• Sonuç bulunamadı

DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ ÜNİVERSİTELERİN MERKEZİ SORUNLARINA KARŞILIK İTHAL ÇÖZÜM ARAYIŞLAR

Güncel ÖNKAL

II. DÖNÜŞÜM SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ ÜNİVERSİTELERİN MERKEZİ SORUNLARINA KARŞILIK İTHAL ÇÖZÜM ARAYIŞLAR

VE ETİK KAYGILAR

1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde “Üniversite Eğitim ve Yönetim Sorunları” başlığı altında yapılan Çalıştay’ın metnine baktığımızda 40 yıla yakın sürede Yükseköğretim alanımızın problem alanı olmaktan kurtulmasına yönelik öz kaynaklarımızdan bir çözüm üretemediğimizi ne yazık ki görüyoruz. O tarihte yapılan toplantıların gündem maddeleri bakınız ne kadar tanıdık: 4

1- Yeni açılan üniversitelerin eğitim kalitesi hakkındaki çekinceler, öğretim üyesi yetersizliği (nicel ve nitel anlamda)

2- Yeni oluşturulan fakültelerin kimilerinin aşırı derecede büyümüş kimilerinin fakülte ölçeğinde gelişmemiş olmasından kaynaklanan iç dengesizlikler,

4- Üniversitelerde idari yapının, bütçe örgütlenmesinin ve bölgesel ayrımların yarattığı endişeler, özerklik kavramı,

5- Üniversitelerde akademik ilerlemelerin ve kadrolaşmanın durumu, 6- Yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim üyelerinin maddi ve sosyal güvenceleri,

7- Öğretim üyelerinin emeklilik sorunu.

Dönemin idarecilik yapmakta olan deneyimli hocalarının vardığı ortak sonuçlardan başlıcası ise şudur: Yükseköğretimde tek tip ve merkezi bir yapı sergilenmesinden çok bölgesel ve yerel ihtiyaçlara yönelik olarak birbirini destekleyen fakülte ve yüksekokullar yapılması ve burada emek verecek olan öğretim üyelerinin sosyal güvencelerinin sağlanması; dahası tüm bunların olabilmesi için üniversite yönetimlerinin özerkliğe kavuşturulması gereği.

Tarihinde böyle temel sorun(lar) üzerine inşa edilmiş fakülte ve yüksekokulları ile Avrupa yükseköğretim alanına ayağının tozuyla girmeye çalışan üniversitelerin kaygıları ile Avrupa boyutunun pratik hedeflerinin ne şekilde uyum içinde olabileceğini kestirmek hayli zor olsa gerektir. Bu durumda Avrupa yükseköğretim alanına kurumsallaşma konusunda eksiklikleri olan ve idari yönden olduğu kadar çalışanlarının sosyal güvenceleri anlamında da kaliteyi standarda oturtamamış yükseköğretim kurumlarının sadece kredi transferi veya diploma denkliği sunmuş olmaları en başta adı geçen hedefleri anlamamak demektir.

Tekrar edecek olursak, Bologna başlığı altındaki “dönüşüm” serüveninin hedeflerinin başlıcası yükseköğretimi hayat boyu sürecek bir görevdeşlik alanı olarak öğrenme ediminin içine sokmaktır. Oysa ki üniversitelerimiz devlet dairesi mantığı ile yasadan kaynaklanan tanımlamaların ve hukuki dayanakların altında özerk olmaktan alıkonulduğu sürece bu sinerji ancak dış paydaşların enerjilerini gözlemlemek ya da o yöne doğru beyin göçü biçiminde gerçekleşecektir.

Bu ve benzer tehlikeleri makalesinde konu edinen Andreas Fejes, Bologna Süreci’ni Avrupa Birliğinin vatandaşlık tanımını yeniden inşâ eden ve Avrupalı devletlerin yöneticilerinin eğitim sürecini bir entegrasyon süreci olarak araçsal biçimde kullanmaları olarak özetlemektedir. Dolayısıyla Fejes’in

saptamalarına göre, “sürekli olarak başka ülkelere göre kendine pay biçmek” durumunda bırakılan ülkelerin yükseköğretim programları yükseköğretim alanı kavramının içini doldurmaktan çok bireysel rekabetin etik olmayan ve önüne geçilemez hırsla dolu olması tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmaktadırlar.5 Dolayısıyla Avrupa üniversitelerinin hızla yaşlanan nüfusuna karşılık aradığı taze kanı dış paydaşlarından faydalanarak edinme arayışı sürecin çok da naif olmadığını göstermektedir. Tabii ki, bu saptamalar, kendi içine kapalı ve Avrupa’yı fazlasıyla oksidentalist kaygılarla “öcü” ilan eden bir anlayışı dillendirmek için değil, dayatılan standart ve kalite uygulamalarının neliğini felsefi olarak sorgulamak amacıyla ortaya koyulmaktadır. Eleştiri eylem doğurmadığı sürece sadece nasihat niteliği taşıyabilir. Ülkemizin bu anlamda konumunu gözden geçirerek, daha doğrusu sahip olduğu potansiyel ve sahip olamadığı yükseköğretim anlayışı açısından tekrar kısa, orta ve uzun vadeli programlarla kendi “alan”ını tanımlaması gerekmektedir. Ancak böylelikle Avrupa merkezci bakış açısının “çevre”si olmaktan kurtulabilir. Kendi alanının özgünlüklerini dünya mirasına katabilir. Öz kültüründeki “bilgi” derinliğini dış alanlara taşıyıp savunabilir.

Laurel S. Terry, bir hukuk profesörü olarak Bologna Süreci’ni değerlendirmiş ve hak etmek ile hukuken “geçerli olmak” onayını kazanmak arasındaki ince çizgiyi Süreç açısından analiz etmiştir. Terry, makalesinde, Bologna’nın gerçekleştirmek istediği hedefler ile gerçekleştirdikleri arasındaki uçurumun global arenada değil ancak lokal varyasyonlarında gözlemlenebildiğine dikkat çeker. Öyle ki, uzaktan bakıldığında bir alan yaratılmış görülmekte ancak alanı alan yapan adaptasyonun (bütünleşmenin) daha çok entegrasyon (dahil olma) biçiminde gerçekleştiği alanın ancak içinden görülebilmektedir.6

Avrupa Yükseköğretim Alanı’na Katılma Çalışmaları’nın bütünleşmekten çok sürüp giden sürece dâhil olmak anlamında yürütülmesi Avrupa üniversitelerinin Amerikan ve Uzak Doğu üniversitelerinin aktörü olduğu teknokentlere/teknoparklara dayalı sanayi işbirlikçisi üniversite modeline rakip olarak geliştiğini de burada hatırlamalıyız. Lakin bilimin ekonomik ve endüstriyel ilişkiler çerçevesinde teknoloji odaklı bir bilgi birikimi olarak algılanması şeklinde

ifade edilebilecek olan Amerikan ideali, teknolojiyi yaşam ile özdeşleştiren Uzak Doğu’nun lider ülkelerince de benimsenmiştir. Avrupa ise bu yarışa daha çok “kültürel” alan olma özelliği ile katılmak istemektedir. Bu durumda iki kutup arasında sıkışmış durumda olan bizim gibi “gelişmekte olan ülkeler”in yükseköğretim alanları sürece, ya daha önce belirttiğimiz gibi taze beyin göçü ya da doğal kaynakları açısından bâkir alanlar olarak katılıp, kendisine yer bulabilecektir.

2007-2009 arasında Türkiye’de Yükseköğretim alanında Bologna Süreci kapsamında yapılanları ve yapılacak olanları içeren “Ulusal Rapor”a baktığımızda bu kaygı açıkça gözükmektedir. Alandaki “ilerleme” standardı raporun geneli okunduğunda şu noktalarda odaklanmaktadır:

1. Araştırma- geliştirme faaliyetlerinin arttırılması,

2. Öğretim üyelerinin ve eğiticilerin uluslar arası indeksli yayın sayılarının arttırılması,

3. Diploma derecelerinin bir standarda kavuşturulması,

4. Yaşamboyu öğrenme ilkesi ışığında okul ile iş yaşamının birleştirilmesi, staj ve uygulama imkânlarının arttırılması,

5. Eğiticilerin özgeçmiş bilgilerinin şeffaf ve görünür kılınması,

6. Kurumlardaki ilerlemelerin ve kurumsal yapıların şeffaf ve görünür kılınması,

7. Devlet ile üniversiteler arasındaki bağın bütçe sağlayan değil yürütmeyi denetleyen biçiminde konumlandırılması,

8. Enstitü çeşitliliğinin arttırılması,

9. Mezun ve öğrenimden faydalanan yüzdesinin nüfusa oranla arttırılması.7

Böylece toplumun bilim ve bilgi ile olan ilişkisinde getirilecek olan standartlar bilginin kendisinden ya da bilimin ideallerinden değil, toplumdaki yarar ilkesi üzerinden sağlanmaktadır.8 Teknolojik verimlilik, gündelik yaşamda gereklilik, tüketim odaklılık ve verimlilik üzerinden gerçekleştirilen bilimsel üretim merakı Avrupa yükseköğretim alanının denetlediği standartlarla uyuşmaktadır. Adına “bilim rejimi”9 denilebilecek olan bu bakış açısı bir süreç

olarak kaliteyi yönetmekten çok kaliteyi kendi rejimini destekleyen “bilimselci” bir anlayış ekseninde oluşturmaktan yanadır.

III. ÜNİVERSİTENİN FELSEFESİ, FELSEFENİN ÜNİVERSİTESİ: