• Sonuç bulunamadı

2. BALDUR OYĠANĠAN ÂDEM ROMANININ İNCELEMESİ

2.7. Sosyal Zemin ve Romana Yansıması

“Baldur Oyġanġan Âdem” bir çağ romanı olduğu için konu edindiği devrin bir takım sosyal aksaklıklarını, içtimai olaylarını da aksettirmektedir. Devrin sosyal ve siyasi şartları romana sindirilmiş, okuyucuya devri anlama ve yorumlama noktasında bir bilinç kapısı açılmıştır diyebiliriz. Mesela eserde ele alınan yerli mollaların ceditçi eğitime karşı çıkması, ceditçileri tekfir ederek onlara yaşam alanı bırakmaması, bu tür yenilik faaliyetinde bulunanları hükümete şikâyet ederek eğitim –öğretim aleyhine aksiyona geçmeleri devrin sosyal şartlarını göz önüne sermektedir. Ayrıca kadınların sosyal durumu, eğitim durumu ve bunun acıklı neticesi romanda işlenmiştir.

104

Bahse konu dönemde çocuk olan yazar içinde bulunduğu toplumu iyi gözlemlemiş, devrin illetlerini başarıyla tespit etmiştir. Romanda işlenen dönemden yaklaşık 10-15 yıl öncesinde bölgede bulunan Ahmet Kemal İlkul ve Adil Hikmet Beylerin verdiği bilgiler yazarı desteklemekte, anlatılan olayların yalnızca bir kurgudan ibaret olmadığını belgelemektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi eser bedii yönünden ziyade devre ışık tutmasıyla büyük bir önemi haizdir.

Menlik, Haşim denenler de dershanenin içine girip, hiç durmadan gevezelik yapmaya başladı:

-Ya Allah, Ya Kerim, işte bu ceditlik, dinden çıkmak değil mi?! Menlik Sofi başını sallayarak devamlı konuşuyordu. –Sırada, masada oturmak imansızların işi. Biz Müslümanlara diz üstü oturup ders dinlemek sünnet. Cenabı Resulullah ders anlattığında otuz üç bin sahabenin hepsi diz üstüne oturup dinlemedi mi?.. (Tömür, 2009: 65)

Görüldüğü üzere yerli mollalar sıralarda oturmayı kâfirlik olarak görüyor, buna da Hz. Peygamberin sahabesinin onu yerde oturarak dinlemesini delil gösteriyorlar. Kemal İlkul bu meseleyi:

Hiç inkâr edemezsiniz ki bugün Altışehir’deki mektepler hayvan ahırlarına benziyor. Çocukların altındaki saman –Altışehir mekteplerinde çocuklar saman, toprak üstüne oturtulmakta idi. Kaşgar’da birinci defa olarak iki yüz elliden fazla usul-i cedit sıralarını ben yaptırmış idim. O zaman bazı molla efendiler buna itiraz etmişler, “kitab-ı sünnete muvafık olmayıp bu gibi sıralarda insan değil, şeytan oturur.” demişlerdi.- Eğer ders zamanından hariç bir vakitte görülse buranın mutlaka bir ahır olduğuna hükmedilir. (İlkul, 1999: 212)

cümleleriyle aktarmaktadır.

-Bizim okul açmamıza dinî, hurafe temelli örf adetler de sert engeller çıkarıyor. En tehlikeli ve zehirli kara güç işte bu. Bunlara teşebbüs eden cehaletperestler, halkın uyanışından çok korkuyorlar. Çünkü halk cehalet, nadanlık uykusundan uyansa, onların menfaatleri zarar görecek. Bunun için, onlar her türlü içtimai uyanış hareketine karşı çıkıyor. Mesela, Mehsutbay Tataristan’dan iki kez öğretmen davet edip tüm masraflarını kendisi karşılayarak Astane’de okul açtı. Bu okullarda, okutma işleri bir zaman yoluna konuldu. Daha önce bahsedilen mutaassıp kara güçler isyan başlatıp: “Mehsutbay yenilikçi mektep açtı, hesap, coğrafya diye Besmelesiz bir şeyler okutuyorlar, dünya yuvarlak diyorlar” diyerek fitne fesat yayıp, Yan Zenşin’e

105

şikâyet ettiler. Yenilikçi mektepleri kapatmak için bahane bulamayan Yan Zenşin onların şikâyetini dikkate alıp bir buyrukla yenilikçi okulları kapattırdı. Öğretmenlerini kovdu, hatta sürgün etti. Bunlar 1918 yılında olan şeyler. Aradan birkaç yıl geçince Kaşgar’da yine bir eğitim hareketi başladı. Merhum Abdukadir Damollam öncülük yapıp, medreselerdeki eski tarz eğitim işlerinde ıslahat yapmaya teşebbüs etti. Medreselerin vakıflarından para ayırıp, öksüz – yetimlerin bakımını yoluna koydu. En önemlisi yabancı ülkelerden gelen misyonerlere karşı koydu. Ne yazık ki, Abdukadir Damollam’ın terakkiperverliğini desteklemek yerine bir takım zenginlerle mutaassıp kara güçler ağız birliğiyle ona karşı çıktılar. En sonunda bu kara güçler bir suikastla Abdukadir Damollam’ı katlettiler. (Tömür, 2009: 46-47)

Yine bu meseleyi Kemal İlkul’dan takip ediyoruz:

Selim Ahund namında bir molla efendi Kaşgar’a geldiğim günden beri bütün dini ve milli teşebbüslere karşı duruyor,”Usul-i ceditçiler Allah’ı tanımazlar, dine itikatları yoktur, ahkâm-ı şeriata rağbet etmezler” gibi bir takım bühtanlarla (iftiralarla) zavallı memleketin afakında (ufuklarında) bir baykuş gibi ötüyordu. Bu iğvalara (ayartmalara) başlıca sebep Darülmuallimin-i İttihat’ın küşadında (açılmasında) Bahaeddin Bayın Selim Ahund mollaya suret- i mahsusada (özel olarak) bir hediye “rüşvet” vermemesi meselesi imiş…

Darülmuallimini tesis edeli iki ay kadar bir zaman olmuştu. Talebelerim arasında yirmi yaşını tecavüz eden oğullar da var idi. Bunlardan Mahmut isminde bir efendi ‘Tarih ve coğrafya okumak haram imiş. Bu hususa dair Molla Selim bir fetva çıkarmış, halkın nazar-ı nefrininde (nefretli bakışları altında) yaşar olduk. Yurdumuzda açık bir alınla gezemiyoruz’ diye suzişli (yanıp yakılan) bir lisan ile talebe namına müracaatta bulundu. (İlkul, 1999: 104)

Muhitiler ailesinde ağabey kardeş dördü birlikte çiftçilik ve ticaretle meşgul oluyordu. Bunlardan ikincisi olan Mehsut Muhiti 1910 yılından itibaren ticaretle meşgul olup, Moskova, Leningrad, Kazan, Semey, Taşkent, Almatı gibi şehirlere gitmiş, Asya, Avrupa medeniyetiyle karşılaşmış ve o yerlerdeki terakkiyatı görüp, ufku açılmış bir aydın idi. O Moskova’da kaldığı sırada Rus öğretmen tutup Rusça öğrenmiş, yine birçok bilgiye sahip olmuştu. Doğu Türkistan’a dönüp geldikten sonra, o Rusya’da edindiği adet üzere Avrupai elbiseler giyip, kravat takıyordu, hatta saç uzatıp başı açık bir halde sokaklarda geziyordu. Bu tür yeniliklere tüm varlığıyla karşı çıkan mutaassıp kara güçler o

106

vakitlerde Turfan’da çok ve güçlü idi. Mutaassıp güçler Mehsut Muhiti’ye “Cedit”, “İmansız” diye karşı çıksalar da o onların her türlü baskı ve kargışlarına kulak asmadan, hurafeciliğin boyunduruklarını parçalayıp atarak, kendi doğru bildiği yolda yürüyordu. Bugün onun Mucan Karizine başı açık gelip, yine bu halde Astane’ye dönüp gitmesinin altında bu yatıyordu. (Tömür, 2009: 171-172)

O dönemde sarık takmayan, cübbe giyip sakal uzatmayan kimselere iyi gözle bakılmıyor tabiri caizse bu kişiler adam yerine konulmuyordu. Bu hususu Kemal İlkul da dile getirmektedir.

Ben yine başımın sarığı, arkamın cübbesi ve hayli uzamış olan sakalımla bunların arasında bulunmakta ve kendilerini yeni vazifelerinde muvaffak olmaları için teşvik ve tergibden (heveslendirmeden) geri kalmamaktaydım –O zaman Kaşgar’da sarıksız, cübbesiz ve sakalsız bir şahsın söyliyeceği sözlere kıymet verilmezdi. (İlkul, 1999: 100)

O dönemde Doğu Türkistan’da kızlara okuma yazma öğretilmiyor, kız çocukları küçük yaşlarda kendisinden yaşça çok büyük insanlarla evlendiriliyordu. Kadınlık müessesi bir eğlence haline getirilerek erkeklerin elinde adeta bir oyuncağa dönüştürülmüştü. Bu mesele romanda açıkça ele alınmasa da Ayimhan’ın arkadaşı Hasiyet’in söyledikleriyle sezdirilmeye çalışılır.

-Boş laf! –Dedi hasiyet yüzüne kati tavır takıp, er dediğin bir anda değişiverir. Onlarda insaf yok, bırakmak istediği anda bırakıp giderler. En iyisi, kadın kısmı işin sıcağında birkaç çocuk doğurup, büyütüp kök salmalı. O zaman erkek kısmı kıpırdayamıyor. Biliyor musun, sen şimdi kökü olmayan ağaca benziyorsun… (Tömür, 2009: 216)

Bu konuşma neticesinde Ayimhan kendini güvende hissetmeyerek bir üfürükçüye başvurmuş, neticesinde sağlığından ve genç yaşında hayatından olmuştur. Bu konuyla ilgili hem Kemal İlkul hem de Adil Hikmet Bey çok çarpıcı bilgiler verirler. Ne İslam ahlakıyla ne de Türk töresiyle ilgisi olan bu rezil durum maalesef devrin gerçeklerinden biridir. Bu durumu İlkul:

İkinci akşam hiç de hatırımdan çıkmaz, garip bir mübahase (münakaşa) açıldı. Kaşgar’da kadınlık hayatına ait vaki olan bir sualime Muhtar şu suretle cevap vermişti: ‘Beyefendi, size kısaca bir cevap veriyim mi? Ben otuz yaşındayım, seksen iki kadın aldım, bıraktım… İşte şu cevaptan Kaşgar’da kadınlık mevkisini anlıyabilirsiniz’ dedi. (İlkul, 1999: 91)

107

Adil Hikmet Bey’in anılarında ise durumun vahameti dudak uçuklatır cinstendir.

Merkum yalnız para cem etmekle kalmıyor, şu fani dünyanın lezzetlerini bolca tatmak istiyordu. Sık sık kadın değiştiriyordu. Teehhül ettiği bir kadınla azami bir iki ay yaşadıktan sonra başka birisini alıyordu. Said El Aseli, Türkistan’da bulunduğu müddetçe tam dört yüz yirmi kadın alıp boşamıştı. (Adil Hikmet, 2012: 265)

Ta’addüd-i zevcat (çok karılılık) son derecede çoktur. Hocalar tarafından zehirlenmiş olan bir kısım halk, iki günde bir kadın alır ve boşar. Zevceliğe (karılığa) intihab olunan (seçilen) kızlar arasında dokuz yaşında masumlar doludur. Bu şer’i bir fuhuştur. Ulema bunu hayvani şehvetlerine uygun gördüklerinden:

‘Kadınlar’ derler. “İnsanların hevasını teskin için yaradılmışlardır. Hakkında hadis vardır.”

Ulemanın bu sözleri her tarafta işitilir. Beş yüz kadın almış ve beş yüz çeşni değiştirmiş insanlara tesadüf olunur. Halk arasında Ahmet namında bir şahıs tanıdık ki, on bir yaşında bir kızcağız ile teehhül etmiş, zevcesine hediye olarak bir de lastik top almıştır.

Bu zevceyi çok defa kapısının önünde top oynarken gördük. Kızın kocası onunla geçen hayatını, mahrem münasebetler esnasında çıkardığı feryatları ne suretle kestiğini, göğsünü kabarta kabarta söylemekten utanmamaktadır. (Adil Hikmet, 2012: 316-317)

Yine Adil Hikmet Bey Aksu’ya giderken Tumşuk Pazar namında bir köyde konakladıklarını, bu esnada kendilerini ziyaret eden bir Müslüman Türk kadınının şikâyetlerini dinlediklerini söylüyor. Bu kadının daha önce birkaç defa Müslümanlarla evlendiğini ve her defasında terk edildiğini, bir Çinliyle evlenmek zorunda kaldığını, kızının da bir Çinliyle evlenmesine mecburen razı olduğunu gözyaşlarıyla anlattığını, hocalardan şikayetçi olduğunu belirten Adil Hikmet Bey duygularını: “Hasılı bu

muhitte kadın çok hakirdi. Erkek elinde canlı bir oyuncaktan başka bir şey değildi.”

108

Benzer Belgeler