• Sonuç bulunamadı

İslâm dini, çocuğun yetişmesinde en iyi, en muvafık ortam olarak aileyi kabul eder. Çocuğun ilk mesulleri, bu sebeple anne ve babadır. Yetimin “iyi muamele” şartıyla aile içerisin-de barındırılıp yetiştirilmesi hususunda ısrar edilmesi; kadının, çocukla alâkadar olmaktan ibaret annelik vazifesini engelle-yici meşguliyetlerden âzâde tutulması; anne tarafından bakıl-mak, hiçbir surette elinden alınamayacak, iptal edilemeyecek bir hak olarak çocuğa verilmesi; muhtaç ailelere, çocukları se-bebiyle yardım bağlanması gibi pek çok teşrîatıyla İslâmiyet, çocuğun aile içerisinde terbiye edilmesini teminat altına alma-ya çalışır.

Ayrıca ailenin iyi bir terbiye yuvası olabilmesi, âhenkli,

huzurlu olmasına bağlı olduğu için, huzurunu temin maksa-dıyla onun bütün fertlerinin karşılıklı hak ve vazifelerini teferru-atıyla bildirmiştir.247

Burada şunu belirtelim ki, günümüzde, ailenin ve aile bağlarının çocuk terbiyesinde, zaruret derecesinde büyük ehemmiyet taşıdığı her zamankinden daha iyi anlaşılmış,248 çocukların ailelerde terbiyesi maksadıyla değişik tedbirlere yer verilmiştir. Hatta tamamen lâik ve ilmî çevrelerin beyanları, teklif ettikleri tedbirler göz önüne alınınca, çocuk himaye me-selelerinin pek çoğunun ailede düğümlendiği görülür. İslâm’ın aileye verdiği ehemmiyetin sırrını bu vesile ile anlamak için, aile hususunda geliştirilen fikirleri belirtmekte fayda mülahaza ediyoruz:

1- Çocuğun en iyi yetişme ortamı ailedir. O, bedenî, aklî, hissî vs. her yönüyle mükemmel bir şekilde ye-tişebilmesi için aile muhitine muhtaçtır. Bilhassa süt devresini bakımevleri, çocuk yuvaları gibi himâye mü-esseselerinde geçiren çocukların ruhî gelişmelerinde gerilik olduğu eskiden beri bilinmektedir.249 Çocuk bakım müesseseleri ailenin yerini tutamayacağı ke-sinlikle tespit edildiğinden bakıma muhtaç çocukların bu çeşit müesseselere yerleştirilmemesi, diğer bütün imkânların kalmadığı hallerde, son çare olarak, mec-buren ona başvurulması hususunda umumî bir tema-yül bütün dünyada benimsenmiştir.250

Bu düşüncenin bir meyvesi olarak, maddî bakımdan kalkınmış, malî imkânları yeterli olan memleketlerde (Avustralya, Kanada, Belçika, ABD, Finlandiya, İzlan-da, Norveç, Hollanİzlan-da, İngiltere, İsveç gibi) korunma-ya muhtaç çocuklar, ilk planda -ücret ödeyerek de

olsa- ailelere yerleştirilmektedir.251 Hatta ücretle bu çeşit çocukları barındıran, terbiye eden “koruyucu ai-le” adı altında yeni bir meslek gelişmiştir.252

2- Çocuğun aile içerisinde terbiye edilmesi fikri, aile mü-essesesinin korunması, ve bu maksatla çocuğu olan ailelere çeşitli yardımlar yapılması fikrini getirmiştir.

Bu cümleden olarak İnsan Hakları Cihanşümul Be-yannamesinin 16. maddesinde, “Aile cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından ko-runmak hakkını haizdir.” denmektedir. Buna uygun olarak, bilhassa ileri memleketlerde, bir kısım kanunî tedbirlerden başka, hamileliklerini resmen tescil anın-dan itibaren başlamak üzere, kadınlara ve çocuklu ai-lelere, çocuk başına bağlanan çeşitli yardımlar, aile-lere sağlanan muhtelif (resmî) kolaylık ve himâyelerle ailenin maddî emniyetini garantilemek, aileye içtimâî hizmetlerinde yardım etmek, evlenme kredileri ver-mek gibi çeşitli tedbirler tatbikata konmuştur. Hatta Birleşmiş Milletlerin aile müessesesinin korunması için alınması gereken iktisadî tedbirler üzerine bir de araştırma yaptırdığına şahit olmaktayız.253

Çocukların aile içerisinde terbiye edilmesi hususun-daki teşvik ve tedbirler, gözle görülen neticeler ver-mekte gecikmemiş, müesseselere giden çocukların sayısında azalma kaydedilmiştir. Nitekim, 1933 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde 140.000 çocuk yuva-larda kalırken 1950 yılında -daha da artması gerektiği halde- bu sayı 95.000’e düşmüştür.254

3- Çocuğun muvazeneli gelişmesinde çevre ile temasla-rının tam ve dengeli olmasının lüzumu da anlaşılmıştır.

Yani çocuk, gelişmesi sırasında, içtimai hayatta mev-cut olan her cins, her yaş ve her tipteki insanlarla haşır- neşir olabilmelidir. Bir başka deyişle, çocuk:

1) kardeşleriyle, 2) akran ve yaşıtlarıyla, 3) anne ve babasıyla, 4) anne ve baba dışındaki büyüklerle mü-nasebetler içerisinde yetişmelidir. Bu mümü-nasebetleri en iyi sağlayan çevre aile çevresidir. Çocuk himaye müesseseleri, diğer birçok maddî imkânları en mü-kemmel şekilde karşılasa bile, çocuğun dengeli inki-şafında, sosyal yönünün tekamülünde asıl ehemmiyet taşıyan bu münasebetler yönüyle yetersizdir. Çocuk bu müesseselerde sadece akranlarıyla baş başadır, anne-baba münasebeti olmadığı gibi, haricî büyükler-le de münasebeti yoktur. Halbuki, bu münasebet hal-kalarından birinin yokluğu, onun hayatında, bilâhare telafisi mümkün olmayan davranış bozukluklarına ve ruhî inkişaf noksanlıklarına sebep olmaktadır.255 Bu hususun ehemmiyeti o kadar vâzıh bir şekilde an-laşılmıştır ki, bugün, varlığından tamamen müstağni olunamayan bakım müesseselerine ailevî bir hüviyet verilmeye çalışılmaktadır. Yani, icabında yüzlerce ço-cuğu bir arada barındıran klasik tiplerden vazgeçile-rek, aşağıdaki vasıfları haiz yeni tipler geliştirilmiştir:

a. Dış inşaat ve iç plan yönüyle diğer meskenlere ay-nen benzemeli, hiçbir farklılık arz etmemelidir.

b. İçerisinde çocuklar, 8-10 kişiyi aşmayan gruplar halinde, “anne-baba” rolünü ifa edecek, hususî yetiş-tirilmiş kadın-erkek bir çiftin nezaretinde bulunmalıdır.

c. Aileye tam benzemesi için, belli yaşa kadar, kız-erkek ayrımı da yapılmamalıdır.

d. Kimsesiz çocuklara, kendilerini zaman zaman zi-yaret edecek, hediye alacak, çocuklar tarafından da iade-i ziyaret yapılacak, mektuplaşılacak “sağdıç an-ne”, “sağdıç baba”, hala, amca vs. ihdas edilmelidir, bulunmalıdır.256

Hatta Fransa, 1976 yılında, nine ve dede gibi yaşlıla-rın, aile muhîtinden uzakta yaşamalarının, yeni nesil-lerin yetişmesi açısından husule getirdiği mahzurları göz önüne alarak, devlet eliyle yapılan toplu mesken dediğimiz blok inşaatlarında %20 nispetinde, tek kişi-lik dairelerin planlanmasını karar altına almıştır. Bun-dan maksad, yaşlıların buralarda iskanı suretiyle, to-runlarla olan münasebetlerinin kesilmesini veya çok azalmasını önlemektir.257

Çocukların, cemiyette mevcut her cins ve her grup tip-lerle münasebetler içerisinde büyümeleri gerektiğine dair telakki, Batı memleketlerinde (kreş, anaokulu vs.

gibi) okul öncesi terbiye müesseselerini tamamen, ilk öğretimi ekseriyetle kadınların ellerine tevdî etmenin mesela Fransa’da okul öncesi terbiye müesseseleri-nin %100’ü, ilk tedrisatın %73’ü, orta tedrisatın %54’ü kadınların elindedir258 yanlışlığı hususunda yeni kana-atler geliştirmiş ve istikbalde bütün Avrupalı çocukla-ra, doğumlarının 3-6 ayından itibaren konma imkânı sağlayacak “çocuk merkezleri”nde, müstahdemden doktor, bakıcı, idareciye varıncaya kadar bütün hiz-met kadrosunun kadın ve erkekten eşit sayıda teşkil edilmesi görüşünü getirmiştir.259

Hemen kaydedelim ki, bütün bunlar, aile düzenini en ziyade zedeleyen, kadının dışarıda çalışmasından

hasıl olan mahzurları bertaraf etmek, en azından azalt-mak için öne sürülmektedir. Fakat kanaatimiz odur ki, hiçbir şey, çocuğun ailevi atmosferden mahrumiyetini telafi edemeyecektir.

4- Ailenin ehemmiyetini duyuran bir diğer mühim husus, suçlu çocukların umumiyetle düzeni bozulmuş veya şartları çok kötü olan ailelerden, çevrelerden geldiği-nin tespit edilmiş olmasıdır. Son zamanlarda, yüzler-ce, binlerce çocuk üzerinde, muhtelif ekipler, şahıslar tarafından yapılan araştırmalar bu husustaki kanaat-leri her seferinde teyid etmiştir.260 Fransa’da da 400 suçlu çocuk üzerinde yapılan bir araştırma bunlardan

% 85’inin normal teşekkülü olmayan ailelere mensup olduğunu ortaya koymuştur.261 Prof. Dr. R. Adasal da 1951 yılında 480 çocuğun barındığı Ankara Çocuk Is-lah Evi’nde yaptığı bir incelemede, buradaki suçlu ço-cukların hemen hepsinin yaşadıkları muhitten gelme kötü geleneklere, ihmallere ve cehaletlere tabi olarak bu suçları işledikleri” neticesine varır.262

Bu cümleden olarak ruh sağlığı ile uğraşanlarda, bu asrın başlarında ortaya çıkan ruh sağlığı (hygiene mentale) ilminin araştırmalarına dayanarak, birçok ruh hastalıklarının hakiki sebebini, “vaktiyle sanıldığı gibi, irsiyet, dimağ anomalileri, marazi bünyelerin teşkil et-mediğini, bunların yanında, ailevî muhitteki hayat ve terbiye tarzının.. cemiyet tesirlerinin de “daha esaslı roller oynadığını” ileri sürmektedirler.263

5- Ailenin beşerî hayatta ve bilhassa çocuk terbiyesin-deki ehemmiyetini ortaya koyan en mühim hususlar-dan biri, Rusya’daki tecrübedir. Rusya’da, bolşevik

ihtilalinden sonra, yıkılması gereken burjuva mües-seselerinden biri olarak en ziyade hücum edilen içti-mai müesseselerden biri aile olmuştur. Sosyologlarca

“nevi şahsına münhasır” olarak tavsif edilecek kadar, yeryüzünde gelip geçmiş ve halen mevcut hiçbir ai-le tipine benzetiai-lemeyen yeni bir aiai-le telakkisi geliş-tirilmeye ve tatbik edilmeye çalışılmıştır. Bu ailenin esasını, kadın ve erkeği karşılıklı hiçbir mükellefiyete tabi kılmayan, resmen tescil etmeye bile lüzum gör-meyen, taraflardan birinin isteğiyle derhal bozulabilen ve “serbest birleşme” (l’union libre, ki bu tabir halk diline “benim karım senin karın, senin karın benim ka-rım” diye geçmiştir) telakkisine dayanan meşru, gayrı meşru bütün çocuklara eşit haklar tanıyan bazı pren-sipler teşkil etmiştir. Bu görüşlere müstenid bir aile sisteminin yerleşmesi uğruna, resmen yapılan teşriat yasaklar ve mücadeleler sonunda Rusya’da klasik aile müessesesine, “tarihte eşine rastlanmadık bir sarsıntıdan sonra”, “çocuklara ilk içtimai terbiyelerini verme hususunda, ailenin, kreşlerden, çocuk bahçe-lerinden veya devlet müessesebahçe-lerinden daha iyi, da-ha müessir olduğu” gerekçesiyle (istemeye istemeye) tekrar dönülmüştür. Ailenin korunması maksadıyla bazı tedbirlere bile yer verildiği görülür: Çocuksuz ailelere vergiyi arttırmak, çocuğu fazla olan ailelere nafaka bağlamak gibi. Şimdi, zinayı sahneye koyan Somerset Maugham’ın piyeslerinin oynatılması da ya-saklanmıştır.264

6- Bilhassa süt devresi olmak üzere, temyiz yaşına ka-darki devrede, ailevî hayat, çocuğun şahsiyetinin

teşekkülü açısından da büyük ehemmiyet taşımak-tadır. Yeni araştırmalar sonucu artık anlaşılmıştır ki, çocuğun fikrî gelişmesinde bilhassa ailevî ve içtimai şartların rolü büyüktür. Müreffeh muhitlerin çocukları-nın daha doğuştan, fakir muhitlerin çocuklarına üstün olacağına dair (Batılılardaki) eski inancın yerini, ço-cuğun gelişmesinde, konuşma kapasitesini kazanma-sında, tecrübeler edinmesinde hayatının akışına yön veren saiklerin inkişafında ailevi şartlar rol oynamak-tadır şuuru almıştır.265

En son nazariyelere göre, insandaki kabiliyetler, hayatının ilk yıllarında süratle gelişmektedir. O kadar ki, zekaya müteal-lik hassaların yarısı dört yaşından itibaren teşekkül etmekte, altı yaşına ulaşınca üçte ikisi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Üç yaşında bir çocuğun (terbiyede) maruz kalacağı bir yıllık bir tehir, altı ve yedi yaşlarında iki yıla bedel olmakta, on beş veya on altı yaşlarında da dört yıla bedel olmaktadır. Bu durumu göz önüne alan pek çok Amerikalı iktisatçı en verimli, en kârlı terbiyenin ilk yıllarda verilecek terbiye olduğunu ifade etmiş-tir.266 Bazı terbiyecilerin, kişinin şahsiyetini altı yaşında tamam-layacağını söylediğini daha önce kaydetmiştik.

Aileye ve aile terbiyesine ehemmiyet veren İslâmî görüş de, çocuğun hayatında, ilk yılların ehemmiyetinde ısrar eder.

Bu hususta İbnu’l-Kayyim’im sözü diğer alimleri temsilen kay-da değer. Ona göre, ancak ölümle çıkacağı ifade edilen ve insanın şahsiyetinin ifadesi olan değişmez vasıflarını temsil eden “huy” kişide, küçüklüğünde mürebbi tarafından alıştırılan gazap, inat, acelecilik, hafiflik, hevâperestlik, hiddet, hırs gibi ahlâklardan meydana gelmektedir.267 Mâverdî268 ve İhvânu’s-Safa risalelerinde de269 aynı şeyler ifade edilir.