• Sonuç bulunamadı

2. Yemek Kitapları Üzerine

2.5. Yemek ve Kimlik İlişkisi: ‘You are What You Eat’

Scholliers, yemek ve kimlik ilişkisinin karmaşık bir ilişki olduğunu belirtip, birçok yemek araştırmacısının savunduğu ‘ne yersen osun’ fikrine değinir ve Jean-Jacques Rousseau’nun “one may find and indication of the nature of people in the food they prefer” sözüne yer vererek İtalyanlar, İsviçreliler, İngilizler ve Fransızlar üzerinden yedikleri ürünler veya yemeklerle bağdaştırılan uluslardan bahseder. Sonrasında ise, yemeğin bir ulusun veya bir grubun kimliğinin oluşumunda yegane faktör olup olmadığını sorgular. Din ve yemek ilişkisinin örneğini vererek, Müslümanların domuz eti yememesi ve alkol içmemesi

71 Rachel Hogrogian. The Armenian Cookbook (New York: Atheneum, 1971)

38

gerektiğini, Katoliklerin cuma günleri et yememesi, Yahudilerin sütle eti ayırması ve Hinduların ineğe dokunmaması gerektiği örneklerini vererek 1720 yılında Fransa’yı ziyaret eden Osmanlı elçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin yanında götürdüğü kişilere kesinlikle içki verilmemesi emrinden sonra, kendisinin gizli bir şekilde şarap içtiğinden bahseder. Bu örnekten yola çıkarak yemeğin kimlik oluştumunda bir katkısı varsa, bunun ne ölçüde olduğunu sorgular ve sosyologların, antropologların kimlik tartışmalarına yer verir. 73

1960’lar ve 1970’lerde Claude Levi-Strauss ve Mary Douglas, yemek alışkanlıkları ve yemek kültürünün kimlik belirleyici özelliklere sahip olduğunu vurgulamış; yemek antropolojisinin ise, yapılan araştırmalarla kişinin yemek kültürü üzerinden, dahil olduğu grubuyla veya diğer gruplarla olan ilişkisini ne ölçüde etkilediğini araştırdığını belirtmiştir. 1970’lerde gerçekleştirilmiş çalışmalar genelde zenginlik ve fakirlik, yemek üretimi ve tüketimi, toplumsal ayrışma ve şölen menüleri gibi konulara yer verilmiştir. 1980’lerde ise sosyal bilimlerde yaşanan gelişmelerle de birlikte yeme bozulukları, yüksek kaliteli yemekler (haute cuisine), detaylı sosyal farklılıklar gibi konularda çalışmalar gerçekleşmiştir.1980 ve 1990larda ise gurmeler ve pahalı restoranlara giden varlıklı epiküryenlerin ortaya çıktığı yıllardır. 74

The view of the close relationship between food and identity is summarized in Claude Fischler’s article which opened with the confident

73 Peter Scholliers, “Meals, Food Narratives, and Sentiments of Belonging in Past and

Present” Food, Drink and Identity: Cooking, Eating and Drinking in Europe Since the

Middle Ages. (Oxford: Berg, 2001): 4-6.

74 Scholliers, “Meals, Food Narratives, and Sentiments of Belonging in Past and

39

statement that ‘Food is a central to our sense of identity’ 75 Eating is of

course a biological act, he argues, but it is much more than that. Food crosses the border between the ‘outside’ and the ‘inside’, and this ‘principle of incorporation’ touches upon the very nature of a person. This is why eating and drinking matter greatly to all people, and why, as reported in some cases of groups of migrants, people retain some food habits when language or other cultural expressions tend to be forgotten. This ‘incorporation’ is the basis of collective identity, Fischler continues. Because people absorb food, they seize the opportunity to demarcate their own and the other group. People eating similar food are trustworthy, good, familiar, and safe; but people eating unusual food give rise to feelings of distrust, suspicion and even disgust. Food taboos formalize to an extreme the position with regard to particular foods, hence the existence of a culinary classification and norms, which attribute to food

and its eaters a given place in the world. 76

Scholliers, yukarıdaki alıntıda okunabileceği gibi, Claude Fischler’in makalesine değinir ve bu makalenin başında kullandığı “yemeğin, kişinin kimlik algısında merkezde olduğu” fikrine yer verir. Yemeğin biyolojik, olağan bir süreç olduğunu kabul ederek, aslında bu zorlunluluktan daha önemli bir noktada olduğunu belirtir. Bazı göçmen gruplarında, insanların dillerini ve bazı kültürel özelliklerini unutmalarına rağmen, yine de yemek alışkanlıklarını devam ettirdiklerini ifade eder. Bu özümsemenin, kollektif kimliğin temeli olduğunu savunur. Çünkü insanların yeme alışkanlıklarını ve yemeklerini absorbe ettiklerini, benzer yemekler yiyen insanların daha güvenilir, tanıdık ve iyi olduğunu; ancak değişik yemekler yiyen insanların ise güvensizlik, şüphe ve

75 Claude Fishler, “Food, self and identity’’ Social Science Information (SAGE, Londra,

Newbury Park, Beverly Hills ve Yeni Delhi) 27, 2 (1988): 275.

76 Scholliers,“Meals, Food Narratives, and Sentiments of Belonging in Past and

40

zaman zaman da tiksinme duygusu uyandırdığını belirtir. Yemek tabularının, bazı yiyeceklerle radikal bir ölçüde şekil aldığını ve yemek ile o yemeği yiyen insanların yerleşim bölgelerini niteleyen mutfak sınıflandırmaları ve kurallarının da bunun sonucu olduğunu belirtir.

Josee Johnston ve Shyon Baumann, yemek ve kimlik ilişkisini inceledikleri bölümde, sosyolog Gary Alan Fine’ın tüketilen yemekle kimlik ilişkisinin topluluk oluşumunda merkezi bir role sahip olduğunu ve toplumsal kimliğimizin beslenme düzenimizin bir yansıması olduğu fikrine yer vermiştir. Belasco’nun yemek yemenin ayırt edici olduğunu, kişiyi dahil ettiğini veya dışarıda bıraktığını; kısacası yemek tercihlerinin sınırları oluşturduğunu belirtmiştir. Yemeği ve beraberinde yemek kültürünü anlamak için disiplinlerarası bir bütünün olduğunu, kültür sosyolojisinin doğrudan yemekle bir ilişkisi olmasa da bize tat ve kültürün zaman içindeki sürecini anlamakta faydalı olacağı fikrine yer vermişlerdir. 77

77 Josee Johnston ve Shyon Baumann, Foodies: Democracy and Distinction in the

41