• Sonuç bulunamadı

Çocukları himâye meselesinde İslâm’ın getirdiği hususlar-dan bir diğeri de çocuklara tanıdığı hürriyet havası ve böyle-ce onların “küçüklük” kompleksinden korunmalarıdır. Yani her cemiyette mûtâd olarak rastlanan “çocuk küçüktür” diye onu büyük meclisine almamak, herhangi bir meselede duygu ve düşüncelerini söylemesine meydan vermemek, ona şahsiyet tanımamak gibi bir husus, İslâm’da mevcut değildir. İslâmiyet getirdiği bir kısım ahlâkî ve terbiyevî ve hattâ hukukî prensip-leriyle çocuklara, kabiliyetlerini hürriyet havası içerisinde ge-liştirme, izhar etme imkânı tanımıştır.

Aşağıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, eski Arap cemiyetinde de yaygın bir şekilde mevcut olan çocuğa hürriyet

tanımama durumunu İslâmî telakkî normal karşılamamıştır. Ço-cuğun yetişmesinde cami, düğün, ziyafet meclislerinden ilmî meclislere, siyasî meclislere ve iş hayatına varıncaya kadar, her çeşit içtimâî tezahürlere katılmasını esas almaktan baş-ka, kabiliyet sahiplerine söz ve düşüncelerini, şahsî reylerini rahatça, serbestçe söylemeyi ayıplamama, hoş karşılama ve hatta buna teşvik etme anlayışını da getirmiştir.

Hz. Peygamber (aleyhisselâm) her ne kadar, “Küçüklerimi-ze şefkat, büyüklerimi“Küçüklerimi-ze hürmet göstermeyen bizden değil-dir.”119 “Bereket büyüklerdedir.”120 “Müslümanların büyüklerine hürmetkâr ol, kıyamet günü beraber olalım,”121 “Büyüğü büyük bil, en büyük söze başlasın.”122 gibi mükerrer beyanlarıyla bü-yüklere karşı hürmetkar olunmasını istemiş ise de, küçüklerin büyüklerin yanında sus-pus olmalarını tavsiye etmemiştir. Ço-cukların icab ettikçe konuşmalarının, fikir beyan etmelerinin, tavsiye edilen hürmeti ihlâl edici olarak tavsif edildiğine dair rivâyet mevcut değildir. Aksi ise vâriddir. Hz. Ömer’in oğlu Ab-dullah ile alâkalı rivayette görülen “teeddüben susma” daha zi-yade cemiyetteki kadîm örfün bir ifadesidir. Bunu bizzat rivaye-tin sonundaki Hz. Ömer’in: “Keşke konuşsaydın” cümlesinden anlamaktayız. Buharî’den gelen rivayete göre, bir gün, Hz. Pey-gamber (aleyhisselâm): “Müslümanın durumu o yeşil ağaca benzer ki yaprakları hiç dökülmez, bu ağaç hangisidir?” der. Herkes bir şeyler söylerse de hiçbiri isabet edemez. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın içinden bunun “hurma olduğu” geçtiği halde yaşça küçük olduğu için sesini çıkarmaz. Bilahare durumu babasına anlatınca, Hz. Ömer: “Keşke konuşsaydın” der.”123

Hz. Peygamberin çocuklarla haşır neşir olduğuna, oyun-la ilgili bahiste (7. maddenin tahlilinde) temas edeceğiz. Bu-rada hemen şunu söyleyelim ki, Hz. Peygamber (aleyhisselâm),

çocukları günlük beş vakit namazda camiye teşvik ettiği gibi124 cuma ve bayram125 namazlarına da katılmalarını teşvik etmiş-tir. Rivayetler onun (aleyhisselâm), omuzunda çocuk namaz kıldı-ğını,126 cuma hutbesi sırasında camiye giren torunlarını minbe-re çıkarıp yanında oturttuğunu127 belirtirler. Hz. Peygamber’in

(aleyhisselâm) çocukları, karşılama merasimlerine,128 düğün me-rasimlerine,129 ziyafetlere130 dahil ettiği, sadece ayakkabı gö-zetlettirmek,131 abdest ibriği taşıtmak,132 içecek dağıttırmak133 gibi basit işlere koşmayıp, aynı zamanda “sır” olduğu bildirilen iş tevdi ettiği,134 mektup postacılığı yaptırdığı,135 liyakati sebe-biyle cemaate başkan tayin ettiği,136 kapısında nöbet tutturdu-ğu137 gibi hususlar da belirtilir.

Bütün bunlar Hz. Peygamber (aleyhisselâm) devrinde çocuk-ların içtimâi hayata nasıl intibak ettirildiklerini (içtimaîleştiril-diklerini) göstermeye yeterli delillerdir.

Fikir beyanı hususundaki serbesti ve teşvikin en güzel ör-neklerini, Hz. Peygamber (aleyhisselâm), herkesten daha iyi anla-ma ve davranışları onunkine en uygun olanla-ma durumunda olan Hz. Ömer’de görürüz. Bir kısım rivayetler, onun, zuhur eden durumlar karşısında sadece büyüklerin değil, gençlerin de fik-rine müracaat ettiğini, “onları çağırıp onlarla istişare ettiğini”138 göstermektedir.

Hz. Ömer’in istişare meclisinde gençlerin de, hele İbnu Ab-bas gibi henüz çocuk telakki ettikleri birinin de yer alması, bü-yüklerin -an’anede mevcut telakki sebebiyle- itiraz ve sızlanma-larına sebep olmuştur. Hz. Ömer, yaşlıları ikna için, bir mesele-de hepsinin fikrini alır, hiçbirini tatminkâr bulmaz, İbnu Abbas’ın da fikrini alır. Onun cevabı hepsini memnun edince, meclise onu da almaktaki haklılığını isbat eder ve itirazlar kesilir.139

Rivayetler Hz. Ömer’in başlangıçta -belki de yaşlılardaki

örften gelen peşin hükmün izâlesine kadar- şûrâya alınan genç-leri, “kendilerinden sorulduğu takdirde konuşmaları” kaydına tâbi tuttuğunu ve bu kaydı sonradan kaldırmış olabileceğini ifa-de etmektedir. Bir gün Hz. Ömer, Kadîr Gecesi’nin Ramazan ayının hangi gecesine tesadüf ettiği hususunda konuşma açar ve çeşitli kimseleri dinler, aldığı cevapların hiçbirinden tatmin olmaz. İbnu Abbas’a dönerek: “Sen niye konuşmuyorsun?” der.

İbnu Abbas da, izin verirse “şahsî reyini” söyleyeceği kaydıyla söz alır ve izahatta bulunur. Cevaptan memnun kalan ve tatmin olan Hz. Ömer, “Seni izinsiz konuşmaktan men etmiştim. Bun-dan böyle seni bunlarla davet edince (izin istemeksizin) sen de konuş.” der.140 Muhtemelen bu hadiseden sonradır ki Hz. Ömer, istişare meclisindeki gençleri, yaştan gelen çekingenliğe karşı cesaretlendirmek için, zaman zaman şöyle demiştir: “Sizden hiçbirinizi, yaşının gençliği reyini söylemeye mâni olmasın. Zira ilim, ne yaşın gençliğinde ne de ileriliğindedir. Aksine Allah onu (genç ve ihtiyarlardan) dilediğine verir.”141

Hz. Ömer’in bilhassa ilimle meşgul olan gençlerin öğren-mek istedikleri şeyler hususunda çekingen olmamaları gerek-tiğine ziyade bir ehemmiyet verdiğini ifade eden başka örnek-ler ve rivayetörnek-ler vardır. Bunlardan birinde, İbnu Abbas’ın, kafa-sını kurcalayan bir meseleyi Hz. Ömer’den sormak için tam iki yıl beklediğine şahit olmaktayız. Nihayet o fırsat düşünce der ki: “Ey müminlerin emiri! Ben iki yıldan beri size bir hadis sor-mak istiyorum. Ancak zatınızdan duyduğum heybet sebebiyle soramadım.” Hz. Ömer’in mevzumuz bakımından önemli olan cevabını aynen kaydediyorum:

– Böyle yapma. Bir şey sormak istedin mi hemen sor. O hususta bilgim olursa sana söylerim, olmazsa “bilmiyorum”

derim.142

Çocukların terbiyesinde ehemmiyetle üzerinde durulan bu prensibin, kabiliyet sahiplerinin erken yaşlarda temayüzüne ve dolayısıyla İslâm aleminde ilmin gelişmesine küçümsenmeye-cek derecede katkıda bulunduğu söylenebilir. Nitekim tefsîr, hadîs ve fıkıh sahalarında hizmeti büyük olan İbnu Abbas, Hz.

Peygamber vefât eder etmez, yaşça çok genç -13 yaşların-da-143 olmasına rağmen, henüz sayıca çok olan Ashâb-ı Resülü teker teker dolaşarak ilim tahsil etmek üzere paçalarını sıvadı-ğını bizzat kendisi anlatır.144 Hadîslerin yazılma ve muhafaza-sında birinci derece hizmetiyle şöhret yapan Muhammed İbnu Şihâbi’z-Zührî’nin de yaş sebebiyle çekingenlik kompleksine kapılmayanlardan biri olduğunu, kendisine ilim için müracaat eden gençlere yaptığı şu tavsiyeden anlamaktayız:

– Yaşlarınızın küçüklüğü sebebiyle kendinizi hakîr görme-yin, zira (koca Halîfe) Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh), müşkil bir işle karşılaşınca, gençleri çağırır, onlarla istişare eder, kes-kin zekâlarına tâbi olurdu.145

Bu mesele ile ilgili başkaca misâller 7. maddenin tahlilin-de gelecek.

Daha on beş yaşında iken fıkıh ilmindeki liyakati husunda çevresine itminan vermiş olan İmâm-ı Şâfiî’ye, halkın, müşkil-lerinin halli için müracaat ederek: “Ey Ebâ Abdillâh, bize fetva ver, artık fetva verme zamanın geldi” demelerini, hatta bizzat meşhur fakîh Süfyân İbnu Üyeyne’nin -ki Şafiî’nin hocasıdır- kendisine, tefsir ve fetvâya müteallik bir müracaat yapıldığın-da, küçük Şâfiî’yi göstererek: “Bu çocuğa sorun” demesini göz önüne alacak olursak, Hz. Peygamberin getirdiği şeria-tın tesiriyle ilk asırlarda Müslümanlar arasında gerek âlim ve gerek câhil tabakalarda “yaş” meselesi karşısında yerleşmiş olan sağlıklı espriyi anlarız.

Şunu da belirtelim ki, bu söylediklerimizin “Küçükler nez-dinde ilim aramak kıyamet alametlerindendir.”146 mealindeki hadislere ters düştüğü söylenerek itiraz edilemez. Zira, başta İbnu’l-Mübarek, birçok âlimlerimiz, bu hadisteki küçükler tabi-riyle kendi re’yi ile fetva verenlerin, dinî meselelerde selef alim-lerinin yolunda gitmeyenlerin”, “başkalarının re’yini ashâbın re’yine tercih edenler”in, “ehl-i bid’at” vs. nin kastedildiğini belirtirler147 ve hakiki ilim sahibinin yaşı ne olursa olsun “bü-yük” olduğunu, câhil kimse pir-i fâni de olsa “küçük” olduğunu belirtirler.148 Nitekim İmam Buhari, bu hususu te’yîden şöyle demiştir: “Bir kimse, yaşça ve ilimce kendi fevkinde, mislinde ve dûnunda (aşağısında) olandan hadis yazmadıkça (yani ilim almadıkça) ilimde kemâle eremez.”149

Günümüz anlayışına ne kadar ters düşerse de, dört ya-şındaki çocuğun halife me’mun’un huzurunda Kur’ân okuyup

“rey beyan ettiği”ne dair rivayetler,150 belirtmeye çalıştığımız İslâmî telakki açısından bizi fazla şaşırtmaz.