• Sonuç bulunamadı

Yönetim Kuramcılarının Sendikaya Yaklaşımları

2.1.2.2. Sendika-Yönetim İlişkilerinin Kuramsal Temelleri

2.1.2.2.3. Yönetim Kuramcılarının Sendikaya Yaklaşımları

Bu başlık altında bilimsel yönetim kuramı, insan ilişkileri yaklaşımı ve postfordist yaklaşımların örgütlü emeğe ilişkin değerlendirmelerine yer verilmiştir.

İşletmeleri ve sendikaları aynı tekelleşme sürecinin biri doğrudan, diğeri dolaylı ürünleri olarak gören Fişek (1975: 160-162) Katılmalı Yönetim Örgüt Kuramı (KYÖK) dışında, örgüt kuramlarının örgütlü işçiyi görmezlikten gelerek “çözümlemelerinin temel birimi olarak bireysel işçiyi” aldıklarını belirtmiştir.

Taylor’un işçilerin aldıkları paranın karşılığında verebileceklerinin en az işi vermelerinin öz çıkarlarına uygun olduğunu düşündükleri inancını taşıdığını; bu durumun sendikaların davranışını da belirleyeceğini ileri sürdüğünü; en az girdiyle en çok çıktıyı sağlama çabalarının işçilerin, özellikle sendikaların sert tepkisiyle karşılaştığını belirtmektedir.

Sendika-İşçi-İşveren ilişkilerine en ayrıntılı biçimde Taylorcular eğilmişlerdir. Gelenekçilerin işçi-sendika sorununu:

• Sendika yerine bireysel işçileri ele alma

• Otoritenin bölünmezliği ilkesine güçlenen sendika hareketinin ters düşmesi • Sistemli sendika düşmanlığından dolayı işbirliği olanaklarının yok olması

biçiminde işyerlerini sendikasız ortamlar olarak görme yoluyla sendikaları yok saydıkları söylenebilir

Davranışçı örgüt modelinde sendikalara pek ilgi gösterilmemiştir. Taylorcularda olduğu gibi davranışçılarda da temel çözümleme birimi, “bireysel işçi”dir. Bu nedenle işçi işveren işbirliği işverenle bireysel işçinin işbirliği olarak anlaşılmıştır.

“Bilimsel yönetim ve insan ilişkileri bakış açıları, gerekliliğini kavradıkları işçi- işveren “bilim ve baba” varsayılan birleştirici-toplayıcı özelliklerinden yaklaştıkları, yani “örgütlü işçi” (sendika) olgusunu gereğince hesaba katmadıkları için emek verimliliğini artıramayan ve dolayısıyla sosyo-ekonomik gerek ve gerçeklere ters düşen bütün ideolojiler gibi, yerlerini bırakacakları yeni yönetim ideolojisinin bekleme odasına girmişlerdir. Bu yeni ideoloji, katılmalı yönetimdir.” ( Fişek, 1975:52)

Tarihteki her yönetsel örgütün, biçimi değişebilen, ama, özü aynı kalan bir işçi-işveren işbirliği anlayışına dayandığını vurgulayan Fişek, işçi-işveren işbirliğine duyulan gerekseme, “baba hakkına dayalı ‘zorlayışlı’ ” (ataerkil yönetim), “bilime dayalı ‘zorunlu’ ” (bilimsel yönetim) ya da “anlayışlı işverenin çabasıyla ‘gerekli’ ” (insan ilişkileri) işbirliği biçimlerine bürünebileceğini belirterek bilimsel yönetim ve insan ilişkileri yaklaşımını eleştirmiştir. Çözüm olarak yazar katılmalı yönetim anlayışını önermektedir.

Katılmalı yönetim de “işyerinde işbirliği” gereksinmesini yansıtmakta, ama öncellerinin yanılgısına düşmemek için “kişisel” (bireysel işçiyle bireysel işveren arasında) yerine “kurumsal” (işçi örgütüyle yönetim arasında) bir işbirliğine yönelme sorumluluğu duymaktadır. Bu nedenle de öncellerinden kalan ideolojik öğeleri kendi yapısı içinde kaynaştırmakta ve dört bin yıllık bir evrimin bireşimi olarak ortaya çıkmaktadır. Katılmalı yönetim, bu yönüyle, otoriteyle demokrasi, sosyal adaletle verimlilik artışı, yönetilenlerin haklarıyla yönetenlerin yetkileri ve eşyanın yönetimiyle insanın yönetimi arasındaki duyarlı dengenin ideolojik ifadesidir (Fişek, 1975:55-56).

Taylorizmin 1960’lı yıllarda karşı karşıya kalmaya başladığı yapısal sorunlar 1974 petrol krizi ile de birleşince yeni bir ekonomik kalkınma modelinin geliştirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Mal ve para hareketlerinin bütünüyle

serbestleşmesini, ekonomilerin bütünüyle piyasaların işlerliğine bırakılmasını, kamu işletmelerinin özelleştirilmesini, devletin ekonomideki rolünün azaltılmasını örgütlü emek ve toplumcu kampın varlığının doğrudan etkileriyle ortaya çıkmış olan toplumsal devletin kazanımlarının kısıtlanmasını hedefleyen yeni ekonomik model olan yeni-liberalizm Post-Fordizme dayanmaktadır. Post-Fordizm ise Fordizmin kesin hatlarla belirlenmiş üretim sistemi yerine; üretim süreçlerinde, emeğin örgütlenmesinde, piyasa koşullarında esneklik olarak dile getirilebilen esnek üretim dizgeleridir.

Post-Fordizm, kapitalizm ötesi bir dönemin başladığı savına dayanır (Drucker,1993:34). Bu görüşe göre, üretim biçimlerinin ve üretim etkenlerinin bileşimi değişmiştir. İlişkileri, karşıtlık, uzlaşmazlık ve çatışmaya dayanan toplumsal sınıf yapılanmaları sona ermiştir. Mülkiyet ilişkilerinin değişmediği bu dönemde üretim etkenleri içinde emeğin ve sermayenin göreli önemleri azalmıştır. Toplumsal sınıfları mülkiyet değil eğitim farkları belirlemektedir. Sanayi toplumu biyolojik ve ekonomik gereksinimleri karşılamıştır. Bugün karşılanması ve doyurulması gereken yeni bir toplumsal gereksinimler dizisidir .

Drucker (1993a), toplumsal yaşamın bütününe ilişkin bu düşüncelerin işletmelere ve işletme yönetimine yansımalarını şöyle sıralamaktadır:

• Ölçek ekonomilerin sağlayacağı yararlar ortadan kalkmıştır; sonuçta işletme büyüklüğü önemini yitirmiş ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin önemi artmaya başlamıştır,

• Geleneksel üretim etkenlerini kullanan işletmelerin yerini bilginin ve teknolojinin belirleyici olduğu işletmeler almaktadır.

• Büyük miktarlı kitlesel üretimin yerine değişen talep koşullarına uyum sağlayabilecek, değişim özelliğine sahip üretimi gerçekleştirebilecek üretim sistemleri yaygınlaşmaktadır,

• Emek ve sermayenin uzlaşmaz karşıtlığı, uyuma ve katılımcılığa dönüşmektedir,

• İşletme verimliliğini artırmanın yolu, üretimin ve yönetimin niteliğinin artırılmasından geçmektedir.

Yılgör (2000:37), sayılan kabuller çerçevesinde üretim ve yönetim sistemlerinin birbirini tamamlayan üç anlayışa göre yeniden düzenlenmesi gerektiğinin ileri sürüldüğünü belirtmektedir:

1. Esnek Üretim Sistemleri: Kitlesel değil, küçük miktarlı ve tek tip değil çeşitli ürünlerin üretim hattına alınmasını sağlayacak yeni bir üretim sistemi olarak görülmektedir. Bununla üretim sisteminin teknik olarak düzenlenmesi amaçlanmaktadır.

2. Toplam Kalite Yönetimi: Esnek üretimin uygulandığı fabrikalarda emeğin denetimini kaba baskıcı yöntemlerle sağlamak yerine; görüntüsel bir uyumla karşıtlığın yok edildiği izlenimini yaratarak, emeğin denetimini daha geliştirilmiş, daha karmaşık ve daha sofistike yöntemlerle sağlamak üzere yeni bir yönetim sistemi olarak toplam kalite yönetimi ile yönetim anlayışı oluşturulmaktadır.

3. İnsan Kaynakları Yönetimi: Çalışma ilişkilerinde örgütlü davranıştan bireysel davranışa geçişi sağlamak, toplu pazarlık sistemini işlevsizleştirmek ve çalışma ilişkilerinin esnek üretime uygun hale getirilmesini amaçlayan araçlar olarak formüle edilebilir. İKY, (1) işletme hedeflerine ulaşabilmek için bireysel çabaların önemini vurgulamakta, (2) işgücünün kişisel motivasyonlarını artırmayı hedeflemekte, (3) çalışanların işletme içindeki varlıklarını ve gelişimlerini bireysel motivasyonla ilişkilendirmekte, (4) her bir işçinin yaratıldığı savlanan örgütsel demokrasi içinde kendini anlatma olanağı bulabileceği ve işletmenin teknik-sosyal organizasyonuna katılabileceği yanılsaması yaratmakta ve tüm bunlara bağlı olarak, işçi-işveren, çalışan yönetici ilişkileri toplu davranış kalıplarından uzaklaştırılarak grup içinde bireyi öne çıkarmaktadır (Yılgör, 2000:47 ).

Yukarıda belirtilen çerçevede, esnek üretim dizgesi, istihdamı daraltma, çekirdek işgücü dışındakileri iş güvenliğinden yoksun bırakma, işsizliği artırma, emeğin yabancılaşmasını daha da artırma, işverene insan emeğini kullanmada serbestlik tanıma, emeği sermayeye daha fazla bağımlı kılmakta ve mutlak itaati içeren bir örgütlenme getirme, işyeri ölçeklerinin küçültülmesi, işlerin bir kısmının taşeronlara devredilmesi gibi yöntemlerle emeğin örgütlenme olanaklarını sınırlandırma, ortadan kaldırma, sistemin her türlü muhalif etkilenmelerden uzak sterilize bir sosyal çevre içinde gelişebilmesi için şirketle özdeşleşmiş sendika yapıları yaratma ve sendikacılığı bir de bu yoldan tasfiye etmektedir.

Yılgör (2000:48), esnek üretim, toplam kalite yönetimi ve insan kaynakları yönetimi ile emeğin daha da güçsüzleştirildiğini, emeğin kollektif davranma olanaklarının ve araçlarının yok edilmeye çalışıldığını; böylece sendikaların emek ve sermaye arasındaki çelişkileri, işbirliği ve uzlaşmaya dayanan ilişkilere dönüştürmenin aracıları durumuna getirildiğini belirtmektedir.