• Sonuç bulunamadı

Kırım Tatar Askerlerinin Rus Birliklerinde Savaşması

BÖLÜM 5: ROMANLARDA KIRIM TATARLARININ SORUNLARI

5.1. Siyasi Sorunlar

5.1.3. Kırım Tatar Askerlerinin Rus Birliklerinde Savaşması

1856-1862 yıllarında gerçekleşen kitle halindeki göçlerden kendini toparlayamayan Kırım’da, 1870 senesinin ortalarında yeni bir göç ateşi tutuşmuştur. Bu sefer göçlerin sebebi genel askerlik yükümü kanununun konulmasıdır. Askerlik çağına girmiş olan Kırım Tatarları için bu genel askeri birliğinde hizmet etmek anlamına geliyordu. Önceki Müslüman askeri birliklerinde yapabildikleri dini ibadetleri artık yapamayacaklardı. 1 Ocak 1874’de çıkarılmış bir kanunla Kırım Tatarları da mecburî askerliğe tabi tutulmuşlardır.

Kırım Tatar askerlerinin Rus birliklerinde savaşma sorununu Nermin Bezmen’in Kurt

Seyt & Shura romanında görmemiz mümkündür. Romandaki Kırım Tatar kahramanları

Rus-Japon Savaşı (1904-1905) ve 1. Dünya Savaşındaki Rusya’nın Doğu Cephesi'nde Karpat Operasyonu olarak adlandırılan savaşlarda yer alırlar (1915).

311 Bahadıroğlu, s. 142. 312 Bektöre, s. 9. 313 Gündüz, s. 97.

Rus-Japon savaşının en kanlı muharebeleri, Uzak Doğu'daki Rusların kontrolündeki Port Artur limanı ve civarında meydana gelir. Kara ve deniz muharebeleri şeklinde cereyan eden bu savaşta Rus ordusu saflarında askere alınan binlerce Kırım Tatarı da savaşmak mecburiyetinde katılır. Kırım Tarihi üzerinde çalışan G. Sigayöva şöyle yazmaktadır: “Rus Japon savaşı esnasında birçok Karaim ve Kırım Tatarının cesurca

savaşta yer aldığı herkes tarafından bilinen bir gerçek olsa da Sovyet zamanında bunlardan bahsedilmesi mümkün değildi.”314

Kurt Seyt & Shura romandaki ilk bölümler Rus-Japon Savaşı etrafında şekillenir. Eserin

baş Kahramanı Seyit’in çocukken babasıyla 1904 yılında St. Petersburg’a gelişi, askeri okula kaydı yapılırken babasının okul müdürüyle savaş hakkındaki konuşmalarından babasının da o savaşa katılacağı öğrenmesi,315 babasıyla vedalaşması, onu bir sene boyunca istasyonlara gidip bekleyişi316 gibi bir takım hadiseler, savaşın insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini, maddi ve manevi yıpranmalarını anlatmaktadır.

I. Dünya Savaşında ise Kırım Tatar askerlerinin çoğunluğu Batı Cephesi’nde bulunmuş ve çoğunlukla Avusturya-Macaristan ordularına karşı savaşmışlardır. Romanın başkahramanı olan Kurt Seyit, onun yakın Kırım Tatar arkadaşları olan Osman ve Celil I. Dünya Savaşındaki Rusya’nın “Karpat Operasyonu” veya “Galiçya Cephesi” olarak adlandırılan savaşa katılmışlardır. Romanda bu olaya bir bölüm ayrılmıştır.317 Aslında burada yazar Kırım Tatarların ve Osmanlı Türklerinin birbirileriyle savaşmak mecburiyetinde kaldığı trajediyi ele almıştır. Cephe sırasında bir kaza sonucunda Kurt Seyit yaralanır ve savaş devam ederken yaralananların arasında baygın halde iki hafta yatar. Uyandığında doktordan Rus ordusunun ele geçirdiği esirlerin arasında Türklerin de olduğunu öğrenir ve bu kazaya uğrayıp ta soydaşlarını esir almak utancından Tanrı’nın onu korunduğunu düşünür.318

II. Dünya savaşını konu edinen romanlarda ise Kırım Tatarlarının Kızıl Ordu saflarında Almanlara karşı savaşma mecburiyetinde kaldıklarını görmekteyiz. Bunu en güzel

şekilde Murat Soysal Arabat Türkleri romanında yansıtır. Dört yıl Kızıl Ordu saflarında

314

V. Sigaeva, “Krımskiye Karaimı i İh Vklad v Mnogonatsionalnuyu Kulturu Rossii i Krıma”, Kultura Narodov Priçernomorya, Simferopol: Eylül,1998, ss. 251-254.

315 Bezmen, s. 81-132. 316 Bezmen, ss. 133-146. 317 Bezmen, ss. 189-209.

Almanlara karşı savaşan Ramis köye döner. Ancak onu da diğer köylülerle birlikte sürgüne gönderirler:

“Ne istiyorsun asker?” dedi. Bu söz üzerine Adker Ramis’in yakasından tutarak çekmek istedi ama Ramiz daha güçlü çıkınca ters oldu. Ramis elindeki silahı Askerin gırtlağına dayadı: “Ne var? Ne istiyorsun yoldaş?” dedi. Bu defa sesi çok gürdü ve gözlerindeki öfkeyi askerin gözlerinin en derin yerine boşaltmıştı. Asker çok korkmuştu. Karşısında bu şekilde direnen, hem de elinde silahını gırtlağına dayayan birini görünce: “Ben sadece emirleri yerine getiriyorum yoldaş. Söyleneni yapıyorum. “Ramis: “Söylenen ne?”

“Sizi evlerinizden çıkartmak.”

“Git komutanına söyle, bu evde söyleneni yapacak adam yok. Yeni geldim cepheden. Dört yıl Almanlar’a karşı savaştım. Git söyle komutana.” Diyerek, askeri bahçeye doğru ittirdi.”319

Romanda köydeki bütün Kırım Tatar erkeklerin savaşa toplamaları ve bunun insanların üzerindeki psikolojisi de yansıtılmıştır. Ravel Dede’nin oğlu savaşa alınır, geride babasını her gün bekleyen Nazan gelini ve Mükail torunu kalırlar.

“Neymiş Rus Askerlerin derdi. Yine savaşa, adam götürmeye gelmişler! Hani kazanıyorlardı? Radyolardan, her gün zafer marşları dinletiyorlar, nutuklar atıyorlar. Kim kaldı ki burada da geliyorlar? Mükaili mi götürecekler? Başka kim kaldı? Aba ağlamaya başladı. Hıçkırarak ağlıyordu. Komşu kadın abaya sarıldı. Kadın da közyaşlarını tutamayarak komşusuyla birlikte ağlamaya başlamıştı”320

Romanda Kırım Tatar erlerinin savaşa alınmaları ve bunun kadınlar üzerindeki etkisini Nazan üzerinden yansıtılıştır:

“Aba?” “Evet.”

“Babam ne zaman gelir?”

Her gün oğlundan aynı soruyu duymaktan, kendisi de beklemekten bıkmıştı. Ne kendisi biliyordu, ne de bilen biri vardı. Herkes gibi içi burkularak bekliyordu işte. Her gün oğluna göz göre göre yalan söylemek zorunda kalıyordu. Oğlunun elinden tutarak mutfağa doğru giderken, artık doğruyu söyleye karar vermişti.

“Allah bilir oğlum ne zaman gelir. Savaşta şimdi o. Söylemesi ne kolaydı. “Savaş”. Günlerdir bomba sesleri, silah sesleri, ne olu ne olacak endişesi. Bugün kimin ölüm haberi gelecek. Kaç kişi ölmüş olacak. Her gün yürekler kabarıp kabarıp iniyordu!”321

“Nazan Sabah erkenden kalkarak camiye gitti. Caminin dış avlusunda bulunan ölüm ilanlarının bildirildiği panoya baktı. Aslında panodaki ölen insanlarının isimleri ilk zamanlar yazıldığı gibi kalmıştı. Oda biliyordu bunu. Yazılar silinmeye

319 Soysal, s.103. 320 Soysal, ss. 19-20. 321 Soysal, ss. 17-18.

yüz tuttuğu panoda, kocasının adını görememek rahatlatıyordu onu. Kocasının adı yine yoktu işte. İçi rahatlamıştı. Her sabah görev edinmişti panoya bakmaya tüm kadınlar gibi. Her gün panoya yaklaştıkça dizleri titrerdi Hazan’ın. Panoda aradığını bulayınca da sevinçle evine dönerdi.. Evinden çıkıp panoya ilerlerken yol bitmez ama panoda aradığını bulamayınca evinin yolu çabuk bitiverirdi.”322

II. Dünya Savaşı bittikten sonra Kırım Tatar subay ve astsubaylardan oluşan kalabalık bir grup vatanlarına dönüp ailelerini bulamayınca Akmescit’te toplanarak hükümetten ailelerinin geri getirilmesini talep etmeye başlamışlardı. Haber hemen Moskova’ya bildirildi. Oradan gelen yazıda, Tatar askerlerinin öldürülmesi emir verildi.323

Bütünü ile konusu II. Dünya Savaşı Kırım Tatarlarının durumunu ele alan Kırım Kan

Ağlıyor romanında, Yavuz Bahadıroğlu Kızıl Orduda savaşmasına rağmen sırf Kırım

Tatarı olduğu için öldüren askerlerden sözeder:

“Uzun bolu, çakır gözlü bir yiğitti. Faşistlere yardım ettikleri gerekçesiyle kurşuna dizilmiş binlerce Kırımlı Türkün arasında babası ve ağabeyi de bulunuyordu. Unutamıyordu o günü. Sabahın erken saatlerinde kafileler halinde toplamışlar,

şehir meydanına dizmişler, basmışlardı kurşunu. Oysa babasının Sovyet hükûmeti

tarafından verilmiş üç madalyası vardı. Gûyâ bu madalyalar üstün hizmet mânâsını taşıyordu. Üstün hizmetini bir kurşunla noktalamaya neden lüzum görmüşlerdi, genç adam bilmiyordu. Bildiği bir şey vardı yalnız: Kızıl rejim bir bahane uydurup Kırım Türklerini sistematik şekilde temize havale ediyordu. Katliyamların ardı arkası kesileceğe hiç benzememekte idi. “Gözünün üstünde kaşın var” diyorlar, yakaladıkları gibi meydana götürüyorlar, ya ipte sallandırıyor veya üstünde nişan tâlimi yapıyordu.”324