• Sonuç bulunamadı

8. POSTMODERN ROMAN

8.4. ZAMAN

İnsan yaşamı bir tür yolculuktur. Modernist edebiyatın genellikle kullandığı ve insanın sürekli gelişen, dönüşen, iyiye giden yaşam sürecini anlatmak adına kullandığı metafor bu olmuştur. Bu metafora bağlı olarak olay örgüsü kurulur, kişiler sürekli gelişen, dönüşen, kendilerini değişik zor sınavlar karşısında sorgulayıp doğruyu, ülküseli, güzeli bulan ilerici bireyler olarak tasvir edilir. Modernist yaşam felsefesinin temel dayanağı olan zamansal ilerleme fikri kendini romanlarda bu şekilde gösterir.

Postmodernistler ise yol ve yolculuk metaforunun geçerliliğini kabul etmezler. Onlara göre, bu saçma bir yanılsamadır. İnsanlar bir yerlere gitmez, bir hareket, devinim yoktur, gelişme olmaz ve insanlar bir tür zaman-mekan sıkışması içindedir. Sosyal alanda olduğu gibi, edebiyatta da “zaman- mekan sıkışması"nın doğurduğu sancılara tepkiler farklı olmuştur. İlk tepki; yorgun, bitkin ve her şeyden usanmış bir sessizliğe çekilerek, her şeyin ne kadar engin, kavranamaz ve bireysel / kolektif kontrolün dışında olduğu türünden ezici bir duygu karşısında boyun eğmektir. Postmodern edebiyatta “mümkün olan en basmakalıp karakterlerin mümkün olan en basmakalıp ortamlar içinde mümkün olan en basmakalıp ifadeyle anlatılması" (Harvey, 2012:383); devingenliğin / değişimin / dönüşümün olmamasına karşı bir tepkidir ve edilgenleşmiş insanın resmini çizer. Dünya tüm farklılığı ile bireyi kuşatmıştır ve birey belirli bir çizgisel gelişime tabi değildir. Bir hareket olacaksa da, bu her an her tarafa, ileriye, geriye, yukarıya, aşağıya, bir ileriye bir geriye, kısacası her yöne olur ve süreklilik arz etmez.

Günümüzde yazılan postmodern romanlar, zaman kavramını işleme konusunda önceki romanların bütünlüklü yapısından sapmalar gösterir. Zaman parçalıdır ve karakterler bir geçmişte, bir şimdiki anda ve bazen her ikisinde betimlenirler. Olay parçacıkları da zamansal sıçramalara eşlik eder ve anlatı sürekli daldan dala atlar. Zamanın sürekliliği artık postmodern romanda bulunmaz. Modernist romanlardaki uzun / tutarlı ve kronolojik zaman dilimlerinde hayat devingendir ve sürekli leriye doğru akar. Postmodernist roman ise; yaşam tarzını, tıpkı bir film karesindeki anlık görüntüler gibi, kısmi gerçekliğe dönüştürür. Modernist zaman sunumu; kahramanın ve kahramanlığın oluşumunu başlangıçtan sonuna kadar tüm değişimleri, ilerlemeleri ile sunmak ve şimdiki zamana dayanan sonsuz bir gerçeklik algısı yaratmak amacıyla, bazen yüzyılları kapsayabilen boyutlarda olur. Edebi metnin zamanı; kalıcılık, evrensellik sunmak adına, insan hayatını baskılayan, onu korkutan, yaşlandıran, ölüme götüren bir etken olmaktan çıkartılır. Postmodernizmde ise zaman hiç bitmeyen parçacıklardan oluşan, çizgisellikten uzak, tutarsız bir öğe olarak sunulur: “Geçmişin, belleğin, yaşamın etik/politik amaçlardan arındırılması" ve süreklilik kavramını öne sürmeksizin "sonsuz biçimde yeniden sökülüp takılabilirliği” (Oktay, 2000:29), postmodern romanın zaman kavramını tanımlayan özellikleridir. Zaman bir tür dengesiz, tutarsız roman kişisi gibi sunulur. Durağan / bölünmüş / bağımsız özelliği, postmodern yaşantının ayrıksanmışlığına denk düşer.

Postmodern zaman kavramı tarihin sunumu ile de bağlantılıdır: “Tarihsel olayların" (ve olay kavramının) yeniden okumasına göre, "hem köktenci bir tutuculuk hem köktenci bir postmodernizm, tarihi ölü olarak görür” (Lucy, 2003:218). Tarihin amaçlı, ilerleyen, çizgisel özellikte sunulduğu modernist dünyada, insanlar zamanın geçişi karşısında sebep sonuç ilişkisini kurabilme, hangi olaydan sonra ne tür bir gelişmenin olacağını kestirebilme ve mantık yürütebilme yeteneğine sahiplerdi. İnsanların çok farklı yorumlara gitmesi pek mümkün değildi ve zaman evrensel bir algı yaratabilen, düzenleyici, belirleyici bir güçtü. Modernleşmenin getirdiği hızla akan zaman kavramından dolayı, modernistler sırtlarını tarihsel olana dayayıp öznel zamanı ya da zamanı aşan mitleri, efsaneleri, destanları konu edinmeye başladı. Hızlı değişimin getirdiği ve insanı önemsizleştiren, onu bir böceğe dönüştüren zaman kavramının yıkıcılığı karşısında, insanın hala dünyayı kurabilen, yönlendirebilen efendisi konumunu sürdürebilmenin yolu buradan geçmekteydi.

Günümüzde yazılan postmodern romanlar, birer çelişki üzerine kuruludur. Zamanın boyutları paramparça olmuştur. Karakterler, ancak her biri kendi seyrini izleyen ve derhal gözden kaybolan zaman parçacıkları içinde yaşar ve düşünebilir. Zamanın sürekliliği, ancak zamanın durağanlaşmadığı ya da yokmuş izlenimini vermediği modernist romanlarda yeniden keşfedilebilir. Tarihsel olanın sunumu konusunda, postmodernistler farklı yerlere gitmek yerine, zamanın parçalanmış ve parçalayıcı özelliğini insanla buluşturur. Geçmişi kutsayıp, gerçekliği temsil ettiğine inandıkları tarihsel anlatılar yerine, postmodernistler tek gerçek olanın şimdiki zaman olduğunu, geçmişin zihinde evrildiği ölçüde gerçeğe dönüştüğünü ve geleceğinse sadece bir düş, bir beklenti, bir tasarım olarak kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler.

Büyük bir anlatı olarak tarih, insan yaşamının tümelliğini, bütünlüğünü ve korunaklılığını temsil eden bir kavramdır. Postmodernizm, genellemeleri tümüyle reddederek yerine çoğulluğu koyar. Tarihi yapay bulur ve gerçekliği çarpıttığını düşünerek, onun yarattığı yanılsama kabuğunu kırmak ister. Bu yeni yaklaşım, büyük anlatılar düşüncesini ortadan kaldırır ve tarihin dönemlere ayrılması şeklindeki bir yaklaşımı yok eder. Sonunda, tarih yeni biçimde temsile dönüşür ve postmodern tarih düşüncesi, pastişe dayanarak metinsel bir kurgulama yoluyla zamanı belirlemeye dayanır.

Lyotard, “tek olan adına tümel olana yeterince bedel ödedik, tümelliğe savaş açalım” (1992:150) sözüyle modernist ve postmodernist düşünce tarzı arasındaki keskin ayrışmayı belirler. Çok farklı roman türleri ile, modernist edebiyat her zaman genel bir dünya resmi çizmeye ve okura kurgulanmış, bütünlüklü, mantıklı bir dünyanın bakış açısını anlatmaya çalışır. Kurgulanmış, genelleştirici, düzenleyici, açıklayıcı temsil yöntemleri yoluyla, modernist roman çoğul olanı ülküselleştirme yoluna gider. Belirli sosyal, kültürel veya ahlaki kodlar karşısında bireyin sağduyulu davranışlarının ödüle, mantıksız davranışlarınınsa trajik sona evrildiğini göstermeye çalışarak, evrensel yasaları belirlemeye çalışır. Ancak, postmodernizm, “aydınlanma ideolojisinin, evrenselliğin, genellemelerin ve kapalılığın tüm süprüntülerini temizlemeye” (Mepham, 1991:1470) girişir.

Postmodernizm herhangi bir tümelliğe anlatılarında yer vermez. Bütünleşik algıları, birbirine yaslanan ve kurumsallaşmayı oluşturan tüm değerleri geçersizleştirir. Birbirinden kopuk, zamansal

sıçramalarla, her türlü anlamı ya da anlamsızlığı yaratabilecek yeni teknikler geliştirir. Okur, bir beklenti içine girecek ya da anlatılan öyküye dalarak mantık yürütecek olduğu anda, anlatım başka bir zamana, başka olay parçacıklarına ve başka kişilerin dünyasına dönüşüverir ve bütünlüklü bir algının önü kesilir. Modernist romanlardaki zamana bağlı olarak çözüme ulaşan, sonuçlanan, belirli sonlar yerine; postmodern romanda, çoğunun birbiriyle bağlantısının kesildiği ve sonuçsuz bırakılan bir dizi küçük olaycıkla karşılaşırız. Zaman ve mekan ilişkisi de mantıklı bir dizge içinde verilmez. Örneğin bir kral birdenbire 2013 yılında bir İstanbul sokağında karşımıza çıkabilir. Bir padişah, bir televizyon kanalında haber sunucusu olarak, ABD’nin Irak politikasının sonuçlarını, patlayan bir bombanın öldürdüğü sivilleri görüntüler eşliğinde izleyicilere aktarırken betimlenebilir. Türk edebiyatında merkezi ilginin "mülkiyet/bölüşüm ilişkilerinden cinselliğe ve siyasal içeriğinden arındırılarak paranteze alınan tarihselliğe kayması manidardır". Son dönemin postmodern anlatı içinde görünmeye istekli romancıları, "iktidar ilişkilerini ve yapılanmalarını güncel oluşumları ve boyutları içinde tartışmaktansa bu sorunları Osmanlı döneminin artık dönüştürülmesi olanaksız koşullarında tartışıyorlarmış gibi görünmeyi tercih ediyorlar” (Oktay, 2000:90). Bu türden bir yaklaşım düşüncelerden kaçmak değil, düşüncelerin yıkımını sağlamak adına önemlidir. Dünyanın neredeyse her yerindeki postmodern romancılar, güncel olanın tartışılması ve fikir geliştirilmesi yerine, zamansal algıları kırarak, fantastik öğelere yer vererek, tarihi olayları yeniden kurgulayarak farklı olasılıkların varlığına işaret eder ve düşünce geliştirmek yerine düşüncelerin kaynağını göstermeye çabalar. Alışılagelen zaman ve tarih algısı kırılır. Her dönem, her türlü öğe ile birlikte isteğe bağlı mekanlarda sunulabilir. Tümelliğin, düzenliliğin, tarihsel çizgiselliğin, mantıklı ve tutarlılığın tüm temelleri yerle bir edilir.

Şimdiki zaman, geçmiş zamanın; geçmiş zaman da şimdiki zamanın bir gösterilenidir. Şimdiki zamanı oluşturan geçmiş zamandır. Geçmişi belirleyen ya da anlaşılmasını sağlayan ise şimdiki zamanda insanın zihnine düşen atomlardır. Modernistler, şimdiki zamanın bir sonuç olduğunu ve öncül tarihsel gelişmelerin şimdiki ana temel özelliğini kazandırdığını iddia ederler. Postmodernistler, tersine, şimdiki anda algının geçmişe bakışı belirlediği ve her şeyin şimdiki zamanda kurulduğu görüşündedirler. Modernistler, tarihi ve geçmiş zamanı gösteren olarak alıp şimdiki zamanı ve hatta geleceği bir gösterilen konumuna sokarlar. Postmodernistler içinse asıl gösteren şimdiki zamandır ve hem geçmişi hem de geleceği ancak anda bilebilmek mümkündür. Zamana yönelik bu yaklaşım, modernistlerle postmodernistler arasındaki temel ayrımlardan biri olarak ortaya çıkar. Buna bağlı olarak, modern romanda zaman; sonuçları hazırlayan bir süreç, bir kuluçka dönemi olarak işlenir. Postmodern roman ise zihne anda düşen atomların gönderdiği zamanı yakalamak üzere işe koyulur. Her şeyi "bugüne indirgeyen" ve "gelecek boyutunu yok eden postmodern yapıtlar", bu özellikleri dolayısıyla, "toplumsal projeyle ilgilerini kesiyor, endüstriyalizm ve fonksiyonalizme eklemleniyorlar” (Oktay, 2000:10). Zamansal ilerleme ve gelişme olasılığını yok ederek, zamanı donduran ve ana kilitleyen yeni roman; günümüzün ekonomik, sosyal ve ideolojik yapısına bir tür eklemlenme sağlar.

sunduğu kabul edilmiş, belirlenmiş ve rahatlatıcı berraklığı bulandırır. Bu durum, postmodernizmin belirsizliğe yaslanan ve toplumsal ortak paydaları yok eden bir yönü olarak ortaya çıkar.

Postmodern roman mitler, evrensel tarih, gerçeklik, mantık gibi kavramları tersyüz ederek, geleneksel tarih kavramı yerine metinsel tarih algısını öne sürer. Tarih, postmodernistlere göre, sadece bir hikayedir ve günümüzde ancak bir metnin içine yerleştirilerek kurulabilir. Bildiğimiz anlamda tarih “ölmüş” olmayacağına göre, "bir gösterge olarak tarihin tüm anlamını yitirdiği, bölünmüş olduğu ya da göndergelerinden ayırt edilemez hale geldiği için artık kendisinin dışında hiçbir şeye gönderme yapamadığı" (Lucy, 2003:74) varsayılabilir. Bu, bir bakıma, tarihsel algının çeşitlenmesine, değişik yönlerinin ortaya çıkmasına ve zenginleşmesine zemin oluşturur ama öte yandan genel, herkesçe kabul gören bir tarih kavramını da yok eder.

Postmodernistler, tarihin dil yoluyla, öznel anlatıcıların gözünden, taraflı olarak sunulduğunu söyler. Onlara göre, herhangi bir tarihçinin sunduğu anlatı ile herhangi bir romanda, öyküde ya da sanat eserinde verilen tarihsellik arasında gerçeği yansıtma bakımından bir üstünlük olamaz. Her ikisi de eşit derecede öznel, taraflı ve kendine özgü bir sunumda bulunur. Romancıların büyük bölümü, yaşanan somut zamanın "güncel sorunlarıyla yüzyüze gelmeyi" ve onları anlamlandırarak birbirleriyle "diyalektik ilişki halinde bulunan bireysel ve toplumsal koşullar hakkında bir bilinç oluşturmayı" değil, artık dönüştürülmesi olanaksız geçmişi "yazınsal bir haz nesnesi haline getirmeyi" (Oktay, 2000:77) tercih eder. Onlara göre gerçek tarih diye bir şey olamaz, bunun yerine sadece parçalı, her sunucunun anlattığı ve her okurun algıladığı kadar gerçek bir geçmiş bulunabilir. Bu yüzden, "metinsel tarih", "geleneksel tarih" kavramı ile romanın arasındaki ayırt edici çizgiyi siler ve tarih bir romana, roman da tarihe dönüşür. Tarihsel roman meşrulaştırılır, çünkü postmodernistlere göre tarih sadece bir söylem ve kurgudur. Tarih yazımı ortadan kalkar ve roman yazarı, tarihi bir olayı konu edinerek tarihin metin içindeki asıl yazarı konumuna yükselir.

Tarihsel çizgisellik kırıldığında; geçmiş, etkisini şimdiki anda hissettirmesi beklenen bir dizi imge ile çağrıştırılır. Bu, pastiş dediğimiz kavrama denk düşer. Pastiş, imgeler ve kısıtlı simgeler yoluyla eskinin zaman ve mekan olgularını gösteren ya da temsil eden bir tekniktir. John Mepham, postmodernizm ve modernizm arasındaki ayrımın belirleyici öğelerinden birisi olarak postmodern "pastiş" ile modernist temsil öğesi "soyutlama" arasındaki farka dikkat çeker: “Postmodernizm, geçmişi ironik şekilde yeniden düşünmektir. Günümüzde, postmodern roman gerçeğin bazı yönlerini gizlemeye dayanan yansıtmacı deneycilik değildir, onun yerine tutarlı hikayeciliğin kurgusal biçimlerinin ironik şekilde yeniden ele alınmasıdır” (Mepham, 1991:153). Romancılar tarihten kurtulmaya, tarihte aşırılaşmayı işlemeye ve metinlerarası olmaya büyük bir eğilim içine girer. Yazma ve okuma edimi, anlam üretiminden sıyrılarak işlevselliği reddeder ve hedonizmi (hazcılığı) önerir. Gerçek bir geçmiş olamayacağına göre, örneğin bir Osmanlı İmparatorluğu, savaşlarda üstün zaferler kazanmış padişahlar, toplumun zengin yaşantısı, kahramanlık simgesi tarihi bir kişilik, bozulmamış kırsal bir yaşantı vb. pek çok öğe postmodern romanda pastiş olarak geçmişin idealize edilmiş bir betimlemesi olarak işlenebilir. Bu yüzden pastiş, postmodern romanda yazarın amacına uygun olarak,

tarihi kurmaca içinde olumlu ya da olumsuz bir şekilde yeniden işleyebileceği bir teknik ya da anlatı aracına dönüştürülür.

Postmodern romanın zaman kavramıyla bağlantılı başka iki öğesi anlık olana duyulan ilgi ve sığlıktır. Anlatıldığı zaman dünya açıklanmamış kalmaz, her bir rastlantısı yalnızca "koşullara bağlıdır", belirli geçmiş "işlemsel bir gösterge"dir, anlatıcı onunla gerçeğin patlayışını, tek işlevi bir nedenle bir sonucu olabildiğince çabuk birleştirmek olan "yoğunluktan, oylumdan, açılmadan yoksun, sığ ve arı bir eyleme" (Barthes, 2009:32) getirir. Hem anlık olana ilgi hem de sığlaşma, romanın işlemsel göstergeleri sürekli olarak değiştirmesi ve onları parçalı olarak sunmasının sonucudur. Günümüz tüketim toplumu her an bir şeyleri, nesneleri, zamanı, mekanı, imgeleri, değerleri tüketir ve bu tüketim yoluyla yaşamdan keyif almaya çalışır. Hazır yiyecekler, anında teslim edilen kargolar, internette hızlı erişim, uçaklarla kısa sürede bir yerlere varabilme hem zaman hem de mekanın erişilirliğini mümkün kılmasıyla mekanı tümüyle yeni bir algıya sunar. Bu yaşam tarzı, insanların anlık ve hemen olana ilgisini oluşturur. Harvey, günümüzün bu tüketim alışkanlıkları ile anındalığa duyulan ilgiyi şöyle aktarır; “Zaman ufuklarının / sınırlarının çöküşü ve anındalığın içinde olmak olaylar, görüntüler, olgular ve medya imgelerinin kültürel üretimine günümüzde yapılan vurgudan kaynaklanır” (Harvey, 1989:59). Bunun karşılığı, postmodern romanda hemen belirir. Roman kişileri sürekli hızlı şekilde mekan değiştirir, pek çok öğeyi tüketir, tükettikleri şeylerle ilgili sorgulama yaşamaz ya da kaygı duymazlar. Bu yüzden, şimdiki zamanı evrensel gerçeğin her anki simgesi gibi görüp kutsayan ve kahramanlaştıran modernistlerden farklı olarak, postmodernistler sadece yaşamın bir parçası şeklinde görür ve ona herhangi bir önem atfetmezler.

Postmodern zaman algısını belirleyen başka bir öğeler, bilgi toplumu ve bilişim teknolojileridir. Çok hızlı bir şekilde neredeyse her türlü bilgiye erişimi mümkün kılan internet olgusu, insanların hayatının merkezine geçmiştir. Anındalık olgusunu en çok belirleyen unsurlardan birisidir. İnsanların internet sitelerini birkaç saniye daha önce açabilen ve her gün yeni bir hız özelliği içeren teknolojik ürünlere ve hizmetlere vermeye hazır oldukları fiyatlar düşünüldüğünde, zaman kavramının insanların hayatındaki yeri daha iyi anlaşılabilir. Hız ve hazırcılık, hem anındalığı ve sığlığı özendirir hem de anımsama, hatırlama, geçmişle sağlıklı zihinsel ve duygusal bağ kurma gibi insani özellikleri de törpüler. Hafıza, bulunması zor olanın faydasından yararlanmaya yönelik bir zihinsel gereksinim olarak, yaşamın yedek deposudur. Ancak, postmodern çağda bu depo giderek daha az ihtiyaç duyulan, daha az kullanılan bir mekana dönüşmektedir. Postmodern yaşamın ve romanın ana öğelerini, zamanla ilgili yeni algı belirler. Günümüz zaman algısı “her şeye sinen geçicilik anlaşmasıdır” (Harvey, 1989:291).

Postmodern kültürün, postmodern romana sinen zaman kavramı insanın içsel algısıyla da ilgilidir; “Belirli geçmiş bir yaratımı belirtir: Yani onu imler ve benimsetir. En karanlık gerçekçiliğe giriştiği zaman bile, yatıştırır, çünkü, onun yardımıyla, eylem kapanık, tanımlanmış, adlaştırılmış bir edimi dile getirir” (Barthes, 2009:33). Zamanın insanın bilincindeki yansımaları, roman kurgusunda

gelecek arasında bir köprü olarak kurgulanmaz. Sadece şimdiki ana odaklanır ve zaman bilinçle kurulur. Modernist romanda tersini söylemek mümkündür: geçmiş bilinci oluşturur. Postmodern romanda; anda gerçekleşen şey, bilincin farkında olduğudur ve bilinç neye odaklanırsa o var olmaya başlar. Bilince bağlı olarak, postmodern romanda zaman kendi kendine var olan bir olgudur, dış etkenler zamanı belirlemez. Geçmişe gider gelir, geleceği anda yaşar, sınırları aşar, ölüleri canlandırır, doğmamış olanla konuşur, gerçekte var olmayan kişilerle ahbap olur, ama asla şekillendirilemez. Çizgisel şekilde ilerlemez, bağlantılar öncül ve ardıl değil, gelişigüzeldir. Olay örgüsü de bu bilinçle işleyen zaman kavramı doğrultusunda tutarlı olmaktan uzaklaşır. Anlatıcının sunumu kadar, okurun da bilinci işin içine girer ve zamanın bilince düşürdüğü atomlar, yazarın sunumundan okurun zihnine kayar ve çok boyutlu / parçalı bir algı ortaya çıkar.

Bilincin postmodern romanda önemli olması, modernist romandaki anlatıcının bakış açısını da değiştirir. Modern romanda özellikle hakim bakış açısı kullanılırken, bilinç akışı kişilerin yine her şeyi bilen bir anlatıcının gözüyle olayları görmesidir. Bilinç akışı içinde hem zihinde olup bitenler odak noktasıdır hem de dış dünyadaki olaylar okurun önüne serilir. Yani hem insan zihnini hem de dış dünyayı takip eden ve okuyan, yorumlayan pek çok açıyı anda görebilen kameralar vardır. Ancak, postmodernist romanda kişilerin iç dünyası izlenirken, dış kamera kapatılır. Anlatan kişi kendisini oluşturan yaşamların "saydamsızlığını ve yalnızlığını yadsıma yetkisi"ni taşır, her tümcede bir iletişime, edimler arasında bir “hiyerarşi”ye tanıklık edebilir, çünkü bu "edimlerin kendileri de birer göstergeye indirgenebilir” (Barthes, 2009:32). Okur da yazar da, zamanla ilgili kesin, belirleyici yorumlara girmeden metnin anlığında içerdeki zihinle birlikte akıp gider. Zamanı işleyen postmodern romanın biçimi bir deneyime dönüşür. Bu yüzden, postmodern romandaki anın akışı, modernist bilinç akışından tümüyle farklı bir nitelik kazanır. Bilinç akışı, okurun başka bir kişinin zihninden geçenleri izlemesi, onların farkına varmasıdır ve bu yüzden okur sadece bir gözlemci konumundadır. Oysa postmodern romanda kişinin zihinsel işlemleri okurun katılımını gerektirir ve postmodern okur, artık bir gözlemci, dış bir unsur değil, etkin katılımcı bir kişiliktir.

Modern öncesi romanlar, genellikle kronolojik biçimde olayları anlatma özelliğine sahiptir. Her olay örgüsünün açık bir başı, ortası ve sonu bulunur ve anlatım ilk olandan sonra olana doğru gerçekleştirilir. Modernist roman, öncüllerinin bu özelliğini kısmen kırar. Ancak kronolojik anlatımı kıran modernist roman, geçmişle, geleceği yine de mantıklı bir dizgede, sebep sonuç ilişkisi kurarak, olay örgüsünde gerilimi artırmak, sonucun etkisini kuvvetlendirmek ya da inanılırlığı pekiştirmek amacıyla yapar. Modernist roman, zamanda ileriye, geriye ve ana gidiş gelişlerinde zamanın çizgiselliğini kırmasına rağmen, okur olay örgüsünü özetleyebileceği şekilde açık bulur. Yine de bir başlangıç, bir orta ve bir son vardır, ancak modernist yazar sadece belirli sanatsal, estetik kaygılardan dolayı bunların sırasını bozmuştur. Aristoteles’in zaman, mekan ve olay uygunluğu, tutarlılığı ilkesine sadık kalır. Postmodern roman, bu birliğe başkaldırır. Zamanın tümel algısı kırılır, sabit düzen çökertilir ve zaman, olay ve mekan arasındaki ilişki tuzla buz edilir. Zaman, mekan ve olaya hakim olmak, okurun güvenli bir atmosfere sokar ve okur gönül rahatlığı içinde kurguyu takip eder. Oysa üç

birlik kuralının ihlali, okurun güven duygusunu ortadan kaldırarak, bir rahatsızlık, huzursuzluk ve kaygı kaynağı oluşturur. Sınırsızlık, hem zaman hem de mekan açısından, okuru nereye gittiğini bilmez bir konuma sokar. Modernist metin bir isim iken, postmodern metin, "anlığı, metne-bağımlılığı asıl kimliği oluşturan bir fiildir” (Connor, 1989:123). Buna göre, modernistlerin inandığının tersine;