• Sonuç bulunamadı

Aşk Evlilikleri

Belgede Türk romanında aile (1971-1980) (sayfa 141-153)

Aşk sözcüğü, Arapça “ışk” sözcüğüyle dilimize girmiştir. Işk ise sevme, eğilim duyma, yönelme, bağlanma anlamlarına gelir (Eyuboğlu, 2004: 45). Sevmek fiili iki karşı cins arasında, meşru bir zeminde, legal bir yapıya büründüğü zaman aşk evliliği ortaya çıkar. Bu bağlamda aşk evlilikleri, evlenecek çiftlerin birbirlerini sevmesi ve evlilik kararını kendilerinin vermesi esasına dayanır.

Eski Türklerde kadınlar ile erkekler arasında kaçgöç olayına rastlanmaz. Bu da evlenecek çiftlerin birbirlerini seçmesinin yolunu açar. Türk ailesi hakkında araştırmalar yapan ilk Batılı araştırmacı Grenard’ın tespitine göre; Türk kızı hayat arkadaşını seçmekte nispi bir hürriyet sahibidir (Fındıkoğlu, 1991: 22). Radloff da benzer kanaattedir. Radloff’a göre Altaylılarda kadın ve erkek arasındaki konuşma ve görüşme serbestisi çok uzak geçmişe sahiptir (Rasonyi 1971’den aktaran: Türkdoğan, 1992: 38). Türklerin İslamiyet’i seçmesiyle birlikte kadın; mahreminden kendini sakınmaya başlar. Bu da aşk ve flört evliliklerinin yolunu kapatır. Bu durum Cumhuriyet Türkiyesine kadar bu şekilde devam eder. Alan Duben ve Cem Behar, yaptıkları araştırma sonucunda 1920-1930’lara kadar evliliklerin çoğunun görücü usulü olarak gerçekleştiğini ifade eder (Duben ve Behar, 2014: 107).

Yapılan araştırmalar günümüz Türkiyesinde aşk evliliklerinin kısmi bir artış gösterdiğini ortaya koyar. ASPB’nin 2006 yılında 12.208 hane üzerinde gerçekleştirdiği bir

araştırmaya göre; evliliklerin yüzde 33’ü çiftlerin kendi kararı ile gerçekleşmiştir (ASPB, 2006: 44). Kurumun beş yıl sonra 12.056 hane üzerinde yaptığı araştırmada ise kendi kararıyla evlenenlerin oranı yüzde 43,9 olarak saptanmıştır (ASPB, 2011: 69). Aşk evlilikleri beş yılda yaklaşık yüzde 11 oranında artış göstermiştir. Aynı araştırmada 2006’da görücü usulü evlilik oranı yüzde 61, 2011’de ise yüzde 51 olarak tespit edilmiştir. Araştırmaya göre Türkiye’de aşk evliliklerinin sayısı artış göstermiştir. Fakat yine de görücü usulü evlilik Türkiye’de en yaygın evlilik türü olmaya devam etmektedir.

Türk romancısı, geçmişten günümüze toplumsal yapıda varlığını sürdüren aşk evliliklerine karşı kayıtsız kalmaz ve romanlarında işler. İlk romancılarımızdan örnekler vermek gerekirse; ilk yerli romanımız olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta, Talat’ın annesi Saliha Hanım ile babası Rıfat Bey birbirlerini severek evlenir. Ahmet Mithat’ın Çengi romanında Cemal ile Melek, Vah romanında Ferdane Hanım ile Necati, Jön Türk romanında Nurullah ile Ahdiye aşk evliliği yapar. Mehmet Murat’ın Turfanda mı, Turfa mı? romanında Mansur ile Zehra; Fatma Aliye Hanım’ın Muhadarat’ında Fazıla ile Şebib ve Rüveyda ile Şefik aşk evliliği yapar (Esen, 1992: 281).

Araştırma sahamızdaki romanlarda da aşk evliliği örneklerine rastlamak mümkündür. İncelediğimiz yüz yirmi romandan on yedisinde aşk evliliği örneği tespit ettik.

Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi romanındaki Yıldız ile Tuncer aşk evliliği yapmış bir çifttir. Tuncer, fakir bir ailenin oğludur ve üniversitede devrimci örgütün önde gelen üyelerindendir. Yıldız ise zengin ve varlıklı bir ailenin çocuğudur, milletvekili kızıdır. Üniversitede gördüğü Tuncer’e âşık olan Yıldız, sırf ona yakın olabilmek için eylemlere katılır. Fakat zengin ve burjuva bir aileye mensup olduğu için sosyalist gençlerle kaynaşmakta zorluk çeker. Bunun üzerine bir arkadaşı vasıtasıyla Tuncer’e mektup yazar ve örgütlerine katılmak istediğini söyler. Tuncer vasıtasıyla örgüte katılan Yıldız, ondan bir an olsun ayrılmak istemez. Zamanla Tuncer de kendisine bu kadar bağlı olan Yıldız’dan etkilenmeye başlar. Yanında Yıldız olmadığı zaman kendini eksik hisseder (Ağaoğlu, 2014a: 184). Tuncer, başlangıçta kendini sınırlar ve bu burjuva kızından uzak durmaya çalışır. Çünkü her platformda eleştirdiği burjuva kesimden bir kızı sevmeyi gururuna yediremez. Fakat içindeki Yıldız sevgisini de bastıramaz. Yıldız’la bir müddet gayrimeşru bir şekilde karı koca hayatı yaşar. Sonrasında ise onunla evlenir (Ağaoğlu, 2014a: 203).

Tuncer, devrimin en ateşli savunucuları arasındayken her şeyi bir kenara bırakır ve karşı olduğu düzenin milletvekillerinden birinin kızıyla evlenir. Bunun gerekçesini ise

aşkla açıklamaya çalışır (Şenol, 2009: 79). Bu evlilikle birlikte ömrü boyunca eleştirdiği burjuva sınıfına kendisi de dâhil olur ve kayınbabasının parasıyla doktora yapar. Burada birbirlerine âşık olan çift, evlenmeden önce gayrimeşru bir şekilde cinsel beraberlik yaşamış; sonrasında ise bu gayrimeşru ilişki, evlilik yoluyla legal ve meşru bir zemine taşınmıştır.

Afşar Timuçin’in 1980’de yayımlanan Gece Gelen Eski Dost romanındaki Aysel ile Sedat, birbirlerini severek evlenir. Karı koca arasındaki evlilik, çok hızlı ve ani bir şekilde gerçekleşir. Anlatıcı, ikilinin evlenişini şu sözlerle özetler: “Nasıl oldu da birdenbire Sedat’a evet dedi, bunu kimse anlayamamıştır. Çok kısa süren bir yanıp tutuşmadan sonra ya da yanıp tutuşmaya benzer bir şeyden sonra…” (Timuçin, 1980: 84). Sedat, evlilik boyunca karısına karşı oldukça duyarlı davranır. Her sabah onu öperek ve okşayarak uyandırır. Fakat Aysel, fıtraten çekinik ve içine kapalı bir karakterdir. Kendini tam olarak kocasına sunamaz. Bu da kocasının evli bir kadınla onu aldatmasına neden olur (bk. Her İki Tarafın da Eşlerini Aldatması).

Afşar Timuçin’in 1975’te yayımlanan Yarına Başlamak romanındaki Ayşe, kocası ile severek ve isteyerek evlenir. Fakat evlilik kararı almadan önce kocasını yeterince tanıyamaz, kısa süren bir aşktan sonra kendini gelinlikler içerisinde bulur. Niçin evlendiğinin kendisi bile farkında olmaz (Timuçin, 1977: 36). Nitekim kısa süre sonra da bu kararından pişmanlık duyar. Ayşe’nin hırslı kocası, makamını yükseltmekten başka bir şey düşünmez, karısını ihmal eder ve karısını yapay bir ilişkiler yumağı içerisine çeker (bk. Eşler Arası Geçimsizlik).

Attila İlhan’ın Sırtlan Payı romanındaki Ferid ile karısı Ruhsâr, birbirlerini severek evlenmiş bir çifttir. Ruhsâr, Ferid ile evlenmeden önce Manastırlı Salih Paşa’nın oğlu İhsan’la evlenir; fakat İhsan, harpte şehit düşer. İhsan ile Ferid ordudan tanışmaktadır. O sıralarda Ferid, binbaşı; İhsan ise mülazımdır. Duygusal ve romantik bir karakter olan İhsan, harp sırasında bulduğu her fırsatta karısı Ruhsâr’a mektuplar yazar. Bu mektupları da komutanı Ferid’le paylaşır. İhsan, yaptığı bu davranışla farkında olmadan Binbaşı Ferid’i, karısı Ruhsâr’a âşık eder. Fakat ne Binbaşı Ferid bu durumun farkındadır ne de İhsan. Binbaşı Ferid, hissiyatını şu sözlerle ifade eder:

Mülâzım İhsan Bey düşman ateşinin aman verdiği her fırsatta, o mehtaptan biçilmişe benzer nazenin sevgilisini anlatmasıyla, meğer bizi ona gıyabında meftun etmiş imiş! Hayalini, havai mavi ipek ibrişimle âdeta ruhumuza işlemiş! Karısına sevdasını, bidayette kıyısından köşesinden paylaşırken, zamanla tamamen sahiplenmişiz. Bi’r-üs- sebî sahrasında malaryadan takır takır titrediğim sıralar, okuduğu mektupların gönlümüze muazzam teselliler olması, başka neye yorulur (İlhan, 2005: 498).

Mülazım İhsan, Birinci Dünya Savaşı’nda Binbaşı Ferid’in gözleri önünde vurulur. Binbaşı, Mülazım İhsan’ın vurulma sahnesini şu sözlerle resmeder: “Süvariler yere ağıp mevziye girince, atıyla o, mitralyözlere inanılmaz büyüklükte bir hedef oluvermişlerdi. Fırsatı kaçırırlar mı, mor iğneleriyle makasa alıp delik deşik ettiler” (İlhan, 2005: 341). Mülazım İhsan, henüz ölmemiştir; fakat Binbaşı Ferid onu kurtaramaz. Çünkü Mülazım İhsan açık hedef hâlindedir. Binbaşı Ferid daha sonra vicdan azabı çekmeye başlar. Belki de Binbaşı Ferid, Mülazım İhsan’ın karısına sahip olabilmek için hamle yapmamıştır. Fakat bu durum bir evhamdan öteye geçmez. Mülazım İhsan’ın emanetlerini ailesine teslim etme görevi, Binbaşı Ferid’e verilir. Binbaşı Ferid, emanetleri teslim ederken Mülazım İhsan’ın mektuplarında anlattığı Ruhsâr’ı görür ve ona çarpılır:

Bi’r-üs- sebî’de şehit düşen delikanlının emanetlerini vermek için, Manastırlı Salih Paşa’nın konağını aramış bulmuştu. Cephe boyunca merak ettiği Ruhsâr’ı orada gördü, görür görmez çarpıldı: İriliğine, farfaracılığına, hoyratlığına bütünüyle ters düşen bu oya incesi kadın, onu büyülüyor; karakterinin kim bilir hangi yanında gizli kalmış bir şefkat boşluğunu önemle dolduruyordu (İlhan, 2005: 89).

Binbaşı Ferid, Ruhsâr’ı görür görmez ona âşık olur. Sonrasında ise bulduğu her fırsatta konağa gidip gelmeye başlar. Konakta Manastırlı Salih Paşa ile muhabbet eden Binbaşı Ferid, Ruhsâr’la göz göze gelmekten bile büyük bir mutluluk duyar. Manastırlı Salih Paşa’nın gözleri görmediği için ikili birbirleriyle bakışarak anlaşır. Öyle ki “Ruhsâr’la Binbaşı Ferid, tek kelime konuşmadan, sadece göz göze bakışarak, birlikte duygulanmanın en tatlı, en heyecan verici” (İlhan, 2005: 158) söyleşilerini gerçekleştirir. Yaşlı bir adam olan Manastırlı Salih Paşa, ölmesi durumunda gelini Ruhsâr’ın kimsesiz kalmasından endişelenmektedir. Bu yüzden Ruhsâr ile Binbaşı Ferid’in evliliğini gizlice teşvik eder. Binbaşı Ferid’e “Huzur içinde ölebilmem, ancak onun saadetini görmemle mümkîn olabilir” (İlhan, 2005: 355) diyerek bu evliliğe onay verdiğini ima eder. Binbaşı Ferid, bunun üzerine Manastırlı Salih Paşa’nın da rızasını alarak Ruhsâr’la evlenir. Ruhsâr ise bu evliliği çoktan beri arzulamaktadır. Binbaşı Ferid’i kocasının cephedeki mektuplarından beri tanımaktadır: “Benim size aşinalığım yeni midir sanırsınız? İhsan Bey, cepheden yazdığı mektupları medh-ü-senanızla doldururdu. İzahından bugün dahi aciz kaldığım bir hiss-i kabl-el-vuku bana derdi ki, bir gün karşılaşmamız yazılmıştır, mukadderdir” (İlhan, 2005: 158).

Binbaşı Ferid ile Ruhsâr Hanım’ın evliliği oldukça uyumlu bir evlilik olur. Ruhsâr Hanım, “Ferit Bey’in bitmez tükenmez aşkının nesnesi” (Özher, 2008: 119) olarak idealize edilmiştir. Karısına sırılsıklam âşık olan Binbaşı Ferid, ona karşı oldukça şefkatli yaklaşır. “Böyle narin bir kadını, güvercin sever gibi, şahadet parmağının sırtıyla seveceksin”

(İlhan, 2005: 352) sözlerinden de Binbaşı Ferid’in sevgi ve nezaketinin derecesi anlaşılabilir. Binbaşı Ferid ile Ruhsâr’ın evliliği, aşk yoluyla kurulmuş mutlu ve huzur dolu bir aileyi örnekler.

Ayla Kutlu’nun 1979’da yayımlanan Kaçış romanındaki Ahmet ile Ceren’in evliliği aşk üzerine kurulmuş bir evliliktir. Çocukluklarından beri birbirlerine sevdalı olan Ahmet ve Ceren, bu sevdalarını evliliğe dönüştürerek aşk temelli bir evlilik yapmışlardır (Kutlu, 2002: 86).

Halide Nusret Zorlutuna’nın Aydınlık Kapı romanındaki Vildan, zengin bir aileye mensuptur ve çiftlik müdürleri Ali Bey ile kendi rızasıyla evlenir. Bu evlilikte tam bir aşk olup olmadığı net değildir. Vildan, kendisine ilgi gösteren Ali Bey’le başlangıçta sadece arkadaştır. Fakat Vildan’ın ablası Lerzan, Ali Bey’e sahip olmak ve onu Vildan’dan koparmak ister. Vildan, Ali Bey’e olan ilgisini şu sözlerle ifade eder: “Ali’yi seviyor muydum? Hayır, bu düşünceye o anda bile, isyan ediyor, “Hayır! Hayır!” diyordum. Fakat onun çok alıştığım, çok hoşlandığım şefkatini, alâkasını kaybetmekle pek büyük bir şey kaybetmiş olduğum da muhakkaktı” (Zorlutuna, 2014: 177). Ömrü boyunca elindeki her şeyi ablasına kaptıran Vildan, bu kez Ali Bey’i ablasının önce kullanıp sonra bir paçavra gibi ortalığa atmasına müsaade etmek istemez. Ablasıyla onun anladığı dille, fiziksel güzellikle, mücadele eder. Ali Bey de tercihini Vildan’dan yana kullanır ve Lerzan’a yüz vermez. Vildan, ilk defa ablası karşısında muzaffer olmanın getirdiği bir sarhoşlukla da Ali Bey’le evlenir (Zorlutuna, 2014: 180). Bu evlilik pek mutlu bir evliliğe dönüşmez. Vildan’ın kaynanası ve kocası ona kötü davranır. Fakat Vildan’ın her şeye tevekkül eden, her şeye katlanan mizacı, bu evliliğin uyumsuz bir evliliğe dönüşmesini engeller.

Vildan’ın ablası Lerzan ise iki kez evlenmiştir. Lerzan, ilk evliliğini kaçmak suretiyle gerçekleştirir. İkinci kocası İsmail’le ise aşk evliliği yapar. İsmail orduda bir zabittir. “Kamçı gibi bir süvari zabiti” (Zorlutuna, 2014: 114) olan İsmail, yakışıklılığıyla ve centilmenliğiyle Lerzan’ı büyüler. İlk evliliğinden mutluluğu yakalayamayan Lerzan’ın bu evlilikten beklentisi oldukça yüksektir. Arkadaşı Fazilet’e (Fetiş) söylediği “Evleneceğiz, mesut olacağız Fetiş, dünyada hiç kimsenin olmadığı kadar mesut olacağız” (Zorlutuna, 2014: 129) sözlerinden de Lerzan’ın bu evlilikten beklentisi görülebilir. İsmail’in Lerzan’a olan aşkı da en az Lerzan’ınki kadar samimidir. Lerzan, bu duygularla İsmail’i İstanbul’a çağırarak onunla evlenir ve İsmail’in memuriyet yeri olan Urfa’ya yerleşir. Fakat Lerzan bu evlilikte de mutluluğu yakalayamaz. Urfa’nın şartları onu boğar. Buna İsmail’in kıskançlığı da eklenince evlilik Lerzan için iyice çekilmez bir hâl alır (bk. Eşler Arası

Geçimsizlik). Lerzan, bu evliliği daha fazla sürdüremez. Bir süre sonra İsmail’i terk ederek İstanbul’a geri döner (Zorlutuna, 2014: 135).

Eserdeki bir başka aşk evliliği ise fon karakterlerden Feza’nın evliliğidir. Feza’nın sevgilisi Orhan, bir hariciye memurudur. Orhan ile Feza birbirlerini severek evlenir ve Orhan’ın işi dolayısıyla Avrupa’ya yerleşir (Zorlutuna, 2014: 275).

Kemal Bilbaşar’ın Başka Olur Ağaların Düğünü romanındaki Doktor Murat İle Menekşe’nin evliliği, aşk evliliğine dayalı bir evliliktir. Menekşe, köyün en zengin kişilerinden Osman Ağa’nın biricik kızıdır. Murat ise çocukluğundan itibaren köyünden ayrılmış, yıllarca okumuş ve köyüne doktor olarak dönmüştür. Doktor Murat’ın resmini gören ve onu çok beğenen Menekşe, bir yolunu bularak Doktor Murat’ın ilgisini çekmeye çalışır. Onun geçeceği yolda kendini suya atar ve boğulma numarası yapar. Murat da Menekşe’nin bu oyununa inanır ve onu sudan kurtarır. Menekşe’nin kıyafetleri suda yapış yapış olmuştur. Doktor Murat, Menekşe’ye kendi kıyafetlerini giydirir ve onu evine kadar bırakır (Bilbaşar, 2013: 32-40).

Olaydan sonra Doktor Murat ile Menekşe arasında bir yakınlaşma başlar. Doktor Murat birkaç kez Menekşelerin evine gider ve onu muayene eder. Menekşe, hasta görünebilmek için elinden geleni yapar, kendini arılara bile sokturur (Bilbaşar, 2013: 93). Doktor Murat ile Menekşe arasında gelişen bu yakınlaşma, köyün zenginlerinden Hüseyin Ağa’yı rahatsız eder. Hüseyin Ağa, Menekşe’yi oğlu Tahir için düşünmektedir. Çünkü Menekşe, zengin bir ailenin tek kızıdır ve onunla evlenen kişi bu mirasın tek varisi olacaktır. Hüseyin Ağa, Osman Ağa’dan kızını gidip istemeyi düşünür. Fakat Hüseyin Ağa ile Osman Ağa köyün iki zengini olarak birbirlerine rakiptir ve bu işin olmayacağı daha baştan bellidir. Hüseyin Ağa, bunun üzerine farklı bir yol dener. Osman Ağa ile bir iddiaya girer ve iddiayı kazanır. İddiasına karşılık olarak ise Osman Ağa’dan kızı Menekşe’yi ister. Osman Ağa bu işten hazzetmez; fakat yine de kızını Hüseyin Ağa’nın oğlu Tahir’e vermek zorunda kalır. Menekşe bu evliliği arzulamasa da babasına karşı gelemez ve kısa süre içerisinde Tahir’le evlenir (Bilbaşar, 2013: 181).

Düğün için şehirde bir merasim yapılır, sonrasında ise bir eğlence mekânına gidilir. Orada gelin, damat ve davetliler sarhoş olana kadar içki içer. Sonrasında da gece yatmak için bir otele dönülür. Damat, sarhoşluktan karısıyla gerdeğe bile giremez ve sızıp kalır. Menekşe ise içtiği içkilerden rahatsız olur, bir ara odadan çıkar ve döndüğünde yanlışlıkla başka bir odaya girer. Aslında Menekşe’nin yanlışlıkla o odaya girmesini sağlayan kişi oteldeki bir görevlidir. Menekşe’nin girdiği odada o gece Doktor Murat kalmaktadır.

Menekşe ve Murat, durumun farkına varmaz ve geceyi birlikte geçirir. Menekşe, sabah uyandığında yanında uyuyan kişinin kocası Tahir olmadığını fark eder. Önce duruma inanamaz ve kendini rüyada sanır. Sonrasında ise durumu bir fırsata çevirmeye karar verir. Çığlıklar atarak herkesi odaya toplar. O sırada Doktor Murat da uyanır, Murat’ın üzerinde sadece bir don bulunmaktadır. Odaya girenler, gördükleri karşısında şaşkınlık geçirir. Menekşe, kocasına ve ailesine gece yanlışlıkla Murat’ın odasına girdiğini, Murat’ı kocası zannettiğini ve onunla cinsel beraberlik yaşadığını söyler. Menekşe’nin kocası Tahir ise buna inanır ve geceyi başka bir erkekle geçiren bir kadını kendine karı olarak alamayacağını söyler. İşler tam da Menekşe’nin arzuladığı şekilde ilerler. Tahir’in Menekşe’yi reddetmesinden sonra bu kez Menekşe’nin babası Osman Ağa devreye girer. Murat’tan kızıyla evlenmesini ister. Çünkü Murat, Menekşe’nin bakireliğini bozmuştur. Murat da zaten böyle bir şey beklemektedir. Hemen Osman Ağa’nın teklifini kabul eder (Bilbaşar, 2013: 225-232). Menekşe, kısa süre içerisinde kocası Tahir’den resmen boşanır. Sonrasında ise iki âşık birbirine kavuşur.

Menekşe, sevdiğine kavuşabilmek için toplumsal normları kendi lehine olarak ustalıkla kullanmıştır. Çünkü toplumda bakireliği bozulmuş bir kız, makbul bir eş olarak görülmez. Menekşe de toplumun bu hassasiyetinden yararlanır. Sevgilisiyle herhangi bir cinsel beraberlik yaşamadığı hâlde bakireliğinin bozulduğunu iddia eder. Bunu duyan kocası da onu boşar. Böylece Menekşe sevgilisine kavuşmuş olur. Murat ise “duygularını açığa vurmaktan çekinen, utangaç bir yapıya sahiptir” (Dikici, 2005: 143). Menekşe’nin uyanıklığı sayesinde hiçbir çaba sarf etmeden sevdiği kıza kavuşmuş olur.

Kemal Tahir’in 1971’de yayımlanan Yol Ayrımı romanındaki fon karakterlerden Nazmi Cihangir, milli mücadeleye katılmış bir yedek subaydır. Nazmi Cihangir ile eşi, “iki yıl sevişmişler, uzaktan uzağa, elleri ellerine değmeden” (Tahir, 2005: 183). Sonrasında ise izdivaç gerçekleşmiştir. Fakat Nazmi Cihangir, evlendikten sonra milli mücadeleye katılır ve Sakarya Savaşı’nda şehit düşer.

Kerime Nadir’in 1978’de yayımlanan Bir Çatı Altında romanındaki Nazmi Şeren, kırk yaşlarında yakışıklı bir avukattır. Karısını yıllar önce kaybetmiş ve oğlu Suat’la birlikte yaşamaktadır. Roman karakterlerinden Siray Ece ise genç bir sinema sanatçısıdır, ülkenin en sevilen artistlerinden biridir. Nazmi Şeren’in oğlu Suat, Siray Ece’nin en büyük hayranlarından biridir. Odasını Siray Ece’nin fotoğraflarıyla süsler. Nazmi Şeren ile Siray Ece arasındaki ilişki, aslında Suat’ın bu hayranlığı sayesinde başlar. Suat, ısrarla babasını Siray Ece’nin programlarına götürür. Nazmi Bey de oğlunu sevindirmek için Siray Ece ile

diyalog yolları arar. Siray Ece’nin bir sinema çekimi sürecinde Nazmi Beylere komşu olması da bu ilişkiyi tetikler. Nazmi Bey ve Suat, Siray Ece’yi evlerine davet eder. Siray Ece de hem Suat’tan hoşlandığı için hem de Nazmi Bey’in yakışıklılığından etkilendiği için bu daveti kabul eder. İkili arasında doğan bu yakınlık, Nazmi Bey’i cesaretlendirir ve Nazmi Bey, ülkenin en önemli artistlerinden biri olan Siray Ece’ye evlenme teklifinde bulunur (Nadir, 1990: 430-431). Siray Ece de Nazmi Bey’e karşı benzer duygular içerisindedir ve Nazmi Bey’in izdivaç teklifini kabul eder. İkili, kısa bir süre içerisinde görkemli bir düğün töreni ile evlenir, sonrasında ise balayına çıkar (Nadir, 1990: 457).

Eserdeki diğer bir aşk evliliği ise Binbaşı Metin Ersen ile Nurhayat Hanım arasında yaşanır. Nurhayat Hanım, eşiyle tanıştığında siyasal bilgiler fakültesini bitirmek üzeredir. Metin Ersen ile Nurhayat bir baloda tanışır. Metin, Nurhayat’tan çok hoşlanır ve aynı gece ona evlenme teklifinde bulunur. Nurhayat da Metin’e karşı aynı duygular içerisinde olunca kısa süre içerisinde parlak bir düğün töreni yapılır (Nadir, 1990: 104-105). Roman boyunca Metin ve Nurhayat, birbirlerini çok seven uyumlu bir çift görünümündedir.

Kerime Nadir’in Kaderin Sırrı romanındaki Ziynet ile Nüzhet, bir deniz gezisinde tanışır. Nüzhet, zengin bir tüccarın biricik oğludur. Ziynet ise roman başkişisi Nüvide Hanım’ın biricik kızıdır ve o sıralarda henüz on dört yaşındadır. Nüzhet ile Ziynet arasındaki bu tanışma, kısa süre sonra yerini aşka bırakır. İkili, kısa süren bir flörtten sonra evlilik kararı alır. Ziynet’in annesi Nüvide Hanım, kızının küçük olduğunu gerekçe göstererek bu evliliğe mani olmaya çalışır. Fakat evliliğe engel olamaz. Nüzhet ise evlendikten sonra kayınvalidesinin evine iç güveyisi olarak girer (Nadir, 1978: 36-37).

Eserdeki bir diğer aşk evliliği roman karakterlerinden Mahmut Şevket Bey ile Sevda Hanım arasında gerçekleşir. Mahmut Şevket Bey ve Sevda, aynı okulda çalışan iki öğretmendir. Her ikisi de birbirlerine ilgi duyar; fakat bir türlü birbirlerine açılamaz. Mahmut Şevket Bey, bir müddet sonra durumu okul müdiresine anlatır ve ondan yardım ister. Okul müdiresi Nüvide Hanım da bu ikilinin birbirlerine ilgi duyduğunu fark etmiştir. Bunun üzerine aracılık vazifesini üzerine alır ve Sevda’ya durumu anlatır. Sevda ise bu duruma dünden razıdır ve Mahmut Şevket Bey’in evlilik teklifini hemen kabul eder (Nadir,

Belgede Türk romanında aile (1971-1980) (sayfa 141-153)

Benzer Belgeler