• Sonuç bulunamadı

VII Milli Eğitim Şurası ve Alınan Kararlar (20 Kasım 1961-25 Haziran 1962)

D. Din Eğitimi Boşluğu ve Cemaatler

1. VII Milli Eğitim Şurası ve Alınan Kararlar (20 Kasım 1961-25 Haziran 1962)

Milli Eğitim Bakanı Hilmi İnce Sulu VII. Milli Eğitim Şurasını açılış konuşmasında: “Mevcut liselerimizi randımanlı bir hale getirmeden, yeni lise

açmamalıyız.”125demiştir. Milli Eğitim Bakanının bu sözüne dayanarak okulların

sayısını artırmadan önce kalitesinin artırılmak istendiği söylenebilir.

Bu şurada İmam-Hatip Okulları açısından önemli olan ve çeşitli olgunluk sınavlarıyla bu ve dengi okullardan mezun olanlara fakültelerin kapılarının açılmasını sağlayan karar şöyledir: “Lise ve dengi meslek okullarını bitiren öğrencilerin ilgili

fakültelere giriş hakkını elde edebilmek için yetiştirildikleri alanlara göre ihtisas edilecekleri ve tek elden idare olunacak çeşitli olgunluk imtihanları sistemine tabi tutulmaları hususunda Koordinasyon Grubunca hazırlanan teklifin Milli Eğitim Şurasınca da kabul edilmesi memnunlukla karşılanmıştır. Ortaöğretimin

124Ayrıca bakınız Diyanet İşleri Başkanlığı, 1961’den sonra kurulan yönetimin İslam dininin “ikra”

emriyle dini tebliğ etmesinin İslam dininin okumaya verdiği önemin bir işareti olarak görülmüş ve bu doğrultuda eğitime verilecek önem ifade edilmiştir. Bk., Ek: 14.

derecelenmesinde kalite bakımından milli bir standart sağlayacak olan bu teklif, bir taraftan liselerimizin ahenkli bir şekilde gelişmesine yardım ederken, aynı zamanda, lise ve dengi mesleki ve teknik öğretim kurumlarımızda yetişen üstün kabiliyetli öğrencilere, başka bir okulun düzeninden geçmeğe zorlanmaksızın, yükseköğrenim imkânı vermekle mesleki ve teknik öğretimin gelişmesine ve yayılmasına büyük ölçüde hizmet edecektir.”126

Şurada İmam-Hatip Okulları ayrı bir başlık altında değerlendirilmiş, din ile İlgili Eğitim ve Öğretim başlığı altında; “Din Öğretiminde Türkçe”, “İlk öğretmen Okullarında Din Öğretimi”, “Ortaokullarda Din Öğretimi”, “İmam-Hatip Okulu Mezunları İçin Bir Yıllık Kurs” ve “Yüksek İslam Enstitüsü” gibi konularda Koordinasyon Grubunca hazırlanan ve Milli Eğitim Şurasınca aynen kabul edilen kararlar kabul edilmiştir.

Bu şuranın en dikkat çekici yönü İmam-Hatip Okullarının ilkokula dayalı bir meslek okulu olarak İmam-Hatip Okulları Koordinasyon grubu tarafından kabul edilmesine rağmen, bu şurada İmam-Hatip Okullarının ortaokula dayalı olması karara bağlanmıştır. Bu karar doğrultusunda hazırlanacak müfredat programları 1963-1964 yılı başında uygulamaya başlanacağı, bu konuda gerekli hazırlıklar, Talim ve Terbiye Dairesiyle iş birliği suretiyle, Din Eğitimi Genel Müdürlüğünce yapılacak ve müfredat programları tasarıları en geç 1963 Nisan ayına kadar Talim ve Terbiye Kurulunun incelemesine sunulmuş olacaktır.127 İmam-Hatip Okullarının ilkokula değil de ortaokula dayalı hale getirilmesi ve buna uygun müfredat programının hazırlanması kararı, bu okullarda din eğitim ve öğretimin yeterli olmayacağı ve bu okulların kalitesini düşüreceği gerekçesiyle muhafazakâr çevrelerin büyük tepkisine neden olmuştur.

İmam-Hatip Okullarının orta kısımlarının kapatılacağı yönündeki söylemler karşısında Bingöl Milletvekili Sıddık Aydar, bu okulların kaldırılmasını hedef tutan karara dair soru önergesine dönemin Milli Eğitim Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu, İmam-Hatip Okullarının ilkokuldan talebe aldığını dört yıl ortaokul tahsili yapıldıktan sonra, üç yıl da lise tahsili verildiğini, böylece yedi yıllık mesleki tahsilden sonra imam-hatipler yetiştiğini, bir aralık, bunların ilk dört yıllık tahsillerinin kalkması ve

126 Agy. 127 Agy.

ortaokuldan talebe alınmasının düşünüldüğünü ve bu hususta komisyonlar kurulduğunu, fakat imam-hatiplerin yetiştirilmesinin tabiatı icabı olarak ortaokuldan talebe alınmasının uygun görülmediğini, 7. Milli Eğitim Şûrasında meselenin ortaya konduğunu, bu komisyonlarda İmam-Hatip Okulları için ortaokuldan talebe alınmasının uygun olmadığına karar verildiğini, ama umumi heyette bu kararın aleyhinde bir çoğunluğun hâsıl olduğunu arz etmiştir. Nitekim konu hakkında kesin bir neticeye varabilmek için bir komisyon teşkil edildiğini ve komisyonun hala çalışmakta olunduğunu, İmam-Hatip Okullarının tabiatı icabı ilkokullardan talebe almalarının daha uygun görüldüğünü, yani ortaokullardan talebe alınmasının ve orta kısmının kapatılmasının bahis konusu olmadığını vurgulayan Hatipoğlu, ancak İmam- Hatip Okullarının programlarının yeni baştan gözden geçirilmesi ve müspet ilim bilgisinin bu okullarda daha geniş ölçüde verdirilmesi konusunun önem arz ettiği; bir yandan fizik, kimya, tabii ilimler gibi ilimlerde daha geniş bilgi ve kültür verilmesi yönünde programların genişletilmeye çalışıldığını; öte yandan tarih, coğrafya, rejim bilgisi, inkılâp tarihi gibi derslerin de yine genişletilmesi için programlar üzerinde çalışıldığını ifade etmiştir. Hatipoğlu, din bilgisi programı üzerinde de yeniden revizyon yapıldığını. Bu revizyondan sonra İmam-Hatip Okullarının eskiden olduğu gibi ilkokullardan talebe alacaklarını ve 4 yıllık tedrisattan sonra 3 yıl da mesleki tahsil görerek tam olarak meslekte yetişmiş olacaklarını belirtmiştir.

Böyle bir yetişmeden sonra hükümetin programında yer almış olan müspet dünya görüşüne sahip aydın din adamının yetiştirilmesi sağlanacaktır. Hatipoğlu, yapmış olduğu bu açıklamayla, ortaokullardan İmam-Hatip Okullarına talebe alınmasının Türkiye’nin şartlarına ve imkânlarına uymadığı kanaatini taşıdığını ve bu problem düzeltildikten sonra okulların yeniden ilkokula dayalı hale getirileceğini iddia etmiştir.128

2. 1961 Anayasası ve Din Eğitimi

DP’nin tek başına iktidar olmasından sonra laiklik ilkesinden taviz verdiği iddiası 1960 darbesinin nedenleri arasında gösterilmektedir.

Darbeden sonra getirilen 1961 Anayasasında laikleşmeyle ilgili bir dizi kanuna atıfta bulunularak bu kanunların yargı denetimi dışında tutulacakları ön görülmektedir. Böylece laiklik ilkesini koruyan bu kanunların değiştirilmesi veya kaldırılması fiilen engellenmek istenmiştir(Mardin, 2012: 128-129).

1961 Anayasanın 21. maddesinde, herkesin; bilim ve sanatı serbestçe öğrenme, öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma haklarına sahip oldukları belirtilerek eğitim-öğretimin özgür bir ortamda olması kabul edilmiştir. Eğitim- öğretimdeki özgürlükler, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim-öğretimin verilmemesiyle sınırlandırılmıştır(Kili, Gözübüyük, 2000: 173-233).

Herkesin; kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu vurgulanan 10. maddede; Devletin; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırabileceği ifade edilmiştir. Nitekim Devlet, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla yükümlü tutulmuştur. 1961 Anayasasının 10. maddesinde devlet insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar hükmüyle din ihtiyacını karşılamak yükümlülüğünü de kendi üzerine almıştır. Devlet, bu yükümlülüğü yerine getirirken sosyal adalet, hukuk devleti ilkelerini de göz önünde bulundurmak zorundadır.

Temel hak ve hürriyetlerin sınırının; Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacıyla veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlandırılabileceğini ifade eden 11. maddede; kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulamayacağı vurgulanmıştır. Ancak bu özgürlüklerin, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılmayacağı, bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezasının kanunda gösterildiği belirtilmiştir.

Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşit olduğunu vurgulayan anayasanın 12. maddesinde, Hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı vurgulanarak halkın ayrım yapılmaksızın aynı haklara sahip oldukları belirtilmiştir.

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme haklarına ve kişi

hürriyetine sahip olduklarının belirtildiği 14. maddede, herkesin yaşama ve manevi

varlığını karşılama hakları kişi hürriyetine bağlanarak bu duruma devletin müdahalesinin ya da herhangi bir baskı ve uygulamanın olamayacağı vurgulanmıştır(Gürtaş, 1983: 82-83).

Herkesin; vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, Kamu düzenine ve genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetlerin, dini ayin ve törenlerin serbest bırakıldığını ifade eden 19. Maddede göre; kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; kimse, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz; din eğitimi ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır. Din eğitimi ve öğretimi alma hakkını sağlayan bu madde aynı zamanda bu eğitim ve öğretimi almak istemeyenlerin kınanamayacağını da ifade etmektedir. Kamu düzenine ve genel ahlaka zarar vermediği müddetçe dini ayin ve törenler de serbest bırakılmıştır(Güney, 2005: (?)).

Ahmet Gürtaş, 1924 ve 1961 Anayasası üzerinde yapmış olduğu değerlendirmede bu her iki anayasanın içeriğine bakıldığında din eğitimini engelleyici bir hükmün bulunmadığını, aksine anayasaların, kişi temel hak ve hürriyetlerine bağlı kalarak din eğitim ve öğretimi hakkını teminat altına almış olduğunu belirtmektedir(Gürtaş, 1981: 82-86).

Din ve vicdan özgürlüğünü, Anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde değerlendiren Servet Armağan, Kur’an öğrenmeyi her vatandaşın hakkı ve vicdan hürriyetinin bir neticesi olarak değerlendirmiştir. Armağan’a göre; Kur’an, dinî bir kitabın ismidir ve içindekilerini öğrenmek farzdır. O sebeple vatandaş Kur’anını öğrenmek istiyorsa buna engel olunmamalıdır. Hatta bu gaye ile ona fırsat hazırlanmalıdır ve bir kimse dinini İmam-Hatip Okullarına gitmek suretiyle öğrenmek istiyorsa, buna engel olunamaz. Nitekim nasıl bale okuluna gidilmesine, resim ve heykel öğrenimi yapılmasına engel olunamıyor ve bu konuda trilyonlara varan

yatırımlar yapılıyorsa, bir vatandaşın İmam-Hatip Okullarına veya İlahiyat Fakültelerine girerek dinini öğrenmesine de engel olunmamalıdır, çünkü bu din ve vicdan hürriyetinin bir sonucudur(Armağan, 1996: 131-138). Armağan’nın değerlendirmesi anayasaya ya da kanunlara aykırılık taşımamaktadır. Çünkü anayasada kişinin istediği dine inanma, ibadet etme ya da istediği dini öğrenme hakkı bulunmaktadır. Ancak buradaki sorun kişinin bu haklarını yerine getirirken engellenmek istenmesi değildir, asıl sorun toplumun içinde yer alan farklı dini inançlara mensup bireylerin de aynı haklardan yararlanabiliyor mu, sorunudur. Toplumun çoğunluğunun sesinin çok çıktığı bir yerde yasa koruyucular, çeşitli önlemler alarak bu sesin önüne set çekip azınlığın haklarını da güvence altına almak istemiş olabilirler. Çünkü çoğunluğun olduğu kadar, azınlığın da inanç haklarının korunmak istenmesi çoğunluk tarafından yanlış değerlendirilebilir. Nitekim bu böyle de olmuştur, bir yandan anayasada umumi prensip olarak herkesin vicdan ve dini inancında serbest olduğu kaidesi getirilmiş, ancak bu umumi kaide, yine anayasaya göre, bazı tahditlere uğramıştır.

Yine anayasanın koyduğu umumi bir kaide de kimsenin ibadetle, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hususudur. Bundan başka anayasa, din öğretimini serbest iradeye terk etmekte, isteyen kimsenin bu öğretimi çocuklarına yaptırabileceğini kabul etmektedir.

Anayasanın koymuş olduğu en önemli yasak, hiçbir kimsenin devletin sosyal, iktisadi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramayacağı hususudur. Kezalik şahsi ve siyasi çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını veyahut dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilemeyeceği de anayasanın amir hükümleri arasında bulunmaktadır. Bu yasaklara derneklerle siyasi partilerin de uyması mecburi tutulmuştur. Uymayan dernekler yetkili mahkemelerce, siyasi partiler ise, anayasa mahkemesince kapatılmak müeyyidesi altında bırakılmıştır.129

Anayasa’yla yapılan düzenlemelerin gericiliği engellemek adına yapıldığını ancak alınan önlemlerin gericiliği tam manasıyla engelleyebileceğinin imkânsızlığını ifade eden Baha Arıkan, “Gericilikle mücadele için önemle göz önünde

bulundurulması lazım gelen nokta, halkın din duygularını veya dini olarak kutsal saydığı şeyleri istismar ederek kötüye kullanmayı men edebilmektir. Bunun için de ceza müeyyidelerinin herhangi bir anlama gelmeyecek surette kesin hatlarla düzenlenmesi gerekmektedir. Bütün bunlar yapıldığı halde dahi, gericiliğin önleneceğini sanmak, kanımızca, ham bir hayalden ileri geçmemektedir. Gericiliğin yok olması bir kültür davasıdır. Türkiye’de ilk mektep mezunu olmayanların sayısı azaldığı nispette, gericilik de kendiliğinden yok olacaktır.”130Yazar Anayasa’nın din

özgürlüğüne getirmiş olduğu kanun ve kuralların gericiliği engellemeye yönelik olduğunu ve aslında bu kanun ve kuralların bir çözüm olmadığını ve temelinde kültür meselesi olduğunu ilkokul eğitimini alanların sayısı arttıkça problemin kendiliğinden çözüleceğini ifade etmiştir. Yazarın eğitim konusuna temas etmesi önemlidir. Ancak gericiliğin önüne geçebilecek eğitim sadece ilkokul eğitimi olmadığı ve bu konuda İmam-Hatip Okulları üzerine yüklenen sorumluluğun tam manasıyla yerine getirilmesiyle yani bilgili din adamlarının yetiştirilmesiyle de sağlanabileceği iddia edilebilir. Daha 1924’te açılan ve Tevhidd-i Tedrisat Kanunu’yla varlıkları güvence altına alınan bu okulların kurulma nedenlerinin altında bu gerçeğin yattığı unutulmamalıdır.