• Sonuç bulunamadı

YURTTAŞLARIN YÖNLENDİRDİĞİ DİLİN RASYONEL NİTELİĞİ

İKTİDARIN SÖYLEM ÜRETİMİ: İNSANSIZ DİLİN YÜKSELİŞİNDE İKTİDARIN ROLÜ

1. YURTTAŞLARIN YÖNLENDİRDİĞİ DİLİN RASYONEL NİTELİĞİ

Ortaçağ Avrupası, siyasallık, temsil ve teatrallik arasında özgün bağ kurmuş olan Platoncu bakış açısını benimseyen bir zaman dilimi olmuştur. Bu çağda, dünya bir tiyatro sahnesi olarak görülmekte ve bu tiyatro sahnesinin tek izleyicisinin ve yönetmeninin de Tanrı olduğu düşünülmekteydi. İzleyici ve yönetmen konumunda bulunan Tanrı bu işlevinden dolayı gösteriye müdahil olabilecek ve onu değiştirebilecek yegâne güce sahip olarak görülürdü. Tanrı’nın dünyayı yönetmesi ise

dünya ve Tanrı arasında bir temsil ilişkisini çağrıştırmaktaydı. Bir diğer deyişle, dünya Tanrı’nın bir temsili olarak görülmekteydi. Çünkü temsil kavramı “...olmayan bir şeyin yazılı olarak ortaya konması veya bir soyutlamanın bir objede somut hale getirilmesi, duyguların

somutlaşması” anlamlarında kullanılmakta7 ve bu dünyanın temsil

ettiği Tanrı da kendini farklı bir şekilde temsil ettirebilmekteydi.Bu

tiyatro sahnesinin oyuncuları ise tanrısal bir emirle hareket ettiklerini düşünmekte, bu dünyada onun işaretlerini yorumlamaya çalışmakta ve kurduğu düzeni anlamaya gayret etmekteydiler.

Ancak modernleşme Tanrı’nın bu izleyici ve yönetmen rolünde bir çöküşü işaretlemekteydi. Bu tanrısal kudret giderek yerini insanlara bırakmakta, insanların yönettiği bir dünya fikri ön plana çıkmaktaydı. Bir diğer deyişle, bir tiyatro sahnesi olarak dünyanın yeni izleyicileri artık fani insanlardan oluşmaktaydı. Dünyanın ve düzenin işleyişine yönelik müdahale de böylece insanların takdirine ve onayına bırakılmaktaydı. Artık insanlar salt birer oyuncu olmaktan çıkmakta aynı zamanda birer izleyici haline gelmekteydiler. Hem diğerlerinin onayına muhtaç, hem de diğerlerini onaylayan bir konumda olan insan bu bağlamda teatrelliğin eyleyicisi ve üreticisi konumundaydı artık.

Yapıp ortaya koyduğu tüm işlerde Tanrısal amaca hizmet ettiğine yönelik bir anlam dünyasına sahip olan insanın bu anlam dünyasının çöküşü, kendini bir değer olarak yaratma zorunluluğunu da beraberinde getirdi. Düşünceyi, yazıyı, konuşmayı ve genelde ise dili bu eski toplumsal bağların yerine geçirme ve bunları yeni anlam kaynakları

7 Birsen Örs, “Siyasal Temsil”, İ. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 35, 2006,

olarak ortaya koyma Zygmunt Bauman’ın deyimiyle “Les Philosophes” gibi özerk gruplarla ortaya çıkıyordu.8 Dili ve iletişim biçimlerinin iyi kullanımına dayanan bir siyasallığın türeyişini işaretleyen bu durum eski teokratik ve soylu sınıfın daha önce hiç sahip olmadığı yeni bir durumdu. Artık dil vasıtasıyla bir kamuoyu oluşturulmakta ve bu dili yönlendirenlerin yönettiği kamuoyu yeni bir iktidar oluşturmaktaydı. Eski soylu sınıfın sahip olamadığı bir şekilde kamuoyu önderi konumuna gelen bu sınıf artık siyasi otorite konumunda bulunmaktaydı. Bauman’ın aktardığı üzere, “bu yeni siyaset özünü ve zeminini ‘görüş’ (doxa) denilen yeni bir ‘politik sosyallik’ dünyasında

buluyordu: kafelerde, salonlarda, localarda ve derneklerde biçimlenen niteliği tam belirli olmayan bir şeydi bu.”9 Bu yeni siyasallığı tanımlamaya çalışan Habermas’a göre ise katılımcıların kafelerde ve salonlarda buluşarak ortaya çıkardıkları şey kamusal alan olmuştur. Egemen erkin iradesinin (voluntas) bir sonucu olarak üretilip topluma dayatılan kanun ve nizama karşın bu alanın aktörleri yani burjuvazi kendi müzakerelerinden çıkan sonuçların yasaların oluşturulmasında dikkate alınmasını talep etmiş ve böylece yönetimin rasyonel bir zemine oturmasını istemiştir. Burjuva kamusal alanının rasyonel bir zemin oluşturduğunu kabul eden Habermas bu alanın bir niteliği olan iletişimsel müzakereyi sahiplenmiş ve bunun günümüz toplumlarında

8 Zygmunt Bauman, Yasakoyucular İle Yorumcular, çev. Kemal Atakay, İstanbul:

Metis Yayınları, 2014, s. 35-36.

öznelerarası hakikat arayışının aracı olarak kullanılabileceğini belirtmiştir.10

Habermas’ın rasyonel müzakere olarak formüle ettiği süreç, kamuoyunun serbestçe fikirlerini ve savlarını ileri sürüp tartışma açmalarından kaynaklanan bir prosedüre dayanır. İletişimi, toplumsallaşma ve toplumun birlik içerisinde dağılmadan kalmasının garantörlüğünü üstlenen bir araç olarak gören Habermas bu iletişimden türeyen rasyonelliği ise tartışmaya dayanan konuşmanın, birleştirici ve oydaşma oluşturan gücü’ olarak kavramaktadır.11

Habermas, iletişimsel rasyonelliğin uzlaşmaya ulaştıran gücünü 18. yüzyılda oluşmaya başlayan burjuva kamusallığının katılımcılarının sağladığı konsensüsten türetmektedir. Her ne kadar farklı görüşlere sahip olsalar da nihayetinde benzer çıkarlar tarafından yönetilen bu katılımcılar ortak dil ve ortak kanıya sahip olduklarından uzlaşma ve konsensüse varmaktaydılar. Buradan hareketle nihai olarak konsensüse dayalı iletişimsel bir rasyonelliğin günümüz modern toplumları için de geçerli olduğunu iddia eden Habermas’a göre demokrasi de, bu iletişimsel eylem aracılığıyla yeniden üretilebilecektir. Devlet ve ekonomiden ayrı olarak gördüğü sivil toplum alanında bunu temellendiren düşünür için bu alan aynı zamanda gönüllü birlikteliklerin de buluşma alanıdır. Üstelik sivil toplum alanı devlet ve ekonomiden ayrı olmasına karşı pek çok oluşumu içinde barındırır. Dinsel kurumlardan, kültürel oluşumlara, dernek, kulüp ve vakıflardan

10 Jurgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, I-II, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul:

Kabalcı Kitabevi, 2001, s. 295.

spor kuruluşlarına ve sendikalardan yurttaş inisiyatiflerine kadar geniş bir spektruma sahiptir.12 Habermas rasyonel müzakerenin işlediği bu yere aynı zamanda “yaşam dünyası” adını verir. Konuşmacı ile dinleyicinin karşı karşıya geldiği bu yer anlaşma için kurucu niteliktedir.13 Yaşam dünyası müzakerecilerin anlaşmaya ulaşmak için karşılıklı iddialarını ileri sürdükleri, buradaki iletişim sayesinde kendilerini buldukları ve dolayısıyla da toplumsal bütünleşmeyi güçlendirdikleri, devlet ve ekonomiden bağımsız bir alandır. Burada dilin hiçbir etki altında kalmadan işlediği düşünülür. Toplumsal normların üretildiği yaşam dünyası, böylece bizzat katılımcılardan türeyen bir meşruiyet zemini oluşturarak toplumsal bütünleşmeyi pekiştiren bir zemindir.14

Habermas’ın sivil toplumu, müzakerenin ve dolayısıyla dilin serbestçe işlediği bir alan olarak devlet ve ekonomiden ayırması göz önünde bulundurulduğunda liberal gelenekle oldukça uyum içerisinde olduğunu ileri sürebiliriz. Dilin, katılımcıların dışındaki her hangi bir iktidar odağı ya da kurum tarafından yönlendirilmediği, aksine katılımcıların bizzat kendileri tarafından oluşturulduğuna yönelik düşüncesi Habermas tarafından beş gereklilikle teminat altına alınmaya çalışılır. Buna göre ilk zorunluluk tartışmanın konusundan etkilenen hiçbir grup ya da kişinin bu iletişim sürecinden dışlanmaması şeklinde

12 Jurgen Habermas, “Further Reflections on the Public Sphere”, ed. Craig Calhoun,

Habermas and the Public Sphere içinde, Cambridge: The MIT Press, 1992, s.

453-454.

13 Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, I-II, s. 558.

14 Seyla Benhabib, Critique, Norm, and Utopia: A Study of the Foundations of

belirir. Dolayısıyla kamusal iletişim genellik ilkesine sahiptir. İkinci olarak iletişimin tarafları söz söyleme ve iletişime katılma noktasında eşit imkâna sahip olmalıdırlar. Onları etkileyen ya da bu sürece katılmaya alıkoyan bir dış güç olmamalıdır. Üçüncü ilke ise rasyonel müzakerenin oluşturulması için tüm katılımcıların kendini diğer katılımcıların yerine koyma gerekliliğidir. İletişimin diğer tarafının ileri sürdüğü geçerlilik ve doğruluk iddiasıyla empati kurmalıdır. Dördüncüsü ise tüm katılımcıların açık bir şekilde düşüncelerini ifade edebilmeleri gerekliliğidir. Dili neredeyse kusursuz bir şekilde kullanmayı gerektiren bu ilke onun sistemini zorlaştıran bir başka koşulu oluşturur. Bir diğer şart ise; dilsel sürece katılanların iktidar güçlerinin askıya alınması talebi şeklinde kendini gösterir. Habermas tüm katılımcılardan sahip oldukları iktidar gücünü iletişim sürecinde arkalarında bırakmayı talep etmektedir. Dilin 18. yüzyıl burjuvazisi tarafından İmparatorluğa karşı sınıf iktidarının güçlendirilmesi ve temellendirilmesi amacıyla kullanılmış olduğuna yönelik saptamalarına karşın günümüz toplumlarında katılımcıların dili kullanarak iktidarlarını güçlendirmek için pozisyon almayacaklarını düşünebilmektedir. Dili siyasal mücadelenin ve çatışmanın alanı olarak görmek yerine Habermas yaşam dünyasında işleyen dilsel sürecin güç ilişkilerinden bağımsız bir şekilde işleyebileceğine yönelik bir iyimserlikten beslenir. Konsensüs, dil ve iktidar arasında Habermas’ın olduğunu varsaydığı boşlukta yeşerir.

2. ÜRETİCİ DİLİN ÇÖKÜŞÜ VE YÖNLENDİRMİŞ