• Sonuç bulunamadı

yapılmaksızın bütün çocuklara tanınmalıdır

Burada kısaca, bütün çocuklara, tabiî haklar mevzuunda eşit muamele edilmesi, çocuklara tanınan haklardan istifade etmelerinde herhangi bir tefrik ve imtiyaza yer verilmemesi gerektiği belirtilmektedir. Bu esasa göre, dünyanın neresinde olursa olsun bütün çocuklar aynı tabiî haklara sahiptirler.

Tabiî haklar mevzuundaki eşitliği İslâmiyet: “Ey insanlar,

sizi bir erkekle bir kadından yarattık, sizi sırf birbirinizi tanı-manız için büyük büyük cemiyetlere, küçük kabîlelere ayırdık.

(Şunu bilin ki, kabîle, dil, renk, milliyet ayrılığı hiçbirinize üs-tünlük vesilesi değildir.) Şüphesiz ki Allah nezdinde en şeref-liniz takvaca en ileride olanınızdır.”38 meâlindeki âyetle ifâde eder. Hz. Peygamber (aleyhisselâm) mükerrer hadislerinde çok açık ifadelerle soy sop, kabîle, dil ve renge dayanan her çe-şit tefrîki şiddetle yasaklar. Bunlardan bir tanesinde: “...Allah idinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Arap’ın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili olana bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir.”39 der.

Gerek âyet-i kerîme ve gerekse hadis-i şerîflerin ifade ettiği hakikat şudur: İslâm nazarında insanlar, esas olarak, inançla-rı açısından müslim, gayri müslim diye ikiye ayinançla-rılırlar. Müslim olanlar, dünyevî muamelede diline, rengine, kavmine, kabilesi-ne, milletikabilesi-ne, milliyetine vs. göre ayırım görmezler. Hepsi kanun önünde müsavidirler, kardeşler hükmümdedirler. Allah nazarın-da muteber üstünlük, insanlarca görülmesi mümkün olmayan takvaya ve niyete göredir. Dindarlık ve ahlâk yönüyle üstün olan kimse, siyah derili de olsa kırmızı derili de olsa fâsık kimseye, hususî muamelelerde tercih edilmelidir. Nitekim evlenecek kim-selere yaptığı tavsiyeler arasında dindar ve velûd (doğurgan) olan kadını tavsiye ederken, Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) yer verdiği teşbihler mevzumuzu da aydınlatıcı mahiyette olduğu için burada kayda değer. Şöyle buyurur: “...Dindar hanımla ev-lenin, dindar kulağı kesik siyahî bir kadın, öbüründen efdaldir.”

“...Alacağınız hanım velûd (doğurgan) olsun, velûd zenci, kısır hasnâdan (yani dilberden) daha hayırlıdır.”

Bir kimsenin gayrı müslim oluşu onun tabiî haklardan isti-fadesine mani değildir. Harbî olmayan kâfirin (zimmî, muvâdi veya müste’min) mal, can ve ırzı her çeşit tecavüzden masun ve mahfuzdur.40

Büyükler mevzuunda korunan hakların, çocuklar hakkında evleviyetle mahfuz olacağı, izah gerektirmeyen bir keyfiyettir.

Yeri geldikçe belirteceğimiz üzere, harp sırasında, düşman tarafında harbe iştirak eden büyükleri istisnasız öldürmek em-redilirken, çocukların öldürülmesi yasaklanarak, çocuklar lehi-ne tefrik yapılmıştır.

Çocuk terbiyesi mevzunda Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm)

ısrar ettiği bir husus, çocuklar arasında eşit muamele yapılma-sıdır. Çocuklara yapılacak farklı muamele, Onun (aleyhisselâm)

lisanında “cevr” yani zulüm olarak ifade edilmiştir. Nitekim ço-cuklarından sadece birine bağışta bulunarak, bu bağış işine şahit kılmak üzere, kendisine müracaat eden Numan İbnu Be-şir adında ashabdan birine, Hz. Peygamber (aleyhisselâm) şu ce-vapta bulunur: “Çocuklarının arasını eşit tut”... “Bunu geri al”...

“Beni şâhit kılma; ben cevre (zulme) şehâdette bulunmam”...

“Bu doğru değil, ben ancak hakka şehâdet ederim.”41 Ahmet İbnu Hanbel’den gelen bir rivayette, çocuğa kardeşleri ile eşit muamele yapması çocuğun babası üzerindeki haklarından bi-ri olarak göstebi-rilir: “Çocukların, senin üzebi-rindeki haklarından biri, onlara eşit davranmandır.”42

Bu hadîslere dayanan alimler, çocukları arasında, bir ebe-veynin “ihsan ve atiyyeden” tut, “öpücüğe varıncaya kadar,”43 zahire akseden44 her şeyde eşit davranmasının şart olduğu hükmüne varmışlardır.

Hz. Peygamber, çocukların hepsi tarafından aynı şekil-de hürmet görmek isteyen babalara, çocukları arasında eşit

davranmayı tavsiye eder.45 Bu tavsiye, çocuklara küçüklükte yapılacak âdilâne ve ayırıma yer vermeyen davranışın, çocuk-ların müstakbel şahsiyetlerine yön vereceğini ifâde eder ki, bunun misallerini 10. maddenin tahlilinde göreceğiz.

Bu misallerde, daha ziyade evlatlarına karşı ebeveynin davranışı söz konusu ise de, kanun önünde veya imam (lider) karşısında halk ve halk çocuklarının46 durumu bundan fark-sızdır. Çünkü din, renge, dile bakmaksızın “bütün müminleri kardeş” kabul eder.47

Servet farkından gelen tefrik meselesine gelince: İslâm bu açıdan da ne büyükler ne de küçükler arasında bir tef-rik yapmaz, ne fakire ne de zengine bir imtiyâz tanımaz. Hz.

Peygamber (aleyhisselâm): “Veren el, alan elden üstündür.”48 buyurmuş ise de, bundan maksat dilenciliği kınamak ve bir de fakirlere yardım etmeye teşviktir. Bir kısım hadislerde de

“cennet ehlini daha ziyade fakirlerin teşkil edeceği”, “fakirlerin zenginlerden evvel cennete gireceği”, öyle ki “Muhacirlerden fakir olanların zenginlerden elli yıl önce cennete girecekleri”49 beyan edilerek fakirler daha imtiyazlı gösterilir. Bu sonuncu hadislerden de maksat, eldeki zenginlik ve servet Allah’ın emir ve rızası doğrultusunda kullanılmadığı takdirde vebalinin büyük olacağını, bu şekilde kullanmanın da zor olduğunu ve binaenaleyh zenginlerin dikkatli olmalarını duyurmaktır. As-lında Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) koyduğu prensip şudur:

“Cenab-ı Hakk, insanların ne suretlerine ne de mallarına ba-kar. Allah’ın bakıp ehemmiyet verdiği şey, insanların kalbidir, amelleridir.”50 Şeriatinde fakir veya zengin arasında tefrik ya-parak birine imtiyaz tanıyan hiçbir kanuna yer vermeyen Hz.

Peygamber (aleyhisselâm), amme hizmeti yapan (mesela mual-limler gibi) kimselerin hususi davranışlarında böyle bir tefrike

yer vermesini önlemek için, büyük tehditte bulunur: “Bu üm-metten üç çocuğun talimini üstüne alan bir muallim, bunların zengin ve fakirini yan yana müsâvî olarak tâlim etmezse, kıya-met günü hâinlerle haşredilir.”51

Servete dayanan tefrik tabiri, şeriatinde bununla ilgili hiçbir meselesi olmayan bir Müslüman tarafından tuhaf karşılanabilir.

Burada şu hususun nazar-ı dikkate alınması gerekmektedir: Bu tabirle, Batı’da kadim zamandan beri asrımıza kadar mevcut olagelmiş ve hâlâ varlığını belli ölçülerde devam ettiren hukukî, resmî, fiilî bir ayırıma işaret edilmiştir. Bu sırf İngiltere’de “lord”lar, Fransa’da “asilzade”ler (nobl), Belçika’da “kont”lar (comte), İskandinavya’da “baron”lar diye ifade edilen ve “avam”dan, -bizzat kanunlar tarafından tevdî ve te’yid edilen- bir kısım im-tiyazlarla üstün sayılan bir sınıftır.52 Muhtelif şekillerde, her ce-miyet ve hatta her medeniyette rastlanabilen53 asilzadeler sınıfı, Batı medeniyetine ve hususen Hıristiyan dünyasına has şekliy-le54 birçok vergilerden âzâde edilmiş, nüfuz sahasında yaşayan kimseler tarafından kendilerine muhtelif vergi ve hizmetler öde-nen, hususi şeref alâmetleri (kılıç taşımak, damlarına bayrak çekmek, mezarlarını kilise içerisine kazdırmak, avama yasak-lanan elbiseler giymek gibi)55 olan şerefli ve asaletli muayyen işlerde çalışabilen (avlanmak gibi asil eğlencelerle eğlenen)56 bir sınıftır. Bunlar asâletlerini ecdâdlarından tevârüs ettikleri gi-bi, bilâhare kendilerine, askerî, idârî, ilmî hizmetleri mukabilinde kral tarafından yazı ile tevdî edilmiş veya parayla satılmış da olabilir.57 15. asırda ilk defa Fransız krallarından 3. Filip (Phi-lippe) tarafından bir kuyumcuya satılmak suretiyle başlatılan asâlet satışı işi, bilahare, (mesela 1696’larda bir anda 4 milyon livre mukabilinde 500 adet asâlet mektubu satışına müncer ola-cak kadar) suiistimal edilmiştir.58

“Doğumdan gelen tefrik” tabiri de antik devirlerden beri, dünyanın hemen hemen her yerinde, hususen Batı’da doğuş-tan üstün ve imtiyazlı kabul edilen sınıf inancını imâ etmektedir.

Doğuştan asâlet inancı, Batı dünyasında öyle yerleşmiş, öyle müesseseleşmiştir ki, “asillerin damarlarında daha asâletli bir kan dolaştığı inancı yer etmiştir.”59

Bu hususta da İslâm’ın bir tefrik gözetmediği, hiç kimse-ye doğuşuna dayanan bir imtiyaz tanımadığı kesinlikle söyle-nebilir. Tabiî haklardan istifadede bütün çocuklar eşittir. Pek tabii olarak nesep tanımadığı için baba mirasından mahrum kılınan veled-i zina bile, İslâm şeriatinin çocuklara tanıdığı hi-maye haklarından mahrum bırakılmamıştır. Onun hakkındaki mülahazaları bilmek, doğum bakımından çocuklara atfedilen nazarı anlamak da faydalıdır:

Âlimler “Günah işleyen hiçbir kimse başkasının günahını çekemez.”60 mealindeki ayete dayanarak, anne ve babanın işlediği zina sebebiyle, çocuğun kötülenmeyeceği, bir kısım haklardan mahrum edilmeyeceği fikrinde ittifak etmişlerdir.

Sünen-i Ebî Davud’da, Ebû Hureyre’den gelen: “Veled-i zi-na, (ikisi anne-baba olmak üzere) üç kötünün en kötüsüdür”61 hadîsi, teferruatı bizi ilgilendirmeyen çeşitli itiraz ve izahlara yol açmış,62 buradaki zâhirî mânâ, Hz. Ayşe, İbnu Ömer gibi ashabın büyük fakihleri tarafından yukarıdaki âyet delil göste-rilerek reddedilmiştir. Hatta İbnu Ömer’in, o hadîsi zikredenleri reddederken, çocuğun, ebeveyninin fiillerindeki mâsumiyetini nazar-ı itibara alarak, “Aksine, o, üçünün en hayırlısıdır” dedi-ği de tasrih edilir.63 Mezkûr mânâyı reddedenlerden İbrahim Nehaî de, kendi görüşüne, Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) hu-zuruna gelerek, zina ettiğini, hatta bu şenî fiilden gebe kaldığı-nı itiraf ederek cezası ne ise verilmesini taleb eden bir kadıkaldığı-nın,

cezasını doğumdan ve hatta çocuğu sütten kesmesinden sonraya bırakma meşhur hadisesini64 delîl gösterir ve der ki;

“Eğer veled-i zina üçün en kötüsü olsaydı, annesinin tecziyesi için çocuğun doğumunu beklemezdi.”65

Bilhassa hak hukuk mevzularında hiç kimseye nesebi, ka-vim ve kabilesi, ailevî asaleti sebebiyle farklı davranılmaya-cağı hususunda Hz. Peygamberin (aleyhisselâm) kendi kızından, Hz. Fatıma’dan misâl vermesi daha ilgi çekicidir: Hırsızlık ya-pan bir kadının, Mekke’deki şöhret ve şerefi düşünülerek ce-zalandırılmaması için kendisine yapılan teşebbüs ve ricayı Hz.

Peygamber (aleyhisselâm) şöyle cevaplar: “Ey insanlar, bilin ki, sizden öncekileri helak eden şey şudur: Ne zaman içlerinden şeref (ve mevki) sahibi birisi hırsızlık yaparsa ceza vermezler, zayıf birisi hırsızlık yaparsa cezalandırırlardı. Allah’a kasem ol-sun, eğer Muhammed’in kızı Fâtıma çalacak olsa mutlaka elini keserim.”66

İslâmiyet, Brahmanizm’de olduğu gibi, doğuştan bir kı-sım farklı haklara sahip “Brahman” veya “Parya” gibi sınıflar tanımaz. Servet de bir üstünlük ve imtiyaz vesilesi değildir.

Asilzâdelik, baronluk, kontluk gibi unvanlar, tabakalar dinin bünyesinde yoktur. Bütün müminler aynı haklara sahiptir ve kardeştir. Herkes içtimâî şahsiyetini şahsî gayretleriyle ka-zanır. Ortaya koyduğu kabiliyet, kapasite ve gayret nispetin-de cemiyet içerisinnispetin-de en yüksek makamlara yükselebilir, bu imkânlar her zaman önünde açıktır. Nitekim 10. maddenin iza-hında İslâmî ilimlerin her branşında parlayan, devlet başkanlı-ğına kadar yükselen “köle asıllılar”dan misaller zikredeceğiz.

Şu halde Çocuk Hakları Beyannamesinin gerek birinci ve gerekse onuncu maddelerinde mevzubahis edilen çocuklar arası tefrik meselesi İslâm’da yoktur. Batı’da olagelen ve hâlen

mevcut olan bir kısım tefrikler sebebiyle beyannameye alınmış ve artık bunların kaldırılmasının gereği dile getirilmiştir.

Son olarak, değerli hukukçularımızdan Ali Himmet Berki’nin

“Veled-i zina üzerine, ebeveynin günahından bir şey yoktur”67 mealindeki hadisi açıklamak için kaydettiği mütalaayı aynen derc ediyoruz. Mevzumuza tatminkâr bir aydınlık getirecek-tir: “Gayri meşru birleşmeden hâsıl olan çocuk mâsumdur, dünyaya gelmesinde hiçbir dahli yoktur. Buna yegâne se-bep, gayri meşru münasebette bulunan erkek ve kadındır ve günahı bunlara aittir. “Hiçbir nefis âharın günahından mesul olamaz” mealinde olan ayet-i kerime mantûkunca çocuğa ne dünyevî, ne de uhrevî bir mesuliyet lâzım gelmez. Bunun için-dir ki, vaktiyle bu gibi zina mahsulü olan çocukların hüviyet cüzdanlarına babası Abdullah gibi bir isim yazılarak gizlenirdi ve bunlar doğdukları yeri değiştirince teessür ve hicap duy-maktan kurtulurlardı.

“Bazı Garp kaynaklarına göre, bu çocukların ve hatta, gayrı sahih neseb mahsulü oldukları kabul olunanların hüviyet cüzdanlarına neseb durumları kaydedilir ki, birçok bakımdan bu doğru değildir. Bunlardan, gayri meşru diye kendilerini teş-hir eden bir cemiyet için zarardan başka bir faide beklenemez.

Bu tarzı kabul, çocuklara gösterilmesi icâbeden merhamet ve şefkat hisleriyle ve “Herkes müsavi doğar.” tarzındaki hukuk eseri ile de kaabil-i telif değildir.”68

H imaye

Ç ocuk hususî bir himâyeden istifade etmeli ve