• Sonuç bulunamadı

Ödeme gücü yaklaşımına göre vergileme, “vergilemenin bireylerin ödeme güçleri esas alınarak yapılması” gereğini ifade eder. Kamu hizmetlerinin büyük bir kısmının bölünemez nitelikte olması ve toplumdaki gelir ve servet dağılımının eşit olmaması, salt fayda yaklaşımına göre vergileme yapabilmeyi imkânsız kılar86.

83 Pehlivan, s.152 84 Akdoğan, s.216 85 Şener, s.212 86 Pehlivan, s.153

Ödeme gücü yaklaşımına göre, bireyler kendilerini ve ailelerini geçindirecek miktarın üzerinde sahip oldukları gelir ve servet unsurları nispetinde vergi ödemelidirler. Bu yaklaşıma göre, ödeme gücü olanlardan ödeme güçleriyle orantılı vergi alınırken, ödeme gücü olmayanlardan, yani sahip olduğu gelir ve servet unsurları ancak kendisini ve ailesini geçindirecek kadar olanlardan vergi alınmaz87.

Ödeme gücü yaklaşımına göre vergileme yalnızca iktisatçı ve maliyeciler arasında değil, toplumun geniş kesimleri tarafından da kabul görmüş ve benimsenmiş bir vergileme yaklaşımdır88. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da dâhil olmak üzere, günümüzde pek çok devletin anayasasında bireylerin kamu giderlerinin finansmanına ödeme güçleriyle orantılı olarak katılacağına ilişkin açık ve kesin hükümler yer almaktadır89.

Günümüzde adil bir vergi uygulamasının temel unsuru olarak ödeme gücü yaklaşımı benimsenmiş olmakla birlikte, mükelleflerin farklı gelir unsurlarına sahip olmaları ve kişisel ve ailevi durumlarının farklılık göstermesi, vergi uygulamalarında önemli sorunlarla karşılaşılmasına neden olmaktadır. Ödeme gücünün bir göstergesi olan gelirin kavranmasındaki güçlükler ve bazen idari, bazen de ekonomik nedenlerle gelir kaynaklarının tamamının vergilenememesi, bu sorunları daha da artırmaktadır. Bu çerçevede, gelir bütün ülkelerde vergi ödeme gücünün önemli bir göstergesi olarak kabul edilmekle birlikte, vergi ödeme gücünün belirlenmesinde kişinin gelirinin değil harcamalarının esas alınması gerektiği düşüncesi, bilimsel çevrelerde giderek daha fazla taraftar bulmaktadır90.

87 Yılmaz, s.179

88 Uluatam, Kamu Maliyesi, s.286 89 Akdoğan, s.217

IV. VERGİ ÖDEME GÜCÜ KAVRAMI

Ekonomi tarihi boyunca maliye konusunda çalışmış pek çok düşünür, adil bir vergi sisteminin sahip olması gereken temel kriterleri ortaya koymaya gayret göstermişlerdir. Konuyla ilgilenen ilk düşünürler, adil bir vergi sistemini, “vergi yükünü devlet tarafından sağlanan faydalarla orantılı bir biçimde dağıtan sistem” olarak nitelendirmişlerdir. Bu çerçevede vergilemede ödeme gücü yaklaşımını esas alan İngiliz düşünürlerince, vergi yükünün ödeme gücüne göre dağıtılması ilkesi adil bir vergi sisteminin temel kriteri olarak kabul edilmiştir91.

Adam Smith, vergi ödeme gücü ilkesini vergilemenin birinci kuralı olarak kabul etmiştir. Smith’ten sonra gelen yazarların çoğu, ödeme gücü ilkesini adil bir vergi sisteminin teminatı olarak benimsemiş ve toplumun varlıklı kesimini oluşturan bireylerin daha az gelir elde eden bireylere oranla daha fazla vergi ödemeleri gerektiğine inanmışlardır92. Benzer biçimde 1861 yılında “İngiltere Gelir Vergisi ve Servet Vergisi Seçim Komitesi”nde yapmış olduğu konuşmada, döneminin en önemli iktisatçılarından olan John Stuart Mill, “Vergilemede adaletin sağlanması için şahısların imkânları ile orantılı şekilde vergilenmesi, vergilemenin ana kuralı olmalıdır.” ifadesini kullanmıştır. Şahısların ödeme gücüne göre vergilenmesi gerektiği ilkesi son 150 yılda sadece maliyeci ve iktisatçılar arasında değil, kamuoyu tarafından da büyük ölçüde kabul görmüştür. Smith ve Mill’den sonra pek çok iktisatçı ve maliyeci şahısların ödeme gücüne göre vergilenmesi kavramını, “vergilemede en az düzeyde fedakârlık” ve “vergilemede eşit oranlı fedakârlık” kavramlarıyla izah etmişlerdir93.

Buna göre, biri yılda 100.000 TL diğeri 10.000 TL gelir elde eden iki vergi mükellefi kıyaslandığında, birinci mükellefin geliri ikincisine göre nispi olarak daha yüksek oranda (başka bir ifadeyle artan oranda) vergilenmedikçe, vergi yükünün adil

91 Hacıosmanoğlu, M. Çetin. Harcama Vergisi - Nicholas Kaldor, Ankara, Hesap Uzmanları Vakfı, 1995, s.13 92 Eckstein, Otto. Public Finance, Foundations of Modern Economic Series, Prentice-Hill, New Jersey, 1964, s.55,

Ersoy, s.34

dağılımı sağlanamaz. Nicholas Kaldor’a göre artan oranlı vergilemenin altında yatan temel felsefe, sosyal eşitlik ve ekonomik kalkınma şeklinde özetlenebilecek kamusal amaçlardır. Bununla birlikte Kaldor’a göre sorunun iki boyutu vardır: Bunlardan birincisi eşitlik anlayışı temelinde alınacak artan oranlı bir verginin tatminkâr olabilmesi için derecesinin ne olması gerektiği, ikinci ise verginin şahısların imkânlarıyla orantılı bir şekilde alınması prensibinde, “şahısların imkânları” kavramıyla ne kastedildiğinin açık bir şekilde belirlenememesidir94.

Türk vergi sisteminin temel dayanağı, vergilerin kişinin ödeme gücüne göre alınmasıdır. Anayasa’mızın 73. maddesi verginin mali güce göre (ödeme gücüne göre) alınacağını hükme bağlamış, ancak Anayasa’mızda ödeme gücünün tanımı yapılmamış ve ödeme gücünün nasıl belirleneceği öngörülmemiştir95. Bununla birlikte, verginin gelir üzerinden mi, yoksa harcamalar üzerinden mi alınması gerektiği maliye biliminde üzerinde uzlaşılamayan konulardan biridir. Gelir ve harcama vergileri arasındaki tercih tartışmasının yanı sıra, servet üzerinden de ayrıca vergi alınıp alınmaması konusu maliyeciler arasındaki en önemli tartışma konularından biridir96.

Bu çerçevede ödeme gücü kavramının tanımlanması vergileme açısından hayati öneme sahiptir. Günümüzde kişilerin ödeme güçlerini belirlemekte kullanılan temel ölçü gelirdir. Genel kabul gören tanımına göre vergi ödeme gücü, “bireyin kendi gelir ve servetiyle orantılı olarak vergi vermesi” olarak tanımlandığı gibi, “kişinin kendisinin ve ailesinin yaşamını asgari bir biçimde sürdürmesine olanak tanıyacak gelirinin üzerinde kalan kısım” olarak da tanımlanmaktadır97. Ancak mükelleflerin yaşam standardı birbirlerinden çok farklı olduğundan, kişinin kendisinin ve ailesinin geçimini sağlayacak düzeydeki gelirin saptanmasında tüm mükellefler için ortak bir geçim standardı bulmak mümkün değildir. Tanımın bir diğer eksiği ise, vergi ödeme

94 Hacıosmanoğlu, Harcama Vergisi - Nicholas Kaldor, s.13,14 95 Ernst & Young, s.9

96 Aktan, s.11

97 Tekin, Fazıl. Artan Oranlılık ve Türk Gelir Vergisindeki Uygulaması, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler

gücünün tek göstergesi olarak kişisel geliri ele alması ve vergi ödeme gücünün önemli göstergelerinden olan servet ve harcamayı göz ardı etmesidir.

Oysa gelirin, ödeme gücünü temsil eden bir unsur olarak kullanılmasına karşın, ödeme gücünü gösteren tek ve en iyi kıstas olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla birlikte servet, toplumdaki bireyler arasındaki iktisadi farklıkları azaltmaya çalışan bir ekonomi politikası açısından gelirden daha fazla üzerinde durulması gereken bir unsurdur. Çünkü servet, gelir ile sıkı bağlantısına rağmen, gelirin dışında ve başlı başına bir ödeme gücü unsurudur. Günümüzde ödeme gücünün temel kıstası olarak gelirin ele alınması ve servet unsurunun göz ardı edilmesi, liberal kapitalist ekonomilerin mevcut işleyişini aksatmama yolundaki politik tercihlerden kaynaklanmaktadır. Ancak ödeme gücünün önemli bir unsuru olan servetin yok sayılamayacağı açıktır. Bununla birlikte gelir ve servetin ödeme gücünün iki ayrı kıstası olarak birlikte kullanılmasının, birinin tek başına kullanılmasına kıyasla gerçek ödeme gücünü çok daha iyi yansıtacağı aşikârdır98.

Bu çerçevede, vergilemede ödeme gücünü belirleyen; gelir, servet ve tüketim düzeyleri kapsamlı bir biçimde vergi matrahına sokulmadan, vergilemede eşitliğin sağlanması mümkün değildir. Bu amaçla günümüzde vergi sistemlerinin temelini; gelir, servet ve harcama vergilerinin oluşturması için etkin düzenlemelere gidilmektedir99.