• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ROMANLARDA KIRIM TARİHİ

2.1. Cezmi

Namık Kemal’in Cezmi romanı (1880/81) “tarihe müstenit hikâye” alt başlığı ile yayımlanır. Bu alt başlık eserin tarihsel gerçekliğe dayandığını, tarihsel söylemin romanın edebi söylemine bir senet olarak kullandığını ve bu bakımdan romanda edebi hakikatle tarihsel hakikat dayanışmasının, karşılıklı birbirini destekleme ilişkisi içinde olduğunu göstermektedir. Namık Kemal romanı yazarken tarihi olayları titizlikle seçer ve o olayları, güttüğü gayeye ulaşabilmek için roman şeklinde anlatmaya çalışır.55

Namık Kemal, romana başlarken okuyucularına Osmanlı Devleti’nin en güçlü zamanını anlatır ve o dönemde İslam ve Hıristiyan medeniyetlerinin birbiriyle rekabet içinde gösterilirken, diğer yandan geniş bir coğrafyayı etkileyen siyasi, teknolojik, kültürel ve askeri dönüşümler örneklendirilmektedir. Kanuni’nin bu asrın başında doğması, bu asırda olacakları müjdeleyici olarak görülür. Roman şöyle başlar:

“Miladi 15.asrın ve hicri takvime göre 9. asrın son yıllarında Osmanlı Devleti’nin onuncu padişahı Kanuni Sultan Süleyman dünyaya gelmiş ve padişahlık yapmıştı. Bu asır çok önemli tarihi olayları içinde barındırması ve büyük keşiflerin bu asır içinde gerçekleşmiş olması bakımından tarihteki önemi en büyük olan asırdır. O kadar ki yüce Allah’ın gücü neredeyse binlerce yıl içinde gerçekleşebilecek olan olayları yeni bir mucize ortaya koymak için küçük bir asrın dar zaman çemberine sıkıştırmıştır… Yine bu asırda, Büyük Osmanlı sultanı ve Osmanlı Orduları Başkomutanı Kanuni Sultan Süleyman şanlı bayrağımızı, şafaklar içinde doğmuş bir hilal gibi, Viyana, Tebriz, İspanya ve Hindistan’da dalgalandırarak şu büyük dünyanın doğusunda ve batısında şanla ve şerefle taşıyordu”56.

Namık Kemal o dönemlerin ihtişamını anlatırken bir yandan da Kırım tarihini yüceltmektedir:

“Yine aynı asırda, Kırım Han’larından “Devlet Giray” ikinci saldırısında Moskova civarını teslim almaya kadar ileri gitmiş, yüz sene sonra gelecek bir imparatora daha o zaman bir ibret dersi vererek, Moskova’yı yakan Prusya’lı General Konozof’a daha o zamandan ders alması gereken bir örnek göstermiştir. Bu kahraman adam, insan yapısı olan kocaman bir yanardağ gibi patlamıştı. Babür Han, büyük dedesi olan ve zaferlerinin çokluğuna ve ihtişamına bakılarak dünya fatihi sayılan Timur’un yüz binlerce asker ve bin bir türlü zorluklarla aldığı Hindistan’ı, sadece on beş bin kişilik bir ordu ile, ordusundaki askerlerin sayısı yüz binlerle ölçülen bir düşmandan teslim almış, o bölgede o zamana kadar gelmiş

55

Fatih Altuğ, “İstinat Duvarı Olarak Cezmi: Tarihe Müstenit Hikaye” Edebiyatın Omzundaki Melek, Edebiyatın Tarihle İlişkisi Üzerine Yazılar, Yayına Hazırlayan: Zeynep Uysal, İletişim Yay., İstanbul, 2011, s.149-150.

56

geçmiş dünyanın en büyük İmparatorluğunu yani Türk-Moğol İmparatorluğunu yine o asırda kurmuştu”57.

Namık Kemal’in Cezmi romanını yazarken tarihle yakından ilgilendiğini kaydetmiştik. Kırım tarihine dair yaklaşımı ise yine müspettir. Namık Kemal Kırım Hanlığı ve Osmanlı’nın en parlak, en dostane münasebetlerinin yaşandığı dönem olarak Devlet Giray devrine dikkat çekmiştir. Devlet Giray, 1551-1577 yılları arasında hanlık yaptı ve onun döneminde Kırım Hanlığı Osmanlı ile birlikte yükseliş devrini yaşadı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde uzun yıllar İstanbul’da yaşadığı için dönemin Osmanlı Sarayı ile oldukça iyi ilişkileri vardı. Devlet Giray’ın meşhur olduğu olay, 1571’de Moskova’ya karşı giriştiği büyük taarruzdur. Bu taarruzda Moskova varoşlarının büyük bir kısmını yakarak, IV. İvan’ın başkentini Tatarlara karşı korumaya gücünün yetmediğini ispata muvaffak oldu. Kırım Tarihinde Devlet Giray’ın bu başarısı ona “Taht-Algan” (taht alan) lakabının verilmesini sağladı. Osmanlı Sultanı da Devlet Giray’a “Kırım’ın emiri ve tahtımızın samimi ve sadık dostu” unvanını verdi.58 Halil

İnalcık’ın da kaydettiği gibi aynı Devlet Giray dönemindeki Rus tehlikesine karşı

Osmanlılarla iş birliği yapmıştır:

“Devlet Giray döneminden (1551-1577) XVII. yüzyıl başlarında Karadeniz sahillerinde sürekli Rus akınları başlayıncaya kadar geçen sürede Kırımlıların Rusları Volga havzasında geri atmak için mücadele ettikleri dikkati çeker. Bu devirde Karadeniz ve Kafkaslar için Rus tehlikesine karşı Osmanlıların iş birliği göze çarpar. Devlet Giray 972 (1565) kışında Osmanlı topçularının da bulunduğu ordusuyla Rusya üzerine sonuçsuz bir sefer yaptı. Osmanlılar, 970’ten (1563) beri kuzeyde Astrahan’a bir sefer düzenlemeyi ciddi olarak müzakereye başlamışlardı. Yalnız Kırımlılar değil, diğer Kıpçak bozkırındaki Nogayların bir kısmı (Kiçi-Nogaylar), Orta Asya Türkleri, Harezm Hanı, şimdi “halife-i ruy-ı zemin” olan padişahı Rus-Kazak ilerleyişlerine karşı yardıma çağırmaktaydı. Osmanlılar bir ordu göndererek Don-Volga arasında bir kanal açmak ve Astrahan’ı zapt etmek suretiyle iki taraftan kazanacaklarını düşündüler. 15.000 kişilik bir Osmanlı ordusu Devlet Girayın ordusuyla birlikte, Don nehriyle Volga’nın en çok yaklaştığı bölgede Altın Orda hanlarının harabe halindeki eski başşehri civarına geldi.”59

Romanda da Namık Kemal bu dönemde Osmanlı-Kırım Hanlığının planladığı “Don-Volga arasında bir kanal açmak” projesinden söz etmektedir:

“Hazar denizi vasıtasıyla Asya kıtasının iç kısımlarına doğru hâkimiyetini yürütebilmek için Volga ve Don nehirlerini bir kanal inşa ederek birleştirmeye çalışan ve bu yolla Yavuz Sultan Selim’in büyük ülküsü olan İslam birliğine ulaşma

57

Kemal, ss. 25-26.

58

yolu açmaya çalışan da yine aynı büyük adamdır.”60, “Don nehriyle Volga nehrini birleştirip, hazar deniz yoluyla Turan’a bir ulaşım yolu bulmak61”.

Ancak, Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa döneminde başlanan kanal tamamlanamadı. Kırım ve Osmanlı askeri Ruslar ve hava koşulları tarafından kırılarak geri çekilmek durumunda kaldı. Bu olay bazı tarihçiler tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nda duraklama döneminin başlangıcı olarak kabul edilir.

Roman, bir yandan Cezmi’nin yetişme serüvenini, Osmanlı-Safevi Savaşına katılmasını ve bu savaşta gösterdiği kahramanlıkları sunarken, diğer yandan onunla aynı meşrepten olduğu sıklıkla vurgulanan Kırım Kalgayı Adil Giray’ın Osmanlı kuvvetleri safında savaşa katılışını, gösterdiği yararlılıkları ve esir düşmesi sonucunda Safevi sarayında yaşadığı siyasi ve duygusal maceraları anlatmaktadır. Adil Girayın hikâyesi önceleri değişik biçimlerde yazıya aktarılmıştır: Osmanlı-Safevi savaşını anlatan hem Batılı hem Osmanlı tarih kitaplarında Adil Giray’dan söz edilmektedir. Aynı zamanda başta Kırım olmak üzere geniş bir coğrafyada Adil Giray’ın tecrübesi destan biçiminde kulaktan kulağa ve kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Dolayısıyla Namık Kemal’in romanı Cezmi, daha önce çeşitli tarih yazımı söylemleri ve destanlar tarafından dolayımlanmış bir tarihsel hakikatin bu defa romanlaştırılmasıdır. Olayın gerçekleşmesiyle romanın yazılması arasında tarihsel mesafenin doğal sonucu olarak bu tarihsel roman kendisini yalnızca tarihsel hakikatle değil tarihsel ve destanî söylemlerle de ilişkilendirmek durumundadır. Bu anlamda, Namık Kemal’in Cezmi romanında cisimleştirdiği tarihsel hikâye, Kemal’in kendi tarihsel koşullarının yanı sıra tarihsel ve destanî söylemlerle kurduğu seçmeci ve düzenleyici ilişkinin de sonucudur. Tarihsel ve destanî söylemler, romanın olay örgüsünün mesnedi olarak işlemektedir. 62

Osmanlı-İran seferine Adil Girayın katılmasını konu edinen farklı bölgelerde muhtevalarda bazı farklılıklar olan dört rivayet bulunmaktadır: Alman asıllı Rus Türkoloğu olan Wilhelm Radloff’un Molla Mehmet Osmanof’un ayrı ayrı derledikleri Kırım rivayetleri, Zarif Taşkendi’nin derlediği Kazak-Kırgız rivayeti, Nedret ve Enver Mahmut’un derlediği Dobruca Tatar rivayetidir. Her rivayetin ortak noktası Adil Girayın savaşa katılıp cesurca savaşarak esir düşmesidir. Ancak Dobruca Tatar 60 Kemal, s. 31. 61 Kemal, s. 46. 62 Altuğ, a.g.m., s. 151-152.

rivayetiyle Cezmi’deki Adil Giray serüveninin diğerlerine göre birbirine daha yakın olduğu görülür. 63