• Sonuç bulunamadı

2. BALDUR OYĠANĠAN ÂDEM ROMANININ İNCELEMESİ

2.5. MEKÂN

2.6.5. Hakaret ve Küfürler

96

“Küfür, bir üstünlük, saldırganlık, iktidar göstergesi olarak ve rahatlama amacıyla kullanılır ve kızgınlık, sinirlilik, öfke anlarında söylenir. Bazıları da konuşmaya espri katmak ya da şaka yapmak için kulanır.” (Çetin, 2009: 268)

Mollalara söylesen onlar işe yaramaz, namussuzlar hazır ekmek, bedava pide bulsa yiyip yatıyor. (Mollilarġa sözliseñ, ularġa xuşyaqmaydu, qiz talaqlar teyyar nan, bikar poşkal bolsa yep yétivéridu. s. 72)

Namussuz, yağsız kalmış. (Qiztalaq, yaġsirap qalġaniken (s. 94)

Namussuzlar kadın kız adını duyunca eriyip suya dönüyorlar. (Qiztalaqlar qiz – çokanniñ étini añlisila, érip su bolup kétidu. s. 96)

Bunu kendi gözleriyle gören şehir halkı bu bayları alaya alıyor “dalkavuklar” diye hakaret ediyorlardı. (Buni öz közi bilen körüp turġan şeher ahalisi bu baylarni mesxire qilatti ve “yalaqçilar” dep tillişatti. s. 150)

Size benzer bir adamı çölde görse, o vahşi askerler öldürmekten çekinmez. (Sizge oxşaş ademni çölde körse, u qara saq çérikler öltürüp yéyiştin yanmaydu. s. 253) “Ananı” diye küfür ederek gelip onu kamçılamaya başladı. (“anañni” dep tillap kélip uni qamçilaşqa başlidi. s. 269)

Hay… Ananı!.. Hu… Anañni!... s. 341)

-Ananı!.. Şün Fayü’nün kızaran gözlerinde gazap (s. 341) kıvılcımları parıldıyordu. (- Anañni!... Şün Fayüniñ qizarġan közliride ġezep uçqunliri çaqnaytti. s. 341)

2.6.6. Nükte ve Alay

“‘Nükte’, espri, ince manalı şaka sözüdür. Nükte, bir fikir veya sanat eserinde zekice araya sokuşturulmuş olan, anlamakta güçlük çekilen, ancak dikkatle farkına varılabilen, ince, zarif, hoş, şakalı, ustaca ortaya konmuş mana, ifade, söz veya unsurdur.”(Çetin, 2009: 292)

Alay Türkçe Sözlük’te; “Ses tonu, söz, davranış vb yollarla biriyle, bir şeyle

eğlenme, küçümseme.” (TDK, 2005: 67) anlamındadır.

Aşağıdaki satırlarda Çinli Genel Vali Yan Zenşin’in ölümü ve şairin Urumçiye gitmesi arasında bir bağ kurulmuş ve bu mesele bir nükteyle anlatılmıştır.

-Nimet Halife’nin sözü doğru çıktı, -diye söze başlayan Latif Efendi bir fıkra anlattı. Bir adamın karısı dik başlı ve kavgacıymış. Erikler olduğunda bir

97

gün bu kadın erik kurutayım diye eriğe çıkmış, düşüp ölmüş. Bu kadını yıkayıp defnedip, kırkı çıktıktan sonra, eş dostu uygun birini bulup o adamı evlendirmişler. Bu kadının huyu çok iyiyiymiş. İki üç gün geçtikten sonra akrabaları yoklamaya gelip: “Nasılsın, halin hatırın nasıl? Diye sormuşlar. O adam cevap verip: “Böyle olacağını bilsem, önceki karımı yıllar önce erik toplamaya çıkarmaz mıydım” demiş. Bu fıkrayı anlatarak Nimet Halife bizi güldürmüştü. Bunun gibi böyle olacağını bilsek, şairi yıllarca önce Urumçi’ye göndermez miydik? (Tömür, 2009: 151)

-Nemet Xelipetimniñ bir gépi toġra keldi, -dep bolup, bir kişiniñ ayali tersa hem soquşqan iken. Örük pişşiqda bir küni bu ayal örük qaqimen dep örükke çiqip, yiqilip çüşüp qaza tépiptu. Bu ayalni yuyup –tarap yerlikke qoyup, qiriq nezirini bérip bolġandin kéyin, el –aġiniliri layiq tépip u kişini öylep qoyuptu. Bu ayalniñ micezi obdan bolġaçqa, yarap qaptu. İkki –üç kün ötkende aġiniliri yoqlap kélip: “qandaqraq, miceziñlar kélişip qalġudekmu?” dep ehval soraptu. U kişi cavab bérip: “Mundaq boluşni bilgen bolsam, avvalqi ayalimni neççe yil burun örük qaqturġili çiqarġan bolar ikenmen” deptu. Dep Nemet Xelipitim bizni şundaq dep küldüretti. Şuniñġa oxşaş bundaq boluşni bilgen bolsaq, şairni neççe yil burun Ürümçige evetken bolattuq.” (Tömür, 2009: 151)

Aşağıdaki satırlarda yine Nurahun adlı bir gencin babasının vasiyeti için mezarlığa gitmesi üzerine Yan Zenşin’in ölümü alaya alınmaktadır.

-Nurahun, geç kalmış pazarcı gibi bu acele ne, nereye böyle? –Diye sordu. -Mezarlığa, -dedi o aceleyle.

Eski mezarlık şimdiki Hançin sokağıyla kütüphane arasındaki tepedeydi.

Cyancün’e mezar mı kazacaksın? Onu oraya gömdürmeyiz-dedi az önceki delikanlı şaka yaparak.

-O kişi varacağı yere vardı, -dedi o net bir tavırla, -ben başka iş için gidiyorum. (Tömür, 2009: 148)

-Nuraxun, keç qalġan bazarçidek aldirap méñipsenġu, nege mañdiñ? –Dep çéqişti.

-Şéhitlikke, -dédi u aldirap.

Kona şéhitlik hazirqi Xañçiñ koçisi bilen kitabxana ariliqidiki döñlükte idi. Ciyañcünge şam gör kolay demsen? Biz u yerge qoydurmaymiz, -dédi héliqi yaş çaqçaq qilip.

98

-U kişi bardiġan yérige bérip boldi, -dédi u rast sözlep, -men başqa işqa kétivatimen.” (Tömür, 2009: 148)

Aşağıdaki satırlarda Turfan beyinin şairden kendisini öven bir kaside yazmasını istemesi için bir adamını göndermesi şair tarafından alaya alınmaktadır. Şair kasideyi yazmak için uygun mürekkep olmadığını, uygun mürekkebin Kızıl Deniz’den geleceğini söyleyerek beyin adamıyla alay etmektedir.

-Gan efendimin aklına bir iş düşse, o işi yapana kadar adamı dinlendirmiyor. O, beni ambardan iki daden buğday doldurup Turfan’a götürüp Abduhaluk şahir (“şair” sözünün bozularak söylenişi) ile görüşüp gel, buğdayı onun evine bırak, şahir bana, Kuça beylerini batırıp, beni metheden şiir yazıp versin, ben yine ödül alayım diye gönderdi. Bundan dolayı, ben şahiri bulmak için Turfan’a gittim. Orada soruşturup şahiri Astane’ye gitti diye duyup buraya geldim. Yoksa buraya gelmeyi rüyamda bile görmezdim.

Şair birden kızarıp bıyık altından güldü ve: -Buğdayı bırakmasaydın, -dedi.

-Neden ki ?

Tipik bir Lükçün’lü olan bey şairin sözüne (s. 179) şaşırıp “neden ki” dediğinde “ki” bağlacını söylerken ağzı ineğin ağzı gibi açılıp kalmıştı. Onun bu andaki durumundan hem şaşırdığı, hem soru sormaya çalıştığı anlaşılıyordu.

-Bey –efendileri öven kasideleri sıradan kalemlerin yazması olmaz, ben bu güzel sözleri yazmaya layık değilim, -dedi şair söz değiştirerek.

-Yok, yok yazmasanız olmaz. Bize nefes aldırmaz, gece uyutmaz. Beylerin mizacını sizler bilmezsiniz, onlar çok tez canlıdır.

-Ben uzun zamandan beri bey –efendilerin hoşuna gidecek, ağızlarını tatlandıracak nazımlar yazayım diyorum. Fakat ona layık mürekkep dahi gelmedi henüz. Yalan söylüyorsam, sorun, bu arkadaşların hepsi biliyor. Duydum ki Şor Derya’da bir tür kızıl kehribar taşı var diyorlar. Onu aldırıp getirtip yazacağım. Ondan başkası efendilere layık değil. Siz gidip efendilere haber verin, kehribar taşı gelir gelmez hemen beyin hoşuna gidecek, ağzını tatlandıracak bir nazım yazıp hediye edeceğim, -dedi şair gülmeden oturarak.

-O ne zaman gelir?

-Geçen yıl hacca gidenlere söyledim, onların gelmesine az kaldı. -Biz biliyoruz, şahidiz, -dedi Niyaz Kari.

99

-Dediğiniz doğruysa ben gideyim, uzun oturamayacağım, -bey yerinden kalkıp vedalaştı. Ev sahibi onu merdivenlere kadar uğurlayıp geri geldiğinde, evde kahkahalar yükseliyordu. (Tömür, 2009: 179-180)

“-Gañ Ġocamniñ köñlige birer iş kirivalidiġan bolsa, şu işni qildumiġuçe ademni tindurmaydu. U méni sañdin ikki daden buġday qaçilap Turpanġa apirip Abduxaliq şahir (“şair” söziniñ buzulup éytilişi) bilen körüşüp kel, buġdayni uniñ öyige töküvet, şahir maña Kuça Vañlirini çökürüp, méni maxtap şéir yézip bersun, men yene şañ qilimen dep evetti. Şuña, men şahirni izdep Turpanġa barġinim. U yerdin sürüşte qilip şahirni Astanige ketti dégenni añlap, bu yerge keldim. Bolmisa bu yerge kéliş uxlap çüşümġimu kirmigen.

Şair hüppide qizirip miyiqda küldi ve: -Buġdayni tökmey turidiġan iş idi, -dédi. -Némişqa?

Tipik Lükçünlük bolġan beg şairniñ sözige öziçe heyran bolup, “némişqa” dégende, “qa” qoşumçisini éytiş bilen teñ aġzi kéleniñ aġzidek éçilip qalġandi. Uniñ şu taptiki turqidin hem heyran qalġanliqi, hem soal qoyġanliqi çiqip turatti.

-Vañ –Gocilarni maxtap yazidiġan qesidilerni siyah qelemde yazġili bolmas, İpar –zeper söz yézişnimu layiq tapmay turuvatimen, -dédi şair söz oynitip. -Yaq, yaq, yazmisiñiz bolmaydu. Bizni tinim tapturmaydu, kéçisimu uxlatmaydu. Ġocamlarniñ micezini sizler bilmeysizler, ularniñ micezi bek ittik. -Men uzundin béri Vañ –Ġocilarniñ yürikige yaqqudek, aġziġa tétiġudek nezmilerni yazmen dep yürüvatimen. Biraq, uniñġa layiq siyah téxi yétip kelgini yoq. Yalġan éytqan bolsam, sürüşte qiliñ, muşu yarenlerniñ hemmisi bilidu. Añlisam, Şor Deryada bir xil qizil kehri téşi bar deydu. Şuni aldurup kélip yazmaqçimen. Uniñdin başqisi ġocamlarġa layiq emes. Siz bérip ġocamlarġa dadlap qoyuñ, kehri téşi yétip kelgen haman ġocamniñ yürikige yaqqudek, aġziġa tétiġudek nezme yézip sovġat qilimen, -dédi şair külmestin olturup. -U qaçan yétip kélur?

-Bultur hecge ketkenlerge éytip qoyġan, ularniñ kélişige az qaldi. -Biz bilimiz, biz guvah, -dédi Niyaz Qariy ispat bolup.

-Gep rast bolsa, men kétimen, uzun olturalmaymen, -Beg ornidin turup xuşlaşti. Sahibxana uni pelempeygiçe uzitip qaytip kirgende, öyde külke kötürülgendi. (Tömür, 2009: 179-180)

100

2.6.7.Terimler

“Mesleklerin, sanatların, bilim dallarının kendilerine has bazı kelimeleri olur

bunlara genel olarak ‘terim’ diyoruz.”(Çetin, 2009: 263) “Baldur Oyġanġan Âdem”

romanında yazar; eserin bir devir romanı olması ve bir isyanlar dönemini ele alması sebebiyle sık sık askeri ve idarî terimlere yer vermiştir. Bu terimler de daha çok Rusça ve Çince alıntı kelimelerden müteşekkil haldedir. Yazar askerî ve idarî terimleri yabancı dillerden seçerek metnin anlaşılmasında güçlüğe sebep olmuştur diyebiliriz. Bu güçlüğü de bazen kelimeleri dipnotlarla açıklayarak aşmaya çalışmıştır.

2.6.7.1. Çince Terimler

Yamul (Hükümet, İdare)

Ambal (Kasabanın başkanı, i. 2. Memur, bürokrat.) Şünfu (Vali)

Dudu (Vali) Şyenzo (Başkan) Vañ (Prens, bey)

Cisa (Eski dönemde bir bölge vaya köyün asayişini sağlamakla görevli yerli memur.) Şañyo (Azatlıktan önceki vakitte şimdiki köy ine eşit memurluk ve bu memurluğu yapan kimse. Bu tür memuru hükümet yerli halktan belirleyip, şanyo köyü hükümete vekâleten yönetirdi.)

Datañ (İdarenin içinde arz şikâyet ve her türlü olayı inceleyip bertaraf eden kısım.) Tuñçi (Tercüman)

Cyancün (General) Sicañ (Komutan)

Lüycan (Kolordu Komutanı) Tüencan (Tümen Komutanı)

Siliñ (Bazı devletlerin ordusunun içindeki harbi işlerden mesul olan hizmetli) Lyencañ (Ordunun personel dairesinden sorumlu komutan. Yüzbaşı.)

101 Yiñ (Tugay)

Yiñcañ (Tugay Komutanı)

2.6.7.2. Rusça Terimler

Soldat (Asker, Savaşçı) Polkovnik (Albay) Pilimot (Otomatik Silah) Ofitsér (Komutan) Batalyon (Tabur) Brigada (Ekip, Kısım) Polk (Alay)

Guvardiye (Seçkin Birlik) Gazarma (Karargâh) Ştab: (Karagâh)

2.6.8. Simgesel Değerler

Şair uzun bir sokağı temaşa ederek, Cyancün idaresinin önüne geldiğinde yemek saati gelmişti. Cyancün idaresi Urumçi şehrini çevreleyen kalenin içinde tıpkı güneşe bağlanan fil gibi dimdik duruyordu. İdarenin ön tarafı ahşap çitlerle çevrilmiş olup, tam ortada büyük kapı vardı. Kapının iki tarafına ağzını kocaman açıp duran heybetli iki taş aslan konulmuştu. Onlardan on adım içeride dört asker ellerinde tüfek muhafızlık yapıyordu. İdarenin batı duvarında yine küçük bir kapı vardı. Bu kapı çoğu zaman kilitli olup, ona sürekli sağlam kalması için bir asker görevlendirildi… (Tömür, 2009: 134)

Urumçi’de valilik binası önünde bulunan aslan heykelleri birçok mitolojide gücün, kuvvetin simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski Yunan’dan Sümer’e Orta Asya’dan Çin’e bu simge karşılık bulmuş, hemen her toplumun hayvanların kralı olarak gördüğü aslan bir güç gösterisi, korku unsuru olarak kullanılmıştır.

102

Aslan’ın Türkler tarafından bilindiği ve bunun da kişi isimlerine yansıdığını görüyoruz. Yaşar Çoruhlu bunu “Eberhard'ın Çin kaynaklarından derlediği

bilgilerden, Hsiung-nu kavimlerinden bazılarında arslanın bilindiği ve hatta "arslan oyunu" denilen folklorik bir oyunun oynandığı, vergi olarak canlı arslan verildiği ve arslanın taht sembolü olduğunu öğreniyoruz.” (Çoruhlu, 1999: 149) sözleriyle ifade

etmektedir. Ayrıca Çoruhlu bazı Türk kağanlarının aslanlı tahtlarda oturduklarından bahsetmektedir. (Çoruhlu, 1999: 150)

Çinli genel valinin halkın üzerinde baskı kurmak, gücünü hissettirerek halkı korkuya sevk etmek adına bu motiften faydalandığını düşünebiliriz. Eberhard bunun sıkça rastlanılan bir durum olduğunu beyan etmektedir. “Aynen ejderhalarla olduğu

gibi, taştan yapılmış bir çift aslan heykeline, resmi bina ve tapınak koruyucusu olarak sıkça rastlamak mümkündür. Sağdaki aslan erkek, soldakiyse dişidir.” (Eberhard,

2000: 41) Bunun sadece Çin ve Türk kültürleriyle değil hemen bütün milletlerin kültüründe benzer durumları sembolize ettiğini görmek mümkündür. “Hititler

önceleri büyük köpek dedikleri aslanın kenti kötü ruhlardan koruyacağına ve saldırgana korku verecek en etkin bir psikolojik savunma aracı olarak görmüşler ve bunların heykellerini, kapı gardiyanı olarak, sur kapılarına ve tanrı heykellerinin kaidelerine yerleştirmişlerdir. (Ersoy, 2000: 415) “Arslanın, Budist mitoloji ve sanatta da çeşitli sembolik anlamları vardı. O bazen bir tanrı sembolüydü ve bazen de hükümdarın kendisini veya oturduğu tahtı simgelerdi.” (Çoruhlu, 1999: 149)

Abduhaluk Uygur Onuncu ayda Karaşehir’den dönüp memleketinin güz manzarasına büründüğünü, tabiat kanunu gereğince bir mevsimin sona erişini, bütün yeşilliklerin sararıp, kuruyup kaldığını görüp, şairane hissiyata gömüldü. Lakin zayıflayıp bir deri bir kemik kalan Ayimhan’ı görünce şaşırıp kaldı. O “ne oldu, hangi hastalığa tutuldun” diye kederle haykırıp, hıçkırarak ağlayacaktı, kendini tuttu. Onun yerine kaynanası gözyaşı döktü. Onun gözyaşları pişmanlık yaşlarıydı. Şair kendini tutarak Ayimhan’ın alnını ve ellerini okşadı. Ayimhan gözünü açıp başucunda oturan şairi bir defa gördükten sonra, gözünü tekrar açmadı. Sanki o bütün arzu –isteğini, dert –hasretini gözyaşıyla ortaya koyar gibi sessizce yaş döküyordu. Şair yumuşacık mendiliyle onun gözyaşlarını siliyordu… (Tömür, 2009: 223)

Şair güz döneminde memleketine döndüğünde, tabiatla birlikte sevgili eşi Ayimhan’ın da sararıp solduğunu görmüş ve nihayet eşini kara toprağa vermiştir. Sonbahar mevsimi aslında sadece tabiatın solduğu, Ayimhan’ın öldüğü bir zaman

103

diliminden ibaret değildir. Yazar sonbaharla aslında bütün Doğu Türkistan coğrafyasında hüküm süren esaret ve cehaleti güz imajıyla okuyucuya yansıtmıştır ve bir gün mutlaka bahar gelecek; Uygur halkı esaretten kurtulacak, cehaletten sıyrılarak aydınlık yarınlara uyanacaktır.

İlkbahar vakitleri Keçkurun taraflarında hava aniden gürüldedi. İnsanlar fırtına mı çıkacak diye endişeyle, o yana bu yana bakarken, sonunda nereden çıktıysa geciken kargaların sema boşluğunda dalıp çıktığını görüldü. Kargalar ok gibi vızıldayıp dalarak bağlardaki kavaklara, söğütlere konuyordu. Bu kargaların dinlenme anıydı. Maalesef bu yıl Turfan bağlarına karga geldiği yok, onun yerine Şın Zihuy’un cellât orduları kargadan da tez gelip yerleşti. Askerin çokluğundan Turfan’ın hiç ak yeri kalmadı. (Tömür, 2009: 363)

Bir bahar vakti Turfan’a kargaların gelişi sembolik bir ifadedir. Karga rengi ve sesi itibariyle Türk Edebiyatında pek olumlu karşılanmaz. Divan şiirinde genelde rakip karga olarak düşünülür. “Kara karga şeytanın ve kötülüğün sembolüdür.” (Çoruhlu, 1999: 177) “Genel olarak Yunan mitolojisinde uğursuz olarak kabul edilir.

Nedeni de; tanrı Apollon’a kötü bir haber getirmesidir. Apollon da bu habere çok kızmış ve kargayı lanetlemiştir.” (Armutak, 2004: 149) Karga kimi zaman kut ve

mutlulukla birlikte anılsa da genel itibariyle uğursuz kabul edilen bir hayvandır. Ancak yazar burada gelen Çin ordusunun kargalardan dahi hızlı davrandığını, Turfan sokaklarına adeta akbabalar gibi üşüştüğünü ima etmekte, Çin ordusunun zalimliğini, kan içiciliğini sezdirmektedir.

Benzer Belgeler