• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3. ALTAY, ŞOR VE TIVA KAHRAMANLIK DESTANLARINDA DAĞ

3.9. Yerin Deliği Mağaralar

Mitolojide, en az dağlar kadar mağaralar da büyük bir öneme sahiptir. Kimi zaman ana rahmine benzerliğiyle ilk insanın yaradılışında rol oynadığını gördüğümüz mağaralar, kimi zaman da yeryüzü ile yeraltını birbirine bağlayan bir kapı olarak efsane ve destanlarda karşımıza çıkmaktadır. Mağaralara yüklenen bu anlamla bilgileri kısaca hatırlattıktan sonra, incelediğimiz metinlerdeki örneklere geçeceğiz.

474 Dilek, a.g.e, s.169.

İncelediğimiz metinlerde, mağaralarla ilgili örnekleri sadece birkaç Altay destanında bulabilmekteyiz.

“ Kökin Erkey bahadır atını at direğine kendisi bağladı. Gelip ak saraya girdi. Altın paltolu Alplerle, gümüş paltolu pehlivanlarla, Boro Teltey kağanla tokalaşıp selamlaştı. Derdini şöyle söyledi: ‘Bir babadan olan, bir anadan doğan tek kız kardeşimi bulamadım, adı Erkin Koo idi. Burada olan bahadırlardan, böyle güçlü Alplerden onu gören var mı acaba? Bunu sormak için atımdan indim.’ Onu işiten Boro Teltey kağan cevabını şöyle verdi: ‘Böyle bir kızın geldiğini kulağım işitmedi. Başka kağanın yerine giden, yeraltına inen deliğin dibine inen kişi olmasın o’ dedi.”476 ( Kökin Erkey)

“ Kökin Erkey’in gücü on kat arttı. Yeraltında yaşayan Celbis Sokor kağanın yerine gitmek için şimdi Kök Çookır atına bindi. Yeraltına inen deliğin ağzına doğru, hızla uzaklaşıp kayboldu, rüzgâr, fırtına gibi ses çıkardı. Şimdi geceli, gündüzlü gelerek, gelip yeraltına inen deliğe yaklaştı. Göz gören yerden baktı ki, yeraltına inene deliğin ağzında, bakır ağacın dibinde atmış kulaç kuyruklu Ak Sarı at durdu. Alp, yiğit bir pehlivan yayılmış uyuyordu. Onu gören Kökin Erkey kara kunduz börkünü düzeltip giydi. Kara çelik palasını sağ elinde sıkıca tuttu. Kök Çookır’ın iki dizginini denkleştirip tuttu. Şimdi o bahadıra bakarak, uçar gibi varıp görünmez oldu.”477 (Kökin Erkey)

“ (Er Samır) Anasından sordu: ‘Niçin babam bana çok fazla öfkelendi?’ Onu işiten Ermen Çeçen: ‘Eee bedbaht çocuğum, dedi sahipsiz kalan yurduna Erlik Biy’in damadı savaşmaya geldi, dedi. Açılır kapanırların öte tarafından aç göz, tamahkâr Kara Bökö evlendiğin eşini gök boğaya, iyice sıkıp, bağlayarak, ağlatıp, inleterek, karanlık Altay’a götürdü. Yiğitlerin Kara Bökö’yle atışıp vuruşamadı. Savaşmaya güçleri yetmedi. Eşin Altın Tana’nın bir sesi gökte bir sesi yerde olup, yeraltına yürüdü. Söylediği sözleri şunlar oldu: ‘Er Samır adlı eşime selâmımı söyleyiniz. Benim peşimden gelmesin diye anacığım, ona söyleyiniz.’ Altın Tana eşinin söylediği sözler

476 Dilek, a.g.e, s.184. 477 Dilek, a.g.e, s.188.

bunlardı. Garibin ağlayarak gidişini gördüğümde bu oldu.’ Bunu duyan Er Samır derin nefes alarak konuştu: ‘Gitmişse gider, başka eş bulunmaz değil. Kaçırılmış olsa ne olur? Halaktan insan çıkmaz değil’ dedi. Onu işiten Ak Bökö sıçrayıp yatağından indi. Kamçısını alarak hızlıca gelip durdu. ‘Deli iti döverim!’ diye geri dönüp oğluna karşı geldi. ‘Ayıp bilmez yüzüne ineğin pisliğini sürterim! Yetmiş kağanın ağabeyi Şeytana eşini çaldırtıp, yetişip onlarla savaşmaz isen, yerüstünde yaşama!’ dedi.”478 (Er Samır)

“Alp yaradılışlı Er Samır öteye beriye ıslık çaldı, Ak Sarısı hızla geldi. Atına binince açılır kapanırların ağzına doğru Ay kanatlı kuştan hızlı, atılan oktan hızlı uzaklaşıp uçuverdi. Durduğu izi göründü, gittiği izi görünmedi. Gece olsa uykusuz, gündüz ise dinlenmeden, Er Samır geceli gündüzlü hızlıca gitti. Büyük çölün dibini Ay kanatlı kuş gibi geçti. Akıp duran suları aşıp, geçip gitti. Böylece gidip dururken aylık mesafenin başında dorukları ağaran dağ göründü, ak dumanı buharlanıyordu. Altın görünüşlü Ak Sarı, Ak dağa yetip geldi. Ak dağı geçemedi, etrafını dolaşıp durdu. Bir süre geçtikten sonra demir yayını çıkarıp, heybetli dağı yardı. Gökyüzü kapanıverdi, yeryüzü görünmez oldu. Ak dağ yıkılarak Ak Sarı’ya yol açtı. Ondan sonra Er Samır yeraltına yöneldi. Ak dağı geçip geldiğinde, anlatılamayacak kadar muhteşemmiş guguk kuşları ötüp, çam ağacı yayılıyordu. Kuşların hepsi yürek sızlatan kojon söylüyordu. Şırıldayıp akan suları gümüş gibi parlıyordu. Gökyüzü ise mavi ipek gibi, göz kamaştıracak kadar parlak imiş. Kilim gibi otlaklarıyla, Görklü Altay uzanıyormuş. ‘Kışını yazını bildirmez böyle güzel Altay’da kötü şeytan yaşıyor’ diye Er Samır düşündü, hızla gözden kayboldu. Oradan öteye gidince, bir yıllık yolun sonunda bir kara dağ göründü. Kara dağa bakarak, hızla geldi kanatlı kuş gibi uçtu, böylece gidip dururken, tuhaf bir şey ona doğru geldi. Ona iyice bakınca, atı samandan bir kişi imiş. Tuhaf görünüşlü imiş. Bir kucak otla Er Samır’a karşı geldi. Biraz yaklaştıktan sonra, selâmlaşıp, hâl hatır sordu. Er Samır’ı çağırdı, ‘Benim evime girip, yemek yiyip, dinlen. Ak otlakta atını çözüp, otlat’ dedi. Onu işiten Er Samır katıla katıla güldü. Atı samandan kişiye söyledi: ‘Yeraltında yaşayan şeytanların yanına giderken, evine niçin gireyim, yemeğini ne vakit yiyeyim?’ O böyle söyleyip, oradan hızla uzaklaştı.”479 (Er Samır)

478 Dilek, a.g.e, s.42.

“ …Ak Sarı ata binen Er Samır dörtnala geldi. Çam ağacı gibi yayını kınından çekerek, Kara Bökö’nün tam ortasından yardı, kara yere gömdü. Çok zaman geçmedi, Altın Ergek kaynı Gümüş Tana eşiyle buraya yetip geldi. Er Samır’ı görünce, ikisi birden ağlayıverdi. Ayı, güneşi selâmlayıp, atlarından hızla indiler. Altın Ergek bahadır oğul ablasını görüp, sevindi: ‘Kara Bökö bahadırı siz nasıl yendiniz? Sevgili ablamı, Altın Tana’yı, Kara Böke’den ayırmak için kaç yıl savaştım, kara kanım döküldü onu yenemedim.’ Diye Altın Ergek konuşup, anlatılamayacak kadar sevindi. Ay nakışlı matarayı heybesinden alarak, Alp bahadır Er Samır’a rakı, çegen ikram etti, övgü sözleri söyledi. Dinlenip eğlenerek onlar atlarına binip, aylı, güneşli Altay’a doğru, yeraltından ayrıldılar. Çok zaman geçmeden, açılır kapanırların ağzından gelip ak aydınlığa çıktılar, Altay yerini gördüler. Ondan sonra Er Samır Altın Tana hatunuyla hızla yol alıp, gecenin girdiğini sezmedi, gündüzün geldiğini bilmedi. Er yaradılışlı Er Samır başparmağını şakırdatarak, dudağıyla kojon söyleyerek, katı katı yolları kahkahalarla geçtiler.”480 (Er Samır)

“ …Er Samır oturduğu yerden kalkıp çıktı, dinlenmeden çabucak çıktı. Ak Sarı atına binip, ileri doğru hızla gidiverdi. Yeraltının ağzına doğru, gidişini hızlandırdı. Uzak yere gitmek için Ak Sarı’yı kamçıladı. Böylece çok vakit geçmeden, yeraltına inen delikten geçti. Ay karanlık oluverdi, hiçbir şey anlaşılmaz oldu. Gökyüzü yok oluverdi, görecek gücü kalmadı. Geceyi gündüzü bildirmez, gece karanlığında yer idi. Er Samır cebinden iki küpeyi çıkararak, Ak Sarı’nın kulağına takıp yerleştirince, ayın güneşin ışığı gibi, altın ışık çağıldayıverdi, atın yolunu aydınlattı. Ondan sonra Er Samır Katan Mergen’in izini izleyip, Erlik Biy’in yerine yetip geldiğini anladı.”481 (Er Samır)

“ (Ak Börü) Bir süre geçtikten sonra dönüp tekrar evine geldi. Şimdi bakıp gördü ki, iki kurdu tanınmaz hale getirip, nazlı çocuk eziyet etmiş. Kanlı gözleri ferini kaybetmiş, kaburgaları çıkıp kalmış. Kursaklarında yiyecek yok, ölür gibi olmuşlar. Ak Börü onları görünce, iyi yiyecekle doyurdu. ‘Altay’ınıza gidin’ diye evinden çıkarıp, saldı. Ondan sonra giderek iki ayıyı tutup getirdi. ‘Nazlı oğlumla oynayın’dedi. Kendisi ise Altay’ına yürüdü. Etrafı iyice inceleyip baktı. Erlik Biy gelmesin diye yeraltına inen

480 Dilek, a.g.e, s.84. 481 Dilek, a.g.e, s.94.

deliğin ağzını izledi. Üç Kurbustan gelmesin diye gökyüzünü de araştırdı. Altmış kulaç kuyruklu Ak Börü böylece dolaşırken, kara dağ sarayından iki ayının böğürüşü yukarıdaki gökte yankılandı, aşağıdaki yerde yankılandı. ‘Bu yine ne yaptı?’ diye geldiğinde, iki kara ayı altın olup sararmış, ağaç olup kurumuş gözleri ise baygınlaşmış, sesleri boğuklaşmış, ayağa kalkmadan yatıp kalkmışlar. Bağışlanmış çocuğa baktı ki bahadır çağına yetmiş kara gece gibi kaşlı yassı kaya yanaklı, büyük kazan gibi gözlü, sırtındaki kemikler parçasız, baldırının eti sağlam kayın gibi bahadır pehlivan olmuş.”482 (Ak Tayçı)

“ Ak Tayçı’yla Ak Börü, Erlik Biy’i damgalayarak, kanatlı kara boğasını sekiz boynuzunu keserek, yeraltının dibine fırlatıp attılar. Kara dağı keserek, yeraltının ağzını iyice kapattılar. Erlik Biy’i yenerek Ak Tayçı’yla Ak Börü yeniden el sıkıştılar”483 (Ak Tayçı)

Görüldüğü gibi bu örneklerde mağaralar, yeryüzü ile alt dünyayı (yeraltını) birbirine bağlayan kapı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Ayrıca örneklerin hiç birinde mağara adı geçmemektedir. Onun yerine ya “açılır kapanırlar” ya da “yerin deliği” ifadeleri kullanılmaktadır. Örneklerin tamamında bu delikler, bahadırların Erlik ya da onun gibi kötü olan varlıklarla mücadele etmek için yeraltına indikleri bir yer olarak tasvir edilmektedir. Yani, mağaralar, yeryüzü ile yeraltı arasındaki geçişi sağlayan bir kapı olarak karşımıza çıkmaktadırlar.