• Sonuç bulunamadı

YABANCILAR HUKUKU

İDARE MAHKEMESİ

II. YABANCILAR HUKUKU

Almanya'da işçi olarak çalışabilmek için Avrupa Ekonomik Topluluğu dışında kalan ülkelerden geleceklerin önceden izin alma­

ları gerekmektedir. Türkiye bu Topluluğun daha tam üyesi olmadı­

ğından Türk işçileri de önceden izin almak zorundalar. Ancak, Türkiye ile Almanya arasındaki özel anlaşma bu bakımdan bazı ko­

laylıklar getirmektedir.

Hukuk dışı yollardan Almanya'ya gelenlerin orada çalışmaları kural olarak mümkün değil. Alman makamları izinsiz gelen Türk­

lere bir süre müsamaha ettilerse de genellikle bu gibileri dışarı at­

maktalar. Hele 1973 Kasım ayında dışarıdan işçi getirtmeyi dur­

durduklarından beri bu makamların tutumu daha da sertleşti. Aşa­

ğıdaki karar Alman kanunlarına aykırı olarak Almanya'ya gelen bir Türk ile ilgilidir :

Bir Türk işçisi 1968 Haziranında çalışmak amacıyla, önceden izin almaksızın Almanya'ya gelmiş ve bulunduğu yerin Yabancılar Dairesi'nden oturma izni sağlamıştı. Sonradan bu izin bir yıl daha uzatıldı. Bunun ardından Türk işçisi başka bir şehre taşmdı.

Bura-(6) Pietzcker, Die neure Rechtsprechung des Bundesverfassungsgerichts zum vorläufigen Rechtsschutz im Ausländerrecht, Juristen Zeitung, S. 435 (1975).

daki Yabancılar Dairesi işçinin vaktiyle Alman Kanunlarına aylan bir şekilde Almanya'ya girmiş olduğunu ileri sürerek oturma izni­

ni uzatmadı. Bunun üzerine Mahkemeye baş vuran Türk işçisi da­

vasını kaybetti. Türk işçisi mahkemede, daha önce kendisine otur­

ma izninin verildiğini, şimdi izinin uzatılmamasının «itimadın ko­

runması kuralına» aykırı olduğunu; yani Alman makamlarının da­

ha önceki tutumları ile kanunsuz durumu affettikleri görünümü­

nü kendisine verdiklerini, bu nedenle de artık kendisine kaçak mu­

amelesi yapılamayacağına inandığını ileri sürdü. İşçimiz, ayrıca, kaçak olarak Almanya'ya girdiği tarihten beri çok uzun zaman geçtiğini de ifade etti. Her iki iddia da işçimizi haklı çıkarmak için mahkemece yeterli görülmedi. Yabancılar Kanunu hükümlerine göre bir yabancının Almanya'da bulunması Devletin veya kamu­

nun çıkarlarına uymadığı, Almanya'nın çıkarlarını zarara uğrattı­

ğı takdirde oturma izni uzatılmıy abilir. Yabancılar Kanunu'na iliş­

kin Yönetmeliğin 5. maddesine göre, bir yabancı Almanya'ya Giriş Vizesi veya Meşruluk Belgesi (Çalışma Karnesi - Legitimations­

karte) bulunmadan Almanya'ya girip çalışamayacağından, mahkeme Türk işçisinin Almanya'da ikamet ile ilgili yasalara aykırı hareket ettiği sonucuna vardı. Mahkemeye göre burada «itimadın korun­

ması» zedelenmemiştir. Çünkü önceki oturma izinleri süreli olarak verilmişlerdir. Süre dolduğunda Yabancılar Dairesi şartları yeni­

den incelemek durumundadır. Bu incelemeyi yaparken Daire, ve­

rilmiş olan eski izinlerle bağlı değildir. Eğer oturma izninin geçerli bulunduğu süre içinde bu izin geri alınmış olsa idi, belki o zaman itimadın korunması kuralına aykırı hareket edildiği söylenebilirdi.

Oysa verilen izin geri alınmamış, sadece iznin uzatılması isteği reddedilmiştir.

Gene mahkemeye göre, Yabancılar Dairesinin bir kere hata yapmış olması/ ileride Türk işçisinin devamlı oturma izni alabilece­

ği anlamına da gelmez. Aksi takdirde bütün yabancı işçiler önce­

den izin almaksızın Almanya'ya gelirlerdi. Oysa, yabancı işçilerin kurallara uygun bir biçimde Almanya'ya gelmelerinde önemli ka­

mu yararı vardır. Ülke içinde yabancı işçilere ilişkin düzeni sağlı-yabilmek amacı iledir ki Alman hükümeti bazı yabancı Devletlerle ve bu arada Türkiye Cumhuriyeti ile işçi anlaşmaları imzalamıştır.

Sonuç olarak, işçinin oturma izni uzatılmadı (7).

(7) OVG Münster, 16.8.1972, Der Betrieb, S. 2464 (1972).

Aynı mahkeme daha önce 1965 yılında benzer bir olayda aynı yönde karar vermişti. Bu karara konu olan olayda da bir Türk iş­

çisi önceden Türkiye'deki Alman İrtibat Bürosuna başvurmadan 1965 yılının Mart ayında, çalışmak için Almanya'ya gelmişti. İlgili merci 1 Eylül 1965'de Türk işçisinin Almanya'da oturmasını ya­

sakladı. Gerek ilk mahkeme, gerek Yüksek İdare Mahkemesi bu yasaklamayı uygun buldular. Yüksek İdare Mahkemesine göre Türk İşçisi Almanya'ya gelmeden önce Türkiye'deki İrtibat Büro­

sundan bir Meşruluk Belgesi (Legitimationskarte) almak zorun­

dadır. İşçi bunu yapmamıştır. Böyle bir yolu izlemesi gerektiğini bilip bilmemesi önemli değildir. Başka bir deyimle, kasıtlı hare­

ket etmese de durum değişmez. Yabancı işçilerin önceden belli edi­

len usul ve yollarla Almanya'ya gelmelerinde önemli bir kamu ya­

rarı vardır. Federal Almanya bu amaçla bazı ülkelerle anlaşma­

lar yapmıştır. Yabancı işçilerin Almanya'nın ihtiyacına göre bu ül­

keye getirilmeleri, arzuya uygun bir biçimde işe başlamaları ve ya­

tacak yer bulmaları ancak önceden izin alma usulüyle sağlanabi­

lecektir. Aksi takdirde her isteyen yabancı çalışmak için Almanya-ya gelebilirdi ve bu işçilerin önemli ihtiAlmanya-yaçlarını karşılamakla yü­

kümlü bulunan yetkili merciler müşkül durumda kalabilirlerdi (8).

Oturma izninin uzatılması konusunda Eyaletler (Länder) üs-tünde bir mahkeme olan Federal İdare Mahkemesinin de bir ka­

rarı vardır.

1939 doğumlu bir Türk işçisi 1963 yılından beri Almanya'da çalışmakta idi. İçkili olarak arabasını sürerken hızlı gittiğinden yol kenarında duran iki otomobile çarpmış ve onları hasara uğratmış­

tı. Bu nedenle işçinin aleyhine dava açıldı. Ceza mahkemesi ken­

disini 1964 Nisan ayında 1 ay hapis cezasına ve otomobil ehliyeti­

nin de 1 yıl süreyle elinden alınmasına mahkûm etti.

Ceza mahkemesinin bu hükmü üzerine ilgili merci Alman Ya­

bancılar Kanunu m. 10 gereğince Türk işçinin dışarı atılmasına ka­

rar verdi. Gerçekten bu lO'uncu maddeye göre suç işleyip hüküm giyen bir yabancının Almanya'dan dışarı atılması mümkündür. Bu­

na rağmen Türk işçi verilen karara karşı mahkemeye gitmiş, fakat davasını burada da kaybetmiştir. İşçimiz bu kez de hakkını alabil­

mek için İstinaf Mahkemesine (Berufungsgericht) baş vurdu. Bu (8) OVG-Münster, 18.11.1965, Monatsschrift des Deutschen Rechts, s. 362

(1966).

mahkeme işçiyi haklı buldu, istinaf Mahkemesine göre işçinin Ya­

bancılar Kanunu m. 10 gereğince dışarı atılabilmesi için sadece tek bir trafik suçu işlemiş olması yeterli değildir. Ortada bir de «tek­

rarlama tehlikesi» bulunmalıdır. Bu ise ancak bu hususu daha iyi değerlendirebilecek olan bilirkişilerin kriminolojik raporları ile tes-bit edilebilir.

İstinaf Mahkemesinin vermiş olduğu bu kararı bu kez Alman mercileri beğenmemişler ve işi F'ederal îdare Mahkemesine (Bun­

desverwaltungsgericht) getirmişlerdir. Bu Yüksek Mahkeme ise işçimizi haksız bulmuştur. Federal Mahkemeye göre, bir kere işçi­

nin trafik suçunu tekrarlayıp tekrarlamıyacağmm araştırılması ge­

rekli değildir. Suçun işlenmesi ve bu yüzden şahsın cezaya çarptı­

rılmış olması yeterlidir. Diğer taraftan Federal Mahkeme, işçinin şahsi durumunu da incelemiştir. Mahkemeye göre dışarı atılma olayı işçi için ağır bir sonuç doğurmayacaktır. Çünkü, işçi evli de­

ğildir ve 27 yaşındadır, yani gençtir. Yabancı işçilerin Almanya'da-ki faaliyetleri esasen devamlı olamaz. Ayrıca Almanya ile TürAlmanya'da-kiye arasındaki anlaşma da bu yöndedir. 1961 tarihli Anlaşmanın 9. mad­

desi 2 yıldan fazla süreli oturma izni verilmemesini öngörmektedir.

İşçi 1963'den beri Almanya'da çalıştığına göre zaten bu 2 yıllık sü­

reyi geçirmiştir (9).

Oturma izninin uzatılması konusunda Alman Federal Mahke­

mesinin bir Türk işçisi hakkında vermiş olduğu başka bir karar da şöyle :

Türk işçisi 1961'den beri Almanya'da çalışmaktaydı. 1962'de karısını ve 2 çocuğunu, 1967'de de diğer 2 çocuğunu yanma aldırt­

mıştı. 1963, 1965 ve 1966'da Almanya'da 3 çocuğu daha doğdu. 1968 den itibaren karısı da çalışmaya başladı. İki büyük oğlu da inşa­

atlarda yardımcı olarak çalışmakta idiler.

Yabancılar Dairesi Türk işçisine, Almanya'ya gelişinden sonra oturma iznini verdi ve birkaç kez de bu izni uzattı. Fakat son defa 1970 Nisan ayında uzatma yapılırken işçiye, bundan böyle oturma izninin uzatılmayacağı ve bu nedenle de yurduna dönüş hazırlık­

larına başlamasının uygun olacağı bildirildi. Buna rağmen Tem-(9) B. Verw. G., 15.1.1970. Schüler/Wirtz, Rechtsprechung zum Auslaen-derrecht, S. 321 vd (Berlin 1971), Verw. Rspr., S. 353, Nr. 83 (1976), Juristische Rundschau, S. 193 (1970).

muz 1970 de Türk işçisi Yabancılar Dairesine yeniden baş vurarak emekli maaşına hak kazanabilmesi için oturma izninin 6 yıl daha uzatılmasını istedi. Yabancılar Dairesi cevabında oturma izninin son defa 30.11.1970'e kadar uzatıldığını, bu tarihe kadar Almanya'yı terk etmemesi halinde işçinin sınır dışı edileceğini bildirdi.

Bu karara karşı işçimiz mahkemeye başvurdu ve konu Fede­

ral İdare Mahkemesine kadar gitti. Mahkeme işçimizi haklı bulma­

dı. Mahkemeye göre, bir yabancının uzun süreden beri Almanya'da oturmakta olması iyi niyet kurallarına göre Yabancılar Dairesine oturma iznini uzatma zorunluluğu yükîemez. Özellikle emekliliğe hak kazanabilmek için 15 yıl Almanya'da oturmak gerekli değildir.

Kaldı ki Türk-Alman Sosyal Güvenlik Anlaşması emeklilik hakkı­

nın işçilerin Türkiye'ye dönmeleri halinde kaybolmamasını sağla­

maktadır (9a) (m. 26, 30.4.1964).

Bu karardan açık seçik anlaşılacağı üzere bir yabancı işçi Al­

manya'da 5 yıldan fazla çalışmış, yani oturmuş olsa, bütün ailesi ile Almanya'da yaşasa bile oturma hakkına sahip olamıyabi-lecektir. Oysa Alman Yabancılar Kanunu Federal Almanya'da en az 5 yıl oturmuş ve Federal Almanya Cumhuriyetinin iktisadi ve sos­

yal hayatına uyabilmiş yabancıya oturma hakkının (Aufenthalts­

berechtigung) verilebileceğini ve bu hakkın zamanla sınırlandınla-mıyacağını ifade etmektedir (m.8). Olayda Türk işçisi 9 yıldan be­

ri Almanya'da oturmaktadır. Buna rağmen kendisine oturma izni verilmemiştir.

Yabancılar Kanunu Almanya'da çalışan yabancı işçilerin ülke­

den dışarı çıkarılmalarını mümkün kılmaktadır. Bu konuya, önce­

den izin almadan Almanya'ya çalışmaya gelen Türk işçilerine iliş­

kin kararları anlatırken değinmiştik. Şimdi başka örnekler vere­

ceğim :

1964'den beri Almanya'da çalışmakta olan Türk işçisi 1966'da karısını ve 3 çocuğunu da Almanya'ya getirtmişti. Karısı da ken­

disi gibi işçi olarak çalışıyordu. Daha karısı Almanya'ya gelmeden önce, 1965 yılında Türk işçi bir gece yolda rastladığı bir adamın uzun süre peşinden gitmiş, zorla evine girmiş ve adamı dövüp sus­

talı bıçağı ile tehdit etmişti. Açılan ceza davasında Türk işçi, kasden adam yaralamak, mesken dokunulmazlığını ihlâl ve tehdit

neden-(9a) B. Verw. G., 29.8.1972, Die Öffentliche Verwaltung, S. 414 (1973).

Ieri ile 200 DM. para cezasına çarptırıldı. Bunun üzerine Yabancı­

lar Dairesi, Yabancılar Kanunu'nun 10'uncu maddesinde belirtilen suçlardan birini işlemiş olduğu gerekçesi ile Türk işçisinin sınır dışı edilmesini kararlaştırdı.

Yüksek İdare Mahkemesi, Yabancılar Dairesinin bu kararını uygun bulmadı. Mahkemeye göre, bir kere, salt ceza davasında ce­

zalandırılmış olmak, bir yabancının Almanya'dan dışarı atılması için yeterli neden değildir. Ayrıca «mütenasip olma» kuralına da uyulması gerekir. Yani işlenen suç ile bunun sonucu arasmda bir denge bulunmalıdır. Yabancıları sınır dışı etmekle güdülen amaç

«onları belli bir şekilde hareket etmeğe mecbur etmek değil, umu­

mun güvenliğinin ve kamu düzeninin veya Federal Alman Cumhu­

riyetinin diğer önemli çıkarlarının zarara uğratılmasını önlemek­

tir». Ancak yabancının daha önceki davranışlarından Almanya'nın çıkarlarını zarara uğratacağı ve ileride de suçlar işleyeceği anlaşı-lıyorsa, yahut Alman hukuk düzenine başka biçimlerde riayet et-miyeceği belli oluyorsa, sınırdışı edilme uygun görülebilir. Oysa Türk işçisinin bu biçimlerde davranacağı olaydan anlaşılamamak­

tadır.

Yabancılar Dairesi ülke dışına atma kararını, Türk işçisinin suçu karısından ayrı olarak Almanya'da yalnız basma yaşarken iş­

lediğini ve o zamandan beri işçinin kanun ve nizamlara riayet et­

tiğini hesaba katmadan vermiştir. Ayrıca, işlendiği iddia edilen su­

ça ceza mahkemesinin verdiği cezanın çok hafif bulunduğunu, ya­

ni fiilinin önemsiz olduğu gerçeğini de Yabancılar Dairesi göz önü­

ne almamıştır.

Bütün bu nedenlerle Yüksek idare Mahkemesi işçimizin Al­

manya'dan sınır dışı edilmesini haklı bulmadı (10).

Alman Yabancılar Kanunu, işlediği suçtan dolayı cezalandırı­

lan yabancıların dışarı atılabileceğini söylemekte (m. 10 I ) . Özel­

likle bıçakla yaralama olayları Türklerin sık sık cezalandırılması sonucunu doğurmaktadır. İşçilerimizin üzerinde bıçak bulunması nuı dahi sınır dışı edilme ile sonuçlanabileceği görüşüne rastlan­

maktadır.

Şimdi özetleyeceğim olayda bir Türk işçisi bir başkasını bı­

çakla yaralamış ve bu yüzden oszaya çarptırılmıştı. Daha sonra

ay-(10) B. Verw., G. 16.6.1970, Entscheidungen des Bundesverwaltungsgerichts, S. 291 vd. {Bd. 35, 1970); JZ, S. 128 vd. (1971).

nı işçi birkaç kavga olayına karıştı. Mahkeme böyle bir işçinin dı­

şarı atılmasının kanuna uygun olduğuna karar verdi. Mahkemeye göre Yabancılar Dairesi bir işçiyi sınır dışı ederken ceza mahkeme­

sinden verilen karar ile tamamen bağlı değildir. Olayda da Yaban­

cılar Dairesi işçinin genel davranışına bakmış ve onun çeşitli hu­

kuka aykırı faaliyetlerini görerek Almanya'da geçerli bulunan hu­

kuk düzenine uygun hareket edebilecek durumda olmadığına ka­

naat getirince onu sınır dışı etmeyi kararlaştırmıştır. Mahkemeye göre Türkiye ile Almanya arasında yapılmış olan ikili anlaşmalar bu sınır dışı etme kararının verilmesini etkilemiyecektir (11).

Bıçakla tehdit veya yaralama konusunun da incelendiği bir başka olayda Federal idare Mahkemesi Türk işçisini haklı buldu ve işçinin sınır dışı edilmesini kabul etmedi. Mesele bir Türk iş­

çisinin evinde sık sık karısı ile kavga etmesine ilişkindi. Bu kav­

galardan komşular rahatsız oluyorlardı. Komşuların şikâyeti üze­

rine işe önce polis karıştı. Daha sonra da Alman Yabancılar Dairesi Türkün dışarı atılmasına karar verdi. Yüksek İdare Mahkemesi bu kararı bozdu. Mahkemeye göre yaşayışları farklı bulunan insanlar geçimlerini sağlamak amaciyle başka ülkelerden Federal Almanya'­

ya gelmektedirler. Bu yabancılarla Almanlar arasında bir ölçüde farklı davranış ve düşünce şeklinin bulunmasını, örneğin trafik alanında olduğu gibi toplumu ilgilendirmediği, mesken içinde, aile mensupları arasında kaldığı sürece, kabullenmek gerekir. Evin için­

deki kavgalardan doğan gürültünün komşuları rahatsız etmesi bir yabancının Almanya'dan dışarı atılmasına gerekçe yapılamaz, sa­

dece oturma izninin uzatılmaması sebebi olabilir. Fakat, eğer aile içinde bıçakla tehdit veya yaralama olayı vuku bulursa bu artık aile meselesi olmaktan çıkıp toplumun güvenliğini ilgilendiren bir olay haline gelir ve ancak bu takdirde Almanya'nın çıkarları önemli bir ölçüde zarara uğramıştır denebilir (12).

Almanya'dan dışarı atılma sebebi sadece suç işlemek değildir.

Hasta olmak da bazı hallerde sınır dışı edilmek için yeterli olabi­

liyor (Yab. K. m. 10, Nr. 9). Aşağıdaki olay bunun örneğidir.

Bir Türk kadın, kocası Almanya'da işçi olarak çalıştığı için oturma izni alabilmişti. Sonradan kadının verem hastası olduğu anlaşıldı. Alman Yabancılar Kanunu'na göre eğer bir yabancı

umu-(11) VGH Baden-Württemberg, 4.3.1968, Schüler/Wirt?- S. 282 vd.

(12) B. Verw. G., 25.2.1969, Schüler/Wirtz, S. 303 vd.

mun sağlığını tehlikeye sokan bir hastalığa yakalanmışsa dışarı atılabilecekti (Yab. K. m. 9). Faal ve açık bir akciğer vereminin bu çeşit, umumun sağlığını tehlikeye sokan bir hastalık olduğu kabul edildiğinden mahkeme işçinin karısının dışarı çıkarılmasını ka­

nunsuz bulmadı.

Bu olayda mahkeme 11.12.1953 tarihli Avrupa Sosyal Yardım Anlaşması hükümlerini de uygulayamadı. Gerçi Türkiye bu anlaş­

mayı imzalamıştır, fakat Anlaşmanın Türkiye tarafından tasdik edilmemiş olması Anlaşma hükümlerinin Almanya'daki Türklere uygulanmasını engellemiştir. Oysa Anlaşmanın 6'ncı maddesine gö­

re yardıma muhtaç bir durumda olmak yabancının smır dışı edil­

mesini önlemektedir (13).

Daha eski bir tarihte, gene veremli bir Türk ile ilgili olarak başka bir eyalet idare mahkemesince verilen kararda ortaya konan görüşler biraz farklıdır :

Dışarı atılması istenen verem hastası Türk vatandaşı, Federal Devlet Sosyal Yardım Kanunu'nun 120'nci maddesine dayanarak mahkemeye baş vurdu ve Almanya'da gerçekten oturduğu için bu maddeye göre verem yardımından yararlandırılmasını istedi. Buna karşılık mahkeme bu maddenin geniş yorumlanmaması gerektiği­

ni savundu. Çünkü, mahkemeye göre, aksi takdirde bu madde Ya­

bancılar Kanunu ile çelişki içine düşecektir. Gerçekten Yabancılar Kanunu «sosyal yardıma muhtaç olmadan hayatını devam ettire-miyenlerin» sınır dışı edilebileceklerini hükme bağlamıştır (m. 10).

Eğer Sosyal Yardım Kanunu geniş yorumlanacak olursa Yabancı­

lar Kanunu'nun 10'uncu maddesi hiç uygulanamıyacaktır. Sosyal yardım yapılmadığı takdirde ise yabancmm Yabancılar Kanunu m. 10'a göre dışarı atılması sağlanamaz. Çünkü her verem hasta­

sına para yardımı yapılacağından ayrıca bir sosyal yardım gerek-miyecektir. Bu çelişkiyi önliyebilmek için mahkeme şöyle bir jral bulmuştur : Ancak geciktirilmesi mümkün olmtyan hallerde, acil bir tehlikeyi önlemek amaciyle hastaya sosyal yardımın yapılması gerekiyorsa veya hastalığın başkalarına bulaşabilmesi nedeniyle genel sağlığa zararlı bir durum ortaya çıkabilecekse ve Türk hükü­

metinin de zamanında yardım edebilmesi mümkün değilse hasta Türkün dışarı atılmaması ve Almanya'da sosyal yardımdan fayda­

landırılması doğru olur.

(13) OVG Münster, 8.9.1972, Die Öffentliche Verwaltung, S. 179 (1973).

Mahkeme ayrıca aile birliği dediğimiz, aile mensuplarının bir-arada yaşayabilmesi konusunu da tartışmış ve Alman Anayasasında hükme bağlanan ailenin korunması kuralının burada uygulanamıya-cağına karar vermiştir. Gerçi veremli kadının kocası işçi olarak Almanya'da çalışmaktadır ve karısı ile Almanya'da oturmak iste­

mektedir ve karının dışarı atılması halinde koca yalnız kalacaktır.

Fakat, mahkemeye göre, karı koca daha başlangıçtan itibaren bir süre ayrı yaşamak zorunda kalabileceklerini hesaba katmak zorun­

da idiler. Kaldı ki, gene mahkemeye göre, koca karısının arkasın­

dan Türkiye'ye gitmek suretiyle karısından ayrılmıyabilir. Kimse onu Almanya'da oturmaya zorlamamaktadır (14).

Türklere iş bulma konusunda aracılık yapanlara ilişkin mah­

keme kararlarına da zaman zaman rastlanmaktadır. Özellikle kaçak işçilerin çok sayıda bulunduğu tarihlerde, bazen de yardım ama-ciyle Türklere iş bulmakda aracılık yapıyorlardı. Oysa, memleke­

timizde olduğu gibi Federal Almanya'da da iş bulma aracılığı tekel şeklinde Devlet tarafından yapılmaktadır. Aracılığa ilişkin karar­

lardan biri aşağıdadır :

Bir Türk vatandaşı Türkiye'den turist olarak gelenlere iş bul­

makta aracılık ediyordu. Ancak bizzat kendisi oturma izninin uza­

tılması için Yabancılar Dairesine baş vurduğunda isteği reddedildi, îş mahkemeye intikal etti. Mahkeme de Yabancılar Dairesini haklı buldu.

Türk vatandaşı bu aracılığı, sadece dil bilmiyen ve yerine getiril­

mesi gerekli formalitelerden habersiz bulunan Türk işçilerine yar­

dım amaciyle ve arkadaşlık duygularıyla yaptığını ve bu yardımın sürekli olmayıp ancak birkaç olaya inhisar ettiğini ileri sürdü. Ay­

rıca yaptığı işin bir aracılık da olmadığını iddia etti. Buna rağmen mahkeme Yabancılar Dairesini haklı buldu. Mahkemenin verdiği gerekçeler kısaca şöyle :

Bir yabancının Almanya'da oturması Federal Alman Cumhu­

riyetinin çıkarlarını ızrar etmiyorsa ona oturma izni verilebilir (Yab.

K. m. 2). Eğer yabancının tutumu Alman Devletinin veya kamunun çıkarları ile bağdaşmıyacak olursa Almanya'nın çıkarları zarara uğ­

ratılmış olur. iş bulma aracılığı Almanya'da iş Teşviki Kanunu (Ar­

beitsförderungsgesetz) ile Federal işçi Bulma Kurumunun tekeline (14) VG. Frankf. M., 21.6.1966, DVB1, S. 648 vd. (1966).

bırakılmıştır. İşin, iş arayana, bu Kurum tarafından bulunmasında toplum yararı vardır. Bu, Sosyal Devlet ilkesinin bir gereğidir.

Aracılık konusundaki tekele aykın hareket ayrıca cezai hükümlerle müeyyidelendirilmiştir. Bir yabancı buna rağmen iş bulmakta ara­

cılık ederse bu davranışı kamu düzenine aykırılık niteliğindedir ve kendisine oturma izni verilmesinin reddini gerektirir.

Mahkeme ayrıca yapılan aracılığın sayısının pek fazla olduğunu tesbit ettiğinden, bunun bir yardım sınırını aştığı sonucuna da var­

dı. Bundan başka mahkeme, aracılık yapan Türkün çok sayıda Türk vatandaşına iş bulmak hususunda söz verdiğini ve iş verenlerle uzun uzun konuşmalar sürdürdüğünü de görerek aracılığın sadece bir tavsiyede bulunmaktan öteye gittiği inancına vardır. Diğer yan­

dan, aracılık yapan Türkün faaliyetleri karşılığında bir para alma­

mış olmasını mahkeme sonuca etkisi bakımından önemli bul­

madı (15).