• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ROMANLARDA KIRIM TARİHİ

2.4. Volga Kızıl Akarken

Saadet Bektöre, babası Şevki Bektöre’nin Sovyetler Birliğinin çeşitli şehirlerinde yaptığı hocalığı, o şehirlerde yaşadığı olayları, korkunç kamp yaşamını kitaba aktarmıştır. Volga Kızıl Akarken otobiyografik bir romandır. Eserin zaman dilimi 1918 ile 1965 yılları arasını kapsamaktadır. Romanda SSCB’de ve ona dâhil olan Kırım’da Komünist rejiminin sistemi, o sistemin kuruluşu ve uygulanışı, Bolşeviklerin insanlar üzerindeki baskı ve zulümleri anlatılmıştır. İncelediğimiz romanların arasında, Volga

Kızıl Akarken o dönemi en teferruatlı şekilde anlatan eserdir. Yazarın babası Şevki

Bektöre’nin bu yıllarda bizzat SSCB’de bulunuşu, tevkif edilişi, 15 sene kamplarda kalışı, romandaki anlatılan tarihi dönemin tamamıyla gerçeklerden meydana gelmesine vesile olmuştur.

Roman 1917 İhtilali sonrasında Kırım’ın ve Kırım Tatarlarının içinde bulunduğu durumun açıklanmasıyla başlar:

“Durum korkunçtu. Kırım tam manası ile anarşi içerisinde bulunuyordu. Bir tarafta kızıl bayraklı Bolşevikler, diğer tarafta kara bayraklı Anarşistler memleketi kana buluyorlardı. Kırım’ın Milli İstiklal Lideri müftü Çelebicihan, ihtilalci matroslar tarafından vahşiyane bir şekilde öldürülmüştü. O sırada Harbiye Nazırı bulunan Cafer Seyitahmet Kızıltaşlı (Kırımer) de bu canavarların elinden kurtulmak maksadıyla Kafkasya’ya geçmiştir. Kırım halkının durumu ise çok ağırdı.”101

Romanda Noman Çelebicihan ve Cafer Seyitahmet gibi Kırım Tatarlarının milli mücadelesinin lider şahsiyetlerinin zikredilmesi önemli bir husustur. Noman Çelebicihan Kırım Tatarlarının kaderinde büyük rol oynayan, milletine hizmetlerinin neticesinde Kırım Tatar tarihinde unutulmaz bir liderdir. Kendisi gibi İstanbul'da öğrenim gören Cafer Seydahmet ve diğer Kırımlı arkadaşlarıyla Kırım Talebe Cemiyetini kurar. Bundan sonraki hayatı şehit edilmesine kadar Kırım'ın istiklâli için çalışmakla geçer. 1917 yılında patlak veren Bolşevik ihtilâlinin yarattığı karmaşada 9 Aralık 1917’de kurulan kısa ömürlü Kırım Halk Cumhuriyeti'nin halk tarafından seçilen ilk başkanı olur. Ancak Kırım'ın 1918 yılı Ocak ayı içerisinde Bolşevikler tarafından işgal edilmesi esnasında Sivastopol hapishanesine götürülür. 23 Şubat 1918 günü kurşunlanmak suretiyle şehit edilir ve naaşı Karadeniz'e atılır.

Romanda Noman Çelebicihan ve Cafer Seydahmet’in İstanbul’da oluşturdukları ve talebelerden oluşan teşkilatın kuruluşundan bahsedilmektedir.102 Eserin başkahramanı olan Şevki Bektöre de bu teşkilatın Genel Sekreteri olarak vazife alır ve Kırım’ın istiklaline kavuşması için ant içer: “Kırımlı gençler, asırlardır Çar zulmünü ve Rus

Çizmeleri altında inleyen memleketlerini, şimdi de Bolşevik eşkıyalarına karşı korumak, kanlarının son damlasına kadar mücadele etmek için ant içmişlerdi.”103

Romanda, Bolşeviklerin bütün SSCB’de ve Kırım’da, komünist sistemin nasıl kurulduğu, nasıl uygulandığını ve Rusya’daki komünizmin nasıl dehşet verici bir sistem olduğu başarılı bir şekilde anlatılmaktadır.

101 Bektöre, s. 8. 102 Bektöre, s. 9. 103 Bektöre, s. 9.

Romanın ilk bölümlerinde Kırım’da yürütülen “Kızıl Terör”den ve onu yürüten Bella Kun’dan söz edilir. Kırım’ın başkenti olan Akmescit’in Puşkin caddesinde karargâh kurmuş olan «Çeka»104 ve başında Balla Kun, Vrangel ordusuna mensup olanları ve halkı yok etmekteydi. Günahsız insanlar, gece yarısı Akmescit’in doğusundaki, Aluşta Yalta şosesi üzerinde Salgır nehri boyunca yer alan meyve bahçelerine götürülüyor, orada kendilerine kazdırılan çukurların başında kurşuna diziliyor, sonra diğer ölüm mahkûmlarına gömdürtülüyorlardı.105

Kızıl Volga Akarken eserinde Türkiye’de Kırım konusunu işleyen romanlarda neredeyse

hiç bahsedilmeyen iki husus daha vardır. Bu da 1930’lu yıllarda Kırım Tatar yazar ve

şairlerin nerdeyse tamamının katledilişi ve aynı yıllarda Kırım’da suni açlığın106

uygulanışıdır. Kırım Tatar edebiyatının en tanınmış isimleri olan Hasan Sabri Ayvazov,

Osman Akçokraklı, şairler Abdullah Latifzade, Hamdi Giraybay,

AbdurahmanKadrizade1930’lu yıllarda kurşuna dizilmişlerdir. Edebiyatın hemen her türünde eserler vermiş Ümer İpçi 12 yıl hapis cezasına çaptırılarak sürgünlerde, kamplarda her türlü azap, işkence çektikten sonra hayatını kaybetmiştir. Ünlü şair Cafer Gafar 1938 yılında Stalin’in zulmüne uğramış, mezarı bile belli değildir. Kırım’ın en büyük şair ve dil bilginlerinden Bekir Sıtkı Çobanzade 1938’de Sibirya’ya sürülüp 1939’dada öldürülmüştür.107 Yazarlarla birlikte XX. yüzyılın ilk yarısındaki Kırım Tatar bilim, fikir, sanat ve basın tarihinin önemli şahsiyetleri yok edilmişlerdir. 1930’lu yılların sonuna kadar Kırım Tatar millî aydın sınıfının ve din adamlarının hemen tamamı doğrudan doğruya kurşuna dizilmek veya sürüldükleri çalışma kamplarında hayatlarını kaybetmek suretiyle ortadan kaldırılır. Kırım’daki Sovyet hâkimiyetinin ilk yirmi yılında yaklaşık 150.000 civarında insanın yok edildiği belirtilmektedir.108

Kırım tarihinin en felaketli olaylardan birisi de Bolşeviklerin Kırım’a gelişinden hemen sonra Kırım’da büyük bir suni açlığın uygulanışlarıdır. Roman bu olaylara değinmektedir. Şevki Bektöre bulunduğu Zengiata Kampı’na yeni gelen Nazmi isimli

104 Gizli Polis 105 Bektöre, s. 19. 106

Suni açlık SSCB’nin uyguladığı bir politikadır.İnsanların bilinçli olarak açlığa terk edilmesidir.

107

İmha edilmiş yazarlar hakkında ayrıntılı bilgi bkz.İsmail Kerim – Mehmet Şevket, “Hanlık Dönemi Sonrası Yazılı Edebiyat”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojsi, Kırım Türk-Tatar Edebiyatı, C.13, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1999, ss. 30-34.

bir Kırımlıyla tanışır ve ondan Kırım’da bulunan arkadaş yazarlarının imha edildiğini öğrenir.109 Konuşma devam ederken Nazmi açlığın felaketini ve sebeplerini anlatır:

“Akmescit’e gittim. Bu sırada Kırım’da açlık bütün dehşetiyle hüküm sürüyordu. Köylerden gelen haberler çok feciydi. Akmescit’in sokakları, açlıktan vücudu

şişmiş, sarı benizli insanlarla doluydu… Hâlbuki halkın çektiği açlık, Komünist

Partisi ile Hükümetin, rejimi halka kabul ettirmek için yarattığı suni bir buhrandan ibaretti. İşin garip tarafı ise, Komünist Partisi Propagandacıları tarafından, bu açlığın, kapitalistler tarafından yaratıldığı şeklinde yayılmasıydı. Hâlbuki komünistler, önce halkı açlığa maruz bırakmışlar, sonra da ellerine birer parça ekmek tutuşturarak, bütün iyiliklerin Allah’tan değil, Lenin ve Bolşevikler tarafından yapıldığı kanaatini yerleştirmek istemişlerdi”110

Romanın birçok yerinde Komünistlerin Müslümanlara karşı uyguladığı dini baskılardan söz edilmektedir. Müslüman milletlerde bir gelenek olan erkek çocukların sünnet ettirilmesi ve bunun için bütçesine göre bir tören yapması, Bolşeviklere göre korkunç bir suçtu. Bu sebeple Şevki Bektöre bu geleneği icra edemez, karısından çocuklarının sünnetini Anavatan’a dönebildiği takdirde orada yaptırmasını ister.111 Romanda sünnetin yanı sıra Müslüman usulüne uygun cenaze törenlerinin de yasak olduğu belirtilmektedir.112 Evlerde dinin uygulanıp uygulanmadığını öğrenmek için çocuk bahçelerinde çocuklara anket sistemi uygulanır. Şevki Bektöre bir akşam oğlunun ürkek halini fark eder. Çocuk babasına içindeki sıkıntısını şu şekilde açıklar:

“-Baba, dedi. Bugün yuvada bana «Anket» doldurttular. Durdu. Sonra daha yavaş bir sesle:

-Annen, baban Allah’a inanıyorlar mı, diye sordular. İnanmıyorlar, dedim. İyi söyledim mi baba? Arkadaşlarım Kola ve Tanya da öyle söylediler…

-Evet oğlum, iyi söylemişsin. Peki ama sen Allah’a inanıyor musun? -Tabii inanıyorum babacığım

-Aferin oğlum”113

Romanda ayrıntılı bir şekilde bütün SSCB çapındaki “Kulak”lar denilen arazi sahiplerine karşı yürütülen imha siyaseti ve “Kolhoz” denilen kolektif çiftliklerin insanları nasıl köleleştirdiği anlatılmaktadır.

“Bolşeviklerin meşhur sözü: «LİKVİDİROVAT KULAKOV KAK KLAS» (Bir sınıf gibi kulakları imha etmek), tatbik mevkiine konuluyordu. İşte bu söz üzerine

109 Bektöre, s. 157. 110 Bektöre, s. 159-160. 111 Bektöre, s. 39. 112 Bektöre, s. 46. 113 Bektöre, ss. 47-48.

kulakların malları müsadere ediliyor, bu insanlar yerlerinden, yurtlarından sürülüyor, kurşuna diziliyordu Sovyet Devletinin zorla kabul ettirmek istediği (Kolhoz) Kollektif Çiftlik Sisteminden kaçan bu namuslu, vatanperver ve çalışkan insanlara Basmaç (Haydut) damgası vuruluyor”du.114

Kırım’ın o tarihlerini anlatan bir kitapta 1930’lu yılların başlarında uygulamaya konulan kolektifleştirme çalışmaları sonucu 40-50 bin Kırım Türk köylüsünün Ural veya Sibirya’ya sürüldüğü belirtilmektedir. 115

Nihayet eserin en etkileyici yanlarından birisi de SSCB genelinde kampların durumu ve diğer milletlerle birlikte Kırım Tatarlarının bu kamplarda çektiği zulmün anlatılmasıdır. Zaten eserin ana konusu bir Kırım Tatar aydının bu kamplarda gördüğü zulümlerdir.