• Sonuç bulunamadı

1.6. Weber ’de Otorite Tipleri

1.6.1. Geleneksel Otorite

Weber’e göre otorite türlerinden ilki olan “geleneksel otorite”, eskiden beri devamlı olarak varlık gösteren, meşruluğunu ve gücünü alışkanlıklardan, gelenek ve ananelerden almış olan hâkimiyet çeşitidir. Eski dönemlerden kalma alışkanlıkların kutsiliğine ilişkili inanış, ananevi üstünlüğünü meydana çıkarmaktadır. Geleneksel otoritenin kendisinde tecessüm ettiği bir “efendi” figürü oldukça önemlidir. Bu efendinin bağlı olduğu güç, geleneğin sunduğu geçmiş alışkanlık ve ritüellerden ileri gelir. Dolayısıyla efendinin söyledikleri sorgusuz ve tartışılmaz bir biçimde onaylanmaktadır. Efendilerin emirleri kişisel, keyfince ve son derece öznel niteliktedir. Fişek’e göre geleneksel otorite, tarihte feodal topluluğun “serf – senyör” bağı, patriarkal toplumun ise ailece “baba – oğul” ilişkisi biçiminde karşımıza çıkabilmektedir (Fişek, 1979: 72-73).

Geleneksel otorite tiplerinde, gücün meşruiyetini uzun senelerden beri etkisini gösteren gelenek, inanç ve adetlerden almıştır. Kimin ne şekilde idare edileceğini seçen adet ve kurallardır (Ergun&Polatoğlu, 1992: 59). Kısacası adetler her şeyin üzerinde tutulmaktadır. Krallıklarda veya hanedanlıklarda olduğu gibi yöneten kişiyi sınırlandıracak olan örfler, o daha dünyaya gelmeden çok önceleri ortaya çıkmıştır (Kapani, 1987: 89). Ananevi idare deyişinde yöneten kişinin keyfince ve şahsi uygulamalarını ön plana çıkarıyor olsa da gelenek-görenek aracılığıyla limitlendirilmiş durumlardır. Yönetimsel örgütlerin meydana getirilmesi ve yetkililerinin atanması örfler ciddiye alınarak yürütülmektedir (Ergun&Polatoğlu, 1992: 59-60). Eskiden beri süregelen olağan gelenek ve göreneklere uygun olarak oluşan bu otorite modeli, liyakate esasına değil de, irsiyet ve statüye bağlı olarak gelişir. Tebaası ona, kişisel bir sadakat ya da geleneksel statüsüne saygı duyarak itaat eder. Emretme gücünü kullanan kişiler, genellikle kalıtım sayesinde elde ettikleri statü sebebiyle kişisel otoriteye sahip olan bir örnek kişilerdir. Geleneksel lider, haliyle tevarüs ettiği statüye dayalı olarak emir veren bir efendidir. Onun emirleri, kişisel ve keyfi olabilir, ancak bunlar geleneklerin olanak verdiği çerçeve niteliğindedir. Dolayısıyla efendilerin verdiği emirlerin hukuki sorumluluğu, bu emirlerin geleneklere aykırı olmamasına bağlıdır. Şayet günün birinde efendi gelenek ve

alışkanlık halini alan ritüeller ile arasına mesafe koyarsa; geleneğe karşı geldiği suçlamasıyla yine geleneğe dayanılarak yerinden edilebilir (Yılmaz, 1997: 42). Bu otorite biçimi tarihte genel olarak “patrimonyal” ve “feodal” geleneksel otorite olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkar: Her iki geleneksel otorite tipinde de yönetimde işbölümü ve uzmanlaşma gelişmemiştir. İdari işler ve görevler tamamen önceden gelen geleneklerin takibi yoluyla yerine getirilir (Yılmaz, 1997: 42).

Geleneksel otoritenin patrimonyal şekli, idari aygıtta çalışan personel, ücret ve bahşiş bakımından genellikle efendilerine şahsi bakımından bağımlı olan (hizmetçiler, akrabalar ve gözdeler gibi) tebaadan oluşmaktadır. Diğer taraftan feodal ilişkilere dayanan şeklinde ise, otorite gerecinde çalışanlar, efendiye karşı hayati ölçüde daha fazla özgürlüğe sahiptir. Feodal görevliler efendiye patrimonyal tarzdakinden farklı olarak kişisel olarak mutlak bir biçimde bağımlı değildir. Fakat efendi ile aralarında bağlılık yemini çerçevesinde bir işbirliği ve uyum da bulunmaktadır. Bu esasa dayalı bir sözleşme perspektifinde, feodal çalışanlar, kendilerine bölümlendirilmiş olan alanlarda özerk sorumluluğunu kullanırlar; çoğunlukla da kendi hususi mülkleri vardır; variyetleri ve gelirleri için üst mercilerine tabi olarak hareket etmezler. (Berkman, 1975: 56).

Max Weber’e göre geçmiş bürokrasiler ananevi otoritenin hususi formu olarak gösterilen “patrimonyale” teşkilatlardır. Patrimonyal otorite şekli, çağcıl dönemi evveliyatında daha çok doğu toplulukların da görülen bir otorite tipidir. Öte yandan Weber patrimonyal otoriteyi kendi arasında “gerentokrasi”, “patriyarkalizm” ve “patrimonyalizm” olarak üç alt başlığa daha ayırır. “Gerentokrasi”, grubunu simgeleyen ve onun mukaddes alışkanlıklarını bilen ve ona göre yaşayan yaşlıların yönetimidir. Yaş, gerentokratik otoritenin hâkim olduğu topluluklarda tek yenilik aracı olarak görülür. Topluluk içinde en yaşlı kişinin sosyal hiyerarşinin tepe noktasında bulunması ve cemaatin en yaşlı üyesi tarafından yönetilmesi oldukça olağan olarak karşılanmaktadır. “Gerentokratik” topluluğun mensupları, yaşlılara, ananevi pozisyonları nedeniyle saygı duyarlar. Üstlere saygının tek göstergesi, verilen emirleri sorgulamadan yerine getirmek ve haddini aşmamaktır. Patriyarkalizm ise, otoritenin öncelikli olarak, belirli bir kalıtsal norm gereğince işbaşına gelen ve grup adına hareket

edip ve kararı veren kişi veya kişiler tarafından yürütülmesidir. Patriyarkalizm kavramı kökeni bakımından, ev halkı yöneticisinin otoritesine işaret eder. Bu patrimonyal otorite şekli, benzer çatı altında bulunan ve yaşayan ev halkının gereksinimlerini göğüslemek üzere aralarında oluşturdukları bağa bağlı olan bir otorite tipidir. Söz konusu otorite şeklinde güç, doğal rehberin büyük oranda akrabalık, hısımlık bağları ve ekonomik gücüne dayanmaktadır. Patriarkal şefin, giderek artan servetini yönetmek düşüncesiyle, aile bireylerine ev, tarla, davar ve benzeri şeyleri vermesiyle merkezi otoritesinde bir bozulma yaşanmaktadır. Şefin merkezi otoritesinin bozulması neticesinde, “patrimonyal otorite” adı verdiğimiz üçüncü otorite biçimi ortaya çıkar (Eryılmaz, 2013:66 ).

Patrimonyalizm, tam olarak kişiye bağlı yönetimsel personelin askeri gücünün gelişmesine dayanmaktadır. Otorite, her ne kadar uygulamada geleneği kaynak alsa da, büyük ölçüde şahsi gücün kullanılmasına dayanmaktadır. Böylelikle de patrimonyal bürokrasi, mümkün olduğu kadar büyük sayıdaki personel vasıtasıyla düzenlenmiş mecburi bir koordinasyondur, ancak otoritesi geleneğe dayanır ve burada yöneticinin şahsi otoritesinin önemli rolü ortaya çıkmaktadır. Weber’e göre, bu şahsi otorite, büyük ölçüde köleler, ücretli ve ücretsiz askerler, koruma ve muhafızlar ve diğer görevlilerin başka ilişkili dış desteğine dayanır. “Patrimonyal otorite” geleneksel sınırlandırmalardan uzaklaştığı noktalarda ve keyfiyete dayalı yürütümlere yöneldiğinde düzen, “sultanizm”e dönüşmektedir (Kamenka, 1989: 52).

Patrimonyal şef, bürokrasisini meydana getirirken, şahsi sadakatinden emin olacağı bağımlılarını “hizmetlileri” olarak seçer. Şahsi sadakatinin ölçütü olarak da, yöneticinin şahsi fikirlerine saygı ve emirlerine irdelemeden riayet etmektir. Söz konusu olan tutum ve davranışları gösterecek olan kişi ve kişiler, çoğunlukla sosyal hiyerarşide en alt seviyedekilerle, köleler, azınlıklar ve şefin şahsi menfaatleriyle çıkarları doğru orantılı olan vatandaştır. Şahsi bağımlılardan oluşmakta olan bu memur kadrosu, şefin otoritesinin merkezileşmesi ve merkezileşen otoritenin de çoğunluk arz etmesi sonucunu doğurur. Memurların patrimonyal şef karşısındaki zayıflıkları, onların halka karşı baskın otoriteleri ile büyük oranda dengelenir. Bir diğer bürokrasi kavramı olan Neo-patrimonyal bürokrasi kavramı, modernleşme sürecine yönetici elitin öncülüğünde giren, lakin batının hukuki ussal bürokrasi modelini öz itibariyle

alamayan fakat bazı biçimsel yönlerini aktarmayı başaran, geleneksel ile modernliği birlikte gözeten gelişmekte olan ülkelerin bürokrasileri için kullanılmaktadır. Bu ülkelerde, çoğu kurum ve kuruluş batıdan alınmıştır, şeklî yapısı batıdakilere bir ölçüde benzemektedir, fakat uygulama büyük çapta eski daha doğrusu geleneksel yöntemlere, anlayışlara ve kişilere göre yürütülmektedir. Hukukilik ve rasyonalite de yüzeysellik ve biçimsellik dikkati büyük oranda çekmektedir. Bir örnekle açıklamak gerekirse personel yönetiminde liyakat ilkesi yazılıdır, fakat uygulamada kayırma sisteminin bütün unsurları egemendir. Yönetimde kurumsallaşma zayıftır; ancak siyasallaşma, adam kayırma, yolsuzluk, keyfilik, hukuksuzluk, kötü yönetim ve benzeri akılcı olmayan davranış biçimleri yer yer hâkim olan düşünceler yer almaktadır. Weber’in geleneksel otorite analizi, diğer otorite biçimlerine göre daha az ilgi uyandırmıştır. Çünkü geleneksel otorite biçimleri, Weber’den önce ve sonra, daha çok inceleme konusu olmuş ve dolayısıyla da sadece Weber’e dayandırılan orijinal bir niteliğe haiz olmamıştır (Kamenka, 1989: 52).