• Sonuç bulunamadı

Müslümanların ırk ayrımı, menşe, doğum ayrımı gibi ayı-rımlara yer vermediklerini, Resûlullah devrinden ve müteakip devirlerden vereceğimiz bir iki misalle daha iyi gösterebiliriz.

Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm), hakkında: “Bana insanların en sevgilisi” dediği402 ve bu sevgi sebebiyle en hassas me-selelerde Hz. Peygamber (aleyhisselâm) nezdinde şefaatine baş vurulan403 ve yine aynı sebeple, hilafeti sırasında Hz. Ömer’in

radıyallahu anh) hususi ve imtiyazlı muamelesine mazhar olan404 Üsame, Arap değildi ve üstelik bir azadlı köle olan Zeyd İbn-i

Hârise’nin oğlu idi. Yani hiçbir ailevî asalet ve şerefe sahip değildi. Hz. Peygamber (aleyhisselâm), onun babası Zeyd’i Müte seferine çıkan orduya komutan tayin ettiği gibi405 kendisini de -bir azadlı kölenin oğlu olmaktan başka- yaşça da gençliğine rağmen, Suriye cihetine sevk ettiği bir orduya komutan tayin etmişti. Üsâme’nin emri altında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz.

Ebû Ubeyde İbnu’l-Cerrah, Hz. Sa’d İbnu Ebî Vakkas (Allah hepsinden razı olsun) gibi ensar ve muhacirûnun büyükleri de var-dı. Askerlerden bazılarının, “Resûlullah, azadlısının oğlunu Kureyşli muhacirlere ve ensara komutan tayin etti” diye mı-rıldanarak memnuniyetsizliklerini izhar etmeleri üzerine, Hz.

Peygamber (aleyhisselâm), şu cevabı verdi: “O, komutan olmaya layıktır. Ben onun babası Zeyd İbn-i Hârise’yi Mûte ordusunun başına koyduğum zaman da aynı laflar edilmişti. Halbuki o da bu işe liyakatli idi.”406

Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) mevzumuzu alakadar eden umumî tavsiyelerinden biri şudur: “Sizin üzerinize, başı, kuru üzüm gibi siyah bir Habeşli köle de tayin edilse itaat edin.”407

Resûlullah’ın (aleyhisselâm), cahiliye devri Araplarında mev-cut ırkî tefrik zihniyetini yıkma gayesini güden davranışların-dan biri de yine azadlı kölesi Zeyd’le ilgilidir. Zeyd’i Arapların en asaletlisi ve şerefli kabilesi olan Kureyş kabilesine mensup ve bizzat kendisinin -yani Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm)- ha-lasının kızı bulunan Cahş’ın kızı Zeynep ile evlendirmişti. Hz.

Peygamber (aleyhisselâm) mevzubahis cahiliye zihniyetinin yıkıl-masında böyle bir jeste bizzat kendi ailesi içerisinde örnek ver-menin ehemmiyetini bilerek, Zeynep’in bu işe taraftar olmama-sına rağmen ısrar etmiştir. Karşılıklı sevgi ve anlaşmadan çok, Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) Zeynep üzerindeki akrabalık ve peygamberlik otoritesinin baskısıyla hasıl olan evlilik, kısa bir

süre sonra boşanmayla sona ermiş olsa bile, bir azadlı ile bir asilzadenin evlenmesi gibi Arap cemiyetinde görülmeyen ve Resûlullah’ın esas maksudu bulunan bir hadise, yeni doğan İslâm cemiyetinde vukua gelmişti.408

Sadece beşerî münasebetlerde değil, devletin tahsil ve terbiye hizmetlerinden istifade etme hususunda da Batı-lıların yaptığı efendi köle ayırımı İslâm’da görülmemiştir. Hz.

Peygamber (aleyhisselâm) bu meselelerde değil gayrı Arapların, İslâm cemiyetinde yaşayan kölelerin bile ihmal edilmemelerini istemiştir. Bize intikal eden emirlerinden birinde şöyle buyurur:

“Yanında köle bir kız çocuğu bulunan her kim onu güzel bir şekilde okutur ve güzel bir şekilde terbiye eder, sonra da azad edip, onunla (hür bir kadın olarak) evlenirse, Allah onun ecir ve sevabını çift kılar.”409

Köle kızların talim ve terbiyesine ehemmiyet verilip de, erkek köle çocuklarının talim ve terbiyesinin ihmal edilme-si söz konusu değildir. Nitekim Üsame’den başka bizzat Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) azadlılarından Ebû Râfi,410 Hz.

Ömer’in oğlu Abdullah’ın azadlısı Nâfi, ilmi formasyon almış, İslâmî ilimlere hizmeti geçmiş büyükler arasında zikredilirler.

İbni Ömer, Nafi’nin ehemmiyetini belirtme sadedinde “Allah bizi Nafi ile nimetlendirdi”411 der.

Pek tabiî, Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm) gayri Arap ve kö-lelere karşı takip ettiği bu siyaset boşa değildi. Yeni doğmak-ta olan İslâm cemiyetinde dil, renk, kavim, kabile tefrikine yer vermeyen tam bir kaynaşma ve bütünleşme teessüs etmiş-ti. Kur’ân-ı Kerim’in “Müminler mutlaka kardeştirler.” (Hucurât,

49/10) hükmü fiile geçirilmiş, vicdanlarda, ruhlarda, düşün-celerde ve beşerî münasebetlerde yaşanan bir prensip, bir düstur olmuştu.

Beşer tarihinde eşine rastlanmayan ve mutad ölçülerle iza-hı bile mümkün olmadığı için, pek çok ilim adamlarınca “İslâm mucizesi” diye bahsedilen ilmî, medenî ve teknik her sahada kısa zamanda kaydedilen fevkalade inkişaf ve fütuhatlarda, İslâm’ın ırk ayırımına yer vermeyen prensibinin büyük katkı-sı olmuştur. Bu sayede, fütuhatlarla İslâm dairesine giren her kavim ve milletin güzide ve kabiliyetli fertleri kolayca yükselme ve İslâm devleti bünyesinde kabiliyetlerine muvafık sahalarda hizmet verme imkânı bulmuşlardır. Bir kısmının idarî, bir kısmı-nın ilmî, meslekî ve sanat dallarında parlamalarına ve gerekli alâka, hürmet, takdir, teşvik ve yükselme görmelerine ne onla-rın renkçe siyah, ne de dilce acem (gayrı Arap) olmaları mani olmamıştır. Hatta bunların bizzat köle, azadlı veya kölezade olması da parlamalarına mani olmamıştır.

Nitekim İslâm’ın zuhurundan sonra, ilk asırlardan itibaren başta tefsir, hadis, fıkıh olmak üzere İslâmî ilimlerin her dalında parlayan, başı çeken âlimler çoğunlukla “mevlâ” (çoğulu mevâli)

yani azadlı köle, yani gayrı Araptır. Bu hususu ifade etmek üzere, klasik kitaplarımızda kaydedilen bir konuşma burada zikre değer. Konuşma, bilhassa hadis sahasındaki hizmetleri-nin büyüklüğü ile meşhur İbnu Şihâb ez-Zührî (ölümü, Hicrî 124’tür)

ile Emevî Halifelerinden Abdülmelik İbnu Mervan arasında geçmiştir.

Zührî anlatıyor:

“Abdülmelik İbnu Mervan’ın huzuruna çıkmıştım. Bana:

“Ey Zührî nereden geliyorsun?” diye sordu. Ben: “Mekke’den geliyorum” deyince, aramızda şu konuşma geçti:

– Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı?

– Ata İbnu Ebî Rebâh.

– Arap asıllı mı, mevâli mi?

– Mevâlidendir.

– Pekala Mekkelilere ne ile hükmeder?

– Diyânet ve rivâyetle (Hz. Peygamber (aleyhisselâm)’in sün-neti ile)

– Diyânet ve rivâyet ehli irşâd etmeye layıktır. Yemen ehli-ne kim mürşidlik ediyor?

– Tâvus İbnu Keysân.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâlidendir.

– Pekala onlara ne ile hükmedecek?

– Atâ’nın hükmettiği ile (yani diyânet ve rivâyetle.) – Öyleyse lâyıktır. Mısır ahalisine kim mürşidlik edecek?

– Yezîd İbnu Ebî Habîb.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâliden.

– Şam ahalisine kim mürşidlik ediyor?

– Mekhûl.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâlidendir, Huzeyl kabilesine mensup bir kadın tara-fından azad edilmiş, (Sudan asıllı) Nûbî bir köledir.

– Cezîre ahalisine kim mürşidlik ediyor?

– Meymûn İbnu Mihrân.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâlidendir.

– Horasan ahalisine kim mürşidlik ediyor?

– Dahhâk İbnu Müzâhim.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâliden.

– Basra ahalisine kim mürşidlik ediyor?

– El-Hasan İbu Ebi’l-Hasan.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Mevâliden.

– Helâk olasıca; Kûfe’ye kim mürşidlik ediyor?

– İbrahim en-Nehaî.

– Arap asıllı mı, mevâliden mi?

– Bu Arap asıllıdır.

– Ey helâk olasıca Zührî, beni biraz ferahlattın. Allah’a ka-sem olsun, mevâli, Araplar üzerine efendi olmuş bulunuyor.

Araplar minberin dibinde otursun da mevâli üstüne çıkıp bun-lara hutbe okusun ha (olacak şey değil)!

– Ey müminlerin emîri! Bu Allah’ın takdîridir. Onun dinini kim tatbik eder, korursa efendi olur, kim de tatbik etmez elden kaçırırsa zelîl olur!”412