• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3. ALTAY, ŞOR VE TIVA KAHRAMANLIK DESTANLARINDA DAĞ

3.3. Dağlar ve Sayılar

Türk halk anlatılarında dikkati çeken unsurlarından birisi de formülistik sayılardır. Pek çok metinde karşımıza çıkan bu sayıların en yaygınları “üç, yedi, dokuz ve kırk”tır. Bu sayıların Türk inanç sisteminde de özel bir yer işgal ettiği bilinen bir husustur. Âlemin üç katmandan ibaret oluşu, göğün yedi ya da dokuz kat olarak tasavvur edilişi, yerin yedi kat olarak algılanışı, “tepe” ya da “töbö”ler etrafında yedi

kez tavaf edilişi, çocukların ve kirlenmiş olan suların kırklanması, ölünün kırkının geçirilmesi, vd. bu durumun en güzel örneklerindedir. Türk halk anlatılarının en eski unsurlarından olan bu sayılar, İslamiyet’in de etkisiyle günümüze kadar gelebilmiştir. “Allah’ın hakkı üçtür” sözü, Kâbe’nin yedi kez tavaf edilmesi, “yedi iklim yedi deniz” ibaresi, İslami dönemin etkilerini göstermektedir. 414

Bu çalışmada yer alan Şor, Tıva ve Altay destanlarında da bu sayılara sıkça rastlanmaktadır. Ancak yapılan çalışmanın konusu gereği verilecek örnekler sadece sayıların dağlarla beraber zikredildikleri örneklerle sınırlı olacaktır.

3.3.1. Şor

“Ak kır at gele gele geldiğinde, uğultulu sırta çıktı, düz bele indi. Ulu sırttan baktığında, üç haçlı altın tayganın eteğine gelmiş. Bu yerde tüy bilişmez mal yayılır, dil bilişmez halk yaşarmış.” 415 ( Ak Kan)

“Kök Kartıga ile Abak Kulak, yemekle kendilerini doyurdular, arıklayan kendilerini güçlendirdiler. Boş yerlerine et doldurup yediler, çöken yerlerine et suyu doldurup içtiler. Altın masadan kalkıp, Kök Talay ile hoşça vedalaşıp, altın otağdan çıktılar. Atlarına yarasa gibi kenetlendiler. Kök Talay söyledi: ‘ Hey, Kök Kartıga’m, buradan öteye gidende, dağ başları uğuldarsa, altı dağ aşıp, altı nehirden geçen yoldan gidin!’ Bunu duyan Kök Kartıga söyledi: ‘Hey Kök Talay bunu sen söylemesen de kendim de iyi bilirim.’ İki atı kızıp kamçıladılar. İki atın basan ayağı var oldu, varan yerleri yok oldu. Bunlar ikisi az çok gittikleri sırada, ulu tayga başlarında azgın kasırga başladı. Dağ ile suyun başları birlikte uğuldamaya başladı. Bunlar altı dağ aşıp geçtiler, yedi nehri geçip varıp, kara kayaya sinip saklandılar. Saklanır saklanmaz, işte bu onların gittikleri yolla, yedi boğumlu, güzel kamışta, alçak dağı eğip geçip yüksek dağı yarıp uçup geçiverdi.”416 (Ak Kan)

414 Anılan sayıların Türk kültürü ve halk anlatılarındaki yeri için bk. A. Avni Yüksel, “Türk

Folklorunda Sayılar”, Milli Kültür, Ankara, 1981, s.29-33.

415 Ergun, a.g.e. s.166. 416 Ergun, a.g.e. s.198.

“… Oğlana der: Üç nesil boyunca kanatlıya tutturmadım, üç nesil boyunca sadaklıya attırmadım. Dokuz Kara Mongus yurdundan üç nesil boyunca dokuz dağ çıktım. Baba dostu ben ad koyayım. Üç nesil geçiren, arancula ak kızıl atlı Altın Ergek yiğit ol.”417(Altın Ergek)

3.3.2. Tıva

“Yiğit er Han Hülük, dümdüz kuzey yöne gidivermiş. Dokuz kıyrak kara taygayı aşıp, yedi sarı tayganın ötesine geçip, arayıp durmuş. O âleme vardığında son derece neşeli dünya imiş.”418 (Han-Şilgi Attıg Han-Hülük)

“ Yiğit er Han Hülük, Han Şilgisine binip, ‘malımı yiyip tıkınan Adi Kögeldey Mergen’ diye ön dişlerini ezercesine sıkıp tükürüp, azı dişlerini yarılırcasına sıkıp tükürüp, koşturup gidermiş. Yedi tayganın üstüne çıkarken, kızgın hali ile savaş narasını atanda, Kögeldey Mergen onu duyup çıkıvermiş.”419 (Han-Şilgi Attıg Han-Hülük)

“ Han Hülük’ü öküz derisinden çıkardıklarında, ay balta baldırını kesip atmış, can verip de çıkmış. Han Şilgi durup: ‘Şimdi ne yapsak olur’ demiş. Han Huva kadın ise: ‘Dokuz dağın altın arjaanı ile, ardıç, Sibirya ardıcı ile yıkayıp, diriltmezsek, zehirli rakı içmiş, etine kemiğine sinip kalmış’ dediğinde, Aldın Noyun kardeşi buna: ‘ Ben gideyim’ diyerek Üstü Korzaytı kızıl taygasına, koşturup gidivermiş. Dokuz tayganın altın arjaanını, ardıç, Sibirya ardıcını getirmiş.”420 (Han-Şilgi Attıg Han-Hülük)

“ …Çeçen Kara bahadır ile Narın Dangına iki kardeş gibi olmuş. Ayın yenisinde, günün iyisinde, acıkmaz aşını yemeğini, yiyip alıp iki kardeş, at başı kadar altın, börü başı kadar gümüş alıp, Altay’ın kara ala samurunun, derisini alıp, dümdüz kuzey yöne, iki er uçarcasına gidivermiş. Dokuz sarı taygayı aşıp yedi kara ırmağı geçip, yamacındaki kara yol ile koşturup giderken, o yolda Kök Bora atlı, gök ipek elbiseli, ayakçı kişiyle karşılaşmışlar.”421 (Arzılan Kara Attıg Çeçen Kara Möge)

417 Ergun, a.g.e. s.218. 418 M.Ergun-M.Aça, a.g.e, s.207. 419 M.Ergun-M.Aça, a.g.e, s.221. 420 M.Ergun-M.Aça, a.g.e, s.219. 421 M.Ergun-M.Aça, a.g.e, s.338.

“ …Han Hülük, geri gidip Ulu ala tayganın üstüne yatıp gizlenmiş. Yatıp baksa ki uğultulu esmiş dim dim yağmış gibi olunca üst âlemden üç tayga gibi ak şey koşturup gelmez mi. Dorumlarını üç dolanıp, koklayıp bakınıp: ‘Han Hülük neredesin’ deyişip, koşturup inmişler.”422 (Han-Şilgi Attıg Han-Hülük)

3.3.3. Altay

“Er yaratılışlı Er Samır, Kara Bökö bahadırı ayak bileğinden tutarak, alıp ak göğe çıktı, yükselip gök göğe çıktı. Üç kez sıçrayıp kaldırarak, üç dağın arkasına vurdu, kemikleri darmadağın oluverdi. Fakat Kara Bökö bahadırın kıpkırmızı kanı akmaz oldu, acı çeken canı ölmez oldu.”423 (Er Samır)

“…(Er Samır) Halkının etrafında altı kez dolaşıp, hayıp dualarını aldı. ‘Esen gitsem yedi yılda, rahat gitsem altı yılda evime tekrar gelirim’ diye ayı güneşi selâmladı: ‘Dua ediniz’ diye dilekte bulundu. Kıymetli at Ak Sarı, hızla öteye doğru gitti. Yeraltına yöneldi. Kendisi durmadan, atı ise terini soğutmadan, geceli, gündüzlü gitti. Halkının yanından çıkarak, mal yanından uzaklaşarak, hızla gidip dururken, bir aylık yerin sonunda birbirine benzer altı dağ göründü. Altı dağa yaklaşıp geldiğinde, altı kara saray imiş, altı kardeşin yurdu imiş. Yedincisi ak saray, Altın Topçı kız kardeşin imiş. Ak sarayın penceresinden Altın Topçı genç kız bir aylık yeri gözlüyordu. Bir günlük yeri dinliyordu. Er Samır’ı görünce genç kız Altın Topçı, kapıyı açarak çıktı.”424 (Er Samır)

“Ak Börü küçük çocuğu Altmış dağ aşırıp geldi, birçok vadi geçirip geldi. Kara dağ sarayına beşiğiyle getirip astı. Kendisi tekrar geri çıkıp, sütlü iki maral alıp geldi.”425 (Ak Tayçı)

“…Sevgili eşi Közüyke’yla birlikte yatıp ölüverdi. Bir süre zaman geçtiğinde, Karatı Kağan ile Sanıksan bay tekrar buraya geldiler. Közüyke ile Bayan’ın aynı yerde

422 M. Ergun-M.Aça, a.g.e, s.190. 423 Dilek, a.g.e, s.80.

424 Dilek, a.g.e, s.48. 425 Dilek, a.g.e, s.118.

öldüğünü gördüler. ‘Canlıyken birlikte yaşar, öldükleri yerde birlikte ölür, bu ne biçim insanlar?’ İki bahadır böyle diyerek, Bayan’ın cesedini alarak, iki nehir geçip, iki dağı aşarak şimdi götürüp attılar.”426 (Közüyke)

“…Ak Boro atına çabucak bindi. Evinin kapısına gelerek, şöyle dedi: ‘İhtiyarlığımda doğan oğlumu sarmak için gidip kara tilki avlayayım. Lezzetli çorbayla beslemek için geyiğin semizini seçip avlayayım!’ Ak Boro’sunu kamçıladı, hızla gidip gözden kayboldu. Kapan koyup avlandığı kireçli dokuz dağa vardı. Tuzak kurup avlanacağı yer olan altı vadi içine geldi.”427 (Kozın Erkeş)

“Ak Boro ata binen Ak Bökö babasının yerine doğru, kapan koyup avlandığı, Kireçli dokuz dağa gitti, tuzak kurup avlandığı altmış vadiye yöneldi.”428 (Kozın Erkeş)

Yukarıdaki örneklere bakıldığında dağlarla birlikte anılan rakamların daha çok aşılan mesafenin büyüklüğünü göstermek için kullanıldığı görmektedir. Ayrıca konunun başında belirtildiği gibi “üç, yedi ve dokuz” dışında “iki, altı ve altmış” rakamlarının da dağlarla birlikte anıldığı görülmektedir. Bahaeddin Ögel, Reşideddin’in Moğollara mal etmeye çalıştığı “Ergenekon Efsanesi”nin ele alırken, altı ve altmış sayılarının Moğol mitolojisinde uğurlu ve kutsal sayılar olarak kabul edildiği görüşünü ileri sürmüştür.429