hanım’ın Muhadarat’ındaki Fazıla ise üvey annesi tarafından Remzi ile evlendirilir… (Esen, 1992: 280-281).

İnceleme sahamızdaki romanlarda yoğun olmamakla beraber zoraki evliliklere yer verilir. İncelediğimiz yüz yirmi romandan yedisinde zoraki evlilik örneği tespit ettik.

Abbas Sayar’ın 1972’de yayımlanan Çelo romanındaki Kezik ile amcasının oğlu Çelo, çocukluklarından itibaren birbirlerini sever. Fakat Kezik’in babası Eset Çavuş, kızını köyün zengin ailelerinden birinin oğlu olan Haydar’la evlendirir. Kezik, bu evliliğe rıza göstermez; fakat babasına karşı gelemez ve gözyaşları içerisinde gelin olur (Sayar, 2002a: 23). Kezik, bu evde evlilikten aradığı hiçbir şeyi bulamaz; kocası ve kaynanası tarafından hor görülür. Evliliğe bir müddet tahammül eden Kezik, kocasının bir gün ona şiddet

uygulaması üzerine daha fazla dayanamaz ve babaevine geri döner. Eset Çavuş, kızının eve geri dönüşüne önceleri ses çıkarmaz. Fakat bir müddet sonra kızını kocasının evine geri gönderir. Kezik ise kocasına geri dönmek yerine canına kıyar ve yaşamını sonlandırır (bk. Eşler Arası Geçimsizlik).

Kezik, “istemediği bir adamla para için imam nikâhıyla evlendirilmiş bir mağdur kadındır” (Karabulut, 2011: 225). Genç kız, son bir kurtuluş umudu olarak babaevine sığınır. Fakat kızın babası onu koca evine geri gönderir. Genç kız ise yaşamda hiçbir tutamak bulamaz ve anlamsız bulduğu yaşamını sonlandırma yoluna gider.

Attila İlhan’ın Bıçağın Ucu romanındaki Emine, zengin ve varlıklı bir karakter olan Hacıbeyoğlu’na kuma olarak gider. Hacıbeyoğlu, Emine’nin babasına büyük paralar vererek önce onu sözlüsünden ayırtır, sonrasında ise Emine ile evlenir (bk. Çok Eşlilik). Emine ise babasının bu kararı karşısında uzun süre gizli gizli ağlar; fakat babasına karşı gelemez ve kaderine rıza gösterir (İlhan, 2014: 60).

Çetin Altan’ın 1975’te yayımlanan Viski romanının başkişisi; çocukluğunda Nallı Böcek, lise yıllarında Tatlı Budala, sonrasında Ukala Bücür, evlendikten sonraki yaşantısında ise Rezil Köpek olarak adlandırılan bir karakterdir. Ukala Bücür, pek de beğenmediği bir kızla zaman zaman akşam gezintilerine çıkar. O, aslında bu kızı beğenmez. Fakat kendisini hiç kimse beğenmediği için bu kıza mahkûm olur ve kızla can sıkıntısını giderir. Ukala Bücür, kızı geceleri tenha sokaklara çeker ve onunla cinsel birleşmeye varmayan tensel bağlar kurar. Bir gün daha da ileri gider ve kızı toprak bir yola sürükler. Sonrasında da kızın bekâretini bozar (Altan, 1998c: 234). Fakat kızın ailesi, kızlarının kanlı elbisesini görür; bekâretinin bozulduğunu anlar ve kızlarını sokağa atar.

Ukala Bücür ile genç kız, ertesi gün yine buluşur; fakat kız, gözyaşları içerisindedir. Ukala Bücür, biraz sonra bunun nedeninin aralarında geçen gayrimeşru ilişki olduğunu anlar. Bunun üzerine çikolata isteyen bir çocuğa “Peki alırız” dercesine “Haydi haydi ağlama… Daha olmazsa evleniriz” (Altan, 1998c: 238) der. Ukala Bücür, başlangıçta bu evliliği bir formalite olarak görür. Kızla evlenecek, bir hafta sonra da boşanacaktır. Resmi işlemler yapılır, kızın bir arkadaşının evinde nikâh kıyılır. Ukala Bücür’ün ailesinin bu durumdan haberi bile olmaz. Ukala Bücür, nikâh kıyıldıktan sonra kendi evine geri döner ve geceyi ailesinin yanında geçirir. Fakat bir müddet sonra bu geçici evlilikten istifade etmek ister. Mademki artık evlidir, karısıyla istediği gibi yatabilmelidir. Ukala Bücür, bir gece nikâhlı karısını eve gizlice balkondan sokar, kızla cinsel beraberlik yaşar ve sonrasında kızı evine geri bırakır (Altan, 1998c: 256-257). O, artık bu evliliği

benimsemeye başlamıştır; çünkü aynı anda hem evlidir hem de bekâr. Bir gün Ukala Bücür’ün nikâhlı karısı, ona kendi evlerinde ilişkiye girmeyi önerir. Artık evli oldukları için kızın ailesi bu duruma ses çıkarmaz. Ukala Bücür, bundan sonra kızın evinde kalmaya başlar. Onunla cinsel beraberlikler yaşar, sabaha karşı da kendi evine geri döner (Altan, 1998c: 259).

Ukala Bücür’ün annesi, oğlunun gizlice nikâhlandığını bir gün öğrenir ve oğlunu evden kovar. Evsiz kalan Ukala Bücür de bir oda tutar ve karısıyla birlikte oraya yerleşir (Altan, 1998c: 260). Ukala Bücür’ün bir haftalık olarak planladığı evlilik ise onu artık çepeçevre kuşatmıştır. Ukala Bücür, aradan yıllar geçmesine rağmen ne bu evlilikten kurtulabilir ne de bu evliliği tam olarak benimseyebilir (bk. Eşler Arası Geçimsizlik).

Roman kahramanı, bir genç kızın bekâretini bozduğu için onunla nikâh kıymak zorunda kalır. Geleneksel toplumlarda bekâret, “kadının masumiyeti(ni)” (Freud, 2015ı: 125) temsil eder. Roman kahramanı, başlangıçta bu evliliği bir prosedür olarak görür ve bekâretini bozduğu kadının masumiyetine zarar vermemek için onunla evlenir. Fakat bir müddet sonra evliliğin ona sağladığı cinsel özgürlüklerden istifade eder. Kâğıt üzerinde yaptığı bu evlilik sayesinde evlendiği kızla istediği zamanlarda cinsel beraberlikler yaşar. Roman kahramanının ailesinin bu gizli izdivacı öğrenmesi ise kahramanın evden kovulmasına neden olur. Evden kovulan roman kahramanı ise bir oda kiralar ve karısıyla birlikte bu odaya yerleşir. Böylece başlangıçta bir resmi muamele olarak görülen evlilik, fiili ve zorunlu bir evliliğe dönüşür.

Erdal Öz’ün 1974’te yayımlanan Yaralısın romanındaki Gılay Nuri, Gül adında evli bir kadınla uzun süren bir aşk yaşar. Gül’ün kardeşleri ve kocası, bu ilişkiye engel olmak ister; fakat eski bir pehlivan olan Nuri’den çekindikleri için bu ilişkiye engel olamaz. Gül’ün kocası, bunun üzerine karısını alarak Almanya’ya gider. Gılay Nuri ise Gül’ün gidişinden sonra kendini bir boşluk içinde bulur. Bu sıralarda Gılay Nuri’nin karşısına genç bir kız çıkar. Nuri, kızı çok da beğenmemesine rağmen onunla ilişki kurar ve kızın bakireliğini bozar. Sonrasında durum açığa çıkar ve evlilik kaçınılmaz olur (Öz, 2014: 173).

Eserde sevgilisinin gidişinden sonra boşluğa düşen bir karakter resmedilir. Gılay Nuri, karşısına çıkan bir kızla gönül eğlendirerek düştüğü boşluktan kurtulmak ister. Bu kızla gayrimeşru ilişkiler yaşar ve kızın bekâretini bozar. Toplumsal normlara göre kadın, “bir adamın nikâhına girdiğinde, bu evliliğe, başka bir adamla yaşadığı cinsel ilişkilerin anılarını taşımamalıdır” (Freud, 2015ı: 125). Gılay Nuri de bu normlar çerçevesinde

davranır ve bekâretini bozduğu kadınla nikâhlanır. Böylece kadının kocası, ilk cinsel beraberliğini yaşadığı kişi olur.

Kemal Bilbaşar’ın Başka Olur Ağaların Düğünü romanındaki Menekşe, köyün en zengin kişilerinden Osman Ağa’nın biricik kızıdır. Babasının beş bin dönümlük arazisinin tek varisidir. Roman karakterlerinden Tahir ise köydeki diğer bir zengin ağa olan Hüseyin Ağa’nın oğludur. Hüseyin Ağa, Menekşe ile oğlu Tahir’i evlendirmek ister. Böylece Tahir, Osman Ağa’nın servetinin tek varisi olacaktır. Fakat Menekşe, Tahir’i sevmez ve ondan nefret eder. Hatta bir keresinde elinde çiçeklerle gelen Tahir’i kapı dışarı eder (Bilbaşar, 2013: 55). Hüseyin Ağa ise kolay kolay pes edecek bir tip değildir. Tahir, Menekşe’yi ikna edemeyince bu kez Hüseyin Ağa devreye girer. Bir punduna getirerek Osman Ağa ile iddialaşır. İddiayı kazanması durumunda da Menekşe’yi kendine gelin olarak ister. Osman Ağa, kızının iddia olarak ortaya atılmasına tepki gösterir; fakat iddiadan kaçtı denmesin diye de iddiaya razı olur. İddiaya göre Hüseyin Ağa ile Osman Ağa’nın traktörleri yarışacak ve kazananın dilediği olacaktır. Fakat Hüseyin Ağa hile yapar. Osman Ağa’nın traktörüne benzin yerine su katar ve yarışı kazanır (Bilbaşar, 2013: 168-171).

Osman Ağa, yarışı kaybettikten sonra mecburen kızı Menekşe’yi, Hüseyin Ağa’nın oğlu Tahir’e verir. Fakat Menekşe’nin bu evliliğe rızası yoktur. O, köyün yakışıklı doktoru Murat’ı sevmektedir. Menekşe bu yüzden odasına kapanır ve günlerce odasından çıkmaz. Hatta canına kıymayı bile düşünür (Bilbaşar, 2013: 176). Fakat yapacak bir şey olmayınca evliliği kabullenir ve iki hafta içerisinde nikâh kıyılır.

Ömer Polat’ın Saragöl romanındaki Dılo Bey, zengin bir ağadır. Dılo Bey’in üç eşi vardır; fakat Dılo Bey artık onları beğenmemektedir. Bu yüzden de yeni bir evliliğe niyetlenir ve kendinden çok küçük yaşta olan Seyro için elçiler gönderir. Seyro, aslında köylüsü Reco’yu sevmektedir. Fakat Dılo Bey’in elçilerini geri çevirmek, Dılo Bey’i kendine düşman yapmakla eş değerdir. Seyro’nun babası, gariban bir köylüdür ve Dılo Bey’e karşı koyacak gücü kendinde bulamaz. Çaresizliğini ise kızına şu sözlerle aktarır:

Çaresizim kızım, çaresizim. Seni İsteyen Dılo Bey. Aladağ’ın Kürt’ü değil ki kovayım. Biz dalsızız, budaksızız kızım… Dılo Bey’e yetmez gücümüz. Yoksa ben istemez miydim seni gönlünün istediği birine vermeyi? İstemez miydim?.. Dılo Bey senin baban yaşında… Ama baban gibi besisiz, arık değil. Görkemli, dalı güçlü, namlı. Kanın kaynar zamanla. Isınırsın. Hiç değilse karnın doyar. Zati koca dediğin ne ki? Dalını sıcak, karnını dolu tuttu mu yeter. Ey, bunlarsa Dılo Bey’de derya deniz. Beni anla kızım. Sana karşı boynum eğri… (Polat, 2011b: 9- 10).

Seyro, babasının çaresizliğinin farkındadır. Çünkü Dılo Bey’e güç yetirmek, kimsenin haddine değildir. Bu yüzden o da kaderine razı olur ve Dılo Bey’in dördüncü karısı olur. Dılo Bey, bir müddet Seyro ile iyi geçinir, onu el üstünde tutar. Seyro’nun

hizmetini diğer karılarına gördürtür. Fakat kısa süre sonra Seyro’dan da bıkar ve yeni bir eş arayışı içerisine girer.

Dılo Bey, bu kez kendisi gibi bir ağa olan Cımşid Bey’in kızı Dilan’a tutulur. Dilan, Dılo Bey’in kızı yaşındadır. Fakat Dılo Bey, yine de elçilerini Cımşid Bey’e gönderir ve Dilan’a talip olur. Fakat Cımşid Bey, bu evliliğe müsaade etmez. Çünkü kızını dört eşli yaşlı bir adama vermek istemez (Polat, 2011b: 125). Dilan, babasının bu kararına çok sevinir; çünkü köylülerden Mirzo’ya sevdalıdır (Polat, 2011b: 45). Cımşid Bey’in bu kararı Dılo Bey’i çok kızdırır ve beylerin arası açılır. Dılo Bey, bundan sonra Cımşid Bey’in düşmanlarına yardımcı olmaya başlar. Cımşid Bey, düşmanlarını zor durumda bırakmak için onların nehre ulaşmalarına engel olur. Dılo Bey ise onları kendi topraklarından geçirtir ve hayvanların susuz kalmasını engeller. Cımşid Bey’in düşmanları ot bulmakta zorlanınca Dılo Bey onlara ot satar (Polat, 2011b: 187-189). Düşmanları karşısında zor duruma düşen Cımşid Bey, kızını Dılo Bey’e vermediğine pişman olur. Elçiler göndererek Dılo Bey’i evine çağırır ve kızını Dılo Bey’e verir (Polat, 2011b: 194, 203). Cımşid Bey, başlangıçta bu evliliği kabullenmemiş; fakat menfaati zedelenmeye başlayınca kızını bu evliliğe zorlamaktan çekinmemiştir (bk. Menfaate Dayalı Evlilikler).

Eserde, “gelenekçi tutumların baskısıyla, istedikleri kişilerle evlenemeyen, ama, geleneğe aykırı düşeceği için o tutumlardan da vazgeçemeyen gençlerin” (Kaplan, 1997: 519) dramı işlenir. Burada Dılo Bey’in Seyro ve Dilan’la olan evliliklerinde kız tarafının bu evlilikte gönülsüz olduğu görülmektedir. Seyro’nun ailesi, oldukça gariban bir ailedir ve Dılo Bey’e karşı durmayı aklından bile geçirmez. Dilan’ın ailesi ise güçlü ve varlıklıdır. Fakat onlar da Dılo Bey’in düşmanı olmaktan kaçınır ve kızlarını Dılo Bey’e vermek zorunda kalır. Burada Seyro ve Dilan, ağalık sisteminin kurbanları olarak görülebilir. Kırsal bölgelerde ağalık, karşı durulması güç bir kurumdur. Hele bir de söz konusu olan kişi ağanın kendisi ise köylülerin ağaya kız vermeme gibi bir lüksü bulunmamaktadır.

Yaşar Kemal’in Binboğalar Efsanesi romanında, Yörük ailelerinin yerleşmek ve bir toprak parçasına sahip olabilmek için kızlarını zengin kişilere vermesi eleştirel bir gözle okuyucuya sunulur. 60 evlik Karaçullu Oymağı, Horasan’dan Anadolu’ya gelen büyük Türkmen oymaklarının 1876’daki iskân siyaseti sırasında dağılarak yok olmalarından sonra geriye kalan son obadır (Yalçın, 2011: 154). Zamanla bütün topraklar ya tapulanmış veya güçlü kimseler topraklara el koymuştur. Böylece obanın konacağı bir toprak parçası bile kalmaz. Obadan bazı aileler ise çözümü, kızlarını toprak sahipleriyle evlendirmekte bulur ve yerleşecek bir toprak parçasına kavuşur.

Romanda zorla evlendirilen kişiler genellikle tez zamanda ya ölür veya yaşamlarına son verir. Fon karakterlerden Duran Ali, kızı Eşe’yi bir köy ağasına verir. Dünyalar güzeli olan Eşe, bu evliliğe ancak üç yıl dayanabilir ve kendisini bir su kuyusuna atarak boğar. Diğer bir fon karakter Hacı Salman, kızı Yeşil’i değirmen sahibi Salih Bey’e verir ve karşılığında değirmenin bahçesine yerleşir. Yeşil, bu zorla evlendirilmeyi kaldıramaz; bir yıl içinde ince hastalıktan can verir. Bir başka zorla evlendirme vakası ise yerleşik hayata geçen karakol onbaşısının ailesinde görülür. Karakol onbaşısı da eskiden Yörüklük yapan bir aileden gelmektedir. Aile, kışın konacak bir yer bulamaz, köylülerle dövüşür ve aralarından beş kişi ölür. Bu dövüşte köylülerden biri, onbaşının kız kardeşi Meryem’i görür ve ona âşık olur. Onbaşının ailesine Meryem’i onunla evlendirmeleri durumunda bir tarla vereceğini vaat eder. Meryem “beni ona verirseniz kendimi öldürürüm” (Kemal, 2014b: 96) diyerek bu evliliğe itiraz eder; fakat ailesinin ısrarlarına dayanamaz ve kendini feda ederek bu evliliği kabul eder. Diğer zorla evliliklerde olduğu gibi Meryem de tez zamanda ölür. Anlatıcı, zorla evlendirilen kızları “ölü gelinler” olarak betimler ve “Çukurova’ya çok Yörük kızı gelin gitti. Çukurova’da çok tel duvaklı ölü var” (Kemal, 2014b: 61) cümleleriyle bu yazgıyı eleştirir.

Romanda Yörük ailelerinden üçünün konacak bir toprak parçası uğruna kızlarını istemedikleri kişilerle zorla evlendirmesi işlenmiştir. Bu kızlardan biri kısa süre sonra intihar eder; diğer ikisi ise zorla evlendirmeyi içlerine sindiremez, kısa süre sonra onulmaz hastalıklara yakalanır ve vefat eder.

Araştırma sahamızdaki romanlarda işlenen zoraki evliliklerin özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Genellikle zorla evlendirilen taraf, kız tarafı olur. Damadın ailesinin zenginliği veya nüfuzu, kızın ailesi için yeterli olur. Gelinin evliliği arzulayıp arzulamadığının pek bir önemi yoktur (Çelo, Bıçağın Ucu, Başka Olur Ağaların Düğünü, Saragöl, Binboğalar Efsanesi).

2. Kadının evlilik öncesi gayrimeşru ilişki yaşaması ve bekâretini kaybetmesi, kadınla birlikte olan erkeği istemediği bir evliliğe mecbur kılar (Viski, Yaralısın).

3. Kız tarafının zenginliği, erkek tarafı için tek ölçüt olur (Başka Olur Ağaların Düğünü). 4. Zorla evlendirilen kız, ya intihar eder ya da kısa süre içerisinde hastalanır ve vefat eder (Çelo, Binboğalar Efsanesi).

5. Kırsal bölgelerde ve ağalık hükümlerinin devam ettiği yerlerde, ağalar istedikleri kızlarla evlenir (Saragöl).

6. Yörük aileler, yerleşecek bir toprak sahibi olabilmek için kızlarını sevmedikleri kimselerle evlendirmek zorunda kalır (Binboğalar Efsanesi).

Belgede Türk romanında aile (1971-1980) (sayfa 174-180)

Benzer Belgeler