• Sonuç bulunamadı

Max Weber, bürokrasinin sınırlandırılması sorunu ile de ilgilenmiştir. Weber, bürokrasinin gücü temerküz etme, kendinde toplama yönündeki doğasında var olan temayülü konusunda kaygı duymaktaydı. Daha öncesinde de söylendiği gibi Weber, bürokrasiyi dinamik bir örgüt modeli olarak gördüğü için, onun etkisizliği tehlikesiyle ilgilenmemiştir. Weber’e göre bürokrasi, bir devletin siyasalarını ve edimini kontrol etmekten men edilebilir. Bismarck yönetimindeki Almanya’nın güç kaybına

uğramasının sebebi, Weber’e göre, Şansölyenin memurlara devletin önemli makamlarını işgal etmelerine izin vermesidir. Böylelikle Almanya, bürokrasi dışı sınıfların kendilerini ifade edemediği siyasal olarak aptallaşmış bir devlet haline gelmiştir (Kamenka, 1989:130).

Weber, bütün otorite düzenlerinin alanını ve bireysel de bürokrasi olgusunu sınırlandıracak olan düzenekler üstünde durmuştur. Albrow, bu mekanizma kavramlarını beş temel sınıf içinde ele alarak kısaca özetlemeye çalışmıştır (Albrow, 1982: 47-48):

a) Kollekyallik

“Bürokrasi” başlangıç olarak, her hiyerarşi basamağında çalışanların sorumlu tutulması ve sadece bir elemanın karar almada görev verilmesi anlamını taşımaktaydı. Gitgide karar almada başkalarının da ilgisi, kollekyal kurallar yürütülmeye başlanmıştır. “Kollekyal” ilke, birkaç kişiyi ya da bir komiteyi, bir hak olarak, karar almada görevli konuma getirmiştir. Kollekyallik, belirli bir idarede otorite kavramını bölüşmek anlamını da karşılayan bir normdur. Weber, kollekyal ilkenin, bürokrasiyi sınırlamada önemli bir yol oynayabileceği; mamafih karar almadaki yavaşlığı ve sorumluluğu yayma özelliği nedeniyle bazı dezavantajları bulunduğunu ve bu sebepten de demokratik (tek kişinin sorumluluğuna dayalı) ilkece ele geçirilme eğilimi taşıdığına işaret etmektedir. Weber, aralarında Roma Konsülü, İngiliz Kabinesi, değişik senato ve parlamentoların bulunduğu on iki kollekyal formdan bahsetmiştir. b) Kuvvetler Ayrılığı

“Bürokrasi” farklı işlevsel alanlara göre vazifelerin bölüştürülmesini gerektirmektedir. Kuvvetler ayrılığı, özdeş fonksiyon için, sorumluluğun iki ya da daha fazla organ arasında bölüştürülmesi anlamını da ifade etmektedir. Bu tekçi ilkenin, eş bir sırlamasıdır. Bu yöntem, bir karara ulaşmada organlar arasında uzmanlaşmayı gerektirir. Weber, buna benzer olarak tarihteki İngiliz kralı ile parlamentonun bütçe üzerinde uzlaşmasını verir ve bu sistemin, otoritelerden biri tarafından üstünlüğü ele geçirebileceği için, doğası itibariyle gelgeç olduğunu vurgular.

c) Amatör Yönetim

Bir kurum, idarecilerine “ücret ya da maaş” ödemesi yapmadığı dönemlerde, yönetici olarak kamu görevinde vaktini harcamak için gereken geçim kaynağını kendi olanakları ile sağlayan insanlara dayanmak durumundaydı. Bu tür insanlar, aynı zamanda kendilerine güven duyulabilmesi için halk yanında itibarlı olmak zorundaydı. Dolayısıyla amatörlerin yönetimi, merkeze daha az bağımlı olma durumunu ortaya çıkarmıştır ve otorite kazanmak için kamunun takdirine dayanmayı teşvik etti. Şüphesiz ki bu sistem, yenilikçi toplumun uzmanlık gereksinimini karşılayamaz. Amatörlerin, uzmanların desteği ile beraber iş yaptığı hâllerde, almış olduğu gerçek hükümleri her zaman olduğu gibi uzmanlar tarafından karar verilmiştir (Albrow, 1982:48-49).

d) Doğrudan Demokrasi

Çalışanların ilk elden bir kabine muhatabıyla yönlendirilmesi ve hükümete karşı mesul tutulmalarını sağlayan türlü gereçler bulunmaktadır. Kısa süreli olan vazifeler, oluşan çokluk tarafından, idarecileri geri çağırma olasılığı, seçim gibi metotlar, bu neticeye emek vermek için oluşturulmuştur. Oluşturulan bu düzenek bazı yerel yönetim modellerinde olduğu gibi, sadece küçük organizasyonlarda uygulanabilen bir idare yöntemidir, yalnız burada bile uzmanlık ihtiyacı ortaya çıkar ve bu dengeleyici bir unsurdur. Weber’e göre “doğrudan demokrasi” kavramı modern toplumlarda tamamıyla hükümsüz, fakat küçük topluluklarda ise söz konusu olabilmekteydi. e) Temsil

Bir önderin taraftarlarını temsil ettiği savlar, yeni bir durum değildir. Gerek patrimonyal, gerekse karizmatik liderler, bu tür iddiaları dillendirmişlerdir. Fakat bugün modern dünyada yeni olan, üyelerinin seçimle işbaşına geldiği, karar vermekte serbest oldukları, kendileri seçenlere otoriteyi paylaştıkları temsili organların varlığıdır. Bu sistem, siyasal partilerin işleyişiyle ilişkilendirilmeden anlaşılamaz. Siyasal partiler, kendileri bürokratikleşmiş olsalar da, onlar aracılığıyla bürokrasi üzerinde denetim sağlama fırsatı büyüktür. Weber, sonunda, yenilikçi parlamenter

demokratik sistemin, bürokrasi üzerinde büyük bir kontrol fırsatı sunduğu görüşüne varmıştır.

Weber, modern devlette özgür parlamentonun, kapitalist ekonominin ortaya çıkardığı farklı çıkar gruplarına, seslerini duyurma olanağı verdiği için, hayati öneme sahip olduğunu belirtir. Parti sistemi aracılığı ile bu gruplar, liderlerini ortaya çıkarabilirler ve parlamentodaki mücadele ehliyetli kişiler keşfedilebilir. Weber’e göre Almanlar, İngiliz Parlamentosunun, siyasi liderlerin kendilerini kanıtlama alanı olarak işlev gördüğünün farkına varmamışlardır. Pek çok açıdan değerlendirildiğinde Weber’in temsili sistemi noktasındaki dileği, demokratik değerlere olan temayülünden daha çok, millî büyüklüğün etkili olduğu önderler bulmaya bağlı olduğu ve bunun da temsili bir düzenle gerçekleşeceği doğrultudaki inanışa yüklenmektedir. Weber, demokratik değerlerle daha az ilgilenmiştir. Temsili sistemle ilgili bu görüşüne bağlı olarak Weber, Siyasi partilerin “bürokratikleşmesini”, temsili yönetim için gerekli olan önemli bir mâni olarak görmemiştir. Tersine, yenilikçi parti idaresinin karışık yapısının, parti liderlerinin devlette mühim mercilere gelmeden önce önemli idare metotları noktasında gerekli olan birikimlerin kazanılmasına ortam sağladığı düşüncesindedir (Albrow, 1982: 48-49).

Weber’e göre, kendileri bürokratik makineler olan geniş ölçekli partilerin varlığı, yenilikçi demokratik düzenin kaçınılmaz bir özelliğidir. Şayet bu partiler, siyasi uzmanlık ve öncelik sahibi olan liderler tarafından yönetilirse, bürokratik resmiyetin geniş egemenliğinden kaçınılabilir (Giddens, 1999: 22).

İKİNCİ BÖLÜM