• Sonuç bulunamadı

Zeki ASLAN

YÜKSEK ÖĞRETİM

İstanbul Üniversitesi, Darülfünun adıyla 15 Ağustos 1900'de kurulmuştu. 21 Nisan 1924’de Cumhuriyet’in kazandırdığı tüzel kişiliği iyi kullanmadı. 1933 Üniversite Reformu’nun Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in sözleri ile

”İstanbul Darülfünun’u aydınların beklediği iyileşmeye, gelişmeye, ilerlemeye seyirci ve tarafsız kaldı. İktisatta esaslı hareketler oldu, Darülfünun habersiz göründü; hukukta köklü değişiklikler oldu, harf devrimi oldu, özdil hareketi başladı. Darülfünun sustu”. “Eğer alfabe değiştirilirse kalemlerini kırıp tek satır bile yazmayacaklarını” (Özakman, 2010:319) söyleyen öğretim üyelerine sahip üniversite 31 Temmuz 1933 günü kanunla kapatıldı. Öğretim üyeleri arasından ayıklama yapıldı.

Öğretim üyesi sorununu çözmede Avrupa’dan ünlü bilim insanlarını davet etmek ilk adım (akıllı seçim) olarak benimsendi. Almanya’dan Hitler rejiminden kaçan ünlü profesörler Cumhuriyet’in bu adımını kolaylaştırdı. İstanbul Üniversitesi yalnız Türkiye’nin değil, tüm Müslüman ülkelerin ilk üniversitesi idi ve kısa zamanda uluslararası düzey ve üne kavuştu (Özakman, 2010; Reisman, 2011; Tanilli, 2009). Öğretim üyesi sorununun ikinci adımı olarak, Alman profesörlerle beş yıllık sözleşme yapıldı ve Türk asistanları ve okutmanları kendi yerlerini alıncaya kadar Türkiye’de kalmaları koşulu kondu. Yurt dışına da bu amaçla öğrenci gönderilmişti.

Orta dereceli okullara öğretmen ve ilk öğretim okullarına müfettiş yetiştirmek üzere 1926-1927’de eğitime başlayan Gazi Orta Muallim Mektebi ve

Terbiye Enstitüsü de benzer yöntemlerle kuruldu. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü adını alacak olan Cumhuriyet’in bu çekirdek eğitim kurumu, sanat

eğitimi alanında da Cumhuriyet tarihinin öncüsü olmuştur (Türkoğlu, 2009). Köy Enstitülerinin öğretmen gereksinimi için mevcut üniversite ve Gazi Eğitim Enstitüsü yetersiz kaldığından, 1942-43 öğretim yılında, Köy Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Okulun alt yapısının hazırlanmasında öğrenciler de çalıştı. Bu yüksek okulun yapısı, programı ve eğitim felsefesi Köy Enstitüleri için planlanmıştı (Aydın, 1995; Türkoğlu,2009).

Daha sonra kurulan Ankara Üniversitesi'nin temeli bizzat Atatürk tarafından atılmıştır. İlk olarak 1925’te Hukuk Mektebi, Türk çiftçisine hizmet etmek üzere 1933’de Yüksek Ziraat Enstitüsü, zengin Anadolu kültürünü

araştırmak ve Türkiye'nin dünya ile dil ve kültür köprüsü kurmak amacıyla 1935’te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1859’dan beri üst düzey kamu yöneticisi yetiştiren, 1915’de Darülfünun’un bir şubesi olan Mekteb-i Mülkiye Atatürk’ün emri ile Siyasal Bilgiler Okulu adıyla Başkent Ankara’ya taşındı. Atatürk'ün emriyle 1937 yılında Ankara'da bir Tıp Fakültesi kurulması çalışmalarına başlanmış ancak ikinci Dünya Savaşı nedeniyle kuruluşu ancak 1945’te tamamlanmıştı. 1943’te açılan Fen Fakültesi ile birlikte hepsi 1946’da resmen Ankara Üniversitesi adı altında birleştirildi. Ek olarak, Hasan Ali Yücel’in önderliğinde 25 Haziran 1946’da çıkarılan Üniversiteler Yasası ile üniversitelere özerklik tanınmıştır.

Görülüyor ki İstanbul Üniversitesi reformu tam bir ardışık yaklaştırma ürünüdür ve Ankara Üniversitesi’nin kurulması da ihtiyaçlar gözetilerek adım adım gerçekleştirilmiştir7.

1960’da üç büyük kentimizde beş saygın üniversitemiz vardı. Bunları daha sonra diğer büyük şehirlerimizde kurulan üniversiteler izledi. Liselere “essah”(gerçek) öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere 1959’da Ankara’da sonra da İstanbul ve İzmir’de birer Yüksek Öğretmen Okulu açıldı. Bu yüksek okulların öğrenci kaynağı öğretmen okullarının son sınıfındaki en başarılı öğrencilerdi. Bugün üniversitelerimizin öğretim üyelerinin önemli bir kesri bu üç okulun mezunlarıdır. Diğerleri, liselerde en başarılı matematik, fizik, kimya, biyoloji, edebiyat ve felsefe öğretmeni oldular. Ne yazık ki yine politik nedenlerle bu okullar da 1978’den sonra kapatıldı (Eşme, 2003).

2000’li YILLAR, ÜNİVERSİTE NEREYE?

İsmail Hakkı Tonguç, eğitim devriminin geleceğinden duyduğu endişeyi Canlandırılacak Köy kitabında şöyle ifade ediyor: “... bu arada devrimciler yaşlanacak, hızları azalacak, belki tepkici ve azgın güçlerle karşılaşacaklar, ya da beklenmeyen zamanlarda öleceklerdir. Bu korkunç olaylarla karşılaşmadan,

7 1944 yılında İstanbul Teknik Üniversitesine dönüşen Mühendis Mekteb-i Alisi, 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüşen Sanayi-i Nefise Mektebi ile ilgili benzer gelişmeler üzerinde ayrıca durmaya gerek görülmemiştir.

devrimi her zaman ayakta tutacak sağlam temellerin atılması gerekiyordu.” (Türkoğlu, 1009:117). Ne yazık ki bu endişesi, kendisi ve Hasan Ali Yücel hayatta iken gerçekleşti: Tonguç’un “topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı eğitimden geçirmeden gerçek demokrasi olmaz” sözünü doğrularcasına, Köy Enstitüleri ve Halk Evleri çok partili sisteme geçtikten sonra tutucu politikacılar ve toprak ağaları tarafından kapattırıldı (Başaran, 2008; Türkoğlu, 2009; Tanilli, 2009).

Köy Enstitülerinin yerini alan öğretmen okulları da 1974’den sonra kapatılıp Öğretmen Liselerine dönüştürüldü. Öğrenci kaynağı öğretmen okullarının en iyi öğrencileri olan Yüksek Öğretmen Okulları da kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilkokul, ortaokul ve lise için “ideal öğretmen” yetiştirmedeki deneyimi ve kazandığı bilgi birikimi böylece 1970’lerden sonra yok edildi. Şimdi üniversitelerin de iyi öğretmen yetiştiremediği herkesin bildiği bir gerçektir. Bir

söz var: bir okul, öğretmeninden daha iyi olamaz. Sonuç olarak okullarımıza

“ezberci eğitim” geri dönmüştür; üniversite giriş sınavlarında “sıfır çeken” öğrenci sayısı giderek art maktadır.

Buradan şu soruyu sormamız gerekiyor: bu ilk ve orta öğretimin beslediği üniversitelerin iyi olması beklenebilir mi? Az sayıda iyi öğretmenin yetiştirdiği az sayıda öğrenci ile üniversitelerimiz ve Türkiye’nin geleceğine umutla bakabilir miyiz?

Bir düş-fikrimi burada söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye’de büyük şehirlerimizin dışındaki üniversiteleşme, bölge ve ülke ihtiyaçları gözetilerek ve Köy Enstitülerindeki gibi fırsat eşitliği yaratılarak bölge üniversiteleri kurma şeklinde gelişseydi daha iyi olmaz mıydı? Pek ala Köy Enstitülerinin geniş arazileri bölge üniversitelerinin yerleşkeleri olabilirdi8. Halbuki, özellikle 2000’li yıllarda oy kaygısıyla her ile bir üniversite kuruldu. Bu üniversiteler bölgenin özellikleri düşünülmeden, çoğunlukla alt yapısı hazırlanmadan ve eksik öğretim üyesi ile kurulmuş (istim sonradan gelsin!) tek tip üniversitelerdir. Yüksek Öğretmen Okullarının kapatılması ile de üniversitelerin önemli bir öğretim üyesi

kaynağı yok edildi. Orta öğretime öğretmen yetiştiren okullar da yok edildi. Bunların sonucu, Profesör Baskın Oran’ın dediğidir: “sosyal bilimlerin en temel yasası işliyor: asgari müştereklerde buluşma, yani mümkün olan en düşük kalitede buluşma” (Tanilli, 2009:155). Bu değerlendirme hem araştırma, hem eğitim hem de öğrenci açısından geçerli sayılır. (Küçük illerimizde kurulmuş birçok üniversitemizde uluslararası düzeyde araştırma yapılıyor olması sistemin iyiliğinden değil orada çalışan birçok genç araştırmacımızın bireysel niteliklerinin yüksekliğindendir).

Eğitimin bugün geldiği yerin nedeni Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları ve Yüksek Öğretmen Okullarının kapatılmasıdır: Orta ve yüksek öğrenimde fakir aile çocuklarının devlet yatılı okul imkanı ortadan kalkınca ortam tarikatlara kaldı. Fakir ailelerin zeki çocuklarına daha önce devletin sağladığı bedava eğitim olanaklarını sağladılar, öğretmen yetiştirmeye öncelik verdiler, sonra sıra emniyete, mülkiyeye ve hukuka geldi.

Daha cumhuriyet ilan edilmeden önce, 15 Temmuz 1923’de Ankara’da toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) eğitim işlerini bütünüyle ele aldı, sorunları tartıştı. Sonraki gelişmelerle saptanan hedefler “ümmetçi eğitim düşüncesinden” hızla sıyrılıp milli eğitime, hayata, işe ve pratiğe dönük çağdaş eğitime geçiş süreci başladı.

Şimdi de geri dönüş süreci başlamıştır. Bu geriye dönüş de “ardışık yaklaştırma yöntemi” ile, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra yapılmaktadır. Eğitim birliği, laik eğitim ve karma eğitim bozulmakta, okullar medreseleştirilmekte, bilim ve sanat yok edilmektedir. Ne üniversiteler özerk, ne bilim insanları özgürdür. Üniversite yönetiminde bilimsel düşüncenin yerini dinsel inanç sistemi almaktadır. “Susturan değil konuşan bir üniversite ... akademik özgürlüğü her şeyin üzerinde tutan bir üniversite ...” isteyen ve en çok oyu alan bir aday yerine, dini referans alıp “bilimin dini milliyeti olmaz “ diyen bilim insanlarına karşı çıkan ve “... uzmanlığın bulunmadığı disiplinlerde görüş beyan etmeyi” sınırlandırmak isteyen ve beşinci sırada oy alan bir aday rektör atanabilmektedir (Bursalı, 2012). Üniversitelerde, özellikle taşra üniversitelerinde, tarikat baskısı artmaktadır. Her üniversiteye öğrenci ya da araştırma laboratuarı yerine cami

yapılması önceliği almıştır. Bu “ardışık geriye dönüş”ün son aşaması 4+4+4 medrese sistemidir. 2012 yılı gazete haberlerine göre, bilim adamından çok din adamı, öğretmenden çok imam, tam gün eğitim sistemine hala ulaşılmamışken okuldan çok cami, teknik liseden çok imam hatip lisesi var. Teknik okullarda öğretmen açığı 8 bin. Diyanet’ten Milli Eğitim Bakanlığı’na 1158 kişi “öğretmen” unvanı ile geçiş yaptı.

Ünlü Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin Cumhuriyet öncesi eğitim ile ilgili tespiti şöyle idi: “Maarif teşkilatımızın ıslahı için evvela düşünülecek mesele muallim yetiştirme meselesidir... Tahsil bizzatihi bir hedef değildir. Bilakis vatandaşı ileride yapacağı vazifeye hazırlayan bir vasıtadır... Eski mekteplere devam eden çocukların hepsi hayat için tamamen faydasız bilgilerle o kadar doldurulmuştur ki onun tazyiki altında faydalı malumattan istifade imkanı yoktur.”

Şimdi o noktaya geri dönüyoruz: 4+4+4 sistemi ile de yetişecek “çocukların hepsi hayat için tamamen faydasız bilgilerle o kadar doldurulmuş” olacak ki “onun tazyiki altında faydalı malumattan istifade imkanı” olmayacaktır. Bu “geriye doğru ardışık yaklaştırma” yöntemlerinin hedeflediği ‘eğitim düzeyi’ ile, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler değil, bir gazetecinin dediği gibi, “makbul” kişiler yetiştirilecektir. Böyle bir eğitim sistemi ile analitik düşünce eğitimi yerine, koşullandırarak dogmatik düşünce biçimi dayatılacaktır. Bunun sonucu da Emil Zola’nın dediğidir: “Okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman ülke çıkarlarını değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaklardır”.

Yukarıdaki soruyu tekrar sormalıyız: bu ortamın beslediği üniversitelerin iyi olması beklenebilir mi? 21.yüzyılın gerektirdiği bilim ve teknoloji alanlarında nitelikli eğitim, üst düzey bilimsel araştırma yapılabilir mi? “Üniversite nereye?” sorusunun yanıtı umut verici olabilir mi? Bu durumdan üniversitelerimiz de sorumludur. Darülfünun 1924’de kendisine verilen özerklik yetkisini kullanmadı, üniversitelere 1946’da verilen özerklik kalıcı olmadı; bugün de ne üniversiteler özerk, ne de bilim insanları özgürdür. Çok sayıda bilim

insanının üniversitelerimizin bu duruma gelmesine katkıda bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Sonuç olarak, hem eğitimde hem diğer alanlarda “Cumhuriyet’in kazanımları” diye söylenegelen gelişmeler burada sözü edilen yöntemlerin sonuçlarıdır. Bu kazanımlar tamamen yitirilmeden, üniversitelerimizin bu “geriye dönüş”e direnmeleri zorunludur.

KAYNAKÇA

Albayrak, M. (1994), Millet Mekteplerinin yapısı ve çalışmaları, 1928-1935,

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.10, S.29, Temmuz 1994. (http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIceri k&IcerikNo=1043)

Aydın, M. (1995), Köy Enstitüleri sisteminde örgütlenme, Köy Enstitüleri

Amaçlar-İkeler-Uygulamalar içinde (28-36), Ankara, Köy Enstitüleri ve Çağdaş

Eğitim Vakfı Yayınları.

Aydoğan, M. (1995), Fırsat ve Olanaklar Eşitliğini Sağlama İlesi, Köy Enstitüleri

Amaçlar-İlkeler-Uygulamalar içinde (37-46), Ankara, Köy Enstitüleri ve Çağdaş

Eğitim Vakfı Yayınları.

Başaran, M. (2008), Özgürleşme Eylemi Köy Enstitüleri (5.baskı), İstanbul, Cumhuriyet Kitapları.

Bursalı, O. (2012), Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, 20 Temmuz, Sayı 1322. Ergün, M. (2008), Öğretmen yetiştirme tarihimizde Köy Eğitmeni Yetiştirme Kursları”. Öğretmen Okullarının 16o. yılı. Ankara, s. 69-77 http://mersin.academia.edu/DevrimALICI/Papers/1064855/Bir_Egitim_Devrimcis i_Mustafa_Necati

Eşme, İ. (2003), Yüksek Öğretmen Okulları, Ankara, Bilgi Yayınevi

Gümüşoğlu, F. (2011), Cılavuz Köy Enstitüsü, İzmir, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Deneği Yayınları

Özakman, T. (2005), Ah Şu Çılgın Türkler, Ankara, Bilgi yayınevi

Özakman, T. (2010), Cumhuriyet Türk Mucizesi İkinci Kitap (11.baskı), Ankara, Bilgi Yayınevi.

Reisman, A. (2011), Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu (Çev. G. Çağalı Güven), İstanbul, T. İş Bankası Yayınları.

Semerci, B. (1995), Yeni arayışlar, Köy Enstitüleri Amaçlar-İlkeler-Uygulamalar içinde (18-27), Ankara, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları. Tanilli, S. (2009), Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz? (6.baskı), İstanbul, Cumhuriyet Kitapları.

Türkoğlu, P. (2009), Tonguç ve Enstitüleri (4.baskı), İstanbul, T. İş Bankası Yayınları.

Beno Kuryel (1), matematik felsefesinde geniş bir gezi yaptı. O konuşmadan daha etraflı bilgi alınabilir.