• Sonuç bulunamadı

2. BALDUR OYĠANĠAN ÂDEM ROMANININ İNCELEMESİ

2.3. KİŞİLER

2.3.2. Tipler

2.3.2.1. Yapılarına Göre Tipler

Bunları en genel özelliklerine göre olumlu-olumsuz, iyi kötü oluşlarına göre tasnif edebiliriz.

2.3.2.1.1. Yüceltilmiş Tip

Buna ‘idealize tip’ de denir. Yazarın ana izleğe bağlı kalarak kendi kafasında biçimlendirdiği kusursuz bir tip olup; romancının düşünce ve duygularını dile getiren ve temsil eden bir kişidir. Bu tip, yazar tarafından olumlanan değerleri, fiilleri, duygu ve düşünceleri savunarak, yaşayarak temsil eden biridir. Dini, milli, ideolojik, felsefi ya da başka bazı sosyal nitelikleri taşır. Bu değerler adına yerine göre mücadele ederek üstün fedakârlıklarda bulunabilen kahraman bir kişidir. (Çetin, 2009: 149)

İdealize edilmiş tipe örnek olarak yine şair Abduhaluk Uygur’u verebiliriz. Abduhaluk Uygur inandığı değerler uğruna ölümü hiçe saymış ve asla yılmamış geri adım atmamıştır.

Uygur varlıklı bir tüccar ailesinde dünyaya gelmiş, okumuş Çince öğrenmiş, zeki bir gençtir. Ailesi onun ticarete atılmasını yahut da hükümette memurluk yapmasını istemektedir. Ancak Uygur’un hayalinde okul açarak Uygur gençlerini eğitmek, Uygur halkını yattığı derin uykudan uyandırmak arzusu vardır. Babası bu durumun tehlikelerinden bahsetse de o bu arzusundan vazgeçmez. Neticede bu uğurda

58

şehit olur. Onun son bölümde zalim Şın Şı Sey’e söyledikleri de bu duygularının asla değişmediğini göstermektedir:

“-Var! –Dedi şair sesini yükselterek, halkın baharı beklemesi hiçbir zaman ham hayal veya düş görmek değil, halkın arzusu yerine gelecek. Zalimlerin tabiatında değişiklik olacak diye beklemek, onlardan şefkat beklemek bence düş görmek olur. Onlar birer yırtıcı, onlardan ümit beklemek beyhude, af dilemek de beyhude ve ar meselesidir!” (Tömür, 2009: 369)

Yüceltilmiş tipe ayrıca Timur Halife, Emet Tamak, Hocaniyaz Hacı gibi isimleri de örnek verebiliriz. Çinli Genel Valiler ve yerli Beylerin halka karşı artan baskısı ve zulmü neticesinde bu kahramanlar ortaya atılıp, olağanüstü gayretlerle mücadele ederek milletin hakkını savunmuşlardır. Yiğitlikleriyle nam salmış bu kişiler usta birer savaşçıdır. Düşmanları; onları savaş sahasında dize getirememiş, karşılarında duramamıştır. Düşman ancak hileye başvurarak bu üç kahramanı ortadan kaldırabilmiştir.

2.3.2.1.2. Nihilist Tip

Nihilizm, bizatihi hayatı, salt yaşamayı en üstün değer bilen dünya görüşüdür. Nihilist, idealist değildir ve ideolojik, dini, milli, sosyal değerlere kayıtsızdır. Ciddi ve samimi anlamda bir inancı yoktur. Onda fiziksel dünyayı ve biyolojik varlığı korumak ve devam ettirmek esastır. Nihilist ölümden korkar. Sahip olduğu kısa ömründe dünya nimetlerinden sonuna kadar yararlanmayı, zevkle, hazla, eğlenceyle yaşamayı amaç edinir. Hedonisttir, tensel hazlarına bağlıdır. İçgüdülerine ve rastgele oluşan şartlara göre yaşamayı seçer. Kıskançtır. Öteki insanların saadetini istemez. Yıkıcıdır. Başkalarının kötülüğünü ister ve sebep olur. (Çetin, 2009: 153)

Nihilist tipe en uygun örnek Rozi Molla’dır. Rozi Molla varlıklı bir ailenin çocuğu iken babası öldükten sonra tensel hazlarının peşine düşmüş ve bütün varlığını tüketmiştir.

Rozi Molla aslında usta bit hattat olduğu için molla diye nam salmıştı. Babası Sadık Cisa tek oğlunu iyi bir eğitim alması için Şötan’a götürüp Çince okuttu. Maalesef “ayağı eve girmeden ayakkabısı başköşeye kuruldu” denildiği

59

gibi Rozi Molla Şötan’a girerek gelecekte tercüman olma garantisi ve bunun rahatlığıyla zevk sefaya daldı. Onun afyona alışması ise bütün bahtsızlıkların miladı oldu. Şanssızlık olarak babası hastalık sebebiyle ansızın dünyadan göçtü. Üvey anasının bir yıl sonra babasından kalan varlığın sekizde birini alarak kendi ana-babasının yanına gitmesinin ardından babasının, komutanlık yaptığı devirde topladığı mal mülkü yalnızca Rozi Molla’ya kaldı. O kalan iki yıllık eğitimini tamamlarken babasından kalan mirası saçıp savurup, afyon ve şarapla tüketti. Böyle dağınık bir hayatla okulu da iyi okuyamadı. Bundan dolayı mezuniyet töreninde birinci olarak Abduhaluk Uygur’un ismi, otuzuncu olarak ise Rozi Molla’nın ismi okundu. Her halükarda okulu muvaffakiyetle bitirmiş olsa da ona bir vazife verilmedi. Rozi Molla buna aldırmayıp, varını yoğunu satıp yemeye devam etti. Lakin afyon humarından ibaret olan bu kötü hastalık onu günden güne halsiz bırakıp, bir deri bir kemik haline getirmişti. Varlığı tüketip, evinin duvarıyla kalan Rozi Molla karşılaştığı kişilerden borç isteyip, herkesi bıktırmış, hatta hısım akrabasını da bezdirmişti. O böyle beter bir hale düşüp kalsa da, günde bir kez afyon çekmeden duramıyordu. Ancak afyon pahalıydı. Afyona bakarak şarap biraz daha ucuzdu. Bu yüzden o afyon ihtiyacını şarapla gidermeye mecbur oluyordu. Böylesi acınacak bir hale düşen Rozi Molla’nın toplum içinde hiç itibarı kalmamıştı. Bu sebepten olsa gerek onun eski adı değişip Arık Rozi olmuştu. (Tömür, 2009: 165)

Abduhaluk Uygur’la okul arkadaşı olan Rozi Molla onun başarısını çekememekte, yüreği haset ateşiyle tutuşmaktadır.

-Seninle birlikte okuyanların bazıları tercüman, hükümet görevlisi oldu. Onlar göreve başlar başlamaz kursağını şişirmeye başladı. Halk denilen yamandır. Her biri bir parça verse de bir adamı semirtmeye yetiyor.

Bu sözleri duyan Rozi Molla haset odunda yanıp sanki akrep sokmuş gibi azap çekiyordu. O ne yapsın, ne söylesin?! Böyle acınacak bir haldeyken, en iyisi derdini içine atıp sessizce oturmak.

-Abduhaluk beyzadeye baksan, tercüman da olmadı, öyle olsa da atın iyisine binip, samur kalpaklar giyip kibirle yürüyor. –Dedi Davur Rozi Molla’nın can damarına basıp, -ona bir de şair diyorlar. Lükçün Beyi dört yüz kilogram buğday göndermiş diyorlar. Abduhaluk evinde olmasa da, beyin adamları buğdayı onun evine getirmişler. Bu işe benim aklım yatmadı, neden böyle yaptılar?

60

-Bey –idareciler de kör, kör olmasa boşu boşuna… -Dedi Rozi Molla iç geçirerek. O, boğazına bir şey takılıp gelmiş gibi sözünün sonunu getiremeyip, titremeye başlayan elleriyle romkayı alıp, şarabı bir dikişte içti ve yüzünü buruşturup sessizce oturdu. (Tömür, 2009: 167)

Rozi Molla ona iyilikten başka bir şey yapmayan okul arkadaşı Abduhaluk Uygur’a karşı öylesine bir kıskançlık ve kin içindedir ki onu hükümet yetkililerine şikâyet etmekten çekinmez.

Nurbeg Abduhaluk Uygur’un ismini daha önceden duymuş, bilhassa Çinceyi iyi bildiğini ve şairliğini duyup gönlünde ona karşı aşinalık hissi doğmuş, bununla birlikte haset duygusu da peyda olmuştu. Bu yüzden o ilgiyle sormaya başladı.

-O da kendince bir şeyler yapmaya çalışıyor.

-Nasıl? –Dedi Nurbeg şaşırarak, o hükümet işlerine yardım etmiyor mu? -O “Açıl” diye şarkı söylüyor! –Dedi Rozi Molla kindar bir şekilde gülümseyerek.

-Ne demek bu, o mu “Açıl” diyor?

-“Açıl” diyenlerin öncüsü o, -dedi Rozi Molla çevikçe. –Geçen yıl okul çocuklarına “Açıl”ı kendisi öğreterek onlara katılıp söyledi, bununla birlikte bütün yurda yayılıp gitti… (Tömür, 2009: 288)

Rozi Molla hükümette çalışmaya başladıktan sonra halka zulüm etmeye başlar. Ancak çok geçmez inkılâp gerçekleşir. Hükümet isyancıların eline geçer. Böylece halk Rozi Molla’ya karşı öfkesini açığa vurarak onun cezalandırılmasını ister. Bu durumdan kurtulmak isteyen Molla kaçıp saklanır. Fakat yine afyon belası nedeniyle yakayı ele verir. Kızgın kalabalığın elinden Abduhaluk Uygur ve arkadaşları sayesinde kurtulan Molla’yı ölüm korkusu sarmıştır.

Rozi Molla çok korkmuştu. Yüzünden kan çekilmiş, insanların yumruk, tokatlarının değdiği bazı yerleri gövermiş, şişmişti. O bu anda mezardan çıkmış hortlak gibi görünüyordu.

Korkma! –Dedi şair onu çekip kalem odasına getirdikten sonra, o şimdi “sınıf arkadaşı” hassasiyetiyle konuşuyordu, -adamlarımız seni halkın gazabından kurtardı. Bunu bilmen gerek. Eğer halkın elinde kalsan, iş başka türlü olurdu. Bu, halka zulmetmenin akıbeti, halktan ayrılmanın alametidir. Bu hakikati anlaman gerek!

61

Rozi Molla halen ayılamamıştı, ondan hiçbir ses çıkmıyordu. Bir süre sonra o derin bir nefes çekti ve kuruyup kalan dudaklarını yalayarak:

-Birazcık su içsem, -dedi güçlükle konuşup. -Çay var, -dedi şair.

Fedailerden biri diğer odadan bir piyale çay getirdi. Rozi Molla çaydan bir iki kez çektikten sonra şaire bakıp:

-Canım Abduhaluk, bir olsa da senden, iki olsa da senden, ikimiz sınıf arkadaşı değil miyiz?! –Dedi ve kendini yere atıp şairin ayağına sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladı. (Tömür, 2009: 357)

Ancak işler değişip Çini zalim Şın Şı Sey idareyi eline alınca Rozi Molla Uygur’un kendisine yaptığı iyilikleri, onun ölümden kurtarmasını unutarak Çinli askerleri alıp beraberinde getirerek Abduhaluk Uygur’un tutuklanmasını sağlamıştır.

Bu sırada evin etrafını düşman kuşatmıştı. On kadar asker avluya girip doğruca Abduhaluk Uygur’un olduğu odaya doğru geliyordu. Onları görüp korkan Niyaz Hanım bayılıp kaldı. Şair avluya çıkıp:

-Buyrun, kimi arıyorsunuz? –Dedi.

Onların arasında Rozi Molla da vardı. O öne çıkıp, tıpkı yaz günleri bodrumda uyuyup çıkan adam gibi etrafa bakmadan, Abduhaluk’a doğru bakamayıp, şüpheyle kekeleyip:

-Tümgeneral seni çağırıp gelmemizi söyledi, beni de yolu göstermem için gönderdiler, -dedi.

-Kendin alıp gelmiş olmayasın! –Dedi şair onun gözlerine gazap dolu gözlerle çakılıp.

-Yok, yok ben öyle yapar mıyım?! –Yüzü sararan Rozi Molla şairden gözünü kaçırıyordu.

-Gözünü kaçırma! Gözünü kaçırmakla vicdan azabından kurtulamazsın. Vicdan önünde, senin gibi pişman olup azap çekmekten, ölümün şerbetini içmek evladır. Bunu iyi bil! –Dedi şair öfkeyle. (Tömür, 2009: 365)

Benzer Belgeler