• Sonuç bulunamadı

Her çağın kendine özgü nitelikleri o çağın ruhunu oluşturur. Günümüz, pek çok kişi tarafından postmodern çağ (ya da postmodernite) diye adlandırılmaktadır. Postmodernite henüz tam olarak kültürel alanda hangi öğelerin ön plana çıkacağını belirlemiş görünmemektedir. Ancak dünyanın pek çok yerinde insanların yaşam tarzlarını etkilemeye ve toplumları yeniden şekillenmesine başladığı söylenebilir. Postmodernite ilk bakışta çok karmaşık görünen bir varoluş biçimi oluşturmuş görünmektedir. Pek çok kişi ya da topluluk açısından çatışmalı, ama bir arada bulunmayı mümkün kılan özellikleri ile kendini tanımlamaya başlamıştır. Kültürel ve siyasi açıdan postmodernite, kimileri için kölelikten tam bir kopuş ve sınırsız özgürlükler hali olarak betimlenirken, kimileri için zincirlerin insanın kültürel boyutta daha da kalınlaştığı bir evre olarak da görülmektedir. Bunun temel nedeni postmodern kültürün içinde barındırdığı karma değerler dizgesidir. Ortaya yeni çıkan karma değerler kümesi düz bir çizgi olarak hem savunucularını hem de karşıtlarını ayırt etmekte ve çizginin hangi tarafında olunduğu postmodern kültüre dair bir taraflılığı ya da karşıtlığı beslemektedir.

Postmodern kültür özgürlüklerin sınırsızlığı mı yoksa sınırsızlığın özgürlüğü olarak yeni türden kölelik midir? Bu sorunun yanıtı doğrudan doğruya postmodern kuramla ilintilidir. Değer yaratımı adına, ortaya çıkan yeni kavramlarla, geçersizleştirilmeye çalışılan kavramlar arasındaki kıyaslama konuya ışık tutabilir. Günümüzde benimsetilmeye çalışılan kültürel kodlar yeni bir yaşam tasarımına dönüşmüş durumdadır. Eskilerden mümkün olduğunca beslenmesine rağmen, postmodern kültür, edebiyat, sinema, resim, internet ve televizyon gibi vasıtalarla siyasi açıdan insanın dünyasını yeni bir mecraya doğru yönlendirir. Tüketime yönelik davranış biçimlerini öneren ve teşvik eden yeni yaşam tasarımı kendini kapsayıcılık maskesiyle örterek, özgürleşme, farklılıklara saygı, her görüşün, ideolojinin, düşüncenin ve yaşam biçiminin savunucusu gibi sunar. Sınırsız değerleri birleştirdiğini iddia eder. Kapsayıcılık ve çoklu değerlerin birarada işlenmesi, edebiyat alanında üretilen sanat eserlerinin de belirleyici özelliği haline gelir. Romanlar her türden insanın, değerin, düşüncenin ve yaşam tasarımının oyun sahasıdır. Postmodern edebiyat kuramı, "farklılık adına edebiyatın etkilerini – tutarsızlık, belirsizlik, heterojenlik, akıldışılık, sunulamazlık, bağlamlılık ve diğerleri olarak- her yerde görür" (Lucy, 2003:230). Bazı yazarlar / eleştirmenler içinde yaşadıkları postmodern kültürden esinlenerek, Aydınlanma çağının "hümanizma"sı ve modernistlerin ön plana çıkardığı "öznellik", "geçicilik", "ilerleme", "deneycilik" ve "hukuğun üstünlüğü" gibi kavramları yeniden değerlendirmeye tabi tuttular. Bu değerlendirmeye estetik, sanat ve kültür kavramları da dahil edildi. Postmodernizmin tüm tarihsel süreçleri kapsadığı ve yeniden inşa etme çabasına girdiği düşünülürse, bu kavramların sorgulanması sonucu, kaçınılmaz olarak taraftarların yanı sıra karşıtların da ortaya çıkışını sağladı. Kavramsal düzeyde derin ve birbiriyle çelişen bakış açıları geliştirildi.

Postmoderniteyi anlamanın diğer bir yolu da karşıtı gibi duran ama bir yandan tarihsel süreçler olarak öncül çağ olarak kabul edilen modernite (ya da modern kültür) kavramının değerlerini ve

belirler, ancak genel kabul başlangıç noktasının 19. yüzyılın son çeyreği olduğu yönündedir. Modernitenin bitim dönemi ise II. Dünya Savaşı’dır. Edebiyat, müzik, resim ve siyasette çok farklı akımların, görüşlerin ve deneylerin ortaya çıkmış ve her alanda çok hızlı bir değişimin yaşanmıştır. En belirleyici kavramları “akıl”, “bilim”, “ulus devlet”, “ilerleme”, “aydınlanma” ve “gerçeklik” olan modernizmi "ütopyalar çağı" olarak adlandırmak pek yanlış olmayacaktır. Ütopik düşüncelerle beslenmiş, kimi zaman tüm insanlığın kurtuluşunu ön görmüş, kimi zaman da ırk temelinde çok farklı kimlik ve söylemlerle kendini gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Devrimci siyasi hareketler olarak, bu dönem, “Faşizm”, “Nazizm”, “Komünizm” ve “Anarşizm” gibi kitlesel hareketlerin ortaya çıkışına sahne olmuştur. Siyasi görüşler evrensel düzeyde tartışılmış, büyük kitleleri etkilemiş, farklı toplulukların çatışmasına neden olmuş ve kanlı bedeller ödenmiştir.

Farklı ve daha ileri bir gelecek kurma senaryolarının ortada dolaştığı bu dönemde, “izm”ler doğrultusunda sayısız sanat, kültür ve estetik odaklı manifestolar üretilmiştir. Başlıcaları “Sürrealizm”, “Dadaizm”, “Kübizm”, “Fütürizm”, “Ekspressiyonizm”, “Egzistansiyonalizm”, “Primitivizm” ve “Minimalizm”dir. Önceki dönemin değerli olarak sunduğu “anlatı teknikleri”, “din”, “ilerleme”, “burjuva değerleri”, “kapitalizm”, “faydacılık”, “şekilcilik”, “imparatorluk” ve “sanayi” gibi pek çok kavram ve değer, yeni bir topluluk tarafından üretilen değer ya da kavramla karşı karşıya kalmıştır. Yeni siyaset algısına bağlı olarak şekillenen sanat / edebiyat, insanların yaşamının merkezi haline getirildi. Kavram düzeyinde yapılan tartışmalar, eylemlere dönüştürüldü. Devletler ekonomik varoluş biçimlerini sanatla beslemeye ve yeni insan tipolojisi yaratarak hem siyasal hem de toplumsal düzeyde hakimiyet kurmaya girişti. Dünya süper güçlerin ortaya çıkışına tanıklık etti. Ülkeler rekabet, ekonomik çıkarlar ve bölüşüm projeleri doğrultusunda kendi taraflarını seçerken, ülke içinde bile ayrışmalar ve ideolojik bölünmeler yaşandı. Birçok ülkede kanlı iç savaşlar, çatışmalar yaşandı ve yüzbinlerce insan öldürüldü.

Sonuçları bakımından aynı anda yapıcı ve yıkıcı olan modernizm, önceki dönemlere ait olan kavramların neredeyse tümünü parçalama yoluna gitmiştir. Postmodernistler modernizmin yıkıcı sonuşlarına odaklanarak, insanların / toplulukların / devletlerin ideolojiye dayandırılan değerlerini işlemeye başlamıştır. Dıştalayıcı / ötekileştirici / ayrıştırıcı / bölücü kavram ve algıları yok etme iddiasıyla, her türden düşünceyi içine alan, genişleyen özgürlükler yelpazesi içinde, modernist kavramları dönüştürme yoluna gitmişlerdir.

Siyasi, askeri ve ekonomik olaylar sosyal, kültürel ve sanatsal bakış açılarının şekillenmesinde önemli rol oynarken, kimi zaman da sanat siyasetin belirleyicisi konumuna gelmiştir. Modernizm küresel çapta yıkıcı sonuçlar üretse de, kültürel öğeleri ve toplumun yaşam tarzını belirleme işlevi postmodernizm dönemi kadar etkili olmamıştır. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın yarattığı geniş çaplı hayalkırıklığı edebiyatta (ve genel olarak sanatta) yeni bazı akımların ortaya çıkmasını, insanın ruhunu, bilinçaltını ve karanlık yönlerinin gerçekliğini sorgulamayı beraberinde getirdi. Dünyada işlerin çığırından çıktığı ve insanlığın karamsar bir geleceğe doğru, felaketlerin kucağına ilerlediği düşünülerek, insan doğasının olumsuz yönlerine ışık tutulmaya çalışıldı. Gerçeküstücüler, resimde ve

özellikle de romanda distopik (anti-ütopik) olay örgüleri içinde ilkelleşmekte olan insanın yıkıcı, aç gözlü, nefretle donanmış portrelerini çizmeye başladılar. Mantıksız, ilkel ve bilinçaltı öğeler romanlarda, şiirlerde, tablolarda ana izlek olarak işlendi.

Ancak postmodernizm, modernist sanatın başlattığı bu türden eğilimleri çok daha ileri bir boyuta taşıdı. Genel olarak, postmodernist estetiği oluşturan temel eğilimler şu şekilde sıralanabilir:

Psikolojik ve öznel olanın keşfi: Gerçekçilik reddedilerek tarafsız (nesnel / objektif) temsiliyet iddiası ile çıplak gerçeklik resmedilir. Modernist sanatın İfadecilik (ekspressiyonizm) ve bilinç akışına (stream of consciousness) dayanan öykü ve roman yazım teknikleri daha karmaşık psikolojik olguları sunmak adına derinleştirilir.

Farklı temsil yöntemleri arayışı: Sanatçılar, aynı olayları, aynı anda, çok farklı boyutları ile farklı açılardan görme ve göstermeye çalışır. Postmodern anlatıların, asıl amacı öncül temsil biçimlerinin kırılması olduğundan, gerçekliğin temsili sorunsallaştırılır.

Şekilcilikte deneycilik: Özellikle şiir alanında, biçimin kırılmasına yönelik farklı tarzlar, biçimler ve ölçüler uygulanmaya çalışılır. Nesnelerin / toplumun / insanın farklı şekille anlatılması ve algının öznelliğine vurgu yapılması, temsiliyet / simgeleme / taklit etme / yansıtma konusunu şekil açısından da sorunsallaştırır.

Biçimde ve temsiliyette parçalanmışlık, kopukluk: Şekille temsil edilen kavramlar arasındaki ilişki sorgulanır ve geçersizleştirilmeye çalışılır. İyi, kötü gibi kavramların öznel ve kişisel değerlendirmeler olarak göreceli olduklarının altı çizilir.

Yapıda aşırı belirsizlik ve eşzamanlılık: Özellikle romanda ve öyküde, aynı anda pek çok karakterin kendileri, diğerleri, gelecek, şu an ve geçmiş hakkındaki kopuk değerlendirme ve düşünceleri konu olarak işlenir. Beş duyunun zihne aktardığı malzemenin ayrıntıları, tümce bazında tümlenmemiş pek çok yapı yoluyla roman ve üyküde kullanılır. İnsanın zihinsel süreçlerinin değişkenliğine, kararsızlığına ve gerçekliğin bireysel düzeyde farklılığına vurgu yapılır.

Alt ve üst kültür arasındaki sınırların kaldırılması: Özellikle pastiş kullanımı ile birlikte anlatılara pek çok pop kültür öğesi girmeye başlar. Postmodern anlatıların içine yazar tarafından, pop müzik, arabesk öğeler, köylerle ilgili kız kaçırmalar, aşk cinayetleri, küfürlü ve sıradan dil, kiç malzemeler, erotizm, pornografi gibi pek çok nesne, kavram ve dilsel öğeler dahil edilir. Her zaman iyi sözcükler seçerek konuşan, iyi kıyafetler giyinen, üstün sanatsal beğenilere sahip elitin karşısına sıradan ve popüler olan, malzemeleri ve sanatsal beğenisi yüksek üst sınıfın karşısına da vasat eşyalarla estetik beğenisini belirleyen sıradan insanın estetiği konularak, anlatıların çok daha geniş kitlelere hitap etmesi sağlanır. Anlatıların kişileri de ulvi hedefler peşinde koşan, idealist, kendilerini insanlık ya da ideal değerler adına feda edebilecek kahramanlar olarak sunulmazlar.

ayırt edici beş özellik ileri sürer. Bunlar, “kahramanın (1) İnsani eylemlerin “şans ve absürdlük” tarafından yönetildiğini; (2) Hiçbir ahlaki davranış normunun bulunmadığını ; (3) Yabancılaşmanın insani yaşamın durumu olduğunu; (4) İnsani güdülerin “ironi ve çelişki”yle nitelendiğini; (5) İnsani bilginin “sınırlı ve göreli” olduğunu kabul etmesi,”dir (Lucy, 2003:128). Postmodern romanın kişileri ideallerini kitlelere aşılayacak kadar örnek kişilikler olarak sunulmaz, tersine artık sıradan, toplum tarafından pek de hoş karşılanmayan eğilimleri olan, genellikle alegorik düzeydeki kişilerdir. Bu karakterler enine boyuna betimlenmedikleri gibi anlatının başındaki halleri ya daha da kötüleşmiş ya da aynı kalmıştır. Devingen olmayan bu kişiler bir değer taşıyıcı da değildir, tersine kendilerine özgü kinleri, nefretleri, zaafları, kısacası tüm çıplaklıkları ile toplumu oluştururlar. Kimi zaman bu kişiler bir kişilik sahibi olarak da sunulmaz, sadece dekoratif bir işlevi olan ve kişiliğin sadece bir yönünü simgeleyen alegorik figür gibidirler.

Parodi ve ironi kullanımı: Modern değerlerin esasını oluşturan kavramlar modernist edebiyatta çokça işlenerek, yüce hedefleri olan, daha iyiye doğru yol alması beklenen, eğitimli, milli, manevi ve insani değerleri ile evrensel ölçekte örnek oluşturabilecek insanların anlatımı yapılır. Bu değerler dizgesine uygun olarak başı, ortası ve sonu belli olan, kapalı, bilimsel, mantığa dayalı, gerçekliğe sadık, günlük yaşamdan örnek alınabilecek kişileri olay örgüsüne taşıyan romanlar ve bu romanların ideal, iyi, dürüst, sağduyulu, değişken, hatalarını öğrenip kendini geliştiren, toplum adına kendini her an feda edebilecek kahraman insan tipolojisi sunulurdu. Daha sonraları, özellikle savaşların ve diktatörlüklerin etkisi ile bu olumlu bakış açısı değişir ve modernist edebiyata distopik eserler damga vurmaya başlar: “Modernist edebiyat, endüstriyel kitle kültürü tarafından yok edilişini resmettiği insan duyarlığına duyulan inancın yitimiyle nitelendirilir” (Lucy, 2003:42). İnsana ve doğasına yönelik inanç yitimi, pek çok farklı akımın çıkmasını sağlar ve postmodern edebiyatın temelini oluşturur. Postmodern roman kişileri, değerleri, anlatıları, olay örgülerini, beklentileri, iyiliğe olan inancı, devingen ideal insan tipolojisini, kurgunun sunduğu gerçeklik algısını, tarihselliği, her şeyin bilinebileceği şeklindeki inancı, okurun ve yazarın konumunu, sanatsal yaratıcı etkinliğin yüce algısını ve özerkliğini yerle bir etme hedefini taşır. Bunun için kullanılan araçlar daha önceki biçimleri, içerikleri ve bakış açılarını yeni kişilikler yaratma, yeni dilsel öğeler kullanma ve yeni biçimler deneme yoluyla kendini ortaya çıkan parodi ve ironi kavramlarıdır. Modernizm içinde de farklı yollar deneme şeklinde yeniden değer inşası amaçlanır, fakat gittikçe yitirilen iyimserlik ve insan doğasına karşı gelişerek artan şüphenin yansıması postmodernizmin de hazırlayıcı unsurları olmaya adaydı. Postmodern kuramcı ve sanatçıların birçoğunun denediği türden çalışmalar hem içerik hem de biçimsel açıdan modernistlere benzer: “öz farkındalık”, “parodi”, “ironi”, “parçalanmışlık”, “türlerin karışımı”, “belirsizlik”,

“eşzamanlılık” ve “üst ile alt kültür arasındaki sınırların kaldırılması”. İçerdikleri benzer anlatım teknikleri bakımından, postmodern sanat uygulamalarının modernist deneyciliğin bir devamı olduğu da söylenebilir. Ancak "dünyayı temsil etme biçimleri", "kültürel öğeler" ve "ideolojik farklılaşmalar" açısından, postmodern olanın modernist olanı tümüyle karşısına aldığı görülebilir.

Yukarıda anlatılan öğeler, hem modernist hem de postmodernist metinlerin ortak özellikleridir. Ancak, kavram benzerliği taşısa da, postmodern sanat estetiği pek çok açıdan farklılaşmaya dayanır. Postmodern estetiği modern estetikten ayıran temel unsurlar şu şekilde sıralanabilir:

Aşırı Öz farkındalık: Postmodernistler, bu kavramı modernistlerden çok daha ileri taşıyarak, oyuna dönüştürür ve örneğin yazarlık konusunu sorunsallaştırarak kurmacanın kurgulanması serüvenini anlatının merkezine oturtur. Bu öz farkındalık pop kültürün neredeyse her alanında bulunabilir. Örneğin filmin içinde filmin kurgulanmasının altındaki teknik sorunlar tartışılabilirken, bir oyunda oyuncular repliklerin oluşturulma serüvenindeki gülmece öğelerini, kurguda daha sonra ne olacağını, oyun yazarının kimliğini, ailevi ya da maddi durumunu tartışabilmekte, okuyucuyu ve izleyiciyi etkin bir katılıma teşvik edebilmekteler. Modernist anlatılarda bu durum genellikle sadece üstün sanatçılar için belirli öğretiler için kullanılırken, postmodern anlatılarda durum herkesi kapsayacak şekilde ve bir sorunsal olarak işlenir.

İroni ve Parodi: Postmodern sanatçıların oyun oynayarak önceki yerleşik değerleri sarsmak, öğretileri çürütmek, gerçekleri sorgulatmak gibi hedefler doğrultusunda önceki anlatıların, çalışmaların, öğretilerin ve gerçeklik algılarının parodi edilmesi, ironi yaratımı ile çürütülmesi ve bakış açılarındaki çelişkinin ortadan kaldırılması önemli bir postmodern öğedir. Değersizleştirmeye dayandırılan yeni bakış açısı tehlikelidir, çünkü “Çelişkinin uzlaşmaya ve onamaya, derinliğin yüzeye dönüştürüldüğü gerçek toplum, aslında sanıldığından daha fazla otoriter eğilimlere prim verebilecek nitelikte”dir (Oktay, 2000:31). Kültürel ve ideolojik dönüştürmenin, pop kültür ve medya reklamlarından, talk- showlara, filmlere ve skeçlere kadar pek çok örneği bulunabilir. Parodi sadece geçmişe yönelik değildir. Onu uygulayan kişinin, oyuncunun, yazarın ve hatta okurun bile parodisi yapılabilir. Bu sayede hem geçmişin sorgulanması hem de anın ve geleceğin algısı sarsılması sağlanır. Güvenilecek bir kavram, kesin denebilecek bir doğru, kabul edilip değişmeyen bir gerçek, örnek alınacak bir kişi ya da kalıcı olabilecek bir değer bırakılmamış olur. Her şeyin altı kaygandır ve bu kayganlık bireyi her an her yere yükseltebilir ve yükseklerden tepetaklak düşmesine neden olabilir.

Üst ve Alt kültürel biçimlerin arasındaki Sınırların Kalkması:

Modernist romanlarda, bazen takip edilmesi zor teknikler kullanmışlardır, ancak postmodernistler popüler kültürü romanlarda daha kolay anlaşılır biçimde işlemişlerdir. Kolay anlaşılırlık, özellikle popüler kültür öğelerinde, romanın kurgusal zorluğu, belirsizliği ile tezat oluşturmakta ve bunun neden bu kadar kolay anlaşılır olduğu üzerinde ancak tahmine dayanan yorumlar yapılabilir. Belki de popüler olanın hitap ettiği okuyucu kitlesinin anlama seviyesine uygunluk hedeflenmekte belki de özelikle bu kültürel öğeler insanın zihninde daha berrak öğretilere, iletilere dönüştürülmek istenmektedir. Modernist romanların hitap ettiği belirli bir estetik algıya, sanatsal beğeniye, soyut düşünme yeteneğine sahip okuyucular yerine postmodernistler metalaştırılan edebi metinlerin, tıpkı tüketim toplumunun tüketici peşinde koşturması gibi, her türden ve seviyeden okura ulaşmasına çalışır. Edebiyat da kültür endüstrisi gibi işlemeye başlar. Kültür endüstrisi, insanları, "müşterileri" tarafından yönlendirildiğine ve onlara "istedikleri şeyleri sunduğuna" inandırma çabasındadır. Kendi işleme mekanizması bakımından, "özerk olduğunu" kesinlikle yadsır ve"kurbanlarını yargıç ilan ederken, özerk sanatın bütün aşırılıklarını kendi örgütlü otokratlığıyla fersah fersah geride bırakır." Kültür endüstrisinin yaptığı, "müşterilerinin tepkilerine uyarlanmaktan çok, onları kalpazanca imal etmektir. Kendisi de onlardan biriymiş gibi davranarak biçimlendirir müşterilerinin tavırlarını” (Oktay, 2000:140). Edebiyatın sadece tüketim ve maddi imkanlar elde etmek, çok satmak, ticarileşmek gibi maddeci bir mantıkla yapıldığını söylemek, pek de yeterli olmayabilir. Bunun yanı sıra, edebi metnin bir kurgu olduğunu ama aynı zamanda insanı, toplumu ve bunların kültürünü oluşturucu yönü ve potansiyeli hesaba katılırsa, kültürel, estetik ve düşünsel anlamda yeni bir insan tipolojisi yaratma adına da böyle davranıldığını söylemek daha doğrudur. Bu yüzden, edebi metinlerde her şeyin ve herkesin malzeme olarak kullanılması ve bu malzemenin herkese hitap etmesi yeni postmodern sanat olgusu ile çelişmez.

Eskiye Dönüş ya da Nostalji: Hem modernist hem de postmodernist yazarlar pek çok eserlerinde daha önceki dönemlerde işlenmiş, eskiye özgü konuları, yaşam tarzlarını, gelenekleri, kişileri, olayları tekrar işlemeye eğilimli olmuştur. Geçmişi muhafaza etme güdüsü, "insanın kendi benliğini muhafaza etme güdüsünün bir parçasıdır. Geçmişte nerede olmuş olduğumuzu bilmeksizin gelecekte nereye gidiyor olduğumuzu anlamak güçtür. Geçmiş bireysel ve kolektif kimliğin zeminidir; geçmişin nesneleri kültürel semboller olarak anlam kaynağıdır. Geçmişle şimdiki zaman arasında süreklilik, rastlantılara dayalı bir kargaşanın içinden bir devamlılık duygusu yaratılmasını sağlar; değişim kaçınılmaz olduğundan, istikrarlı bir yapılaşmış anlam sistemi hem yenilikle hem de çürümeyle başa çıkmamızı mümkün kılar. Nostalji güdüsü, krize uyum sağlamanın

önemli bir aracıdır; toplumsal bir yumuşatıcı rolü görür ve güvenin zayıfladığı ya da tehdit altına girdiği bir durumda ulusal kimliği güçlendirir” (Harvey, 2012:107). Eski kültürlerin büyülü dünyasının yazarın kurgusunda bilinen bağlamlarından koparılarak yeni bağlamlar içinde sunumu iyimser ya da kötümser bir yanlılığı da beraber getirir. Jameson ya da Baudrillard’ın tarihsellikten kopuş diye adlandırdıkları dönemin içinde tarihi yeniden yaratma, değiştirme, nostaljik olanla bağ kurma, kaçış, yeni bakış açısı kazandırma vb nedenlerden dolayı bu tür bir eğilim çıkabilir. Bu da yeni türden göstergelere ihtiyaç duyar. Baudrillard’ın göstergesi "simulacrum, görünüş ya da temsilin mantığından tamamen ayrılır. Gösterge yalnızca kendisine gönderme yapar. Sonuç olarak simulacra yalnızca göstergelerin şeylerle ”eski” ilişkisini ya da görünüş ve gerçeklik arasındaki değişik farklılıkları taklit eder” (Lucy, 2003:87). Postmodern edebi metinlerde, genellikle yeni bağlamlar üretimiyle, yeni anlam dizgelerinin oluşturulur. Modern düşüncenin kökleşmiş bakış açıları çürütülür. Tarih kavramının ve önemli kişilerin, olayların sorgulanması ve değersizleştirilmesi sağlanır. Popüler kültür, nasıl şimdiki zamanın film yıldızları, şarkıcıları, sporcularından tüketime yönelik reklam malzemesi oluşturmayı başarıyorsa, aynı şekilde, eskiye ait olan kişiler, olaylar ve olgular üzerinden benzer bir fayda da sağlayabilir. Anlatı malzemesinin bollaşması, farklı konulara, kişilere yönelebilme özgürlüğünü de beraberinde getirir ve postmodern sanatçı eskiye dair ne varsa hepsini işleyebilir, üstelik işleme biçiminde istediği kadar deneysel olabilir.

Büyük Anlatıların sorgulanması: Lyotard’ın sorgulamalarında, eski meşrulaştırılmış konumların, bilgilerin, kavramların kurucusu olarak büyük anlatılar postmodern durumda kendilerini farklı, kapsayıcı, genellemelerden uzak, bireysel küçük anlatılara bırakır. Siyasi açıdan “Sentezlemeye karşı duyulan inanç faşisttir, dağılmayı tasdik etmek ise etiktir” (Lucy, 2003:294). Dolayısıyla, modernistler faşist bir tutuma sahip olarak görülür, tersine postmodernistler ilerici, özgürlüğü savunan insanlar olarak algılanır. Modernistler de hukuk, din, milliyetçilik gibi kavramları sorgular, ancak postmodern sorgulamayı bunlardan ayıran nitelik seçkin bir entelektüeller grubu yerine herkesin sorgulamayı yapabilmesidir. Sorgulamanın yapılmasının gerekçesi olarak her iki taraf da “gerçekliğe ulaşma isteği” şeklinde açıklama yapar. Harvey, modernist ve postmodernist anlatıların özelliklerini şöyle kıyaslar; “Genellikle pozitivist, teknoloji merkezli ve rasyonalist eğilimli olarak algılanan evrensel modernizm, doğrusal gelişmeye ve mutlak doğrulara inançla, toplumsal düzenin rasyonel biçimde planlanmasıyla ve bilgi ve üretimin